Yazar anlatımı...
İpek’in acı dolu günleri, Kara’nın kendisini bıraktığı o pis ve sefalet içindeki yerde, umudunun her gün biraz daha tükendiği anlarla doluydu. Her sabah uyandığında karşılaştığı manzara, onu derin bir karamsarlığa sürüklüyordu. Kaldığı ismi gibi kendisi de batakhanr olan bir yerde ona küçük ve küfle kaplı bir oda verilmişti. Kapısı bile zar zor kapanıyordu. Burada İpek'in yaptığı iş temizlikti. Koridorlar, odalar, lavabolar. Ama öyle böyle değil. Lavaboların gideri kullanılmış prezervativle tutulmuş, yatak odalarındaki çarşaftasa her defasında ağır sıvı kokusuyla karşılaşıyordu. Ne kokusu olduğuysa belliydi. Çünkü burası insanların parayla kadınlarla birlikte olduğu bir yerdi. Bazılarıysa sadece zevkine göre gelirdi. İpek'in ilk geldiği gün koridorda gördüğü gibi dudak dudağa olan kadın ve erkek yaklaşımına kıyasla burada kaldığı bir hafta içinde ondan daha rezil ve berbat o kadar sahneler görmüştü ki. Cinsellik hayatında artık nefret ettiği bir duyguydu. İnsan yaşamadığı bir duyguya nefret eder miydi? İpek artık nefret ediyordu. Bıkmıştı her gün lavabo ve odalardaki sperm kalıntıları temizliğinden.
Paslı lavabolardan gelen ağır koku, kirli tuvaletler ve karanlık koridorlardaki kasvetli sessizlik, İpek için artık korkunç bir rüyanın tekrarı gibiydi. Buralarda kimseyi tanımadığı için yalnızdı ve etrafındaki insanlar onun çaresizliğini hemen fark etmişti. Karaysa bu sürede bir defa bile olsa onu ziyaret etmemişti.
Bir gün, içlerinden biri yanına yaklaştı, alaycı bir tavırla gülümsedi: “Burada yeni misin?" sordu alayla. Ama İpek çalıştığı için edebini bozmadı.
"Evet, yeni çalışmaya başladım"
"Bir gün seni ziyarete gelirim. Ücretini fazlasıyla öderim merak etme"
"O ne münasebet"
"Herkes burada kendi yolunu bulur. Sen de öğreneceksin. Buradakı erkeklerin her isteğine boğun eymen gerek" dedi.
İpek’in yutkunması bile zorlaşmıştı, gözleri istemsizce kaçıyordu. Yüzünü çevirmeye çalıştı ama adam elini omzuna koydu.
"Hayır. Ben sadece temizlik yapıyorum"
“Bak, şimdi temizlik yapıyor olabilirsin, ama burada herkes bir şey ister. Sen de senden istenileni gerekeceksin,” diye fısıldadı, elleri İpek'in bel oyuntusunda gezindi, sesi iğrenç bir samimiyetle doluydu.
İpek, korkuyu her hücresinde hissediyordu ama kendini geri çekerek, titrek bir sesle cevap verdi: “Beni rahat bırak. Burada ne aradığımı bile bilmiyorum, ama sana hiçbir şey vermeyeceğim.”
İpek adamdan kurtulmaya çalıştı ama adam onun kıpırdanmalarına engel oldu. Daha sonra adam alayla gülerek elini çekti fakat giderken İpek’e tokat atıp yere serdi. İpek'in zihninde yalnızca Kara’nın yüzü vardı. Adamın ona tokat vurması umrunda bile olmadı. Kara'ya duyduğu öfke ve çaresizlik iç içe geçiyor, her gün biraz daha güçsüzleştiriyordu. Artık burada dayanacak gücü kalmadığını hissediyordu, ama Kara’nın ona yeniden ne yapacağını bilmenin de dehşetini yaşıyordu. Ya hiç gelmeyecekse. Çünkü burada böyle fazla kalamazdı. Bir hafta sonunda belki de İpek hayatta olmayabilir.
*****
İpek/Kara
Bir haftadır yeni bir hayatım vardı. Ama ne yazık ki bu karanlık hayatı ben seçmemiştim. Belki de abimi yaşatmak yüzünden seçmiştim. Ama o da beni yaşatmak istediği için ebedi karanlığa kapsolmuştu.
Daha ne kadar burada kalıp pislik temizlemem gerekiyor, bilmiyordum. Ama koridoru daha yeni silmiştim ki açılan kapıya baktım. Kapının menteşelerinin gıcırtısını her gün duymak kulaklarımı artık sağır yapmıştı. Ama yalnız değildi. Yanında ne olduğu zaten üzerindekilerden belli olan bir hayat kadınıyla gelmişti.
Başımı yukarı kaldırdım ve onu gördüm… Kara. Yanındaki kadının yüzünde alaycı bir tebessüm vardı.
Gözlerimi kaçırmak istedim, ama yapamadım. Bu kadar alçalabileceğini düşünemezdim; onun karşısında böyle güçsüz, böyle… kırılgan durmak istemiyordum.
Kara, bana o bildik alaycı gülümsemesiyle baktı ve yanındaki kadının saçlarına dokunarak, “Ah, İpek, seni bu hâlde görmek nasıl da keyif verici,” dedi. Sesi içimde bir yere ince bir bıçak gibi saplandı. Hiç mi bana yaptıklarından içi acımıyordu.
Diğer tarafa dönmek istedim, gözlerimi ondan kaçırmak istedim. Ama içimdeki öfke galip geldi, “Beni buraya sen attın,” dedim. Sözlerim zar zor döküldü dudaklarımdan. “Bu pisliğin içine sen zorladın beni.”
O ise sanki hiç umursamıyormuş gibi güldü, sesindeki alay her hecede daha da artıyordu. “Seni buraya getirdim, doğru. Ama bak, ne kadar da güzel uyum sağlamışsın. Zaten nereye aitsen, oraya dönersin İpek.”
İçimde patlamak üzere olan bir yanardağ gibiydim. Boğazımda düğümlenen o hisle devam ettim, “Beni burada bırakıp nasıl hiç merak etmezsin nasıl olduğumu? Ya ölmüşsem? Hayatımı mahvettin, ama hâlâ bununla eğleniyorsun.”
O, bana yaklaşıp alçak sesle konuşurken yüzündeki acımasız bakış hiçbir şekilde yumuşamadı, “Evet, mahvettim. Ama sen buradasın ve gayet te iyisin, İpek. Bu pisliğe alışmış gibi duruyorsun.”
Sözleri, kalbimde soğuk bir bıçak gibi keskinleşti. Sanki içimdeki bir parçayı koparıp atmıştı. “Bir gün, bana yaptıkların için pişman olacaksın, Kara Başaran,” dedim, titreyen sesimi kontrol etmeye çalışarak. “Ve o gün geldiğinde, sana dönüp bir kez bile bakmayacağım.”
Kara’nın yüzünde kısa bir an duraksama hissettim, ama hemen ardından tekrar o kendinden emin alaycı ifadesine geri döndü. “Ben pişman olmam, İpek,
Ateş,” dedi. Son bir kez bana küçümseyerek baktı, kolundaki kadına daha sıkı sarıldı ve arkasını dönüp çekip gitti.
O an, tek başıma o karanlık koridorda kalakaldım. İçimdeki öfke ve kırgınlık yan yana oturmuş, acı içinde titriyordu. Birde ona karşı bitmeyecek gibi olan: Kara’ya karşı hiç eksilmeyen, hatta her geçen gün büyüyen o nefret.
*****
Yarım saattir o odanın kapısının önünde bekliyordum. Müdürüm dediğim o adam, beni buraya dikmişti. Kapıdan çıkanlar olduktan sonra temizlememi istemişti odasını. Ve Kara, nereye gittiyse gitmiş, uzun süredir geri dönmemişti. Hangi cehennemde kaybolmuştu, bilmiyordum. Ama içeriden gelen inleme ve kadının çığlık sesleri, hayatımda hiç deneyimlemediğim bir şeyden beni soğutmaya başlamıştı. Her gün insanların birbirini bu kadar vahşice tükettiğini duymak, dayanılmaz bir hâl alıyordu.
Odanın içindeki sesler, çığlıklara karışıyordu; bazen öyle bir an geliyordu ki, sanki bir kadının dövüldüğünü hissediyordum. Bazı kadınlar, bu çirkin oyunun bir parçası olmaktan bile gurur duyuyormuş gibi, sesini çıkarmıyordu. Neden böyle bir yola girer ki insan? Zorla mı, yoksa isteyerek mi bu hayatı seçmişlerdi? Benim gibi bu karanlık dünyaya mecbur kalan başkaları da var mıydı? Ya da kaçıp kurtulmak için savaşmışlar mıydı? Aklım bu sorularla meşgulken, içeriden gelen rahatsız edici sesler bir anda kesildi.
Sonunda kapı açıldığında, birden kapının önünde sendeledim ve belime dolanan güçlü bir el beni tuttu. Kendimi toparladım ve başımı kaldırdım, tanıdık o keskin kokuyla gözlerim Kara’nın bakışlarına kilitlendi.
"Kara," dedim, sesi kontrol edemeden kekeleyerek.
Alaycı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. "Ne arıyorsun burada?"
"İşimi yapıyorum," diye cevap verdim soğukkanlı kalmaya çalışarak.
"İşin kapı dinlemek mi?"
"Hayır," dedim hemen, öfkeyle. "Oda temizliği."
Kara’nın dudaklarında beliren alaycı gülümseme, içimdeki öfkeyi daha da alevlendirdi. "Yakışmış. Tam da sana göre bir iş."
Bu sözleri içime bıçak gibi saplandı ama belli etmedim. "İğrençsin," dedim sert bir sesle, ama gözlerim istemsizce aralık kalan kapıdan içeri kaydı. Yatakta çıplak uzanmış kadını gördüğüm an içim sıkıştı; şimdi her şey daha da anlam kazanmıştı. Saatlerdir dinlediğim bu sesler… meğer onunla yaşadığı o anlara aitti. Kara, alaycı bir şekilde güldü ve omzumu sıktı.
"Beğendiysen sana bir kıyak geçebilirim," dedi, sesinde o dayanılmaz küçümseme vardı.
Bunu duymak bile midemi bulandırdı. "İstemez," dedim ve hızla kollarından kurtulup bir adım geri çekildim.
"İşin bittiyse çek git. Yüzünü bile görmek istemiyorum. Senin yanında olmaktansa odaların temizliğini yaparım, hiç olmazsa kendimi daha iyi hissederim."
Kara, alaycı gülümsemesini daha da derinleştirerek yaklaştı, gözleri beni delip geçiyordu. "İşim bitti ve çok güzeldi. Başka zaman görüşürüz," diyerek arkasını dönüp ağır adımlarla yürümeye başladı.
"Umarım bir daha hiç görüşmeyiz," dedim, sözlerimin soğukluğu bile içimdeki acıyı dindirmedi. Sırtımı ona dönerken hâlâ kalbimde yankılanan o rahatsız edici his vardı. Kara, benim için kapı arkasında kalması gereken bir kâbustu, ama ne yaparsam yapayım bu kâbustan uyanamıyordum.
Şimdi, bir de o kadının çıkmasını beklemek zorundaydım.
*****
"Pislikler," diye içimden söylenip odanın ortasına atılan prezervatifleri topluyordum. Midem bulanarak elime geçirdiğim eldivenle pisliklerin arasından geçiyordum, ama üzerimdeki kirlenmişlik hissini yatıştırmaya yetmiyordu. Bura geldiğimden beri düzgün bir yıkanma fırsatım bile olmamıştı. Eski bir yatağın dışında, bana ait hiçbir şey yoktu. Bu berbat yerde Kara’nın bana reva gördüğü hayat, tüm insanlığımı tüketiyordu.
Bu odanın ağır kokusunun ve etrafa saçılan çirkinliğin sebebinin Kara olduğunu düşündükçe içimdeki öfke daha da kabarıyordu. Onun başka bir kadınla birlikte olması mı beni bu hale getiriyordu, yoksa beni kendi sefaletinde boğulmaya terk edip kendi keyfine bakması mı? Hangisi daha çok yaralıyordu bilemiyordum; ama nefret içimde gittikçe büyüyordu.
Tam pislikleri toplamaya odaklanmışken, başıma aniden ağır bir darbe aldım.
"Ah!" diye inleyerek yere yığıldım. Başımı ellerimle tutarken, gözümün önünde beliren o adamı seçebiliyordum.
"Müdür..." dedim zorla. O burada ne arıyordu, neden bana vurmuştu? Yoksa bu da mı Kara’nın bir oyunu?
Adam alaycı bir gülümsemeyle başımı ezmek ister gibi yaklaştı.
"Evet, müdürün... Patron ve çalışan arasında bir şeyler yaşanmasına ne dersin? Biraz kirlisin ama... başka zaman yıkanırsın." Sesi tüylerimi ürpertiyordu.
"N-ne diyorsun sen?" dedim titreyerek, düştüğüm yerden uzaklaşmak için sürünmeye başladım. Ama adam beni yakaladı, ayaklarımı hızla çekip belimden sıkarak kendine doğru çekti.
"Seni istiyorum," dedi, sözlerinde iğrenç bir tehdit vardı. "Bir haftadır buradasın ve hiç... paylaşmadın."
"Ben sadece temizlik yapıyorum," diye fısıldadım, sesi çıkmayan bir umutsuzlukla.
"Ah, evet. Kara öyle istedi. Ama bir kerecik tadına bakmakla bir şey olmaz. Hem sen ve ben söylemezsek, kim bilecek?"
"Hayır!" dedim, sesi zar zor çıkan bir haykırışla. Ama bu sözlerim onu daha da azdırdı, ayaklarımdan tutup beni yatağa doğru çekmeye başladı. Çırpınıyordum, tüm gücümle ondan uzaklaşmaya çalışıyordum ama o, her hamlemde beni daha sıkı kavrıyordu.
"Fazla debelenme," dedi sinsi bir sesle, yüzündeki pis gülümsemeyle. "Yoksa canın daha çok yanar."
Bir anda beni kucağına aldı ve yatağa doğru savurdu. Üzerindeki kıyafetleri çıkarmaya başladığında gözüm kapıya kaydı. Kaçmak için bir şansım var mıydı? Bu odadan kurtulmak için bir yol bulabilir miydim?
Gözlerimdeki korkuyu fark etti ve elindeki anahtarı göstererek sinsice güldü. "Boşuna bakma, anahtar bende."
İçimdeki korku çaresizlikle birleşti. Şimdi, burada bana yardım edebilecek kimse yoktu. Abim burada olsaydı… keşke. Şimdi neredeydi? Acaba kardeşinin neler yaşadığından haberi var mıydı?