~~27 OCAK~~
"Nerdesin sen Allah'ın belası herif nerdesin?" diye bağıran Ebru idi ve telefonun diğer ucunda susan bendim.
Durmadan bağırıyordu telefonda ve ben sadece dinliyordum. Cevap verecek halimde yoktu, isteğimde. Sessizliğim karşısında derin bir nefes aldı ve çok iyi biliyordum ki burnundan soluyordu aynı anda.
"Susmakla ne elde edeceğini sanıyorsun a benim aptal kuzenim," dedi canından bezmişçesine.
Benden izinsiz dolan gözlerimden, yasakladığım halde akan o yaşlar, birbirini kovalarcasına yanaklarımdan süzülüyordu ama onların çektiği acı, benim cektiğim acının yanında hiçbir şeydi. Esamesi bile okunmazdı.
"Aras nerdesin?" diye yine sorduğunda sesi biraz olsun sakin çıkmıştı.
"Hastanedeyim, burdayım." dedim.
"Nasıl yani ya, sen burda mısın şimdi?" diye sorduğunda şaşırmıştı.
"Evet, bahçedeyim.. acilin kapısında," dediğimde heyecanlandığını hızlanan nefes alış verişlerinden anladım.
"Bekle beni, geliyorum hemen," dedi ve kapadı telefonu.
Üçüncü sigaramı yakarken, başımı kaldırıp baktığımda onu acil kapısından çıkarken gördüm. Durdu bir an ve sonra hızlanan adımlarıyla bana doğru yaklaşmaya başladı.
"Ne zamandır burdasın sen?" diye sordu. Bana bakan gözlerinde öfkede vardı, hüzünde.
"En başından beri," dediğimde o var yok arası kaşlarını çattı.
"Nasıl yani ya?" dediğinde üçüncü sigaramda bitti ve dördüncüyü yakacakken, elimden yakaladı beni. Onunda titriyordu elleri, tıpkı benimkiler gibi.
"Gelsene sen benimle, şöyle bir bankta oturalım," dediğinde aslında ordan ayrılmayı hiç istemiyordum ama itiraz etmedim.
Koluma girdi, birlikte yıllardır hastane bahçesinde varlığını sürdüren o ağaçlardan birinin altında kimbilir kimlerin, kimleri beklediği o ahşap banklardan birine oturduk.
"Anlatsana sen bana en başından şunu!" dediğinde iyice sakinleşmişti ama benim anlatmaya gücüm yoktu.
"Cevap ver! En son Ömür'ü ne zaman gördün ha! ne zaman gittin yanına cevap ver be adam.. sana adam demek iltifat be! Senin neyin adam lan! İnsan kılığındaki şeytansın sen! Ne zaman gittinde gördün en son Ömür'ü, susmasana cevap ver ya cevap ver Araas!"
Sessizliğim onu çıldırttı ki yine bağırarak söyledi tüm bu sözleri.
"Bugün.. bugün gittim!" dedim birden.
"Nasıl yani ya? Sen bugün onu görmeye mi gittin? Anlatsana adam akıllı şunu ya! Allah aşkına anlat ya! Beni de çıldırtma Aras!"
"Tutamadım daha fazla kendimi, dayanamadım.. gittim evin önüne arabayla.. o balkondaydı, sigara içiyordu.. bir ara aşağıya bakınca beni fark etti sanırım, hemen içeri kaçtı. Kendimi kapıyı çalarken buldum. Açtı. Tuttum sarıldım.. yapamıyorum, sensiz olamıyorum dedim. Sessizdi, kuş gibi titriyordu kollarımın arasında ve birden beni itti kendinden. "Eserini görmeye mi geldin, yada onun gibi bir şeyler söyledi, şimdi tam hatırlamıyorum. Sadece sana burdan ekmek çıkmaz artık demesi kaldı aklımda.
O sırada annesi seslendi ama o duymuyordu. Gözlerini kapamıştı. Kendine sarıldı ben tam yapma aşkım diyecektim ki annesi yine seslendi.. ürktüm, onu orda öylece bırakıp kaçtım.Sonrasını bilmiyorum. Aşağıda arabada bekledim.. sonra, sonra kızlar koşup geldiler telaşla, ardından ambulans... anlamıştım, kötü bir şey olmuştu ona.. ama çıkamadım yukarı.. hem utandım, hemde daha çok sinirler gerilsin istemedim. Ambulansı takip ettim, sizin ardınızdan hastaneye girdim.. doktorunu gördüm, konuştum.. durumumuzu anlattım. Düzelmesi için elimizden geleni yapacağız ama sizi görmesi iyi olur mu işte bunu bilemiyorum, ağır depresyon geçiriyor ve zorlu bir süreç bu," dedi... öyle işte Ebru, öyle işte.." * * *
Sürekli başı önündeydi. Üzgündü.. aslında o halini gören onun için üzgün demeye utanırdı. Yıkılmıştı, dağılmıştı. Eski, bilindik Aras'tan eser yoktu. Zayıflamış, yanakları çökmüştü. Yine temiz giyimliydi, yine traşlıydı ve yine okyanus-tarçın ikilisi kokuyordu. Tıpkı Ömür'ün istediği gibi ama o bir zamanlar canlı, capcanlı bakan siyah gözleri artık, ölü balık gözüne dönüşmüş, göz altlarında uykusuzluk çektiğini açık açık ilan eden mor halkalar oluşmuştu ve kiracı değil, ev sahibi olmaya niyetli gibiydiler.
Saçları biraz uzamıştı ve rastgele taranmıştı. Sigarayı iyice arttırmıştı. Benimle konuşurken tam dört sigarayı ard arda içti. Beşinciyi yakmaya niyetlendiğinde benim titreyen elimi elinin üstünde buldu. Başını kaldırıp birazda çekinerek bana baktı.
"Yakma Aras.. çocuklarınız var sizin.. anne yok zaten, ne zaman toparlanır, aramıza döner bilinmez.. birde sen yok olursan o çocuklar ne yapar? Uras seni çok özlüyor.. bari şu süreçte onun yanında ol."
Ona çok kızgındım ama az öncesine görece biraz merhamete gelmiş gibiydim. Evet içimde Aras'a karşı büyük bir öfke vardı, evet ona çok kızgındım, evet zaman zaman ondan nefret ettiğim doğruydu ama Ömür nasıl benim yakınımsa, dostumsa, arkadaşımsa Aras daha fazlasıydı.. canımdı, kan bağımdı, can bağımdı, en zor zamanlarımda hep yanımda Aras vardı... hem maddi, hem manevi... Ömür'ü nasıl sevdiğinin, ona delicesine aşık olduğunun en yakın şahidiydim belki de ve bu süreçte Aras çok yalnız kalmıştı.
Kızların hepsi Aras'a çocuklarıyla görüşebilmesi için evlerini açmış olsalar bile hep mesafeliydiler. Hiçbiri artık onunla konuşmuyordu. Sanki günah keçisi ilan edilmişti. Yengem zaten hergün ama her gün onun beyninin etini yiyordu.. biliyordum, sürekli söyleniyor, azarlıyor, yeri geliyor çok ağır hakaretler ediyordu ve ben birkaç kez denk geldiğim bu durumda, gördüğüm Aras hep sessizdi, hiç cevap vermiyordu.
İçine kapanmış, el yıkama takıntısı yeniden hemde çok şiddetli nüksetmiş, avuç içlerindeki derileri pul pul olup dökülmeye başlamıştı. Sürekli ellerinin içindeki o kurumuş derilerden, avuçlarını birbirine sürterek kurtulmaya çalışıyordu ve sonra soluğu yine banyoda, lavabo başında alıyordu. Bir hafta öncesinde gördüğümde hali böyleydi ve şimdi daha da kötüleşmiş ve ben şu an hangisine üzüleyim, şaşırdım... kaldım. * * *
~~ 1 MAYIS 2024~~
Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum ve o kapanın her yerinde Ömür, benim Önrümcem var. Uzun zaman sonra onunla konuşmak, karşılıklı oturabilmek ve çok kısa bir anda olsa o alev gözlerine bakmak, bakabilmek sanki bütün dayanma gücümü emdi, bir kara delik gibi içine çekti, bitirdi beni.
Onu özlediğimi biliyordum ama bu kadarını açıkçası bende kendimden beklemiyordum. Özlemek kelimesi neydi ki benim ona hissettiğimin yanında?
Alışkanlığımla terliklerime bakınırken, fortmantodan aldığı terliklerimi elinden almak için hamle yaptığımda, bir an eline temas etti ya elim çok kötü oldum. Sanki mideme yumruk yemiş gibi hissettim ve bir şey belli etmekte istemedim.
Sonrasında yeniden o bir zamanlar birlikte yaşadığımız evimizde, yuvamızda olmak, böyle yabancı gibi gelmek çok canımı yaktı ve kalbim yine öfkemin ateşiyle yandı. Bakamıyordum yüzüne. Oysa günlerce, gecelerce hiç gözümü kırpmadan bakabilirdim o çok özlediğim, sevdiğim yüzüne. O konuşuyordu ama ben onu duymak, söylediklerini anlayabilmek için kendimle büyük bir mücadele veriyordum. Söylediği her bir kelimenin harfleri, sanki üzerine acımasızca basılıyormuş ve etrafına delicesine bir yankı, bir titreşim yayıyormuş gibi algılıyor, öylesine duyuyordum onu.
Bir zamanlar her fırsatta yan yana oturduğumuz, bazen yanımda uzanırken başını dizime dayadığı o koltuğumuzda, o anda tek başıma otururken, sanki diken üstündeydim.
Daha bugün kuru temizlemeden aldırdığım ve üzerime giyindiğim yelekli siyah takım elbisem ve ona eşlik eden karbeyazı gömleğim, aslında onun en sevdiği kıyafetlerimdi ve ben çoğunlukla onları giyinmeyi tercih ediyordum.
Sabah evden çıkmadan aynanın karşısında şimdi bana artık yabancı gelen varlığıma bakarken, o beyaz gömleğimi giyinirken, düğmelerini birbirine kavuşan hasret kalmış aşıklar gibi iliklerken, en son takım elbisenin yeleğini ve ceketini giyinirken yine hayalimde yanımda o vardı. Her zamanki gibi sıcacıktı.. bakışları şimdiki gibi hissiz, buz gibi değildi.
O benden gitmiş... bana hissettirdiği tek şey bu. Oysa hayalimde hiç ayrılmamıştık ki. Hiç bırakmamıştım ki ne onu, ne de çocuklarımızı. Şu sekiz aydır, aslında iç dünyamda onsuz, onlarsız geçirdiğim tek bir saniyem yoktu.
Geçenlerde kısacıkta olsa yazışmak, ona böyle de olsa ulaşmak umutlanmama sebep oldu. İnadına kızdırmak için her şeyi yaptım. İstiyordum ki dayanamayıp telefon açsın, bağırsın, çağırsın... hiç olmazsa böylelikle sesini duyabileyim. Ama yazmayı, hatta okumayıda kesti. O beyaz tıklar mavi olmadı bir türlü ve sustum bende..
Mutsuzum, yalnızım ve kalbim sürekli sızlıyor. Çok mücadele verdim iç dünyamda.
Sordum kalbime... yok dedi kalbim...üşüdüm ben onsuz dedi.
Sordu aklıma, peki sen dedim... 'yok, olmuyor hep onu düşünüyoruz dostum,' dedi.
Sordum ruhuma... 'peki ya sen, sen ne dersin bu işe dedim.. sen beni candan ayırdın, be var mıyım yok muyum bilmiyorum ki!' dedi.
Sordum benliğime...onlarla mısın yoksa benimle mi dedim, "Ömrümcemleyim ben, var başının çaresine bak,'dedi...
Saçmalıyorsun Aras, sırf senden şüphe etti diye onu nasıl bırakırsın, delirdin mi sen dedim kendime. Nasıl yaparsın, onca sabırdan, onca emek verdikten sonra nasıl kıyarsın aşkınıza, evliliğimize, geleceğinize dedim, dırdum defalarca kendime.
Tamda o söylediklerin yüzünden dedi diğer, o çok kırılan, incinen, sonsuz bir hayal kırıklığı yaşayan, kanayan yanım. Ben ona çok emek verdim, bu sevgime sonuna kadar sahip çıktım, beni istemediği, sevmediği zamanlarda bile yanında durdum ve o zamanlarda bile gözüm kimseyi görmemişken, şmdi mi görecekti? Tam da artık biz olmayı başarabilmişken, onu her zamankinden daha çok severken, zaman zaman kendimi onun yanında acaba yaşlı mı duruyorum diye düşünürken, aramızdaki yaş farkından dolayı kendimi onun yanında yaşlıymış gibi hissederken, o iki doğumla sanki on yaş gençleşti, güzelleşti, bense durmadan her gün yaşlanıyorum hissiyle, yanında abisi yada babası gibi mi duruyorum gibi bir ruh haline kapılmışken ve bunların verdiği tedirginlikle biraz kendimde değişikliğe gittiğimde, o tüm bunları farklı algılamış...
Gonca söyledi tüm bunları bana. Böyle hissettiğini bilmiyordum ki. Kendisini bakımsız, kilolu, çirkinlenmiş ve yaşlanmış hissediyormuş... oysa ben onu hiç öyle görmüyordum ki. Her hali bana çok tatlı, çok güzel geliyordu. Yorulduğunu, halsiz düştüğünü görüyordum.
Bazen geceleri resmen sızıyordu ve Öykü ağladığında o en ufak sese deli gibi yerinden fırlayan aşkım, duymaz oluyordu kızımızın ağladığını ve ben hiç onu uyandırmadan, nolur nolmaz diye her gün göğsünden sağıpta buz dolabına koyduğu sütünü gerektiği kadar ısıtıp biberonuyla kızımıza veriyordum. Kıyamıyordum ki ona. Biraz uyusun, uykusuna doyun, dinlensin istiyordum.
Öyküme hamile kaldığını bana söylediği o ilk an deli gibi heycanlanmış, çok sevinmiş ve mutlu olmuştum ama sonra da derinlemesine düşündüğümde bir yanım korunmadığım için çok pişman olmuş, üzülmüştüm.
Zaten Urasımız çok ufaktı, bebekti daha ve tüm gün onunla uğraşıyor, yetmiyor evle ve benimlede ilgileniyordu. Üstelik ben ondan benimle ilgili hiçbir şey istemediğim, bir beklentim olmadığı halde benden ilgisini eksik etmiyor ve inatla süper kadın modunda her şeye yetişmeyeı çalışıyordu.
Tüm bunların sonuna kadar farkındaydım ve onu çok takdir ediyordum. Düşüncelerimi, duygularımı da dile geltiriyordum bu konularda ama asıl konuşmam gereken, kendi iç dünyamda ne hissettiğim konusunda konuşmaya utanıyordum, es geçiyordum ve belki de korkuyordum. Bazen onu bana nedenimi bilemediğim şekilde kötü, kızgın bakarken yakalıyordum ve aklından ne geçtiğini, ne hissettiğini yada bilmeden, istemeden ne yaptığımı, onu niye kızdırdığımı anlamaya çabalıyordum ve hatta bir iki kez sorduğumda, "Ömrümcem, bir şey mi yaptım bilmeden, istemeden ben, neden kızgın bakıyor o gözlerin bana?" diye sormuşluğumda olmuştu ve bana terslenmiş, "sana öyle geliyor, durduk yere sorun çıkarma," demişti bana. Meğer kıskanıyormuş beni ve benim aslında onun için yaptığım değişiklikleri bir başkası için yapıyorum diye algılıyormuş.. bu yüzden bana öyle kızgın, sinirli bakar olmuş.. ben bunu hiç öyle düşünmedim ki, akıl edemedim ki. Çünkü benim gözüm ondan başkasını görmedi, görmüyordu ki. Aklımda, gönlümde, gözümde bir tek o vardı. Hiç beni kıskanıyor yada onu aldattığımı düşünüyor, benden şüphe ediyor gibi bir hisse kapılmadım ki.
Olmayan şeyin nesi için kaygılanacaktım ben ve o gün öyle birden patlayınca açıkçası neye uğradığımı şaşırdım. Ciddi ciddi beni ona ihanet etmekle suçlamıştı, şüpheden çıkıp suçlamaya geçmişti. Üstelik çok sinirlenmiş olsamda yine de alttan almaya çalıştım. Üstünde durmak istemedim ama ne zaman ki tüm açıklamalarıma o Allah'ın belası parfüm şişesini çöpte ona gösterdiğim halde, hala bana inanmıyor olduğunu o şüpheyle bakan gözlerinde gördüğümde geri dönülmez yola itti kendi elleriyle beni. O an yaşadığım o duygunun bir adı yok bu dünyada. Dile getir deseler, anlat deseler nasıl anlatılır bilmiyorum ki ben ve eğer hata varsa ortada o hatanın yarısı benim... bana ait.. keşke zamanında o iç dünyamda yaşadığım fırtınayı, yanında kendimi nasıl hisettiğimi ona söyleseydim, o düşüncelerimi, duygularımı, çekincelerimi kendime saklamasaydım.. tüm bunları onun farklı değerlendirebileceğini hesap edebilseydim.. bir yanım hatamı üstlenirken, bir yanım hala ona çok kırgın, kızgın... nasıl onu aldatabileceğimi düşündü, tüm o yaşadıklarımızdan sonra bu saçmalık ötesi fikrin onu zehirlemesine nasıl izin verdi?
Biliyordu, onu nasıl deli gibi sevdiğimi çok ama çok iyi biliyordu. Hala aşıktım ve hala aşığım ona ben ya.. bunu nasıl başarıyorum bilmiyorum ama yada o başarıyor ama hala kalbim onun aşkıyla dolu. Onca geçen zamandan sonra insanın sevdiğini düşündüğünde hala midesine yumruk yemiş gibi olur mu yada hala kelebekler uçuşur mu tüm bedeninde, ürperir mi tüm benliği, bedeni ilk gün ki gibi? Oluyor işte, bende olmaya devam ediyor ve ben bu duyguları çok seviyorum, bitmesini hiç mi hiç istemiyorum.
Konuşamadık biz, paylaşamadık biz asıl konuşmamız gerekenleri... ne o bana açıldı, ne de ben ona.. hata ettik biz, hemde çok büyük, çok acıtan bir hata yaptık biz ve yine bedelini biz ödüyoruz.
Çok özlüyorum onu ama ona baktıkça onun benden çok farklı olduğunu gördüm. Şimdi öyle bir yabancı gibi yanımdan gidişini izliyorum onun ardından. Bitirmiş kafasında, kalbinde beni ve ben çok şaşkınım. Onun beni sevmekten vazgeçebileceğini iki dünya yıkılsa, yok olsa inanmazdım.
Evet ben gittikten sonra neler olduğunu, neyle baş etmek zorunda kaldığını çok iyi biliyorum. O evden çıkıp gitmek, onu çocuklarımla öylece bırakmak hiç kolay değildi. Saaatlerce, geceden sabaha kadar sahilde yürüdüm, durdum. Tam bir hapisane müdavimi gibi volta attım durdum, sigara üstüne sigara içtim. Ağlamaktan nefret eden ben, durmadan akan o gözyaşlarıma engel olamadım. Yıkılmıştım resmen. İnanamıyordum. Benden şüphe etmiş olmasına, beni suçlamasına inanmak istemiyordum ama yapmıştı ya... gerçekten beni suçlamıştı.
Düşündükçe aklımı kaçıracak gibi olmuştum. En sonunda arabaya atladığım gibi Bolu'ya yola koyulmuş, yolda giderken de Gonca'yı aramış, deli gibi bağırmıştım. Boşanma davası açmasını, beni ihanetle suçlayan karımdan boşanmak istediğimi anlatmaya çalışmıştım ama artık ne kadar anlatabildim o anda hiç bilmiyorum ve sonrası çorap söküğü gibi geldi.
Bir hafta sonra boşandık. Gitmedim bile mahkemeye, gidemedim. Eğer gitseydim, büyük ihtimal ya vazgeçerdim yada o anki öfkemle, hırsımla kalbini çok kötü kırardım.. aslında hepsi bahane... onu çok özlemiştim ve görmeye dayanamayacığımı biliyordum. Onu ordan aldığım gibi kaçırırdım, beni affetmesi için yalvarırdım, hemde hiç suçum olmadığı halde. Donradan öğrendim ki oda beklemiş bunu.. eğer gelirse, dayanamaz, vazgeçer alır beni, evimize döneriz ve belki ona çok kızarım, bağırırım, hatta gözüne yumruk bile atarım, ama affederim ben onu demiş... tüm bunları Gonca'ya söylemiş.. ama ben gelmeyince, yıkılmış ve o an Gonca'ya demiş... bitirmiş o beni kendinde, eğer bitirmeseydi gelirdi Gonca demiş, hiç zorluk çıkarma bitsin bu iş artık demiş.. ve Gonca'da onun sözünü dinlemiş.. hiçbir şey istemedi, nafaka bile talep etmedi.. ne çocuklar için, ne de kendisi için.
Evimizide boşaltmaya kalkmış. Annemlerle yaşarım bir süre, çocuklar büyüyünce biraz, o zaman ayrılır, tutarım kirada bir ev, yaşayıp giderim çocuklarımla demiş... bu düşünceleri beni ayrıca çok incitti. Onu madur edebileceğimi nasıl düşünebildi ki? Sonradan Ebru söyledi.. yanlış düşünüyorsun, o evde sensiz olmak istemedi sadece Aras dedi.. ben olmadan yaşayamadı zaten.. bir süre sadece yaşadığını sanmış.. ve sonrası o karanlık günler... tamamen ilaç etkisinde hastanede tüm günü nerdeyse uykuda geçirdiği bazende tamamen delirmiş gibi geçirdiği o günler... sadece iki cümle söylediği günler...
"Çocuklarım var! Nolur susturma Allahım!"
Bunu duyduğumda deli oldum. O hastanede, ben hastanenin hemen dışındaki o duvarların dibinde günlerimizi geçirdik.. arabada günlerce bekledim.. ne eve, ne işe gittim. Sadece hergün çocuklarımı görmek için evimize gittim, sadece onlar için eve gitmeden kendime çeki düzen verdim. Sadece onlar için traş oldum, onlarla bir şeyler yedim, yemiş gibi yaptım. Hayatım boyunca sevdiğim, aşık olduğum, hala eşim gibi hissettiğim o kadın, Ömrümcem hastanede tutuklu, ben her yerde tutukluydum.
Ne zaman ki hastaneden çıktı, evine döndü o gün esaretim biraz olsun bitti.. biraz olsun rahatladım. Tek isteğim iyi olmasıydı. Ebru hep sordu bana... neden onu görmeye gitmiyorsun, neden en azından birkaç saat çocuklara anne ve babalarıyla birlikte olma şansını vermiyorsun, sen ne zaman bu kadar gaddar oldun Aras... bu sen değilsin, başka bir şeye evrildin, dönüştün sen.. ben artık seni tanıyamıyorum... yazık ya çok yazık... benim için tam bir hayal kırıklığısın," dediğinde hiçbir şey diyememiştim.. sessiz kalmıştım, çünkü haklıydı. Artık Ömrümcem'e değil, kendime çok kızgındım. Ne olursa olsun onu bırakmamalıydım, böyle bir hataya dişmemeliydim... onurumu, gururumu ayaklarımın altına alıp, kalbimdeki kırılmışlığı, incinmişliği yok sayıp ona geri dönmeliydim... vazgeçmeliydim o ayrılıktan ama yapamamıştım ve ona yaşattıklarımdan sonrada karşısına çıkmaya cesaretim yoktu. Taa ki bugün kendisi beni arayıp, bizzat kendisi beni çağırana kadar.. nasılda deli gibi heyecanlandım beni aradığında.
Telefondan da olsa o sesini duymak canıma can olmuştu.. damarlarımda donup kalan kanım, ısınmaya yeniden can bulmaya, akmaya başlamıştı sanki. Nefes aldığımı hissetmiştim.
Ve şimdi o yoluna, ben arabama giderken yine nefessiz kalmış gibiyim. Çok geç kalmışım ben ona, çok geç!