21 Bölüm. "Saklı gerçek"

2311 Words
Kara Duygularımın karşılıklı olduğunu öğrenmiştim bu sabah. Yine bir uykusuz geceye hazırlanırken onun güzel kokusuna sarılıp uyumak yetmişti rüyaya dalmam için. Elini tutmam, yakınımda olması uyumama yetiyordu. Sanki her şeyin cevabı oydu. Nefes almanın, yaşamanın, huzurun cevabı... Bağımlısı yapmıştı beni. Aşık olmam azmış gibi bir de bağımlısı olmuştum. İpek uyku sorunumu bilmiyordu. Belki fark etmişti ama sormamıştı, çünkü artık öyle bir sorunum da yoktu. Bağımlısı olduğum kadının bana karşı derin duyguları olduğunu öğrenmek... Tarifi mümkün olmayan bir mutluluğun içindeydim. İlk defa benim zorlamam olmadan, kendi isteğiyle beni öpmüştü. Bu anı her detayına kadar zihnime kazımıştım. Dudaklarındaki sıcaklık hâlâ tenimdeydi. Ve bu kadının tamamen bana ait olması, onu bana özel kılıyordu. Herkesin görüp ve güzelliğine hayranlık duyacağı bu kadının yalnızca bana ait olduğunu bilmek, bana kendimi dünyanın en güçlü adamı gibi hissettiriyordu. Ama malesef aşkıma yenik düşmüştüm. Dün sabaha kadar Ömer’den intikamımı almadan yaşayamayacağımı söylüyordum. Bu, içimde yıllardır büyüttüğüm bir yara, söndüremediğim bir ateşti. Ama akşam İpek’in yeniden kaçırılması fikri beni ölümüne korkutmuştu. Gözümdeki öfkenin yerini bir anda çaresizlik almıştı. Bağımlısı olduğum bir karım vardı ve ben ondan ayrı kalamayacağımı bir kez daha idrak etmiştim. Onu kaybetme ihtimali, intikamın bana verebileceği tüm tatmin duygusunu silip süpürmüştü. O yüzden, bunu yapmayı ne kadar istemesem de intikamımdan vazgeçmeye karar vermiştim. Ömer’e yapacağım aksi bir hareket, İpek’in canını yakacaktı. Ve ben aşık olduğum, aynı zamanda bana aşık bu kadının kalbini kıramazdım. Yapamazdım ki. Gözlerinden süzülecek tek bir damla yaşın hesabını sorardım mutlaka, ama o gözyaşını benim intikam hırsımın akıttığını bilmek beni öldürürdü. O yüzden, yıllar önce ettiğim intikam yeminini yarım bırakmaya karar verdim. Aşk, tüm karanlığımı silmişti. Kendi ellerimle inşa ettiğim intikam duvarlarını yerle bir eden bu kadın, benim tek ışığım olmuştu. ***** "Ömer Bey uyandı," dedi hemşire, yüzündeki nazik ifadeyle. Artık burada bir yabancı değildim; bir süredir hastanenin koridorlarında dolaşan yüzlere aşinaydım. Doktorların isimlerini, hemşirelerin ses tonlarını öğrenmiştim. Ve onların da Ömer’in, karımın abisi olduğunu bildiklerini görüyordum. "Görüşmem mümkün mü?" diye sordum, sesimdeki kontrol edilmiş sakinlikle. Yapabildiğim kadar kontrollü davranmak istiyordum. "Evet, ama yeni uyandı. Fazla yormamak gerek," dedi hemşire. Ona teşekkür edip Ömer’in odasına doğru ilerledim. Ayaklarım ağır, ama kararlıydı. Bu, benim onunla son konuşmam olacaktı. Kapıyı açtığımda içerideki sessizlik sanki tüm geçmişin yükünü taşıyordu. Ömer’in yatağında yatan silik ve zayıflamış hali gözlerime çarptı. Ama hissettiğim şey merhamet değildi. İçimde biriken öfke, soğuk bir buzdağı gibi duruyordu. Buzdağının görünen kısml olduğu kadar görünmeyen kısmı da vardı. "Ölmemişsin," dedim, sesim eski, keskin bir tonla yankılandı odada. Onu görür görmez kalbimde bir anlık bile olsa yumuşama ihtimali yok olmuştu. Keşke ölmüş olsaydı, diye düşündüm, ama bunu bile İpek için dileyemiyordum. Çünkü her şeyin sonunda İpek’in canını yakacak hiçbir düşünceye tahammülüm yoktu. "Malesef," dedi, zayıf bir gülümsemeyle. Yüzündeki ifade, sözlerindeki ironi beni daha da tetikliyordu. Ardından hemen sorusunu sordu: "Kardeşim nerede, durumu nasıl?" "İpek çok iyi," dedim, sesime kararlılığı yükleyerek. "Ve senden uzakta daha iyi olacak." Bu sözleri sarf ederken gözlerim kararmış, adımlarım Ömer’e doğru istemsizce yaklaşmıştı. Bir an sonra ellerim boğazına sarıldı. Öfkemin gücünü artık kontrol edemiyordum. "Hiç mi acıman olmadı?" dedim, dişlerimin arasından çıkan kelimeler adeta bıçak gibiydi. "Benim kızımı öldürdün. Hiç mi acıman olmadı da eşimin ölümüne razı geldin? Nasıl bir insansın sen?" Sözlerim odanın dört bir yanında yankılanırken, Ömer’in yüzünde bir pişmanlık ifadesi belirdi. Gözleri dolmuş, dudakları titremeye başlamıştı. O an ağlamaya başladı. Ama bu gözyaşları beni yumuşatacak türden değildi. "Ben… ben özür dilerim," dedi, sesi çatallaşmış ve titrek bir tonda. "Yaptıklarım için gerçekten özür dilerim. O dönem başka çarem yoktu. Mecburdum o zaman." Bu sözler kulaklarımda yankılanırken, içimdeki öfke daha da büyüdü. Mecburiyet... Ne kolay bir bahaneydi. İnsan hayatını yok etmek için bir kılıf arayanların hep sığındığı bir liman... Ömer’in pişmanlık dolu gözleri ve titrek sesi beni zerre kadar etkilemedi. Ağlıyor olması ona üzülmem gerektiği anlamına gelmiyordu. Onun hatalarını anlamış olması bile onu affetmem için yeterli değildi. O sadece kendi yükünden kurtulmaya çalışıyordu, ama benim yüküm onun pişmanlıklarıyla hafiflemeyecekti. "Affetmiyorum seni ama susuyorum," dedim, ellerimi yavaşça boğazından çekerken. "Ama sadece İpek için. Eğer onun mutluluğu, huzuru olmasaydı, şu an bu yatağa mahkum değil, toprağa mahkum olurdun. Ama sakın unutma, senin hayatının her anı bana borçlu olduğunu bileceksin." Gözlerine son bir kez baktım, ama gördüğüm şey yalnızca zavallı bir adamın acizliği oldu. İçimdeki fırtınayı susturmuş gibi görünüyordum, ama gerçekte, bu sadece fırtınanın durduğu bir anlık bir sessizlikti. Odadan çıktığımda dün dikiş atılmış elime baktım. Aşırı sıkmaktan ve Ömer'i boğazlamaktan dikişler patlamış ve kanamıştı. Ömerle hesabımsa bitmişti. Onu affetmemiştim ama hayatıma yeni bir sayfa açmak istiyordum. Bunun için Ömer'i geride bırakmam gerekiyordu. ***** "Ben suçsuz birini öldürdüm. O yüzden gerekeni yapmanızı istiyorum," diyen Ömer'e İpek, ben ve polisler dikkatle baktık. Gerçekten itiraf mı edecekti? Oysa yıllardır yaptığı gibi korkup kaçacağını düşünmüştüm. Ama o, bu kez beklenmedik bir şekilde, ilk kez erkek gibi bir hareket yapıp gerçekleri itiraf etmek istemişti. "Anlamadım, Ömer Bey?" Polis, şaşkınlığını gizleyemeden Ömer'e döndü. "Ben üç yıl önce yanınızdaki beyefendinin küçük kızını uyurken öldürdüm. Karısının öldürülmesine ise mani olmadım. O yüzden cezam neyse onu verin. Ben artık bu yükle yaşayamıyorum," dediği an dünya başıma yıkılmış gibiydi. Olanları bilmek ayrı, Ömer itinin dudaklarından bu itirafı duymak apayrı bir konuydu. Artık ona dokunmayacağımı kendime söz vermiş olsam bile, duyduklarıma karşı sessiz kalmam mümkün değildi. Gözüm dönmüş gibiydi. Öfkeyle boğazına sarıldım. Ellerim sıkıca kavradıkça yüzündeki pişmanlık dolu ifade daha da netleşiyordu. "Nasıl yaptın? O çocuğun ne suçu vardı? Nefsini koruyamayacak kadar korkak mıydın?!" diye haykırdım. "Dur, yapma!" İpek, beni Ömer'den uzaklaştırmaya çalıştı. Ama içimdeki öfke öylesine büyümüştü ki, ne yaptığımı bilmeden İpek'i ittim. Yere düştüğünde, polisler beni Ömer'den uzaklaştırıp İpek'in yanına yardıma koştular. O an, yaptığım hatayı fark ettim. "İpek!" Hemen ona koştum. Yüzündeki acı ifadesi kalbime bıçak gibi saplanmıştı. "Özür dilerim. Affet İpeğim. Affet beni. İyi misin? Bir yerin incindi mi? Göremedim, gerçekten istemezdim!" Sözlerim titrek bir şekilde ardı ardına dökülüyordu. "İyiyim ben," dedi. Ayağa kalkmak istedi ama başaramayınca hiç düşünmeden onu kucağıma aldım. O an ne abisini, ne polisleri, ne de başka bir şeyi umursuyordum. "Kara Bey," dedi polislerden biri beni durdurarak. "Evet, memur bey?" "Bugün karakola gelmenizi bekliyoruz." "Elbette," diyerek başımı salladım ve kucağımdaki İpek'le odadan çıktım. İpek sessizdi. Başını göğsüme yaslamış, hiçbir tepki göstermiyordu. Ne abisi için konuşmuştu, ne de bana karşı çıkmıştı. Bu suskunluğu beni daha da korkutuyordu. Ama verecek cevabım olmadığı için ben de onu konuşturmadım. Arabaya bindirip ben de yanına şoför koltuğuna geçtim. Eli hafifçe koluma dokundu. "Elin kanıyor," dedi, sesi ince ama dikkatliydi. Beni düşünmüştü bu durumda bile. "Acımıyor," diye cevap verdim. "Acıyor gibi görünüyor ama... Benim kalbim acıdığı gibi." Bir anda ağlamaya başladı. Ne olduğunu anlamadım hiç. " Yapamıyorum ben. Sana aşığım ama yapamıyorum. Ne yapmam gerek, nasıl yapmam gerek bilmiyorum. Abim ve sen... Abim hatalı, ama sana da hak verdiğimde abime kızıyorum. Sebebini bildiğimde ise abime kızamıyorum. Hangi taraftan bakmam gerek, bilmiyorum." Bana aşık olduğunu söylemesi bir an için dünyamı alt üst etti. Oysa, bu sabah beni öperek hislerini belli etmişti ama bunları duymak bambaşkaydı. "Bana aşık olduğunu söyledin," dedim sadece, şaşkınlığımı gizleyemeyerek. Diğer söylediklerine odaklanamadım pek fazla. "Evet, ama konumuz bu değil. Abimin neden bunu yaptığı..." "Neden yapmış?" Sesim sertleşti, bilmediğim gerçekleri öğrenme isteği baskın geldi aniden. "Şey..." İpek bir an duraksadı, bakışlarını yere çevirdi. Ağlaması durmuş, burnunu çekiştiriyordu. "Benden nefret edeceksin belki de, ama senden saklayamam." "Söyle artık!" "Ben eskiden böbrek hastasıydım. Diyalize giriyordum. En sonunda, iki böbreğim de iflas edince abim donör aramaya çalıştı. Bulamayınca da birileri ona böyle bir teklif yapmış. Karşılığında bana bir donör bulacaklarmış." "Sakın... Bunun doğru olduğunu söyleme," dedim, dişlerimi sıkarak. Ama öte yandan da İpek'in karnındaki dikiş izini hatırladım bir anlık. Doğru söylüyordu anlaşılan. "Ameliyattan bir yıl sonra öğrendim donören nasıl bulunduğunh. Birkaç kere abim kendini öldürmeye çalıştı. Ama benim için, zar zor da olsa yaşamaya devam etti. Ölüden farksızdı. Ve ben bunu sana nasıl söyleyeceğimi hiç bilemedim." ***** İpek Hep söylemekten korktuğum şeyi söylemiştim nihayet. Madem abim gerçekleri söylemişti, ben de Kara’ya geç olmadan söyleyebilirdim. İçimde taşıdığım bu ağırlığı artık daha fazla saklayamazdım. "Bir şey demeyecek misin?" diye sordum, sessizliğinin ardındaki düşünceleri anlamaya çalışarak. "Daha sonra konuşalım mı?" dedi, sesi sert ama duygularını gizlemeye çalışan bir tonla. "Peki," dedim, fazla diretmedim. Bu gün için daha fazlasını zorlamak istemiyordum. Abimin söyledikleri Kara’nın zoruna gitmişti; yüzündeki ifadeden bunu anlamamak mümkün değildi. Ama ona kızmıyordum da. Kara’nın acısı çok fazlaydı, bunu her bakışında hissediyordum. Ancak o benim abimdi. Gözümün önünde öldürülmesine asla izin veremezdim. Abimin, beni Kara’ya emanet etme konusundaki ısrarının nedenini ise şimdi daha iyi anlamıştım. Belki böylesi onun için en iyisi olacaktı. Parmaklıklar ardında olmak çoğu kişi için yaşanmaz bir dünya gibi görünüyordu; ama abim için orası, hayatına tutunabileceği bir yer olacaktı. Çünkü kendi içinde hesaplaşamadığı için bu hale gelmişti. Şimdi hesap zamanı onun için de gelmişti artık. Kara motoru çalıştırdı, beni sessizce eve bıraktı. Nereye gittiğini sormadım; belli ki kendi sessizliğine çekilmek istemişti. Ben ise günlerdir görmediğim küçük Işık’a kavuşmanın heyecanını yaşıyordum. Eve adım attığım anda küçük ayak seslerini duyunca kalbim hızla çarpmaya başladı. Ve o minik bedenin kollarıma koşarak sarıldığı an, her şey bir anda anlam kazanmış gibiydi. Canını acıtsa da acımı içime atıp gülümsemeyi başardım. "Nasılsın, Işıkcım?" "İyiyim. Sen nasılsın, İpek abla? İyi ki geldin! Sen gittiğinden beridir babam da eve gelmiyor. Ama sen geldin ya, o da gelir artık," dedi saf bir umutla, gözlerindeki ışıkla. "Gelecek," dedim usulca, daha fazlasını söyleyemeyecek kadar dolmuş olan boğazımı zorlayarak. Ayşe’nin getirdiği çayı alıp teşekkür ettim. Çayı yudumlarken Işık’la azıcık oynadım. Bu küçük anlar içimdeki fırtınayı dindirmese de ona huzurlu görünmek için elimden geleni yaptım. Sonunda odama gitmek için Işık'la Ayşe'yi birlikte bırakıp salondan çıktım. Odam diyorum çünkü ilk geldiğimde bana verilen odaya yöneldim. Kara’nın artık benimle aynı odada kalmak isteyeceğini düşünmüyordum. Kafam karışık, yüreğimde bir ağırlıkla odaya girdim. Hava kararmak üzereydi, Kara hâlâ gelmemişti. Onu beklemenin bir anlamı olmadığını düşündüm. Günün yorgunluğu ve zihnimde dönüp duran sorularla yatağa uzanma kararı aldım. Pencereden karanlıktaki ay ışığı sessiz bir dokunuşla sardı odayı. Tavanı izlerken düşüncelerim hızla dönüyor, Kara’nın nerede olduğunu ve ne yapacağını tahmin etmeye çalışıyordum. İçimde bir boşluk hissi vardı; hem abimin artık hapis hayatı yaşayacak olmasının, hem de Kara’nın suskunluğunun getirdiği bir boşluk. Ama bu gece, düşüncelerden kaçmanın bir yolunu bulmalıydım. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Uyku. Evet, uyumak bana iyi gelecekti. ***** İpek, gözlerini araladığında, ilk fark ettiği şey gece yattığı odanın sabah uyandığı aynı oda olmadığıydı. Loş ışıklar, tavandaki sade avize, pencere kenarına yerleştirilmiş birkaç kitap. Bunlar Kara’ya ait olmalıydı. Ama nasıl olmuştu da burada, onun yatağında bulmuştu kendini? Hareket etmeye çalıştığında, yanındaki sıcaklığın farkına vardı. Gözlerini yana çevirdiğinde, Kara’yı ona sıkıca sarılmış halde buldu. Yüzü, sabahın huzuruyla yumuşamış, saçları dağınık bir şekilde alnına dökülmüştü. Bu haliyle her zamanki sert görüntüsünden çok uzaktı. Derin uykusunda bile, güçlü kollarıyla İpek’i koruma içgüdüsüyle sarmış gibiydi. Bir an için nefesi kesildi. Şaşkınlık, hafif bir panik ve tuhaf bir sıcaklık hissi arasında gidip gelirken, İpek doğrulmaya çalıştı. Ama hareketi, Kara’nın uykusunu bozmuş olmalıydı. Adamın kaşları hafifçe kıpırdadı ve derin bir nefes alarak gözlerini araladı. Kara’nın bakışları, uykunun verdiği mahmurlukla önce ona odaklanamadı. Ancak saniyeler içinde gözleri İpek’in yüzüne kilitlendi. Hafifçe gülümsedi, sanki bu durum son derece doğal bir şeymiş gibi. “Uyanmışsın,” dedi yavaşça, sesi hâlâ uykunun sıcaklığını taşıyordu. "Günaydın," dedi devamında. “Ben... burada ne işim var?” İpek’in sesi titrek ve şaşkındı. Soruyu sorarken gözleri kaçacak bir yer arıyordu, ama Kara’nın bakışlarının ağırlığından kurtulması mümkün değildi. “Uyuyakalmıştın,” diye yanıtladı Kara, sanki olanlar son derece normalmiş gibi. “Seni kendi odamıza getirdim. Daha güvende olacağını düşündüm. Sana artık birlikte uyuyacağımızı söylemiştim.” İpek, şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışarak yataktan kalkmak istedi, ama Kara’nın kolu hafifçe belini kavrayarak onu durdurdu. Ağırlığını vermeden üzerinde durmuş ona bakıyordu. Gözleri, onun her hareketini dikkatle izliyordu. İpek Kara'nın onunla aynı oda ve yatakta kalmayacağını düşünmüştü. Ama hayal ettiği şey olmamıştı. “Gitmek istiyorsan git,” dedi Kara, sesi yumuşaktı ama içinde belli belirsiz bir sitem gizliydi. “Ama burada kalmanı tercih ederim.” Bu sözler, İpek’in içindeki karışıklığı daha da artırmıştı. Kaçmaya çalıştığı hisler, Kara’nın samimiyetiyle yüzleşince anlam kazanıyor gibiydi. Bir süre sessizlik oldu. Kara, onu bırakmaya hiç niyetli değildi. “İpek,” dedi sonunda, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Sana zarar vermem, bunu biliyorsun, değil mi?” İpek, birkaç saniye boyunca onun yüzüne baktı. Kara’nın gözlerindeki samimiyet, sanki bir ayna gibi her şeyi açığa çıkarıyordu. O gözlerdeki sıcaklık, İpek’in zihnindeki karmaşayı adeta dağıtmıştı. Onun bu hali, İpek’in korkularını ve çekincelerini birer birer eritiyor, yerine tanımlaması zor bir güven duygusu bırakıyordu. “Sana güveniyorum,” dedi İpek, sesi hafifçe titriyor ama gözlerini kaçırmıyordu. Bu itiraf, Kara’nın yüzünde önce şaşkın bir ifadeye, ardından yumuşak bir gülümsemeye yol açtı. Sanki uzun zamandır beklediği bir söz nihayet dile gelmişti. İpek derin bir nefes alıp kımıldamaktan vazgeçti. Onun bu tavrı, Kara’nın bakışlarını daha da yumuşatmıştı. Yavaşça kollarını nazikçe İpek’in etrafına doladı. Sesi, şefkat dolu bir fısıltıya dönüştü: “Sadece bugün... Hiçbir şey düşünmeden, sadece burada kal. Yanımda ol.” Bu sözler İpek’in kalbine işledi. Kara’nın bu denli sakin ve kararlı oluşu, içinde taşıdığı tüm tereddütleri bir anda silip süpürüyordu. Utanarak da olsa başını yana eğdi ve gözlerini kapattı. Kara’nın kollarında hissettiği sıcaklık, geçmişin acılarını ve geleceğin belirsizliklerini silmişti. Şu an, sadece burada olmak istiyordu. Kara’nın nefes alışverişleri, adeta bir melodi gibi kulağına çalınıyor, İpek’in kendi içindeki çalkantıyı yatıştırıyordu. “Ben razıyım,” diye fısıldadı İpek, daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibi. Ancak bu sözler Kara’nın dikkatini çekmişti. Kaşlarını hafifçe çatarak başını kaldırdı ve İpek’in yüzüne baktı. “Neye razısın?” diye sordu, sesi hem meraklı hem de bir nebze şaşkındı. İpek bir an tereddüt etti. Dudakları kurumuş, kalbi göğsünde hızlıca atıyordu. Ama artık saklanmak istemiyordu. Kara’nın sıcaklığı, onun içinde saklı kalan cesareti ortaya çıkarıyordu. “Gerçek karı-koca olmak istiyorum,” dedi, sesi kararlı ama gözleri yere bakıyordu. Utangaçlıkla yanaklarına yayılan sıcaklığı gizleyememişti. Kara’nın ona bu kadar yakın olması, nefesinin tenine değmesi... Bu hisler karşı konulamazdı. Kara’nın bakışları, duyduklarını kavramaya çalışır gibi İpek’in yüzünde gezindi. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonunda, Kara yavaşça sordu: “Şimdi mi?” İpek başını kaldırdı, gözlerindeki kararlılığı göstermek istercesine Kara’ya baktı. “Evet, şimdi,” dedi, sesi fısıltı kadar hafif ama bir o kadar güçlüydü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD