"Anne."
Tek nefeste dudaklarımın arasından bir tek bu kelime çıkmıştı. Neden istiyordu bunu benden? Ben ona ne yapmıştım da bana bunu söyleyebiliyordu?!
"Hatta Hakan'ı da al yanına."
Bakışları kucağındaki ellerine düşerken kendini onaylarcasına mırıltılar çıkartıp başını hızla aşağı yukarı salladı. Ne demek istediğini anlayamıyordum gerçekten.
"Anne, birden bire neden bunu söylüyorsun?"
Gözleri narin ellerinden gözlerine yükseldi ve bir anda sertleşti. Kaşlarını çatıp büyük bir öfkeyle konuştu.
"Bir de nedenini mi soruyorsun?! Dayak yemekten bıkmadın mı ha?! Git diyorum sana işte! Biliyorum, Hakan için buradasın. O yüzden onu da al git diyorum ya. Bembeyaz bir sayfa açın kendinize, yeniden başlayın."
Sesindeki sertlikle birlikte gözlerindeki öfke de konuştukça azaldı ve son cümlesinde yok oldu. Gidebilir miydim gerçekten? Hem de Hakan'la. Yeni bir hayat... Peki ya annem?
"Anne, sen de gel. Hep birlikte gidelim. Olmaz mı?"
Elleri bluzunun eteklerini tuttu, sıktı. Başını iki yana salladı hemen.
"Olmaz."
"Neden?"
"Ben gelirsem peşimize düşer, bulur bizi."
Nasıl bu kadar peşin hükümlü olabiliyordu? Başka şehre giderdik. Başka bir işe girerdim. Hem o sarhoş adam bizi o halde nasıl bulabilirdi ki?
"Biz sensiz nasıl gidelim anne?"
Bana yaklaştı ve kollarımı tuttu. Kollarımı sıkıca tutuyor ama acıtmıyordu.
"Dediklerimi anlamıyor musun?! Dayanamıyorum artık! Bak bana! Ben kendimi bile koruyamazken seni nasıl koruyacağım? Bu çatının altında bile koruyamıyorken yabancısı olduğum yerde nasıl yaparım?! Siz giderseniz eğer, izinizi kaybettirene kadar onu oyalayabilirim. Ben gelirsem buna olanağımız olmaz! Geç olmadan, Hakan gelir gelmez gidin!"
Kollarımı ellerinden kurtardım ve sıkıca tuttum ellerini. Güzel ellerinde geçmeyen yara izleri vardı. Babamın neden bu kadar acımasız bir adam oluşunu sorgulamayı uzun zaman önce bırakmış olsam da bu elleri görünce içten içe yeniden sormuştum.
Annem, benim için çok fazla şeye göğüs germişti. Bu haksızlıktı! Yüreğim sızlıyordu.
"Beni koruyup korumaman umurumda bile değil. Sadece bizimle gel. Bambaşka bir şehirde açarız o yeni sayfayı. Bizi bulmasına izin vermem."
Elleri avuçlarımdan kaydı ve benden uzaklaşıp titreyen irislerini salonda gezdirdi. Görebiliyordum, korkuyordu.
"Daha önce kaçmadım mı sanıyorsun? Bizim geleneklerimiz göreneklerimiz bellidir. Kız, Beyaz gelinliğiyle evinden çıkar, Beyaz kefeniyle dönerdi ancak evine. Bir ihtimal dedim. Annem babamdı ne de olsa. Bana sahip çıkarlar, kol kanat gererler dedim ama yanılmışım. Onlara gittiğim gece, sabaha karşı tekrar verdiler onun ellerine. Hapsetti beni eve. Sana hamile kalınca ancak biraz da olsa güvenini kazanmış, bahçeye çıkar olmuştum. Şimdi komşularıma çaya, kahveye gidebiliyorum. Dilediğimce çarşı pazar alış verişlerimi yapabiliyorum. Benim özgürlüğüm bu kadarcık. Yeniden gidersem, bulduğunda o ufacık özgürlüğümden de mahrum kalacağım. Bunu istemiyorum!"
Annemin gözyaşları yanaklarını ıslatırken sıkıca sarıldım ona. Çok nadir görürdüm kıyıda kösede ağlayışlarını. Yanına gittiğimde siliverirdi yanağındaki yaşları. Ona göre ağlamak zayıflıktı çünkü. Onun hayatı hep zorluklarla geçmişti. Şimdi karşımda ağlıyordu. Hayatını daha da zorlaştıramazdım.
Üstelik Hakan annemin bir tanesiydi. Onu gözünden sakınırdı. Onunla gitmemi istemesi çok büyük bir şeydi aslında ve ben bunu yapamazdım. Hakan’ı ondan alamazdım, ayıramazdım. Daha güçlü olacaktım. Olabileceğimden de fazla güçlü olacaktım.
"Seni bırakamayız anne. Söz veriyorum çok daha güçlü olacağım. Söz veriyorum her şey çok güzel olacak."
■
Şirkete geç kalmadan geldiğim için çok mutluydum. Sabah o kadar zor uyanmıştım ki bir an uyku sersemliğiyle işimin olduğunu bile unutmuştum. Dün annemle konuşmamız beni oldukça sarsmıştı sanırım.
"Günaydın Hazan."
Asansörün önünde düşüncelere dalmış olmalıyım ki Zahir'in sesiyle kendime gelmiştim. Böyle olmayacaktı. Eskiden olduğu gibi evde yaşadıklarımı işime taşımamalıydım.
"Günaydın Zahir Bey."
Asansöre binip odalarımızın bulunduğu kata geldiğimizde Eylül yüzünde tatlı gülümsemesiyle bizi ayakta karşıladı. Zahir'in suratı uzun zamandır görmediğim sertliğine geri döndü. Neden bir anda bu kadar sertleştiğini anlayamasam da gerilmiştim.
"Kahvemi al ve gel. Hemen!"
Katı sesine şaşırsam da onu onaylayıp hızla odama girdim. Üzerimdeki montumu çıkartırken aynı anda Gültekin abiden Zahir için kahve istemiştim. Gerekli olan eşyalarımı alıp alt kata indim ve günaydın dileklerimle hazır olan kahveyi alıp tekrar üst kata çıktım. Maratonum başlamıştı artık.
Zahir'in odasının önüne geldiğimde kapıyı vurdum ve onay alınca açıp içeri girdim. Kahvesini masasına bırakıp karşısına geçtiğimde konuşmama fırsat vermeden o konuşmuştu.
"Bugün Batın burada olacak. Geçici olarak Eylül'ü onun yanına ver ve hemen bir ilan oluşturup gazetelere gönder."
Başımı aşağı yukarı sallayıp katladığım bilgisayarıma not aldım.
"Bugünkü AD için hazırlık toplantımızı saat kaç gibi yapmamızı istersiniz?"
"Hayır, bugün olmaz. Hatta bu hafta olmaz. Önümüzde üç haftamız var. Bu hafta haricinde herhangi bir güne ertele."
Tam onu onaylayacakken aklıma gelenle kaldım. Bu toplantı bu hafta olmak zorundaydı ve onu ikna edebileceğimden emin değildim. Özellikle bu kadar gerginken.
"Zahir Bey, bu haftadan sonra Zeynep Hanım iki haftalık izin alıyor."
Masasının önündeki kağıtları incelerken başını kaldırmadan umursamazca konuştu.
"İptal et o zaman Hazan. Ya da bu haftalık alsın sadece."
Alt dudağımı dişledim. O iki hafta almak zorundaydı ve bunun açıklamasını yapmıştı fakat görüyorum ki Zahir bunu çoktan unutmuştu.
"Zahir Bey, Zeynep Hanım bunun açıklamasını size daha önce de yapmıştı. Eşi sınırda görevli ve ancak o iki hafta izin alabiliyor. Yani, iznini iptal etmesek? Cuma ya da cumartesi günü yapsak toplantıyı?"
Sesli bir nefes verip gözlerini kapattı. O kadar sinirlenmişti ki alnındaki damar belirginleşmişti. Yutkundum. Başını kaldırıp bana baktığında adımlarım geriye kaçmaya çabaladı ve ben onlara direndim.
"Batın'ın asla haberi olmayacak bir toplantı istiyorum."
Başımı hızla aşağı yukarı sallayıp koşarcasına çıktım odasından. Kendi odama girdiğimde ancak rahat bir nefes alabilmiştim. Kuruyan boğazımı yumuşatmak için masamın üzerindeki suyumu elime alıp tek dikişte bitirdim.
Zahir'in bu gerginliğiyle nasıl baş edecektim ben? Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı sahiden? Başımı iki yana sallayıp çaresizlikle inledim.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve aklımdan yapmama gerekenleri programladım. Önce, Eylül'e Batın Bey geldiğinde kısa süreliğine onun asistanlığını yapacağının haberini verdim ve yardıma ihtiyacı olduğunda çekinmeden istemesi gerektiğini de belirttim.
Daha sonrasında AD için olan toplantıya katılacaklara özel grup oluşturdum ve bu gruptan kimseye bahsetmemeleri gerektiğini tembihleyip toplantıyı cumartesi akşamüstü beşe aldım. En uygun zaman oydu çünkü mesai bitimiydi ve toplantıya katılacak kişiler o günün sabahında şirkete gelmeyerek toplantı olma ihtimalini ortadan kaldırmış oluyorlardı.
Bunların hepsini sadece Zahir Bey için değil aynı zamanda Zeynep Hanım için de yapıyordum. Sevdiğin adamdan uzak olmak hele ki ölümle burun burunayken çok zor olmalıydı. İzninin iptal edilmesini kesinlikle istemiyordum. Hem bu sayede izin dönüşü kafası boşalıp rahatlayacak ve daha güzel işlere imza atabilecekti. Tamamen şirkete yararlı bir şey yapıyordum yani!
Zahir Beyin yanına gidip son raporumu verdiğimde sadece başını sallamakla yetinmişti. Ondan tam memnuniyet görememiştim ama artık umursamıyordum. Bu her zamanki haliydi.
Odama geçip sandalyeme oturdum ve arkama yaslandım. Yaptıklarım sonucunda memnuniyetle gülümsedim. Her şeyi zor da olsa bir şekilde halledebiliyor olmam rahatlamamı sağlamıştı.
İş çıkışına yarım saat kala Zahir'le birlikte çıkmıştık. Diğerlerinin aksine ben sadece ona bağlıydım. Gece on ikiye kadar şirkette durursa izin vermediği müddetçe durmak zorundaydım.
"Evine bırakmamı ister misin?"
Kapının önünde Zahir'in arabasının gelmesini beklerken sorusuyla ona dönüp başımı iki yana salladım.
"Teşekkür ederim Zahir Bey fakat yapmam gereken işlerim var."
Beni onaylayıp önüne döndüğünde arabası gelmişti. Zahir Beye iyi akşamlar dileklerimi ilettikten sonra Ahmet abiye selam verip yürümeye başladım.
Bugün maaş günüydü ve eve ellerim dolu gitmek istiyordum. Hakan'ın hastalığı ortaya çıktığından beri evimiz gibi masamız da dolabımız da bomboştu. Artık öyle olmasını istemiyordum.
Süper markete doğru adımlarken bir anda birinin kolumu çekmesiyle ne olduğunu anlayamadan ara sokağa giriş yapmıştım. Korkuyla açılan gözlerim kolumu tutan kişiye döndüğünde babamı görmemle daha da gerilmiştim.
"Bugün maaş günün."
Yüzümü buruşturdum. İğrenç kokuyor ve aynı zamanda berbat görünüyordu.
"Babanla maaşını paylaşmayacak mısın?"
Sarı dişlerini göstererek gülümsedi. Hiçbir şey yapamadım. Konuşmaya başlarsam sanki ağlayacak gibiydim o yüzden dudaklarımı aralama cesaretinde bile bulunamadım.