Onun ardından girmiştim odasına. Tam karşımda, elleri pantolonunun ceplerinde üstten bakışlarıyla bakıyordu tam gözlerimin içine. Hiçbir mimiği oynamıyor, karşımda bir duvar duruyordu sanki.
Tir tir titreyen ellerimi birbirine doladım. Dudaklarım kurumuş, her yutkunuşumda boğazım zımparalanıyormuş gibi hissetmem normal miydi? Korkuyorum. Hem de hiç korkmadığım kadar.
Hareketlendi. Aramızda bir karış mesafe kalana kadar yaklaştı. Ceplerindeki ellerini çıkartıp uzun parmaklara sahip elleri kollarıma dokundu.
"Neden bu kadar korkuyorsun Hazan?"
O kadar çok mu belli oluyordu? Halbuki bu zamana kadar hissettiğim hiçbir şeyi kimseye belli etmemiştim. Fakat şimdi..
Nefes alış verişim hızlandı. Sesim içimde bir yerlerde saklanıyor ve konuşmamı istemiyordu sanki. Sadece yutkunabildim ve yine aynı acıyı hissettim.
"Gözbebeklerine kadar korkudan titriyorsun. Korkma Hazan."
Dudaklarım aralandı hızla. Sesimin saklandığı yeri bulmuştum sonunda.
"Ben.. Ben korkmuyorum."
Ah Hazan ah! Keşke bunu titrek sesinle söylemeseydin.
Dudakları kıvrıldı ve başını ağırca aşağı yukarı salladı. Konuşmasına izin vermeden boğazımı temizleyip devam ettim.
"Buraya bu işe ihtiyacım olduğu için geldim. Bunu en iyi sen biliyorsun zaten! Ne yapacaksın bana? Ben 'her şeyimle senin olmak' nedir bilmiyorum. Ben daha önce hiçbir adamın her şeyi olmadım."
Cümlemin sonlarına doğru sesim git gide kısıldı. Zahir, birkaç saniye boyunca hiçbir tepki vermeden, hiçbir şey söylemeden öylece gözlerimin içine baktı.
"Bunu gerçekten sen mi söylüyorsun? Başka bir adamın her şeyi olmuş sen? İnanayım mı?"
Evet, dönüp dolaşıp konu yine Çınar'a gelmişti. Ne diyecektim peki? Köşeye sıkışmıştım.
"Çınar benim.."
Gözlerini sıkıca kapattı ve konuşmamın devamını dinlemek istemiyor gibi elini kaldırdı 'sus' der gibi. Sözlerim anında kesilmişti.
Gözlerini açtığında gözbebeklerindeki öfke alevini görebilmiştim. Neden bu kadar sinirliydi anlam veremiyordum. Ne zaman Çınar'ın bahsi geçse böyle oluyordu. Üstelik konuyu açan kendisiydi!
"Artık Çınar yok. Ben varım ve sadece ben olacağım."
Tıslayarak konuştu. Öfkesini dindirmeye çabalıyor gibiydi fakat kollarımdaki parmakları artık canımı acıtıyordu.
"Kollarım acıyor."
Acıyla yüzümü buruşturdum. Neden böyle davranıyor, amacını ne anlayamıyordum. Ben onu anlayamıyordum.
"Beni duydun mu?! Çınar'la artık konuşmanı istemiyorum."
Ellerinden silkelenerek kurtuldum ve bir adım geriledim. Ellerim kollarımın acısıyla kollarıma gitmişti.
"Bunu unut. Çınar her şeyden önce benim çocukluk arkadaşım. Onu öylece silemem!"
Dalga geçer gibi güldü. O da tıpkı benim gibi ilk defa hislerini bu kadar açıyordu. İkimizin de birlikteyken tuhaf bir şekilde duvarları yok oluyor gibiydi.
"O seni aldattı! Hem de benim kardeşimle!"
Kükreyişiyle yerimde sıçradım. Elinin teki göğüs kafesinde kalmıştı. Kendi tarafından bakımca Çınar'a olan öfkesini anlayabiliyordum ama onun da beni anlaması gerekiyordu.
"Bizim hakkımızda hiçbir şey bilmeden konuşuyorsun! Bir süredir ilişkimiz kalmamıştı zaten. Ama o benim için çok değerli, tamam mı? Biz her türlü zorluğu birlikte atlattık! Her ağlayışımda o vardı benim! Her çıkmaz sokağımda bir çıkış kapısı gösterdi bana! Çaresiz her anımda çare oldu onlar! Bizim aramızda sadece çocukluk arkadaşlığı yok. Bizim aramızdaki bağ asla kopmayacak, hiç kimsenin koparamayacağı kadar kuvvetli! O yüzden, beni anlamanı istiyorum. Onu bırakamam ben."
Bir süre dolmuş gözlerimin içine baktı. O kadar öfkelenmiştim ki gözlerim dolmuştu. Burun kemerini sıktı ve derin bir nefes alıp seslice verdi.
"Çık dışarı! Bu konuyu daha sonra konuşacağız. Bugünkü tüm planları da iptal et, odama Cengiz haricinde kimseyi alma."
Derin bir nefes alıp arkamı döndüm ve odadan çıktım. Hareketlerine ve bağırmalarına anlam veremiyordum. Yine de bu konuşmadan sağ salim kurtulduğum için mutluydum.
Ayak üstü Eylül'le sohbet ederken, gecen gün burada olan adam yine gelmişti. İsmini bilmiyordum fakat o gün konuşulanlar hala zihnimde tazeliğini koruyordu. Kendi kendimle defalarca o konuşmayı tartışmıştım ama bir sonuca varamamıştım hep.
Başımı iki yana sallayıp o adamın karşısına dikildim. Bir adım daha atıp durdu. Aramızda iki adımlık bir boşluk vardı. Onu daha önce gördüğüm günkü gibi yüzünde yine o kendini beğenmiş gülümsemesi vardı.
"Ne için gelmiştiniz?"
Sesim, her yabancıyla konuşurken olduğu gibi sert ve mesafeliydi. Özellik o yabancı erkekse daha da ciddileşiyordum.
"Zahir'le görüşeceğim."
Kaşlarımı çattım. Bu ne samimiyetti?
"Randevunuz var mı?"
Nefes verir gibi alayla gülerken başını eğdi. Yanaklarında beliren çukurlar ilk bakışta ona iyi bir insan izlenimi verse de mavi gözlerindeki şeytani pırıltılar nasıl biri olduğunu gösteriyordu.
"Daha önce de geldim, biliyorsun. Beni gören sendin." Dedi gözlerini kısıp beni baştan aşağı süzerken ve bir şey dememi beklemeden yeniden yürümeye başladı. Yanımdan geçip giderken kendime geldim.
"Öylece gidemezsiniz! Durun!"
Beni dinlemeden ilerledi. Zahir Beyin kapısına yaklaştığında "Durmazsanız, güvenliği çağıracağım." Dediğimde eli kapı kulpunda kalmıştı.
Bana yandan bir bakış attı. Meydan okurcasına gözlerime kilitlenen gözler beni rahatsız ettiğinde ona adımladım.
Mavi gözlü, kumral adam beni umursamadan kapıyı açıp içeri adımladığında arkasından ben de girdim.
"Durdurmaya çalıştım efendim ama..."
Zahir Beyin öfkeyle parlayan gözleri beni buldu ve elini kaldırıp gitmemi işaret etti.
"Bu katı acilen boşaltın. Hemen!"
Z
Her konuşmamızın sonu Çınar'a çıkıyordu! Lanet olsun! Artık o adamın ismini duymaya bile katlanamıyordum! Hazan neden onu bu kadar çok sevmek zorundaydı? Ben, her konuda ondan üstünken hem de! Tek hatam çocukluğundan bu yana yanında olamamam mıydı yani? Peki bundan sonrası?
Çınar, onu aldatmıştı ve Hazan bunu kendi gözleriyle gördü. Buna rağmen ona olan sevgisinden bir gram bile eksilmeden sevmeye devam ediyordu! Neden?! Ne yaşamışlardı da ondan bir türlü kopamıyordu?
Bana 'daha önce hiçbir adamın her şeyi olmadım' dediğinde doğruyu söylediğinden emin olamıyordum. Hazan.. Çok güzeldi ve aynı zamanda çok da zekiydi. Bir adamın isteyebileceğe her şeye sahipti o.
Ayakta durmayı kesip koltuğuma oturdum. Önümde yığılı belgelerle bakıştım bir süre. Sabah, Hazan'ı görmek bir anda büyük bir mutluluğa sahipmişim gibi hissettirmişti. Hiç olmadığım kadar enerjik hissetmiştim kendimi. Şimdiyse, hiçbir şey yapmak istemiyordum.
Kapımın gürültüyle açılmasıyla başımı belgelerden kaldırdım. Göz göze geldiğim ilk kişi, Batın'dı.
"Durdurmaya çalıştım efendim ama..."
Hazan'ın sesiyle ona döndüm. Ona olan sinirim Batın'ı görmemle katlandı. Bugün sınanıyordum sanırım!
"Bu katı acilen boşaltın. Hemen!"
Hazan başını sallayıp hızla odamdan ayrılırken ayağa kalkıp Batın'ın önünde durdum. Bakışlarımı göz bebeklerine sabitledim ve ezercesine baktım ona. Bu hareketim onun en nefret ettiği şeydi. Sakin kalmam gerekiyordu yoksa elimden bir kaza çıkacaktı.
"Neden geldin?"
Alaylı gülümsemesini yerleştirdi yüzüne ve bana bir adım daha yaklaştı. Onun bu hareketi de benim en nefret ettiğim şeydi. Çocukluğumun kabusu, üvey kardeşim yeniden ortaya çıkmıştı. Ama bu defa kabus ben olacaktım.
H
Ekip liderlerini ekipleriyle, müdür yardımcıları ve tüm çalışanları öğle yemeğini erken yemek bahanesiyle göndermiştim. Zahir Beyin işi ne zaman biter net bilmiyordum ama öğle arasının bitimine kadar bitirebilir diye hesaplamıştım. Umarım doğru bir hesap yapmışımdır.
Zahir'in o adamla ne yapacağını ya da o adamın kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Normalde Pir ailesinin her bir ferdini yıllar içerisinde tanımıştım. Buna uzak akrabalar da dahildi ama bu adamı tanımıyordum.
Aklım sürekli geçen gelişinde söylediklerine kayıyordu. Gerçek olabilir miydi sahiden? Bir insan annesini nasıl öldürürdü? Olamazdı. İnanmayı reddediyordum. Hem öldürmüş olsa burada işi neydi ki?
"Biz ne zaman yemeğe çıkalım?"
Eylül'ün sorusuyla daldığım kuyudan bir anda yüzeye çıkmıştım. Ona bakıp düşündüm. Yalnızca ikimiz kalmış, lobide bekliyorduk. Derin bir nefes aldım ve elimi Eylül'ün omzuna koydum.
"Sen gidebilirsin. Ben zaten aç değilim." Dediğimde Eylül gidip gitmemek arasında kalmıştı. Ona gülümsediğimdeyse içten bir gülümsemeyle karşılık verdi ve başını sallayıp yanımdan ayrıldı.
Bileğimdeki ince kordonlu saatime baktım. Onları yalnız bırakalı yarım saati geçiyordu. Bir sorun olup olmadığını kontrol etmeli miydim? Ya Zahir beni görürse? Kurallar konusunda hiç kimsenin olmadığı kadar katı bir adamdı. Beni yakalarsa ne yapacağını kestiremiyordum bile. Fakat çok da merak ediyordum.
Sonunda merakıma yenik düşmüş ve yukarı çıkmıştım. Kendi odama ilerlerken, Zahir'in odasından o adamı çıkarken görmemle gözlerim şok içerisinde açıldı. Saçları gözlerinin önünü kapatması yüzünün kanlar içerisinde olduğunu görmemi engelleyememişti. Beni gördüğünde sadece yandan bir bakış atarak yanımdan öylece geçti. Asansöre binene, hatta asansörün kapıları kapanana kadar öylece ona bakakalmıştım. Sonra, Zahir'in odasından bir şeylerin kırılma sesi yankılandı boş koridorlarda. Yerimde irkilip kendime gelip adımlarımı hızlandırdım ve kapısını çalma gereği duymadan odasına girdim.
Kırılabilecek tüm eşyalar kırılmış, diğerleriyse etrafa saçılmıştı. Odası tıpkı... Savaştan çıkma gibiydi. Bakışlarımı odada dolandırmayı bırakıp derin nefesler alan Zahir'i buldu. Dudağından süzülen kan çenesine ulaşmış, üzeri, saçları darmadağındı. Alnına düşen saçlarını kanlı elleriyle geriye attığında şaşkınlığımı üzerimden atamaya çabalayarak yanına yürüdüm.
Sonunda sesimi bulabildiğimde "Zahir Bey" diye soru yüklü bir cümle kurmuştum. Yerde olan bakışları bakışlarımla çakıştı.
Gözlerini birkaç kez kırpıştırıp varlığımı yeni algılamış gibi dikleşti. Yutkundum. Ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Boğazımı temizleyip kendimi telkin etmeye çalıştım. Sakin olmalıydım. Ben her türlü olayın sonunda hep mantıklı düşünür ve doğru kararlar alırdım. Neler oluyordu bana?
"Zahir Bey, isterseniz benim odama geçelim. Bu sırada odanız temizlensin."
Gözleri etrafı taradı ve sonra başını usulca salladı. Onun bir adım gerisinde kalarak odama yürüdük. Odamda her zaman bir ilk yardım çantası bulundurmama en çok şuan seviniyordum sanırım.
Genelde içindeki kremleri ve ilaçları babamın uyguladığı şiddet sonucunda kullanırdım. Bu yüzden sık sık yerine yenisini koymam gerektiği zamanlar da olmuştu. Tüm acılarıma şahit bir bu ilk yardım çantası vardı sanırım.
Zahir, masamın karşısındaki ikili koltuğa otururken temizlik ekibine odayı temizlemeleri için haber vermiş ve ilk yardım çantasını odamın köşesindeki dolaptan alıp yanına oturmuş, ona dönmüştüm.
Önce kucağımdaki çantaya, sonra bana baktı. Bakışlarını görmezden gelmeye çabalarken çantanın içinden gerekli malzemeleri çıkartıp çantayı çaprazımdaki sehpaya bırakmıştım.
Yarasını temizlemek için ilk önce pamuğa saf su döküp dudağından çenesinin altına kadar sızmış kanı temizledim. Ellerimin titrememsi için ayrı bir çaba sarf etmek beni çok zorluyordu. Kalbim ürkek bir kuşun kanat çırpışları gibi çıldırmışçasına atıyordu. Duyuyor muydu kalbimin çırpınışlarını? Umarım duymuyordur.
Yutkunup derin bir nefes aldım biraz da olsa sakinleşebilmek için fakat nafileydi. Daha yeni yeni aklıma neden birbirlerine şiddet uyguladıklarını, o adamın kim olduğunu sormak geliyorken kendimi nasıl kontrol edecektim?
Ah Hazan ah! Sen neden böylesin?
Yeni bir pamuk alıp tentürdiyottan dökerken yanaklarımın içini dişledim. Şuan neden böyle olduğumu sorgulayamazdım. Bu sorgulamayı eve gidinceye erteleyip Zahir'e baktım.
Pür dikkat yüzümü inceliyordu. Ona baktığımı fark ettiğindeyse, güzel gözleri gözlerimi buldu. Sesimin titrememesi için boğazımı temizledim. "Eğer acırsa söyleyin."
Tentürdiyotlu pamuğu dudağına hafifçe dokundurdum ve çektim. Ne bir mimiği oynamış, ne de ses çıkartmıştı. Tentürdiyotlu pamuğu aynı hareketlerle birkaç defa daha uygulayıp pamuğu diğerinin yanına bıraktım.
En sonunda her zaman kullandığım kremden süreceğim sırada bileğimden tuttu. Tutuşu öyle bir anlıktı ki beklemediğim için titredim. Bakışlarım dudaklarından yukarı, gözlerine çıktı.
"Hazan... Bana ne yapıyorsun?"
Anlamayarak kaşlarımı çattım. Canını mı yakmıştım yoksa? "Ne?"
Göz kapakları düştü, gözleri dudaklarımda kaldı. "Beni büyülüyorsun."