Ben Kara Başaran.
Bu 33 yıllık hayatım, fırtınalarla dolu bir deniz gibi; dalgalar, bir an olsun durulmadı. Neler başardım, neler başaramadım diye düşündüğümde, hatıralar birer birer canlanıyor gözümde. Her biri, yaşanmışlığın bir izi, geçip giden zamanın ardında bıraktığı derin yaralar... Ama buralara kolay gelmedim. Babadan zengin bir ailem olmadı benim. Ne sıcak bir evin kokusunu bildim, ne de anne şefkatini tattım. Yetiştirme yurdunda büyüdüm, sevgiyle değil, sadece zorunlulukla kuşatıldım. Kan bağım olan kimse olmadı ama can bağı kurduğum insanlar vardı; kardeşim gibi gördüğüm Gökhan ve küçük kız kardeşim olarak adlandırdığım Sibel. Hayatta tutunacak bir dalım olmasa da, onların varlığı her zaman güç verdi bana.
Soyisimlerimiz ne hikmetse böyle konuldu, neden diye hiç sormadım. Belki de hayatın bana attığı kazıkları telafi etmek için verilmiş bir teselli ödülüydü, belki de gerçek anne babamdan kalan tek mirastı bu soyisim.
"Başaran"... Evet, bir zamanlar başarmıştım. Zorluklarla dolu bir yoldan geçip avukat olmayı başardım. Hem de nasıl; tırnaklarımla kazıdım bu başarıyı, alnımın teriyle kazandım. Bu süreçte, hayatımın aşkı Zeynebim ve biricik Güneşim, karanlık hayatıma bir umut ışığı oldular. Belki de o yüzden kızımıza Güneş ismini verdim. Hep parlasın, ışığıyla benim hayatıma renk katsın, karanlığımı aydınlatsın istedim.
Ama olmadı... Hayat bazen en parlak yıldızları en derin karanlıklara gömmeyi sever. Benim karanlığım da adım gibiydi, Kara. Soyismim "Başaran" konulmuşken, ismimin "Kara" olması ne büyük bir ironi değil mi? Çok sevdiğim ailemi, Zeynebimi ve Güneşimi benden aldılar. Hem de öyle bir aldılar ki... Ölümün bile insaflısı makbul bazen. Keşke öyle ölmeselerdi, keşke o korkunç anı görmeseydim. İnsan bazen katilin bile şereflisini istermiş, ama benim karşıma en hain olanı çıktı. O günü asla unutamıyorum... Eve döndüğümde, kapının aralık olduğunu gördüm. O an içime düşen korku, bütün hayatımın üzerinde kara bir bulut gibi çöktü.
İçeri adım attığımda hissettiğim o soğukluk, kalbimin derinliklerine kadar işledi. Her şey bir anda çöktü üzerime, nefes alamadım, gözlerim karardı. Zeynebim... Güneşim... Neden? Neden böyle acımasız bir son? Benim hayatım, adım gibi kara... Ama artık, bu karanlıkta tek başıma yürümeye alıştım. Başarmak için değil, hayatta kalmak için mücadele ediyorum. Kalbimde taşımak zorunda kaldığım bu acı, bana hatırlatıyor; hayat, hepimizin üzerine güneş gibi doğmaz. Bazılarımız, sonsuz bir geceye hapsolur ve orada yalnız başına, karanlıkla başa çıkmak zorunda kalır.
Söylemesi çok zor. Ama karıma tecavüz edilmiş, sonraysa boynundan iple tavana asılmıştı. Kadınlığından aşağı süzülen kanlar bacağından aşağıya doğru süzülmüş ve yere damlamaya başlamıştı. Kızımsa, benim öpmelere doyamadığım Güneş'im uyurken öldürülmüştü. Bir tek ona insaflı davranılmıştı her halde. Kızım öyle güzel melek gibi uyuyordu ki. Uyandırmaya kıyamadım. Oysa ben onun nasıl bir genç kız olacağını görmek isterdim hep. Benim esmer tenime nazaran sarışın bir kızdı Güneş'im. Annesine benzemişti. Bana benzemediği için mutluydum bir zamanlar. Ama keşke bana benzesin de yaşasın diye o kadar dualar ettim ki. Ama geç kalmıştım. O gün eve geç gelecektim. Hukuk bürosunda işlerim yoğundu. Üzerinde çalıştığım bir dava vardı. Ama arkasındaki adamlar bir türlü ileri adın atmama izin vermiyordu. Bu işin onlardan çıktığını biliyordum. Ama kimliklerimi lanet olsun ki bulamıyordum.
Karımı ipten aldığım an, dünya sanki durdu. Zaman akmayı bıraktı, sadece o soğuk gerçeklik kaldı geriye. Kızımı kollarıma aldım, her ikisine de sıkıca sarıldım. Gözlerimden akan yaşlar, yüreğimdeki yangını söndüremezdi. Ağladıkça insan rahatlamaz mıydı? Ama ben, her damla gözyaşıyla daha da derin bir nefrete boğuluyordum. İçimdeki karanlık büyüyordu, nefretim her geçen saniye daha da güçleniyordu. Gözlerim intikam hırsıyla kör olmuştu artık.
O günden sonra hayatım alt üst oldu. Davayı düşünmek, eskisi gibi mantıklı bir insan olmak artık mümkün değildi. İki yıl boyunca hayalet gibi dolaştım sokaklarda, kimseyi umursamadan, hiçbir insani duygu hissetmeden. Ruhsuz bir beden gibiydim, yaşamın anlamını yitirmiş, karanlığın içinde kaybolmuş bir adamdım. Ama bir gün, tam da içimdeki boşluğa gömülmüşken, hayat karşıma beklenmedik bir şans çıkardı. Meyhanede, masamın başında bir şişe rakıyla kendi kendime otururken, bir adam belirdi karşımda. Çetin Demirel... Anlattığına göre mafyayla bağlantıları vardı ve bir süredir beni takip ediyormuş. Şimdi ise, karşıma çıkmaya karar vermiş.
"Ne istiyorsun benden?" dedim, rakıyı tek seferde başıma dikip. Artık tek dostum buydu, rakıdan başka hiçbir şey beni avutamazdı. Kimseyle konuşmak istemiyordum, kimsenin yüzüne bakmak istemiyordum.
"İntikamını almak ister misin?" dedi, gözlerimin içine bakarak, ciddi bir ses tonuyla.
"Beni tanıyor musun?" diye sordum, gözlerimdeki öfkeyle ona bakarak.
"Evet, Kara Başaran," dedi, adımı bilmesi beni şaşırtmamıştı artık.
"Ne istiyorsun o zaman benden? Benim kendime hayrım yok. Sana ne faydam dokunacak ki?" dedim, içimdeki umutsuzlukla.
"Sen bize avukatlık yapacaksın," dedi, bu kez sesinde bir tehdit havası vardı. "Yani bizim dışarıda sağ kolumuz olacaksın. Gündüzleri normal bir avukat olarak çalışacaksın, ama akşamları bizim pis işlerimizi yürüten bir avukat olacaksın. Biz de sana istediğin adamdan intikam alma şansı vereceğiz."
"Ya bulamazsanız?" dedim, şüpheyle ona bakarak.
"Buluruz. Kimse Çetin Demirel'den kaçamaz. Hayalet bile olsa bulurum," dedi, kendinden emin bir şekilde. O an, içimde bir yerlerde karanlığın derinliklerinden bir kıvılcım yükseldi. Bu kıvılcım, umutsuzluğumun ortasında doğan intikam ateşiydi.
Hayatımın bu noktaya geleceğini kim bilebilirdi? Bir zamanlar adaletin savunucusu olan ben, şimdi karanlık dünyalara sürükleniyordum. Ama içimdeki nefret o kadar güçlüydü ki, bu teklifi reddedemedim. Zeynebim ve Güneşim için, bana bu acıyı yaşatanlardan intikam almak için, bu karanlık yola adım attım. Ne pahasına olursa olsun, onların intikamını alacaktım. Geriye dönüp baktığımda, kendimi kaybettiğim o anı hep hatırlayacağım; ama o anın karanlığı, içimde büyüyen bu nefretin yanında sönük kalıyor şimdi. Artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, bu yüzden önceden gömdüğüm tüm insani duyguları bir kenara bırakıp, intikamın soğuk kollarına sığındım.
*****
Çetin Demirelin yanında çalışalı bir yıl olmuştu. Ve sonunda sevdiklerimin katilini bulmayı başarmıştı. Evinde olduğunu bilerek üç beş adamımla birlikte baskın yapmıştık. Sarhoştu zaten. Kolay ellerime geçmişti.
Ve o an geldiğinde, adaletin sadece bana ait olduğunu hissettim. Katilini, yalnızca kanunların değil, kendi ellerimin hükmü altında bıraktım. Kanun benim eşimle kızımın intikamını almamıştı çünkü.
*****
" Eşimin ve kızımın kanları ne yazık ki senin ellerinde. Ama merak etme ben senin gibi günahsızları öldürüp kaçmıyorum. Sadece senin gibi piç şerefsizleri öldürüyorum " diyerek nefretle soludum ve yerde yatan adamın yüzüne tükürdüm.
" Kim.. kimsin s..sen? " diye korkudan tutreyerek sordu ölmek üzere olan katil
" Ben ecelin. Senin gibi tüm şerefsiz pisliklerin eceli. Gerçeğin eli " deyip tetiği çekmeye çalışıyordum ki, kapının açıkmasıyla bir beden koşarak kendini bu şerefsizin önüne attı. Zeynebimi kaybettikden sonra hiç bir kadını hayatımda istememiştim. Sadece ihtiyaçlarım için kadınlar bana gelirdi.
" Dokunma abime " dedi ağlayarak
" Çekil küçük kız. Abin bugün ölecek " diyerek üzerine doğru bağırdım. Ama hiç oralı olmadı.
"Beni götürün, abime dokunmayın " diyerek yerde ölü gibi yatan şerefsiz abisine sarıldı. Onların bu acınası halini izledim bir anlık.
Kızın abisine sarılışı, sanki iki canın birbiriyle vedalaşması gibiydi. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, abisinin göğsüne kapanmış halde titriyordu. Abisi ise kız kardeşinin yüzüne bakamıyor, pişmanlık ve çaresizlik arasında sıkışıp kalmıştı. "Hayır İpek," dedi, sesi hüzünle karışık bir fısıltıya dönmüştü. Demek ismi İpekti.
"Benim ölmem gerek. Kendini benim gibi biri için harcama. Benim yolum karanlık, sonum belli. Senin hayatınsa daha yeni başlıyor, bu karanlığın içine çekilmemelisin."
Ama İpek, abisinin sözlerini duymazdan gelerek, daha da sıkı sarıldı ona.
"Hayır abi," dedi, gözyaşları boğazını düğümlemiş halde.
"Benim için yaptıklarının yanında, benim yaptığım hiçbir şey değil. Sen benim tek sığınağımsın. Hayatımda beni koruyan, bana sahip çıkan tek kişisin. Senin için her şeyi yaparım."
Abisi, İpek’in bu kararlılığı karşısında sessiz kaldı. Sanki yılların yükü omuzlarına binmiş gibiydi. Ne yapacağını bilemez halde, çaresizlikle gözlerini kapadı. Ama İpek'in kararlılığı gözlerinden okunuyordu, ne olursa olsun abisini koruyacaktı.
İpek, gözyaşları içinde bana döndü ve titreyen sesiyle, "Sizinleyim bayım," dedi. Sözleri, yüreğindeki korkuya rağmen güçlüydü.
"Beni alın, abime dokunmayın. Onun hayatı benden daha değerli. Ona kıymayın, beni alın."
O an, içimdeki karanlık daha da derinleşti. İpek’in bu fedakarlığı, abisinin hayatı için kendini feda etmeye hazır oluşu, beni bir anlığına duraksattı. Ama sonra, içimdeki intikam duygusu galip geldi.
"Ben razıyım," dedim, tetiği gevşeterek.
"Kölem olmaya hazır ol o zaman."
İpek’in gözlerinde bir an için korku belirdi, ama hemen ardından kararlılığı geri döndü. Abisini korumak için her şeyi yapmaya hazırdı, ne pahasına olursa olsun. Abisi ise, bu durum karşısında çaresizce başını eğdi, kız kardeşini bu karanlık dünyadan koruyamamanın acısıyla. O an, İpek’in hayatının sonsuza dek değişeceğini biliyordum. Onun masumiyeti, abisinin günahlarına karşılık kurban edilmişti, ve ben bu karanlık oyunumu oynamaya devam edecektim.
Karanlık ruhum, İpek'in bu fedakarlığının bedelini ödeyecekti. Ama artık geri dönüş yoktu. İçimdeki intikam ateşi, her şeyi yutmaya hazırdı ve İpek de bu karanlık dünyaya adım atmak zorundaydı. Abisi ise, hayatının en büyük pişmanlığını yaşayacaktı; kız kardeşini bu karanlık ellerden koruyamamanın acısını...