Batın'ı gördüğümde içten içe kendime sinirlenmemem gerektiğini tembihliyordum. Öfkem, belli bir raddeden sonra bilincimi yok sayarak bedenimi ele geçiriyordu. Batın bunun zayıf noktam olduğunu ve nasıl kullanması gerektiğini çok iyi biliyordu.
"Merhaba Zahir."
Her zamanki hissiz gülüşünü sunup yüzüklerle dolu elini kaldırıp indirdi. Tam dudaklarımı aralamış neden burada olduğunu soracakken İris araya girmişti.
"Bugün şirkette olmayacağını öğrendiğimde Batın abimi buraya gelmesi için zor ikna ettim. Aranızda uzun zamandır var olan gerginliği artık görmezden gelemiyorum. Ben Nurşen teyzenin yanına gidiyorum. Döndüğümde probleminizi çözmüş olun."
İris bizden cevap beklemeden salondan çıktı. Arkasından bakmayı bırakıp tekrar Batın'a döndüğümde pür dikkat bana baktığını görmüştüm.
"Bugün benim yirmi dördüncü yaş günüm."
Onun gibi gülümsedim. Biliyordum. Üvey ve baş belası bir kardeş olsa da sonuç olarak aynı kanı taşıyorduk ve o benim kardeşimdi. Abisiydim onun. Nasıl bilmezdim ki?
"Mutlu yıllar kardeşim."
Bana bir adım attı. "Bu ne demek oluyor biliyorsun değil mi? Artık esaretinden kurtuluyorum."
İkimiz de bir anda ciddileşmiştik. Bakışlarımız birbirimize meydan okuyor, aramızdaki öfke ruhlarımızla savaşıyordu.
"Seni hiçbir şeye zorlamadım. Yer altı senin seçimindi."
Dudaklarında alaylı bir gülüş var oldu ve kısa süre sonra yok oldu.
"On yıl boyunca beni oraya hapseden sendin ama!"
Dişlerinin arasından tıslarcasına konuştuğunda içten içe bana güttüğü kinin nedenini sonunda anlayabilmiştim. Sırf bu yüzden bir açığımı aramış, her seferinde zayıf noktalarımdan vurmaya çalışmıştı.
O zamanlar ben on dokuz o da on yedi yaşındaydı. Yeraltındaki koltuğa oturmam için baskılar artıyor fakat ben istemiyordum Bir gün, Batın gelmiş ve o koltuğa kendisinin oturmak istediğini söylemişti. Onunla kavga etmek istemiyordum, sonuçta kardeşimdi fakat aynı zamanda da yaşının küçüklüğüne vererek ileride herhangi bir sorun çıkartmaması için ondan on yıl boyunca bir daha benden böyle bir istekte bulunmaması konusunda söz almıştım. Onun için söz senet yerine geçerdi. Bir söz verirse ki ucunda ölüm dahi olsa o sözü tutardı. Tutmuştu da.
"Seninle bir anlaşma yaptık Batın. Kabul etmeyebilirdin."
"Bu hiçbir şeyi değiştirmez."
Başını iki yana salladığında onu onaylarca mırıldandım.
"Doğru. Onca insanı öldürmeni değiştirmez mesela."
Bakışları bir anda keskinleşti ve mavi gözleri öfkeyle kavruldu. Onu kızdırmak bu kadar basitti işte.
"En azından annemi öldürmedim ben!"
Sözleri küle dönüşmek üzere olan öfkemi bir anda harladı. İkimizin de zayıf noktası buydu işte. Ona doğru atılacakken bana bir adım daha attı ve konuşmasına devam etti.
"Öldürdüğüm her bir insan için bir nedenim vardı benim. Onlar masum insanlara zarar vermiş ve verecek olanlardı. Bizden daha kötüydü onlar! Buna mecburdum ben! Madem bu kadar karşıydın o zaman neden tek ses etmedin?! Neden onları öldürmeme izin verdin Zahir!"
Kalakaldım. Ne ben ne de Batın hiçbir zaman o koltuğa oturmak, böylesi kötü bir adam olmak istememiştik. Fakat kimse bize ne istediğimizi sormamıştı. İki tercihimiz vardı. Ya yer altı ya da yeryüzü. Anlaşmamızın ardından ben şirketin başına geçebilmek için yurtdışına eğitim almaya gitmiştim. O, çocuk bir hevesle istemiş ve koltuğa oturur oturmaz vazgeçmişti ama iş işten geçmişti çoktan.
Gözlerinde yanan alev yok olurken gözleri avucuma hapsettiğim fulara düştü.
"Ne var biliyor musun? Ben en azından annemin intikamı için çabalıyorum. Ya sen? Hala arıyor musun o kızı?"
Gözlerim elimdeki fulara düştü. Alayla sorsaydı her şey çok daha basit olabilirdi. Ona öfkelenip bağırıp çağırabilir, sonunda dövüşebilirdik ama oldukça ciddiydi ve ben cevap verememiştim.
O zamana ait elimde bir tek bu fular vardı. Çocukluğumdan beri, kanayan bileğime bu fuları bağlayan küçük kızı bulacağımı söyler dururdum. Beni yeniden hayata bağladığı için en azından ona teşekkür etmeliydim. Sonuç olarak, bulamamıştım. Elimde bu fular haricinde ne bir adres ne de başka bir şey yoktu. Onu nasıl bulabilirdim ki? Artık o küçük kızın simasını dahi hatırlayamıyordum üstelik.
"Batın..."
Fısıltıyla konuşmuştum. Bu zamana kadar ondan hiçbir şey istememiştim olsam da artık sadece bu fulara bakmak istemiyordum.
"Bana o kızı bulur musun?"
Ondan ilk defa bir şey istiyor üstüne rica ediyordum. Beklemediği tavrım karşısında şaşırmıştı.
"Eğer bulursan, bana olan nefretini dindirmek için sana teslim olacağım. Söz veriyorum."
Hayatıma giren her kadına 'acaba o mudur' düşüncesiyle yaklaşmak istemiyordum. Her yerde aramıştım onu. Bu ülkeye, şehre yeniden döndüğümde karış karış gezmiş ama değişen onca şeyden sonra sokağı dahi bulamamıştım.
Batın dudaklarını araladı şaşkınlıkla. Ben bile içten içe kendime şaşırıyordum. Onca zaman sonra, aklım yeni başıma geliyordu sanırım.
"Abi..."
H
Eve geldiğimde annem ve Hakan kahvaltı yapıyordu. Onlara eşlik etmek için yanlarına oturup bir bardak çay doldurmuştum kendime. Annem hiçbir şey sormamıştı. Neden?
Aklım sürekli Zahir'in söylediklerine kayıyordu. Kendime, kalbime bunu yapamazdım. Kalbim onun için atamazdı. O iyi bir adam değildi. İyi bir adam olsa bile o ve ben olamazdık. Bu imkansızdı!
"Çınar abi neden gelmedi abla?"
Hakan'ın sorusuyla düşüncelerimden sıyrılıp ona dönüp anlamayarak baktım.
"Ne?"
"Dün Çınar abilerde kalmışsın ya. Ne zaman onlarda kalsan sabahında seni bırakmaz o da gelirdi mutlaka ama neden bugün gelmedi diyorum."
Minnetle gülümsedim. Bir kez daha beni korumak için yalan söylemişti. Korumuştu da. Yanımda olmasa bile bunu yapabiliyordu. Her dertten sıkıntıdan kurtarıyordu beni biricik dostum.
"Bugün ben izinliyim ama o değil ne yazık ki."
Hakan'ı gözleri parladı ve kocaman gülümsedi.
"Bugün izinli misin?!"
Onu onayladığımda kaşlarının altından kocaman gözleriyle baktı gözlerimin içine. Bu bakışları bilirdim. Benden bir şey isteyecekti ama çekiniyordu.
"Bugünüm tamamen sana ait. Ne istersen yapabiliriz."
Heyecanının katlandıkça katlanışını görebiliyordum. Nasıl bu kadar hisleriyle bütün olan bir çocuk olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaktım.
"Bugün kulüpler arası voleybol maçlarının ilk günü. Birlikte gidelim mi?!"
Kocaman gülümseyip anneme döndüm.
"Üçümüz gitsek nasıl olur?"
Annemin tabağındaki bakışları gözlerimle buluştu. Bir bana bir Hakan'a baktı ve yüzünü buruşturdu.
"Beni bulaştırmayın da ne istiyorsanız yapın."
"Anne lütfen."
Hakan'ın yalvarışlarına dayanamayacağını yumuşayan gözlerinden anlamıştım.
"Hemen üzerimi değiştiriyorum!"
Hakan'ın neşeyle şakıyan sesine ikimiz de güldük. Bu demek oluyordu ki biz, ilk defa üçümüz birlikte bir şeyler yapacaktık.
■
Önce sahile inip yürüyüş yolunda elimizdeki kağıt helvaları yerken biraz yürümüştük. Üçümüzün de yüzünden gülümseme eksik olmuyordu. Çok mutluyduk ve tabi ki en büyük etken Hakan'dı.
Sonrasında kulüpler arası düzenlenen voleybol turnuvasının ilk maçına gitmiştik. Hakan'la olmak, onun heyecanını tatmak, tamamen ona odaklanmak bozuk bir plak gibi aklımın duvarlarına çarpan cümleleri görmezden gelmemde yardımcı oluyordu.
Maç sonucu Hakan'ın tuttuğu takım kazandığında en az onlar kadar sevinmesi annemle benim de yüzümüzde kocaman bir gülümsemenin oluşmasını sağlamıştı. Mutluluğa sığdırılan her şey Hakan demekti bizim için.
Bir şeyler yemek için şehir merkezine ilerlerken Çınar'ı aramış ve bize katılmasını istemiştim. O da hemen kabul etmiş, konuşmamamız gereken şeyler olduğunu da eklemişti.
Bir fastfood restoranına oturduğumuzda Çınar da gelmiş ve hep birlikte verdiğimiz siparişleri afiyetle yemiştik. Çınar'la dövüş kavga dün maaşımı aldığımı defalarca söyleyerek ücreti ben ödemiştim. Her seferinde 'hesabı erkek öder' klişesini yapıyor ve her seferinde böyle kavga ediyorduk.
Çınar bizi eve bıraktığında Hakan çok yorulduğunu belirten mızırtılarla annemle eve yürüdü. Bense onun yanında kalmıştım.
"Neler oluyor Hazan? Dün neden telefonun Zahir'in elindeydi?"
Derin bir nefes alıp gözlerimi kaçırdım. Her sırrımı bilen dostumdan bunu saklayamazdım. Saklamamıştım da zaten. Her şeyi ona anlattım. Tabii ki Zahir'in beni bıraktığında söyledikleri ve yüreğimde günden güne büyüyen umut haricinde.
"Artık beni durduramazsın. O adamı gördüğüm yerde geberteceğim!"
"Buna değmez Çınar."
"Bu konuda söz hakkın kalmadı Hazan. Yetti artık! Sadece bir iki defa olsa hadi neyse ki ona da karşıyım. Ama sen yıllardır şiddet görüyorsun. Bundan sonra onun için bunun için yok duydun mu beni?! Sadece kendin için yap ne yapacaksan. Biraz da kendini düşün!"
Gözlerim doldu. Haklıydı, ne diyebilirim ki. Ona sıkıca sarıldıktan sonra arabadan indim. Tam kapıyı kapatacaktım ki bana seslendi. Ona ne olduğunu sorarcasına eğilip baktığımda torpidodan bir resim çıkartıp bana uzattı.
"Sevgi buradayken resimlere bakıyorduk hatırlıyor musun? O gün bu fotoğrafı bulduk ama sana vermeyi unuttum."
Elindeki resmi alıp inceledim. Yaklaşık yedi yaşlarındaydım. Yanımda kim olduğunu bilmediğim bir çocuk vardı. Ela gözlü, siyah saçları alnına dökülen çocuk kameraya öylesine üzgün bakmıştı ki içim burkuldu. Resmi çevirip arkasında baktım ama boştu. Ne zaman, nerede çekilmişti bu fotoğraf kim bilir.
"Yanındaki çocuğu hatırlıyor musun?
Resmi hala incelemeye devam ederken başımı iki yana salladım dalgınca.
"İlk defa görüyorum."
Çok tuhaftı, resimdeki çocuğu ilk defa görüyordum fakat aynı zamanda sanki onu yakın zamanda görmüş gibiydim.
Z
Batın ve İris gideli yarım saati buluyordu. İris gitmeden önce evde Batın için sürpriz bir parti düzenleyeceğini söylemiş ve geleceğime dair söz almadan ayrılmamıştı. İstediği şeyi almadan bırakmayan, kararlarından asla dönmeyen ve kendinden ödün vermeyen bir kız kardeşe sahiptim.
Onlar gittiğinde arkamdaki koltuğa oturmuş öylece elimdeki fuları incelemiştim. Şimdi neredeydin kim bilir? Batın bulabilecek miydi seni?
"Zahir, oğlum bir şey ister misin?"
Nurşen teyzenin seslenmesiyle başımı kaldırıp ona baktım. Yanıma geldiğini hissetmemiştim bile. Oturduğum koltukta yana kaydım ve Nurşen teyzeye yanıma oturması için işaret ettim. Hemen gelip oturmuş, endişeyle kaplı gözleri yüzümü incelemeye başlamıştı.
"Zahir, iyi misin oğlum?"
Gözlerim yeniden elimdeki fuları buldu.
"O zamanı hatırlıyor musun Nurşen teyze?"
Onun da gözleri elimde kırışan fulara kaydı ve başını salladı.
"Hatırlamaz olur muyum. Ogün senin için ne kadar da endişelenmiştik. Bir anda gitmiş, baban seni bulup getirene kadar dönmemiştin."
Gözlerim gözlerine tırmandı. O zamana gittiği dalgın bakışlarından belliydi.
"O gün..."
"Nurşen teyze!"
İkazımla kendine gelip susuverdi. Özür dileyen bakışları gözlerimi buldu. Birbirimize söz vermiştik o günü bir daha anmamak için.
O gün; annemin çocukluğumu, Zahir'in annesini öldürdüğü gündü.