-1-

1680 Words
Biten sigarasını yere atıp ayağıyla ezerken yüzünde tatminkâr bir gülümseme oluşmuştu. Şüphesiz bu merdiven basamağında oturmak ve sigara içmek, okulu onun için zevkli kılan tek eylemdi. Sönen izmarite ayağıyla vurup yere düşüşünü izlerken kaşlarını çatmıştı. Dört yıldır çöplüğe dönmüştü yangın merdivenin alt tarafı ama okul yönetimi hâlâ durumu fark etmemiş, belki de önemsememişti. Zaten buraya, okulun arkasındaki harabeye kim gelirdi? Yerinden kalkıp ellerini cebine attı. Bazen yaşadığı dünyaya tahammül etmekte zorlanıyordu, buna hakkı olmadığını bilmesine rağmen hem de. Âdeti değildi ama adımlarını sınıfa değil kantine yöneltti. Çok susamıştı, iğrenmesine rağmen içecek bir şey almak istiyordu. Bu, kantinin kalabalığına tahammül etmek için yeterli bir sebep olmasa da yapacak bir şey yoktu. İnsanları anlamıyordu, her teneffüs kantine doluşmanın mantığı neydi? Dersin başlaması yaklaştığı için olsa gerek kalabalık daha da çoğalmış, hızla hareket eder olmuştu. Umut kimseye değmemeye özen göstererek ve bekleyen insanları yok sayarak ön tarafa ilerledi. “Erdal abi, bir kola versene!” Adam ona göz kırparak kolaya uzanırken çıkardığı parayı tezgâha koydu. Kolasını aldıktan sonra hızla kuyruktan çıktı. Bir an önce dışarı çıkmaktan başka istediği bir şey yoktu. Tam kalabalıktan uzaklaşmışken arkasından çarpan birinin varlığıyla öne doğru tökezledi. Dengesini kaybetmesiyle birlikte ağzından bir küfür çıkmış, onca emekle aldığı kolası da önünde duran kızın üzerine dökülmüştü. “Kahretsin!” diyerek elindeki şişeyi sıktı. Hışımla arkasını dönüp ona çarpan çocuğun yakasına yapıştı. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Çocuk özür dilerken öyle korkmuş görünüyordu ki onu silkelemeyi bırakıp sözcüklerle korkutmanın yeterli olacağına karar verdi. Eğer kızın biri onu dürterek seslenmeseydi, düşündüğünü de yapacaktı zaten. Fakat kız yeni kurbanı olmakta ısrar ederken Umut buna nasıl hayır diyebilirdi? “Hey, sen!” Kız onu tekrar dürterken “Bir dahakine dikkatli ol, yoksa canını yakarım,” diye uyardı çocuğu. Ellerini isteksizce yakasından çekip çocuğu bıraktı ve deminden beri ısrarla onu dürten eline sahibine döndü. “Ne var?” Doğa, üstüne dökülen kolanın etkisiyle yaşadığı şoku bile atlamamıştı ki kolanın sahibi bir başkasını gözünün önünde silkelemeye başlamıştı. İnsanların onlara dönen bakışları, kulağına dolan anlamsız fısıltılar ve çenesinden damlayan kolanın etkisiyle içini öyle bir hiddet sarmıştı ki sakinleşebilmek için dişlerini sıkmıştı. Normal şartlarda biriyle kavga etmek en son isteyeceği şey bile değildi ama bunu nasıl görmezden gelebilirdi ki? Eliyle çenesindeki ıslaklığı sertçe sildi. “Gömleğimi mahvettin farkındaysan! Ne yapacağım şimdi ben?” Umut’un öfkesi az önce patakladığı çocuktan, karşısındaki küçük çöme yönelmişti bir anda. Kıza yaklaşırken dişleri arasından tısladı. “Kolamı ziyan ettin farkındaysan! Ben ne yapacağım şimdi?” Başının zonkladığını hissediyordu Doğa. Bu çocuk çıldırmış olmalıydı. O, bu hâldeyken çocuk kolasını mı düşünüyordu yani? Kola mı daha önemliydi yoksa insanların onu izleyen bakışlarına katlanmak mı? “Hırkanı bana ver,” diye bağırdı dayanamayarak. Belli ki çocuğun söylediklerini anlaması mümkün değildi. Sanki haklı olan oymuş gibi öfkeyle gözlerine bakıyordu. “Bu hâlde kalacaksam yemin ederim bedelini ödersin!” “Benimle düzgün konuş çömez, seni mahvederim,” diye uyardı kızı Umut. Hiç işi kalmamış gibi bir de bu ufacık kızı mı pataklaması gerekecekti onu rahat bırakması için? “Hırkanı ver dedim!” diye ciyakladı Doğa. Daha fazla bu rezalete dayanamayacaktı. “Vermiyorum,” diye karşılık verdi Umut kızın yakasına yapışarak. “Bela mısın sen ya? Defol git yoksa elimde kalacaksın!” Öfke artık Doğa’nın bedenini ele geçirmişti. Karşısındaki yüzsüz çocuğa haddini bildirmekten başka bir şey düşünemiyordu. Onunkine kıyasla ince ve küçük sayılacak elini kaldırıp hızlıca yüzüne indirdi. Elbette bu yaptığı öfkesini dindirmemiş aksine daha da arttırmıştı. Tam diğer elini de kaldırdığı sırada kendini duvara yapışmış bir hâlde buldu. Çocuğun mavi gözleri delici bir şekilde ona odaklanmıştı ve kollarını hiddetle sıkıyordu. Canı bu hareketle öyle çok acımıştı ki aniden nükseden öfkesi saniyeler geçtikçe korkuyla yer değiştirmeye başlamıştı. “Bırak beni!” diye bağırdı yüzüne doğru ama sesi eskisi kadar güçlü çıkmıyordu artık. Elinin izi, çocuğun pürüzsüz buğday teninde kırmızı bir gölge gibi duruyordu. “Sen gerçekten başına bela aldın çöm,” diye tısladı Umut. Bu kızı herkesin içinde dövüp rezil edebilirdi değil mi? Nöbetçi öğretmenin zahmet edip kantine gelmesi ne kadar sürerdi? Kızın çenesini eliyle kavrayıp sertçe sıktı. “Aynı tokadı yüzüne yemek istediğini biliyorum, gözlerinle haykırıyorsun zaten,” dedi alayla. “Ama elim seninkinden bin kat daha sert.” Doğa gözleri korkuyla açılırken kollarındaki acının etkisiyle dudaklarını dişlemişti. Bu çocuk onu gerçekten dövecek miydi yani? Neden ona karşılık vermişti ki? Aklından ne geçiyordu? İçinden bildiği bütün duaları okumaya başladı. Ona güç yetirmesi mümkün değildi. Uzun boyu, kaslı sayılabilecek bedeni bir yana; pelerin görmüş boğa gibi üstüne gelmesi kaçma isteğini arttırmak için yeterliydi. “Ne oluyor orada? Umut, yine ne yapıyorsun sen?” Umut elini indirmeden onu çekiştiren öğretmene omzunun üstünden baktı. En baş belası adam mı nöbetçiydi? Bu nasıl bir şanssızlıktı! Zaten tarih öğretmeni Ahmet Bey Umut’a takmış durumdaydı. Yine çıkmıştı karşısına Allah’ın cezası herif. “Bu kıza haddini bildiriyorum, sana ne?” “Benimle düzgün konuş, ben senin öğretmeninim,” derken omuzlarını dikleştirmişti Ahmet Bey. Sonra endişeyle Doğa’ya döndü. “İyi misin kızım? Bir şey mi yaptı sana bu serseri?” Doğa sindiği köşeden güçlükle doğruldu. Sanki her yeri uyuşmuştu. Kafasını korkuyla iki yana salladı. “Ha-hayır, kaza oldu,” diye mırıldandı. Bu kendi sesi miydi gerçekten? “Üzerindeki leke ne?” “Kola,” diyerek başını eğdi. “Nasıl döküldü üstüne?” Doğa dudağının kenarını dişledi. Çocuğa bakmasa bile onun gözlerini üzerinde hissedebiliyordu. Şimdi onu şikâyet etse sonucunun nasıl gelişeceğini hayal bile edemiyordu. Korkuyla “Kaza oldu hocam, izin verirseniz lavaboya gidebilir miyim?” diye sordu. Karşısındaki kızın korkmuş, sarsılmış hâlini görünce çaresizce kafasını salladı Ahmet Bey. “Tabii, git kızım,” dedikten sonra gözlerini Umut’a çevirdi. Bu işin bir kaza olduğuna inanmıyordu nedense.“Sen yaptın, değil mi Allah’ın cezası?” “Tabii ki de ben yaptım,” derken yediği tokada duyduğu öfkeyi unutmuşçasına sırıttı Umut. Herkes şu an onu izliyordu, bu yüzden öfkesini gizlemeliydi. “Ama bu kez bilinçli değildi. Keşke olsaydı,” diyerek hocaya göz kırptı. “Neyse hocam siz nasıl olsa yine bulursunuz beni, ben derse gideyim. Malum devamsızlığım yine sınırda.” Hoca ona kaşlarını çatarken ıslık çalmaya başladı ve umursamazca kantinden çıktı. İçten içe öfkeli bile olsa bu durumu kimseye belli etmeyecekti. Öğretmenler zaten Umut’tan nefret ediyordu, alenen kızı dövmesi yeni bir sorun daha oluşturmaktan başka bir işe yaramazdı. Hele de baş belası tarihçi onu görmüşken... Kaşlarını çatarak derin bir nefes aldı ve hırkasının cebine yerleştirdiği ellerini bir süre sıktı. Nasıl olsa o aptal kızı bulup dersini vermenin binlerce yolu vardı. *** Çalan zil sesiyle birlikte bir de kimya öğretmenine durumu açıklamak zorunda kalmıştı ama neyse ki kadın onu anlayışla lavaboya göndermiş, sıra arkadaşı Bilge’yi de yanına yollamıştı. Doğa gömleğini çıkarıp yapış yapış olmuş bedenini ıslattığı peçeteyle silmeye çalışırken hâlâ titriyordu. Çocuk ona tekrar sataşmazdı, değil mi? Sonuçta ödeşmiş sayılırlardı. Nasıl olmuştu da ona vurmuştu Doğa da bilmiyordu ama canını çok fazla yakamadığından emindi. Titreyerek arkadaşının hırkasını üzerine geçirdi. Hem çok öfkeliydi hem de korkuyordu. Aslında daha çok korkuyordu. Çocuğun bakışları hiç tekin değildi ve nöbetçi öğretmen araya girmeseydi Doğa onun ne yapacağını hayal etmek dahi istemiyordu. Elini yüzünü de yıkayıp saçlarını topladıktan sonra sınıfa döndü. Ders boyu öğretmenin anlattıkları dikkatini çekmemiş, gözleri istemsizce pencerelere çevrilmişti. Bir türlü kendini kurtulduğuna ikna edemiyordu. Umut denen pislik ona bir daha bulaşmazdı, değil mi? “Doğa, dersi dinlesene kızım,” diyen öğretmenin sesiyle kafasını sallayıp bakışlarını tahtaya çevirdi. Umut yüzünden dersi bile dinleyememişti. Hayatını bir anda mahvettiğine inanamıyordu. Boş bakışlarla bir süre yazılanlara baktıysa da henüz aklı başına gelmemişti. “İyi misin?” diye fısıldadı sıra arkadaşı Bilge. “Evet,” diyerek gülümsemeye çalıştı. Duygularını yakın olmadığı insanlara açmak pek ona göre değildi. Herkesin iç dünyasından haberdar olmasının ne anlamı olabilirdi ki? “Niye not almıyorsun?” Kıza verecek bir cevap bulamayarak kalemini eline aldı. Daha ağzını bile açmamıştı ki öğretmenin ona hitaben, bir hayli kızgın çıkan sesini duyarak irkildi. “Doğa, senin derste konuşmak gibi âdetlerin yoktu. Ne oldu kızım?” Dudağının kenarını dişleyip başını eğdi. “Özür dilerim hocam.” Elbette böyle şeyler yapmazdı Doğa. Asla öğretmenlerinin gözünden düşmeyi de istemiyordu. Hem kimya dersiyle arası olmasa da Ebru öğretmeni çok severdi. Kadın ona bir an dikkatle bakıp tekrar derse dönerken yazılanları defterine geçirmeye başladı. Hiçbir şey anlamasa da en azından sınıfın ve öğretmenin dikkatini üzerinden çekebilmişti. *** Umut, Berk’in kalemini elinden hızlı bir şekilde aldı. Tahta sıraya hafifçe vurup sıkıntıyla ıslık çalmaya başladı. Ders denen şeyden nefret ediyordu. Allah’tan son senesiydi de kurtulacaktı her şeyden! “Umut, sessiz ol!” diye gürledi ders hocası. Yüzünü buruşturup umursamazca omzunu silkti. Kalemi tekrar sıraya vurmaya başladı. Tutturduğu ritim hoşuna gittikçe gülümseyip başını sallıyordu. “Umut, sana diyorum!” diyerek yanına geldi öğretmen. Usanmıştı bu çocuktan da asi tavırlarından da! Kalemi sertçe çekip elinden aldı ve sınıfın içinde turlarken anlatmaya devam etti. “Marifete bak ya? Erdi şimdi muradına!” “Sen uslanmazsın Umut!” dedi Berk sırıtarak. Bunu söylemeye hakkı olan son kişi bile sayılmazdı ama Umut’la uğraşmak onun en büyük eğlencesiydi. “Biliyorum.” “Bu arada bugün rezil oldun, benden söylemesi!” diyerek arkasına yaslandı Berk keyifle. Umut’un değişen yüz ifadesiyle gülümsemesi genişlemişti. “Nasıl yani?” “O kız, sana bu okulda sulanmayan tek kişi,” diyerek kahkaha attı Berk. “Hatta sana tokat atan ilk insan.” Umut anılarının hücumuyla kafasını iki yana sallayıp sertçe Berk’in koluna vurdu. “Saçmalama!” “Doğruya doğru oğlum, kız ciddi ciddi seninle ilgilenmedi. Başkası olsa sen kolayı döktün diye gömleği saklardı.” Umut bu lafın üstüne arkadaşına alayla güldü ama Berk’in yüzündeki pişkin ifade zerre değişmemişti. “Bence o kız da etkilenmiştir benden…” “Ya sorma, öyle etkilendi ki elini suratına yapıştırdı. İzi çıktı lan!” derken elini sıraya vurarak gülmeye başlamıştı Berk. Umut’un kafasına attığı şaplakla gülüşü kesilirken kaşlarını çattı. “Egonu mu sarstık paşam? Kız seninle il-gi-len-me-di. Kabul et!” “Kes kesini Berk!” diye tısladı Umut. Lanet olası çöm nasıl ilgilenmezdi Umut’la? Bugün, o aptal kız yüzünden ikinci defa rezil olmuştu çünkü neredeyse bütün sınıf konuşmalarını duymuştu. Hatta bazıları gülüyordu. “Ben o kızı da yola getiririm, merak etme!” dedi hissettiği öfkenin aksine büyük bir alayla. “Emin misin Umut? O kız senden bayağı da tırstı, bir daha sana selam vereceğini bile sanmam.” “Bana bırak sen güzelim, o da gömleğini ben çıkarttığımda saklayacaktır!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD