Z
Hazan'a veda edip arabaya bindiğim sırada Hazan şirketten uzaklaşmaya başlamıştı. Son anda karar vererek Ahmet Beye izin verip direksiyonun başına geçtim.
Yaptığım şeyin yanlış olduğunu bildiğim halde yapmaya devam etmek bana göre değildi! Yine de kendime engel olamıyordum. Hazan'ı takip etme fikri nereden aklıma gelip yerleşmişti bilmiyordum ama kendimi yapmamaktan alı koyamamıştım.
Cengiz bu yaptığımı görse dırdırına başlardı ama elimde değildi. Onu izlemeyi seviyordum fakat bildiğim tek şey disiplini ve zekasıyla tanınan asistanım Hazan'dı ve dışarıda nasıl biri olduğunu merak ediyorum.
Önce bankaya uğramış ardından ilerideki süpermarkete doğru ilerlemişti. Tuhaftır, bu süre zarfında hep gülümsemişti. Bize sunduğu gülümsemesi yoktu yüzünde. Bambaşka bir duyguyla gülümsüyordu ve ben o bilmediğim duyguya bir isim koyamamıştım.
Hazan'ın bir anda ara sokağa çekilmesiyle ani bir fren yapmıştım. Neler oluyordu?
H
Kolumu sertçe çektim. Bir anda içim öfkeyle kaplanmıştı. Annemin söyledikleri kulağımda çınlıyordu. Kendimi bildim bileli babamdan hep korkmuştum. Karşısında nasıl güçlü durulur bilmiyordum ama dün akşam anneme bir söz vermiştim. O sözü tutmalıydım! Tutmak zorundaydım!
"Yeter! Evde yaptıklarını şimdi de sokağa mı taşıyacaksın? Hem de elalem ne der demeden ha?"
İlk defa başım dikti onun önünde. İlk defa gözlerinin içine bakabiliyordum. İçten içe hala korkuyu hissetsem de duygularımı dış dünyaya gizlemekte oldukça başarılıydım. Bana bunu karşımda ayakta durmakta zorlanan babam öğretmişti.
Babam bu tavrıma önce şaşırsa da bu hali çok kısa sürmüştü. Ezici bakışları gözlerimi hedef almış, alayla gülüyordu.
"Ona mı güveniyorsun?"
Kaşlarımı çattım. Kimden bahsediyordu? Çınar'dan mı? Bir şey mi demişti yoksa? Bu her şeyi daha da beter bir hale getirirdi!
Aklıma gelenle yüz ifadem bir anda ona ayna olmuştu. Ne kadar başarılı oldum bilinmez, onu taklit etmiştim.
"Aslında evet güveniyorum. Ama birine değil, birilerine. Arkandaki kamerayı fark etmişsindir" binanın köşesinde bulunan güvenlik kamerasını işaret ettim başımla ama bakma gereksinimi duymadı "Tek bir fiske atarsan polise giderim. Uzaklaştırma kararıyla eve bile girdirmem seni!"
Kollarımı göğsümde toplayıp dimdik duruyordum ki suratıma inen tokatla neye uğradığımı şaşırmış birkaç adım geriye sendelemiştim. Bunu yapacağı aklımın ucuna dahi gelmezdi.
İki yanıma savrulan kollarımı tuttu sertçe. Canımı yakan şey tutuşu değil, cahil cesaretimdi.
"Sen kimsin lan?! Seni geberti-"
Babamın sözünü kesen dışarıdan gelen bir müdahaleydi. Yüzüne yumruk yiyen babamın elleri kollarımı serbest bıraktı. Ondan ayrılır ayrılmaz bir adım daha gerilediğimde görüş açıma Zahir girdi.
Birbirine giren duygularımı kontrol edemez olmuş, öylece bulunduğum yere çakılı kalmıştım. Nasıl olurdu? Burada ne işi vardı?! Allah'ım!
"Sen!"
Zahir tek adımla babamla arasındaki mesafeyi kapatıp yakalarından kavradı ve suratına kafa attı. Şiddetten oluşan sesle yüzüm buruştu.
Derin nefesler alıp vermemin hiçbir faydası olmuyordu bana. Ne yapmam, nasıl tepki vermem, ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Babam aldığı darbeyle yere yığıldı ve kalkamadı. Burnu ve dudakları kan içindeydi. Babamdan bakışlarımı kaldırıp Zahir'e baktığımda ellerini pantolonunun ceplerine koymuş üstten bakışlarıyla babamı izlediğini görmüştüm.
Babam bir anda kahkahalarla güldüğünde daha ne kadar şaşkına dönebileceğimi düşünmeden edemedim. Neden durduk yere gülüyordu? Onu bu hale getiren içtiği lanet şeyler miydi?
"Demek dik başlılığın bu yüzdendi" elleriyle yerden destek alarak ayağa kalktığında gözlerindeki buzlar gözlerim aracılığıyla ruhumu yaktı. "Benim güzel kızım arabasından inmediği, ne idüğü belli olmayan bir adama güveniyor demek."
Canım yanıyordu, hem de cayır cayır. Gözlerim çoktan dolmuştu. Avuç içlerim arkamdaki duvara saplandı. Cümlesinin altında yatanı sadece benim anladığımı ümit edebilmiştim yalnızca.
Hayatımda ilk defa babamın bana 'güzel kızım' deyişini duyuyordum. Başka bir yerde bunu demiş olsaydı hüngür hüngür ağlayabilirdim. Bana bir gün olsun 'kızım' bile demeyen adam şuan böyle diyordu. Yüreğimdeki, vücudu morluklarla dolu küçük çocuk imalarına kulaklarını tıkamış, uçsuz bucaksız kırlarda yüzünde kocaman gülümsemesiyle bu kelimeyi haykırarak neşeyle koşuşturuyordu.
"Sözlerine dikkat et!"
Zahir, dişlerinin arasından tıslarcasına konuştuğunda babamın yüzündeki gülümseme silindi ve gözlerini Zahir'e çevirdi.
"Ne yaparsın?"
Zahir ona bir adım atmıştı ki babamın yeniden bana bakıp konuşmasıyla duraksadı.
"Küçükken annene hep bir prensin seni bulacağından bahsederdin, hatırlıyor musun? Annen ne derdi?"
Tırnaklarım duvarı çizerken yutkunmayı denedim ama başarısız oldum. O zamanları hatırlıyordum. Sınıf arkadaşlarımın bahsettiği hikayelerdeki prenseslerden biri olduğumu düşünürdüm o zamanlar çünkü tüm prensesler hiç suçları yokken çeşitli eziyetler görmüştü, tıpkı benim gibi.
Anneme 'Bir gün benim de prensim beni bulacak ve kurtaracak' dediğimde kollarımdan tutup sarsarak öyle bir şeyin olmadığını ve asla olmayacağını haykırırdı yüzüme.
Ona inanmak istememiştim ama zaman geçtikçe prensimi beklemeyi bırakmış annemin dediklerine kulak vermiştim. Babamın bunları nereden bildiğini de bana neden hatırlattığını da anlayamamıştım.
" 'Öyle bir şey yok. Aklından çıkar. Ne senin bir prensin olacak ne de o prens seni prenses yapacak. Sen külkedisi olmaya mahkumsun' "
Annemin sözlerini hatırlattı babam. Onun sakince söylediği her bir kelimeyi annem büyük bir hırsla yüzüme vurmuştu.
" 'Sen sevemez ve sevilemezsin' "
Kırlarda koşuşturan küçük kız ufak bir taşa takılıp düştü. Gülümseyen yüzü soldu, gözleri doldu ve gecenin karanlığına boyanmış yüreğimde gözyaşlarını akıttı.
Tozlu zemini izlerken fısıldamıştım. Ben, hayatımın başlangıcından sonuna kadar sevgisizliğe mahkum edilmiştim.
Babam sokağı inletircesine kahkaha attı. Oldukça keyiflenmiş gibiydi. "Şuna bak, bir an unuttuğunu düşünmüştüm! Hala hatırlıyor olman ne güzel."
Adım sesleriyle birlikte sesi de uzaklaştığında sonunda ayakta durmayı bırakıp yere çöktüm. Gözyaşlarım daha fazla dayanamayarak yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı.
Dizlerimin önünde bir çift siyah ayakkabı belirdi ve dizleri dizlerimin dibine çöktü. Gök tüm heybetiyle dünyaya olan kızgınlığını haykırıp gözyaşlarını yeryüzüne indirirken Zahir'in kolları kollarımın etrafından sırtıma ulaştı ve sıkıca sarıldı bana.
İlk defa insanların içinde, ikinci defa onun kolları arasında hıçkırarak ağlıyordum. Olaylar nasıl bu noktaya gelebilmişti?
Yağmurun altında benim yüzümden daha fazla ıslanmasına dayanamayarak ondan ayrıldım. Gözyaşlarımı yanaklarımdan yok etmek istercesine sildim. Hıçkırıklarımı bastırabilmek için derin bir nefes aldım. Başımı kaldıramayacak kadar utanıyordum.
"Daha fazla ıslanma. Gel."
Kollarımdan nazikçe tutup beni ayağa kaldırdı ve beni hiç bırakmadan arabasının önüne kadar ilerlediğimizi fark ettiğimde ondan ayrıldım.
"Ben" teşekkür mü etmeliyim özür mü dilemeli? "Eve gitsem iyi olacak."
Hala arada hıçkırıyorken ancak çenesine bakacak kadar kaldırabilmiştim başımı. Yüzüne bakamıyordum.
"Bu halde eve gitmek istediğine emin misin?"
Emin değildim. Bu halde eve gitsem annem dün akşamki gibi konuşmayıp kapının önüne koyardı. Hakan ne kadar çok endişelenirdi kim bilir!
"Hadi gel. Biraz sakinleşmeye ihtiyacın var. Sonrasında istersen seni evine bırakırım."
Şuanda şirketteki adam değildi Zahir. Onun çok nadir denk geldiğim kibarlığı, nezaketi ve anlayışlı hali benimleydi.
Birkaç saniye kararsızca bekledim. İkimiz de oldukça sessizdik. Elini sırtıma yerleştirdi ve ne zaman açtığını bilmediğim kapıdan içeri hafifçe itti beni. Ona daha fazla itiraz etmeden bindim arabaya. Önümde eğildi. Kemerimi taktığını çok sonradan anlayabilmiştim. Kokusu burnuma dolarken gözleri bir kez olsun şaşkın gözlerimle kesişmeden geri çekildi.
O da sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdığında klima otomatikman sıcak hava üflemeye başlamış, kısa sürede arabanın içini sıcacık yapmıştı.
Soğuk havada üşüyen ve gerilen tüm uzuvlarım sıcaklıkla gevşeyip rahatladı. Hıçkırıklarım iç çekişlere dönüşmüştü.
Nereye gittiğimizi bilmiyor, soramıyordum da. Tek yapabildiğim sessizce yolu izlemekti.
Z
Her şey bir anda olmuş, kendime hakim olmamıştım. Hazan'ın o adamdan korunmak için yaptığı tehdit işe yaramamış, yine şiddet görmüştü. Buna dayanamazdım! Dayanamamıştım zaten.
Eğer yanımda Hazan olmasa o adamın öylece gidişine izin vermezdim fakat konu Hazan'a geldiğinde o bir yana tüm dünya bir yanaydı.
Duvara sürtünerek yere çöktüğünde hızla yanına ulaştım. Söyledikleri hala kulağımdaydı. Daha önce kim bilir kaç defa hem fiziksel hem de psikolojik şiddete maruz kalmıştı.
Neden bu kadar güçlü durmak zorundaydı? Neden dimdik ayakta, hiçbir şey olmamış, hayatı çok iyiymiş gibi davranıyordu? Annesinin dedikleri yüzünden miydi?
Onu kendi evime götürmek için arabaya bindirmiştim. En iyi seçenek oraydı. Sessiz sakin, kimsenin olmadığı bir ev. İstediği kadar ağlayabilir, hıçkırıklarını serbest bırakabilirdi. O evde asıl Hazan olabilirdi. Kimse onu güçlü olmaya zorlamaz, zorlayamazdı. İzin vermezdim.
Evimin önüne gelene kadar arabada sessizlik hüküm sürmüştü. Ne hissettiğini anlayabiliyordum. Neredeyse aynı şeyleri yaşamıştım ama üzerinden uzun zaman geçmişti. Yine de bir yaranın iyileşse dahi izini bıraktığı gibi yaşadıklarınızı unutabilirdiniz fakat hisleriniz sizi bırakmazdı. Yaşadıkları, unuttuğum Zahir'i bana hatırlatmıştı. Acılar içinde kıvranan küçük çocuğu hala ilk günkü gibi hissedebiliyordum.
Hazan'a döndüğümde uyuyor olduğunu gördüm. Birkaç saniye onu izledim. Pürüzsüz yüzünü, ağlamaktan kızaran burnunuz ve hafif şişmiş dudaklarını.
Arabadan inip onun bulunduğu tarafa geçtim ve kemerini çıkartıp onu kucağıma alırken korkuyla titredi, uyanır gibi oldu ama bir şeyler mırıldanmakla yetinip uykusuna devam etti.
Onu yavaşça kucağıma alıp evime adımladım. İlk defa kollarım arasında, kucağımda başı kalbime yaslı uyuyordu. Hiç yorulmadan saatlerce taşıyabilirdim onu.
Tahminimce yardımcım Nurşen teyzenin aralık bıraktığı kapıdan geçtim ve merdivenlere yöneldim. Onu misafir odasına götürmek istemiyordum. Bu yüzden kendi odama girdim ve yatağıma yine yavaşça bıraktım onu. Uykusunun ne kadar hafif olduğunu bildiğim için oldukça yavaş hareket ediyordum.
Ayakkabılarını ve üzerindeki kabanını yine aynı yavaşlıkla çıkardım. Arada uyanır gibi oluyor, bir şeyler mırıldanıyor ve uykusuna kaldığı yerden devam ediyordu.
Kabanımı, ceketimi ve ayakkabılarımı çıkartıp yatağımın diğer tarafına geçtim. Sırtımı yatak başlığına yaslayarak onu izledim. Yüzüne dökülen birkaç saç telini onu rahatsız etmemesi için yüzünden çektim. Öylesine güzeldi ki... Hiç bıkmadan yıllarca izleyebilirdim onu.
"Hazan, sevmeyi de sevilmeyi de en çok sen hak ediyorsun."
▪
Uyuduğu süre boyunca iki defa uykusunda anne ve babasını sayıklayarak ağlamıştı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmam, onu böyle görmem elimi ayağımı birbirine dolamıştı.
Yapabildiğim tek şey elini tutmak olmuştu. Elini tuttuğum saniye sıkıca kavramıştı. Kendimi hiç böyle hissettiğimi hatırlamıyorum.
Hemen yanı başımdaydı, acı çekiyordu ve ona ne merhem ne de ilaç olabiliyordum. Bu acıyı tedavi edemezdim. Hiç kimse bunu yapamazdı, biliyordum. Çıkış yolu onda bile değilken bende nasıl olurdu ki?
H
İç çekerek gözlerimi araladım. Büyük pencereden tüm odaya sızan ay ışığı bulunduğum ve yabancısı olduğum odayı az da olsa aydınlatıyordu. Gözlerim koca odada dolandı biraz. Neredeydim?
Yatağın köşesindeki sandalyede oturan Zahir'i gördüğümde geçmiş ama aklımdan gitmemiş anılar hazır ola geçti. Gözlerimi utançla yumdum.
Neler olmuştu öyle?! Zahir orada hiç olmamalıydı. Babamla asla karşılaşmamalıydı! Kısacık zaman günlere yayılmış gibiydi. Nasıl düzeltebilirdim? Zamanı nasıl geri alabilirdim?
Uyanmış olduğumu eninde sonunda anlayacağını bildiğim için sıkıca yumulu göz kapaklarımı birbirinden ayırdım ve yatakta doğruldum.
Uyandığımı fark eden Zahir, elindeki telefonunu kapatıp arkasındaki masaya bıraktı ve bana döndü. Üzerinde hala aynı kıyafetleri vardı ve kırışmış gömleğinin kollarını dirseğine kadar katlamıştı.
Oturduğu sandalyeden kalkıp yanımdaki boşluğa oturduğunda ela gözlerinin etrafının kızararak güzel gözlerinin daha çok ortaya çıkmasını sağlamış olduğunu gördüm.
"Nasılsın?"
İçimi yiyip bitiren duygular sorusunu bekler gibi dışıma taşmaya çabaladı lakin izin vermedim. Daha fazla zayıf duramazdım karşısında.
"Her şey için özür dilerim. Böyle olsun asla istemezdim."
Bana hayretle bakmasını anlayamadım. Ne demiştim ki bu kadar tepki veriyordu?
"Neden özür diliyorsun Hazan? Sen ne yaptın?"
Ah Hazan ah. Sen bu dünyaya gelerek en büyük günahı işledin.
Sorunda buydu işte. Belki ben bir hata yapmış olsaydım bu kadar utanmayabilirdim. Hatayı yapan benim zil zurna sarhoş babamdı ve gören oydu.
"Hazan, bana bak" eli çenemi tuttu ve eğilen başımı kaldırdı. "Utanmanı da üzülmeni de istemiyorum. Sen, hayatımda gördüğüm en güçlü kadınsın. Başın eğilmemeli."
Gözlerine bakakaldım. Kalbimin nasıl attığından haberi var mıydı tüm bunları söylerken? Bunu bana yapmamalıydı. Kalbime nasıl söz geçirecektim?
Gözlerim dolmuştu. Neden herkes aynı şeyi söylüyordu? O kadar da güçlü biri değildim ben, hiçbir zaman da olamadım. Güçlü olabilseydim eğer annemi de Hakan'ı da alıp ardımda tek iz bırakmadan bu şehirden giderdim. Fakat yapamıyordum, ben güçlü değildim!
Eli çenemi bırakıp havaya kalktığında kendime engel olamamış, çok az da olsa geriye kaçmıştım. Ellerimi kendimi korumak için yüzüme siper etmeyi son anda engelleyerek bacaklarımın üzerindeki yorganı sıktım.
Zahir'in eli yanağıma indi ve nazikçe sol gözümden firar eden gözyaşını sildi. "Evde kimse yok. Sadece sen ve ben. Hatta beni de yok et zihninde. Yalnızca bir hayalet olayım. Dilediğin gibi ağla. Artık içinde tutma. Ben her zaman senin için burada olacağım, Hazan."
Reddettim. Yok oluşunu da hayalet oluşunu da reddederek gözyaşlarımı içime akıttım. Bir kez daha ağlayamazdım. Eğer ağlarsam, kendime duyduğum saygının her biri gözyaşı olacak ve yavaş yavaş azalacaktı.
"Minnettarım. Her şey için."
Anlayışla gülümsedi ve başını iki yana salladı. Neye güldüğünü, neyi olumsuz karşıladığını anlayamamıştım.
"Olma. Benim gibi bir adama teşekkür etme."
Onun gibi bir adam... O nasıl bir adamdı? Kibirli, sert, sinirli, disiplinli, hırslı ve aynı zamanda iyi, hassas, korumacı, kibar, anlayışlı, saygılıydı.
"Bu gece burada kal. Yarın sabah seni evine bırakırım. Öğlene kadar izinlisin" derken bir şey dememe fırsat vermeden ayaklandı ve odanın kapısına ilerledi. "Kapıyı açık bırakıyorum. Bir şey olursa seslen."
Beni kendi kendimle bir savaş içerisinde bırakıp odayı terk etti. Zahir'in iyi tarafını savunanlarla kötü tarafını savunanlar büyük bir kaos oluşturarak savaş veriyorlardı. İkisinden biri kazanacak olsa da her türlü ben kaybedecektim.