Bölüm 6 Urasım!

3265 Words
~~ 1 MAYIS 2024~~ Bugün resmi tatil nedeniyle evdeyim. Çocukları kızlardan birine bırakmama gerek yoktu ama yinede kuzularım evden gitmek zorundaydılar. Aslında her hafta biri bakıyor çocuklara. Ceren, Emoş, Nuray ve Birce... dördüne de çok şey borçluyum bu konuda. Kreşe bırakacaktım ama abovvv, kıymet koptu. En baştada Emoş kopardı kıyameti. "Kız bizim elimiz armut mu topluyor, bok yiyenin uşağı! El kadar bebeleri bırakacakmış kreşe... iyice sapıttın ha!" dedi bana ya. "İyi madem ne haliniz varsa görün," dedim bende. Allah onların eksikliğini göstermesin. Onlarsız bir hayatı asla düşünemiyorum. Hastaneden çıktıktan kısa bir süre sonra yeniden çalışmaya başlamak çok iyi geldi. Hem o domuzun parasına da muhtaç olmadım ve hala, o para gelip gidiyor aramızda ama yazışmalar kesildi, daha doğrusu ben onca yazdığına cevap vermeyince sustu sonunda. O sustuda kalbim, aklım sürekli konuşuyor ve bu beni çok yoruyor. Uyuz ya! Tadımı tuzumu kaçırdı. Aptallığıma doymayayım, nasıl yaptım o hatayı ve o da sanki bunu bekliyormuş. Aylarca sesi soluğu çıkmayan, hiçbir yerde bir kez bile karşılaşmazken, atladı hemen bu hatamın üstüne ve ben, ah ben! onca kızgınlığıma, öfkeme rağmen hastaneden eve döndükten sonra onu daha çok özler olmuştum. Doktorum, "lütfen duygularını bastırma.. Aras var, hep var olmaya devam edecek. İki küçük çocuğunuz var, bağın var onunla. Onu yok saymak, varlığını unutmaya çalışmak bak seni nerelere getirdi. Onunla ilgili duygularına izin ver... kızabilirsin ona, öfkelen, özlediğini hissettiğinde bu duyguyu yok sayma.. o adamı hala sevdiğini sende bende biliyoruz.. zaman tanı kendine ve gelen duyguyu geri çevirme... hisset ve sonrasında o duyguyla yaşamayı öğreneceksin, alışacaksın ve eskisi kadar seni rahatsız etmez olacaklar. Özgür bırak duygularını," demişti. Özgür bırakmak ha! Zaten Özgürlükle gelenimdi o. 2018 yılının mart ayında, özgürlüğe tam beş ay önce adım atmışken karşıma çıkanımdı o ve kaç yıl uğraşmıştı kalbimi kazanacak diye. Kazandı da sonunda.. ne zorlu yollardan geçtik biz onunla. Evliliğimizin üçüncü yılına yol alırkende şüpheyle gelen ayrılık çaldı kapımızı ve o, hiç acımadan bize, savurdu attı her şeyi. Doktorumun sözünü dinledim. Bastırmadım hiçbir duygumu ama en zoruda onu özlemek oldu be. En can yakanı onu çok özlemek ve bunu tüm kalbimle, ruhumla, benliğimle hissetmek oldu. Biliyordum, öğrenmiştim. Emoş ağzından kaçırmıştı. Kadıköy'de Bahariye'nin iç sokaklarında bir ev almış.. sinemalara yakın bir yerdeymiş. Bunu çocuklarını kendi evinde görebilmek için yapmış ve ben bunu öğrendiğimde niyeyse heyecanlanmıştım. Halbuki kırılmışlığımın, incinmişliğimin haddi hesabı yoktu. Ne kadar inkar etsemde İçten içe onunla bu krizi aşıp, kaldığımız yerden devam etmek istiyordum. Hala çok seviyordum onu ve her nasıl oluyorsa aşıktım hala ona ben ya. Ama aylardır yok sayılıyordum, görülmüyordum, bilinmiyordum... belki beni görür, karşılaşırız bir yerde, belki dikkatini çekerim, belki beni fark eder diye hiç gerek yokken yolumu uzatıp, onun geçebileceğini tahmin ettiğim sokaklardan, caddelerden geçiyordum. Kalbimi ele geçiren heyecanım, benliğimi saran umudumla bunu nerdeyse her gün yapıyordum ama yok, hiç karşılaşmadık biz, hiç fark edilmiyordum. Sanki ben yokmuşum, hiç var olmamışım gibi davranıyor, sanki onunla hiçbir bağım yokmuş gibi hayatına devam ediyordu. Oysa ben vardım, burdaydım... görülmek, duyulmak, hissedilmek, fark edilmek ve anlaşılmak istiyordum.. ama o gözler kördü, kulaklar bana kapalıydı... kalbi ise çoktan terk etmişti beni. Yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Yalnızdım.. artık bunu iyice anladığımda gönlümde soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Kırılmışlığım, kızgınlığa ordan da yokluğa dönüştü. Madem ki beni fark etmiyordu, bende bundan sonra yoktum.. gidecektim.. zaten çoktan gitmişim onun kalbinden.. bunu yeni anladığımda bir kez daha kırıldım, incindim, bir kez daha aynı yerden vuruldum. Zordu.. onsuzluğa alışmak çok zordu ama alıştım sonunda. Onun için görünmez varlığıma alıştım ve ondan tamamen vazgeçmenin sınırlarında son turlarımı attım, göremediği, sesini duyamadığı ayak izlerimi son kez onun için o sokaklara, caddelere ağlayarak bıraktım ve vazgeçtim. Umut etmekten de, beklemekten de, özlemekten de vazgeçtim. Şimdi elimdeki şu geçenlerde çekmecede bulduğum o fotoğrafa bakarken, kalbimde artık o yerini çok seven öfke var ve kahretsinki onu bekliyorum. Çağırdım eve, mecbur kaldım. Uras bir şeylerin farkında ve inatla konuşmamaya devam ediyor. Sordurdum kızlara.. onunlada konuşmuyormuş.. bir kez bile baba dememiş. Emoş'ta o gün annemin evinde bir ara arka bahçeye sigara içmeye çıktığımızda bana baskı yapınca öyle ve, "kız kendini düşünmüyorsun, onu anladım, Aras'ı sildin attında, be yavrum bu çocuklar ne olacak... kaç ay oldu Uras'ın ağzından tek kelime duyan yok.. ne olacak bu böyle... çocuk eline renkli kalem verdin mi hep siyahı seçiyor, görmüyor musun sen bunu?" diyince yüreğimi kasvet basmıştı. Haklıydı, çok haklıydı hemde... ama ben ne yapabilirdim ki? Pedagoga da anca alıştı, sevdi.. bana gülümsemiyor, ama kızlara o biçim gülücükler atıyor, pedagogada. Öyle böyle derken bugüne geldim ve günlerdir olur mu olmaz mı delireceğim ya! Offff! Çok bunaldım çok! Al işte kapı çalıyor.. geldi galiba ve kalbim göğsümde takla atmaya başladı bile. Uyyhhh! Açmasam mı yoksa ya? Niye heyecan yaptım ki ben böyle? Önce elimdeki o fotoğrafı tv ünitesinin çekmecesine tıktım, sonra koştum kapıya, gözden baktım şimdi. Vallahi de o. Açmasam gider mi acaba? Hay Allahım ya! Uyyhhhh! La bütün bedenimi aldı bir titreme.. o kapının dışında ben içerde, böyle durulur mu ya? Dur kız.. bir boğazımı temizliyim, saçlarını da at bir geriye! Oyyhhh! Ter bastı ya! Be gerizekalı! niye toplamadın ki saçlarını? Açmam lazım kapıyı ya açmam lazım. Uyyyhhhh! Al bi derin nefes ve aç hadi. Elim kapının koluna giderken deli gibi titredi ve son kez boğazımı temizledim. Açtım ya açtım ve o öylece karşımda duruyor. Çocuklara yine bir şeyler almış... Uyyhhh! Bana da çiçek almış... papatya yav! Ne çok severim ben onları ve o bunu çok iyi bilir! 'Cıvıma kız hemen!' dedi iç sesim. Tamam dedim sessiz... cıvımak yok dedim. Hoşgeldin!" dedim, diyebildim çok şükür! Girdi içeri uyuz! Gözlerime bakıyor.. Bakma be şöyle! Çok kızgınım sana ben! Kızgınım dimi? "Teşekkür ederiz," dedim ellerindekileri alırken. Oyhhhh! Sanki nefes almayı unuttum, e hani buna çok kızgındım ben?Bu ne heyecan böyle be?" Hoşbuldum," dediğinde o sesi kulağıma çarptı ya, fena çok fena oldum ya! İnce trençkotunu çıkardı ve fortmantoya astı. Alışkanlık sanırım, terliğini arıyor. Artık görünürde değiller ki. Atamamıştım onları. Dolabı açıp çıkardım ve o hemen elimden aldı. Alırkende eli elime dokundu. Dudaklarını bastırdı sımsıkı, tıpkı gözlerini bir anlığına sımsıkı kapadığı gibi. Yüzündeki o tuhaf ifade ne böyle ya? Daha önce hiç görmedim. Acayip rahatsız olmuş, midesi kalkmış gibi! Bana istemedende olsa dokunmak onu tiksindirdi mi ya? Bu kadar mı soğumuş benden ve niye üzüldüm, kırıldım ki buna ben? Salona geçti ve "müsade var mı, oturabilir miyim?" diye sordu.Şaşırdım bir an. Bu kadar mı yabancılaşmış ya ve ben bunu şu an niye fark ediyorum ki? Günler öncesindeki o mesajlaşmamızda, sonradan ben ona cevap vermeyi kestiğimde nasılda ciddileşmiş, meram anlatmaya çalışmış, sonrada benden cevap alamayınca susmuştu. "Tabii ki, nereye istersen.." dedim son anda. Oturdu büyük koltuğa ama sanki diken üstünde oturuyor. Hiç rahat değil ve sanki çokta gergin! Kahve içer mi ki? Sorsam mı, sormasam mı? Uyyyhhh! Ne bok yiyecem bilemedim ya! "Kahve yada başka bir şey içer misin?" diye sorarken buldum kendimi. Başı önündeydi ve kaldırıp bir an baktı bana. O gözleri yine zifiri karanlık ve sanki kızgın bakıyorlar gibi. Kaçırdım gözlerimi, hemde hiç istemediğim halde. "Teşekkür ederim.. bir sade kahve içebilirim, yalnız sigarada içmek istiyorum.. mutfağa yada balkona geçsem iyi olur," dedi. "Tabii, öyle çok iyi olur," dedim ve hemen arkamı dönüp mutfağa gittim. Ayaklarım birbirine dolanmadıya çok mutluyum. Makinada ikili düğmesine bastığımda ve başında beklemeye başladığımda mutfağa geldi. Arkam ona dönük ve sandalye çekip, oturduğunu çıkan sesten anladım. Uyyhhh! Şu kalbim bir sakinlese artık. "Nasılsın?" diye sorduğunda, hiç istemesemde dönüp ona baktım. "İyiyim, sağol... sen nasılsın?" diye sorduğumda gözlerimin içine öyle derin bir bakış attı ki ürktüm. Sanki, "ordan nasıl görünüyorum, sence nasılımdır?" der gibi bir bakıştı bu. Veeee... güç kalkanları devrede!!! Zıkkımın kökü! Nasılsan nasılsın? Banane! Pislik herif!! Birde bana nasılsın diye soruyor! Elinin körü! Çok iyiyim ya... acayip iyiyim, öyle iyiyim ki seni öldürebilirim! "Aferin kız! Bırak duygusallığı... ağzına sıçtı o senin... ne çabuk unuttun! Bak hazırda gelmiş eve, al bıçağı sok kalbine! Gebersin, gitsin pislik!' Uyyhhhh! Yine geldi pislik! Yok, defol git... ben katil olamam... ona asla zarar vermem. Defol, çabuk defol git! Kahve makinasından gelen uyarı melodisi artık kahvelerin hazır olduğunu haber verdi ve aldığım kahvelikten doldurdum fincanlara kahveyi. Yanına da küçük bardaklarla su hazırlamıştım. Masaya, tam önüne bıraktım. Balkon kapısı açıktı ve o çoktan sigarasını içmeye başlamıştı. Döndüm, mutfak kapısını kapadım ve bende çekmeceden çıkardığım paketimle geldim, çektiğim sandalyeye oturdum. Paketten çıkardığım sigarayı yakacaktım ki, uzanıp sigaramı yaktı, yakarken de yine gözlerime baktı ve kızgındı bakışları. Anladım, tanırım ben bu bakışları. Sigaraya başladığım için kızgın ama demedi bir şey. Derse de yumruğumu yer ta ağzının ortasına. "Teşekkür ederim," dedim ve o ilk yudumunu aldığı fincanını tabağına bırakırken, "eline sağlık," dedi bana. Sadece hafifçe gülümsedim. İlk kez gülümsedim ve az önceki o duygulardan eser kalmadı bende. Bir an önce konuya girmeliyim, konuşmalıyız ve oda çıkıp gitmeli. "Şey, burda mı oturalım hep, yoksa salona geçmek ister misin?" diye sorma ihtiyacı duydum. Kahvelerde bitmişti ve hala tek kelime konuşmadık onunla. Düşünüyordum ister istemez ve ben düşünüp, sessizleşirken, o benden de sessizdi. Sinir bozucu bir sessizlik bu. Şimdi o olmadan yaşamaya alışmaya başlamışken, yeniden aylar sonra onu görmek, karşılıklı oturmak ve yine sanki gözlerine harammışım gibi bana bakmayışını izlemek, kabuk tutmaya başlamış yaralarımı acıttı, o acı ki kabuğunu çatlattırdı ve yeniden kanatmaya başladı. Bu kadar mı vazgeçti benden ya? Oyyyyyhh! Yine duygusala bağlıyorum. Gözlerime bakmak, orda kendini görmeye çalışmak bu kadar mı zordu? Bizim bir hayatımız vardı, çocuklarımız vardı, hemde çok ama çok sevdiğimiz çocuklarımız...mutlu olduğumuz bir evimiz, yaşantımız vardı.. ve hepsini bir kalemde sildi, attı... yok saydı. Sadece çocuklar var artık onun için. Sadece onların varlığı önemli, onlarla ilgili her şeyin bir anlamı var... onun nazarında artık benim hiçbir kıymetim yokmuş, onu anladım ve artık bir an önce konuya girip konuşmalıyız geçtiğimiz salonda. "Evet, seni dinliyorum," dediğinde ellerine bakıyordu ve dakikalardır bana bakmıyordu. Bense düşüncelerimden, beni ele geçiren o gizlice olmasını istediğim yeniden birleşme hayalinden, biz olma hayalinden vazgeçtim. "Uras iyi değil," dediğimde hemen, "farkındayım,"dedi ve hala bana bakmıyor. Fırkındıymış! "Bir şeyler yapmak lazım, gerekirse yeniden bir süre için bir araya gelmekte buna dahil," dedim can çekişir gibi ve bunu söylediğime inanamadım. Bunu defalarca düşündüm ama hep son anda vazgeçmiştim ve bir anda aklımdaki bu yok olmaz dediğim düşünce dudaklarımdan firar etti. Şaşkındı, kaşları bir anda havalandı. Yüz ifadesi çok sertti. Daha önce görmediğim kadar sert hemde. "Bu iyi bir fikir değil," diye atladı hemen. "Bende seninle olmaya bayılmıyorum ama buna mecburuz. Uras yüzünden.. çocuğumun huyu, suyu her şey değişti. Farkındaymışsın ya, artık hiç konuşmuyor. Hırçınlaştı, uyku düzeni bozuldu, kardeşini hiç kıskanmazken ona zarar vermek için fırsat kolluyor.. çünkü bu ayrılığın nedeni o sanıyor kendi küçük dünyasında.," dediğimde yüzüme, gözlerime baktı dakikalardır ilk kez. Sanki yüzüm çok çirkinmiş gibi, yada ona yasakmış gibi ne yüzüme ne de gözlerime bakıyordu. Şimdi, kısa bir anlığına da olsa nihayet yüzüme baktı ve gece siyahlarını kahvelerme dikti, baktı öylece. Görüyorum, kör değilim... aptal hiç değilim... içinde bir şeyler tüm bu olanlar, bu ayrılık için beni suçluyor.. ve gariptir ki bu artık, benim umrumda değil. Allahım! Nedir bu duygu iniş çıkışları! Çok yorucu bu! Bir anım bir anıma uymuyor. Şimdi bizim için ne düşünürse düşünsün, ne hissederse hissetsin artık bana çok boş, çok önemsiz ve fazlasıyla değersiz geliyor. Düşünüyorum yine. Biz boşanalı sekiz ay geçti, geçti gittide nasıl geçtiğini ben biliyorum. "Anladım," dedi sonunda. "Peki ne kadar sürecek bu yeniden bir araya geliş?" diye sorduğunda omuzlarımı kaldırıp indirdim ve bilmiyorum dercesine başımı sağa sola salladım. "Her hafta pedagoga gidiyoruz. Değişimleri gözlemleyeceğim ve ona ne nedir diye bilgi vereceğim." dedim. "Kim bu pedagog, yani iyi mi işinde?" diye sorduğunda gülümsedim ama onu parçalarına ayırmak ister gibi, varlığını bu dünyadan silmek, yok etmek istercesine gülümsedim. Anladı tabii. Bakışları, o içimi okumaya çalıştığı ama benim geçit vermediğim o araştıran bakışları bir an değişti ve hayal kırıklığı gri bir bulut gibi gözlerinden geçti gitti.. Aldığım derin nefesin ardından, "Akın bey, işinde gayet iyi bir pedagog ve oğlum nihayet birini sevip, onunla iletişime geçebildi. Bilmem anlatabildim mi?" dediğimde o siyah, kavisli kaşlarını çattı bu kez. "Demek öyle? Akın beyi sevdi yani?" derken sesinde bir kıskançlık sezinledim. Sanki hemen ardından "peki sen de sevdin mi bu Akın beyi?" diye soracakmış gibi bir izlenim bıraktı bende. Uzun zamandır ilk kez geldiği bir zamanlar birlikte yaşadığımız bu evin herbir köşesine, ayağa kalktığında uzun uzun baktı. Çocuklarla olan bir iki resmi, kendilerine ait olan yerlerde hala duruyordu ama artık ikimizin olduğu resimlerimiz yoktu. Yerlerinde sert poyrazlar esiyordu., Dönüp bana baktığında, gözlerinde onlar nerdeler dercesine sorar gibi bir bakış vardı şimdi. Ona hiçbir açıklama borçlu değildim. Yapmamı da bekleyemez, sormasınada izin vermem zaten. İkimizin olduğu tüm resimleri tek tek albümlerden çıkardım. Boylarına göre zarflara koydum ve bir kutunun içine bıraktım. Bir daha ordanda çıkmayacaklar... bu evde işleride, görünür varlıklarıda bitti. "Peki diyelim ki geçici bir süre içinde olsa eve döndüm, bunun bir sonu yok ki! Açıkçası çocuğu kandırmak bu. Aramızdaki uzaklığı anlamayacak mı yani?" diye sorduğunda saç diplerimin diken diken olduğunu hissettim. "Sence ben ordan düşünme özürlü gibi mi görünüyorum?" Sesim, tahminimden daha sert çıktı ve çok emindim ki bakışlarımla onda dövülüyormuş hissi yaratıyordum. "Biraz sakin olsan... ve ben az önce o söylediğin gibi biri olmadığını çok iyi biliyorum Ömür! Sadece fikir paylaşımında bulunuyorum seninle," dedi bana. 'Sıdıcı fikir pıylışımındı bılınıyırım sınınlı... sen bi bok paylaşamazsın benimle... o hakkı tanımıyorum sana Aras efendi... sen sadece benim söylediklerimi uygulamakla mükellefsin bundan sonra bay çok bilmiş!' Senin şimdi fikir diye sunduğun her şeyi hatta daha fazlasını defalarca düşündüm, üstünden kaç kez geçtim her şeyin. "Akın'a da, yani Akın beye de sordum zaten," dediğimde takılıp kaldığı şeyi, o bana ateşler saçarak bakan gözlerinden anlamamam için aptal olmam gerekiyor. "Akın mı, Akın bey mi?" diye sorduğunda sesi resmen sıktığı dişlerinln arasından tıslayarak çıktı. Salağa bak ya? Şimdi de beni kıskanması tuttu.. Oyhhhh! Çok korktum Aras efendi... çok korktum, hatta öyle korktum ki birazdan altıma kaçıracağım. Yok kızım ya! Bu çok boktan bir fikirmiş. İyice tadım tuzum kaçacak. "Ne bakıyorsun sen bana öyle ters ters?" Tutamadım çenemi. Sinirlerimi bozuyor şu tuhaf bakışları. "Soruma cevap vermeni bekliyorum Ömür!" dediğinde sinirli bir tebessüm geçti yüzünden ve bu benim umrumda değil.. hatta böyle sinir olması hoşuma bile gitti. Beter ol pislik! Peki cevap verecek miydim o sorusuna? Tabii ki hayır! Hak etmiyor çünkü. Kime nasıl hitap edeceğime ben karar veririm ve de açıklama yapıp yapmayacağıma da! "Benim söyleyeceklerim bu kadardı. Sen üstüne düşün biraz, kararını bildirirsin telefonla. Buraya kadar geldiğin için teşekkürler..." dedim ve oturduğum yerden ayağa kalktım. Bu üstü kapalı yada açık, artık nasıl anlamak isterse gidebilirsin demekti ve gayet net anladığını kapıya doğru gidişinden anladım. Tam kapıyı açıp çıkacakken, bir anlığına döndü bana baktı. Kollarımı göğsümün üstünde birleştirmiştim. Gözleri gözlerimi bulduğunda kalbim gümledi göğsümde. Lütfen, lütfen çık git... çabuk çabuk git!' "Söylediğin gibi arar bildiririm kararımı.. hoşça kal Ömür!" dediğinde hiçbir şey demedim, diyemedim. Hafif bir baş selamı verdim sadece. Gülümsemeyi bile beceremedim. Çıkıp gittiği o kapıya baktım birkaç saniye ve mutfağa geçtim hızla. Hemen masanın üstünde duran paketten bir sigara yaktım. Evde asla sigara içmiyordum ama onunla az öncesinde içmiştik ve şimdi de tamamen binadan uzaklaşmasını beklediğim için çıkmadım balkona. Onu takip ettiğimi düşünmesini istemiyordum. Hiç ihtiyacım yoktu buna. Kesmedi sigara, ikinciyi yaktım. Oyyhhh! Annem bilse kabak oyar gibi oyar vallahi beni. Ayyhhh! Ceroyu arayacaktım, öldüler meraktan. Hemen arka cebime soktuğum telefonu çıkardım. Son arananlar listesini açtığımda Aras'ın ismi yani, yeni ismine takıldı gözlerim. Artık yeni adı Domuzun Oğluydu, önceleri gereksizdi ama işte Uras için gerekli olmuştu hatta Öykü için bile gerekli hale gelmişti. Çocuklarımı düşünüyordum yine. Uras düzenli görüşmeleri yüzünden daha bir tanıyordu babasını. İçimi hüzün kapladı yine ama o göz yaşımın akmasına izin vermedim. Yeterince akıtmıştım zaten. Artık hiç gerek yoktu. Ceronun ismine tıkladım. Telefon elinde mi bekliyormuş yav? İlk çaldırmamda açtı. "Noldu, barıştınız mı, yeniden evlenecek misiniz yoksa dövdünüz mü birbirinizi... kızım bir cevap ver ya?" Oyhhh Krşımda sanki Ömür-Emoş karışımı biri var. "Dur kız.. hee... bir ölü, bir yaralı var.. daldım ona, karnını deştim... eh bende bir iki darbe aldım.. ama geberdi pislik!" "Ya bi sittir git... noldu cidden ya? Nasıl bir duygu onca zaman sonra onu görmek, yok mu kızım bir çıkar yolu?" Bunu soranda Emoştu. "Kızlar, hadi çocukları alın gelin, çay koyayım.." dediğimde Cero atladı. "Biz içiyoruz sen koş gel hadi.. ha kapatıyorum bu arada.. var mı diyeceğin bir şey?" dedi bana ya ve ben şoka uğradım. "Yo... yok canım.. geliyorum beş dakikaya," dedim ve suratıma telefonun kapanmasını bekledim, ama yok kapamıyor Cero. Arkadan kızların kahkahasını duydum ve bende güldüm. Vallahi büyük yenilik, süper gelişme. Görüşürüz diyip, sakince kapadık telefonları. Hemen çantamı aldım, telefonu içine attım. İnce kot ceketimi penye elbisemin üstüne giyindim, kapının üstünden anahtarı aldım ve kapıyı açtığım gibi kat koridoruna çıktım. Kapıyı kilitliyordum ki telefonum çalmaya başladı. Hemen telefonu çıkardım. Pedagog arıyordu. "Efendim," dediğimde merdivenleri inmeye başlamıştım bile ikinci kattan. Sokağa çıktığımda hala konuşuyordum ve ben şok oldum. Tanıdım hemen arabayı ve içindekini. Neden gitmemişti ki? Beni görünce şaşırdı Aras. Tıpkı benim onu gördüğümde şaşırdığım gibi. Ön camdan bana bakarken, ben aracın önünden geçip yürümeye, yürürkende telefonla konuşmaya devam ediyordum. Çok geçmedi ardımdan seslendiğini duydum ve dönü ona baktım. Sanırım yanına gitmem bekliyordu. Çok beklersin bok herif! Olduğum yerde durdum ve o bana adımlamaya başladı. Tam yanıma geldiğinde, "tamam anladım, haftaya çarşamba.. görüşürüz, kolay gelsin." dedim ve kapadım telefonu. "Evet Aras, ne oldu?" "Bir sorun mu var?" "Anlamadım, ne sorunu?" diyince ona bir açıklama yapmayacağımı anladı tabii. Bana neyi soruyordu ki ve üstelik buna hakkı var mıydı ki? "Neyse, gideceğin yer uzaksa bırakabilirim... onun için seslendim," dedi bir anda. "Teşekkür ederim... gerek yok, hoşça kal!" dedim ve bir şey söylemesine fırsat tanımadan arkamı dönüp yürümeye başladım. Kalbim, ruhum, aklım alabora oldu bir anda.. Üzülüyor muyum ben yine ya? Ama üzülmek yoktu ki artık! Bizi ne hale getirdin Aras, ne hale getirdin?! Hani insanın içi başka, dışı başka söyler ya kimi zaman, işte öyle hissediyordum. Sonra yaşadığım o kara günleri düşününce, içimi öfke kapladı yine. Düşen omuzlarımı kaldırdım ve bedenimi dikleştirdim. Açık bıraktığım kestane rengi dalgalı saçlarım, çıkan tatlı rüzgarla yüzüme çarpıyordu ve ben attığım her adımla ondan biraz daha uzaklaşıyordum. İçimden bir ses hala arkamdan bana baktığını fısıldıyordu, bir diğeri de dön bak diyordu. Bakmadım tabiiki.. aklıma düğün günümüz geldi. O benim elimi tutmuş, resmen ardı sıra sürüklerken beni, dönüp salonda bıraktığım dostlarıma, aileme baksam mı diye düşünmüş ama hemen vazgeçmiştim. Geriye bakmayı yasaklamıştım kendime. Şimdide yasaklıyorum. O benim geçmişim artık. Bugünüm yada geleceğim değil. Gözümden doğan o yaşı, akmadan sildim hırsımla. Senin için bir damla yaş bile akıtmam artık... değmezsin! Gereksiz pislik! Olur olmaz yerde yada bir anda hiç sebepsizken, önce beynimin içinde, sonra kulaklarımda bize, biz olduğumuz zamanlara ait şarkıları duymaya başlıyorum. Al işte şimdi de büklüm büklüm çıktı piyasaya. Offf yaa! Dikkatimi etrafıma vermeye çabalıyorum. Duymak istemiyorum o şarkıları. Artık sadece acı veriyorlar, anıları gizlendikleri yerlerden çıkarıp bana saldırmalarına neden oluyorlar. Ayyyyhhh! Toparlan be manyak! Hiç anlamadan Rıhtım'a vardım. Sorsam kendime onca yol boyunca ne düşündüm, hiçbirini hatırlamıyorum ama düşünmüşüm işte.. Cero'nun kapısını tıklarken, çok yorgun hissettim kendimi. Onu görmek, sekiz ay sonra böyle de olsa görmek ayarlarımı bozmuştu. Kapıyı Gonca açtı. Yüzündeki sorgulayan ifade sinirimi bozdu. Biliyorum, ruh halimi merak ediyordu, tıpkı diğerleri gibi. "İyiyim merak etmeyin," dedim salona girdiğimde. Hepsini öptüm. Yorgundum ya.. çok yorgundum. Urasımı ve Öykümü öptüm, sarıldım ve kahretsin ki ağlamaya başladım. Çocuklar görmesin diye Cero'nun banyosuna gittim. Kapalı klozetin üstüne oturdum. Ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırdım. Birce hariç, kızlar tek tek banyoya geldiler. Sessizdiler ve benim başım önümdeydi. Artık sesli ağlıyordum. Hani ağlamayacaktım ben? Bana gelip sarılan benimde kollarımla beline sarılıp, başımı karnına dayadığım Ceren'di. "Ne diyeyim gülüm ya... offff!" dedi sadece. "Üzülme desem boş," dedi Emoş ve Ümit ablam geldi başımı okşadı. "Hep dedim, yine diyorum çocuğum... nazara geldiniz siz, kimin blmiyorum ama biri size kötü enerjisini bıraktı, defoldu gitti," dedi ve ben niye buna inanmıyorum ki? Nazar falan değildi bu... ikimizinde hatasıydı ve bir yel aldı, savurdu attı bizi. Üzülmek saçmalık artık. Sadece kendim için olsa hiç üzülmeyeceğim belki ama çocuklarımızı görünce içim dayanmıyor, coşuyorum hemen. Neyse... * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD