İpek ve Kara
İkinci kattan atladığım için üç gündür yatakta yatıyordum. Neyse ki hiçbir kemiğim kırılmamıştı ama vücudumda ağrıyan ve morarmayan tek bir yer bile yoktu. Kara’nın, bana zorla sahip olmaması içimde ölüme dair hislerimi biraz hafifletmişti. Eğer o korkunç şey olsaydı, yaşamaya devam edemezdim. Ama yapmamıştı. Bu, gelecekte yapmayacağı anlamına gelmese de, şimdilik içimi rahatlatmaya yetiyordu.
Abimi özlemiştim. Her gün yeniden onun yanında olmayı, sesini duymayı düşlüyordum. Ancak ne telefonum vardı, ne de onunla iletişim kurabileceğim bir yol. Zaten Kara'nın izin vereceğini de sanmıyordum. İlk günden beri başıma gelenleri düşündükçe kendime saydırıyordum, ama yine o durumda olsam yine aynı kararı verirdim. Abim, benim için her şeyi göze almıştı; bir katil damgasıyla yaşamayı bile. Bu yük, her geçen gün onun omuzlarında daha da ağırlaşıyordu. Belki de Kara’nın bana ettiği eziyetle bu acı bir nebze soğuyacaktı. Ancak, tüm bu yaşananlar, abimin yüzünden suçsuz yere ölen insanları unutturmuyordu bana.
Beni bu durumda asıl boğan, gerçekte kimlerin suçlu olduğunu bilmenin imkansızlığıydı. Katil kimdi? Cinayeti işleyen mi, emir veren mi yoksa abimin cinayete başlama nedeni olan ben mi? Bu, öyle bir soru ki; içimi delip geçen, ama cevabı olmayan bir soru…
Bugün ağrılarım biraz dinmişti, morluklarım sararmaya başlamıştı. Yataktan kalkmak istedim, ama Kara’nın getirdiği doktor buna izin vermedi. Sanki onun izniyle kalksam ne yapacaktım ki? Kara’nın isteyeceği hangi pisliği temizleyecektim acaba?
"Güzellik uykun bittiyse kalk, hadi. Bu kadar tatil yeter," dedi, kapıyı sertçe açarak odaya destursuz giren Kara. Günlerdir odama bile gelmiyordu. O olmadığı anlarda o kadar huzurluydum ki. Onun sert ve ruhsuz bakışları bende dehşet uyandırıyordu. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamdı sonuçta; her şeyi yapabilecek kadar gözü karaydı.
"Doktor kalkmamamı söyledi," dedim, sesimde ona itiraz etmenin nafile olduğunu bilerek.
"Doktor halt etmiş. Hadi kalk, işim var seninle."
"Tamam, sen çık, ben giyinip geliyorum," dedim, yorganı üzerime daha sıkı çekerek. O an hissettiğim korku yüzünden kalbim deli gibi atıyordu.
"Ne var ki saklanıyorsun? Zaten her ayrıntını gördüm. Hadi, giy üzerini, bekliyorum," dedi, o kadar umursamaz bir tavırla ki, içimdeki öfke dalgası kabardı. Koltuğa oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştı. Elinde de tespihi, sanki beklemekten keyif alıyormuş gibi.
"Film mi izliyorsun?" dedim ona öfkeli bir sesle. Tamam, beni çıplak görmüştü ama bu bakışlarıyla beni rahatsız etmesine asla hak vermiyordu.
"Evet. İsmi de ne biliyor musun? Aptalın Kaybolan Hayatı," dedi alaycı bir gülümsemeyle. Sanki bütün kontrol onda, benimse bir seçim hakkım yoktu. Ama gerçekten de tüm kontrol onun elindeydi.
"Dışarı çık ve giyinip geliyorum. Yanında giyinemem," dedim, sesim titremesine rağmen kendimi güçlü göstermek için sert çıktım. Beni korkutmasına rağmen, cesur görünmeye kararlıydım. Onunla boy ölçüşemeyeceğimi bilsem de.
Kara, bu sözlerimle aniden yerinden kalktı, yanıma kadar geldi. Çeneme kadar çektiğim yorganı sımsıkı tutarak kendimi korumaya çalıştım, ama bir hamlede yorganı üzerimden çekip yere attı. Birkaç saniye içinde ürkekliğim, yerini derin bir utanca bıraktı.
"Sanki saklanacak bir vücudun var. Sıradan ve basit," dedi buz gibi bir sesle. Bu sözleriyle beni daha fazla ezdiğini, küçümsediğini belli ediyordu. Ardından soğuk bir umursamazlıkla koltuğuna geri oturdu.
"Şimdi, gözlerimin önünde giyin, ya da direnmeye devam edersen, köpeklerimle birlikte giyinirsin," dedi, gözünü bile kırpmadan.
Nefesimi tutarak ona baktım, sinirlerim gerilmişti. Ama o an, içimdeki korku galip gelmişti. Pijamayla kalmış bedenimi daha fazla zorluk çıkarmadan yataktan kaldırdım. Çalışan yardımcı kadın Emine teyzenin yardımıyla eşyalarımı dolaba yerleştirmiştim. Ama bu bana verilen odada daimi kalacağım anlamına gelmiyordu.
*****
Karşımda utançla ayakta duran kıza bakarken, kontrolümü kaybetmemek için derin bir nefes aldım. Her ne kadar onun vücudunun sıradan ve basit olduğunu söylemiş olsam da, bu yalnızca onu incitmek için söylenmiş bir yalandı. Gerçekte, gözlerim her bir hareketini izlerken zihnim, içimdeki her düşünceyi darmadağın ediyordu. Önce pijamasının üstünü çıkardı; sırtı bana dönük olduğundan yüzümdeki ifadeyi görmüyordu. Bembeyaz tenindeki morluklar iyileşmeye başlamıştı, ama vücudundaki o izler bile ona ayrı bir güzellik katıyordu. Göğsünü örtmek için hızlıca sütyenini taktı ve üzerine ince, balıkçı yaka bir kazak geçirdi. Fakat bu kadının bedeninin her bir ayrıntısı, gözlerimden asla kaçmıyordu.
Bir an için kendi içimde bu kadar etkilenmeme şaşırdım. Gözlerim, farkında olmadan bacaklarına kaydı; orada, bana karşı savunmasız oluşu ve doğallığı, bende gitgide bastıramadığım bir istek uyandırıyordu. Bu durum hoşuma gitmese de, onu yanımda tutma nedenimin sadece intikam olduğunu kendime hatırlatmaya çalıştım. O benim için yalnızca bir araçtı; daha fazlası değil, fazlası olmamalıydı.
Ansızın ona doğru bir adım attım ve farkına bile varmadan kendimi onu yatağa yatırırken buldum. Ata biner gibi üzerine çıktım. Gözlerinde bir an için beliren şaşkınlık, ardından gelen korku ile birleşti.
"Bırak beni!" diye bağırdı. Ama sesini duyan biri olsa bile yardıma koşacak kimse yoktu; herkes İpek konusunda katı kurallarımı biliyordu ve ona kimse dokunamazdı.
"Bana kendini sunarken aklın neredeydi acaba?"
"Ne sunması be? Deli misin?" yine bağırdı.
"Akıllı olduğum sayılmaz. Ama karşımda domalırken aklıma başka bir şey gelmiyor"
"Sen istedin ya. Sana bakmıyorum bile ne kendini sunması?"
"Olmayan güzelliğini ni satıyorsun böyle?" diye fısıldadım.
"Ne satması? Ne saçmalıyorsun?" dedi, öfkeyle gözlerini dikerek. O anki hiddetini ve yüzündeki meydan okuyuşu sevdim. Sanki hiçbir şeyden korkmuyor gibi bana karşı geliyordu.
"Karşımda soyunmanı isteyen sendin ve öyle sıradan bir bedenin bana hiçbir şey hissettirmeyeceğini söyleyen de..." tekrar ederek dedi. Sesindeki o hafif titremeye rağmen kendini güçlü tutmaya çalışıyordu. Bu tavrına istemsizce hayran kaldım.
Sözlerime bana geri iletmesi beni etkiledi. Fakat bunu göstermedim. "Bazen sıradan olanlar, en çok arzulananlardır. Bu da seni daha az istediğim anlamına gelmez," dedim, onun elini sıkıca tutarak.
"Sen ahlaksızın tekisin," diyerek kendini savunmak için elleriyle beni itmeyi denedi. Fakat her iki elini de başının üstünde tutup gözlerine baktım.
"En sevdiğim pozisyon bu," diye fısıldadım kulağına doğru eğilerek. Yasemin kokusu burnuma dolduğunda, içimdeki sertlik bir anlığına yumuşadı, ama onu bırakamazdım.
"Bana zorla dokunmayacağını söylemiştin," dedi, gözleri dolarken.
Sözlerinden yayılan o küçük umut kırıntısı içimde bir burukluk bıraktı. Ama yine de gözlerimi ondan ayırmadım.
"Evet, zorla olmayacak. Ama bu sana dokunmayacağım anlamına da gelmiyor. Sadece... buna alışacaksın," dedim, sesiyle bir an bile olsun kendimi kaybetmeden.
"Sen ve ben asla..." diye fısıldadı. Sözleri acı bir gerçek gibi yüzüme çarptı, ama cevabım basitti.
"Yaşa ve gör," dedim, dudaklarına hafifçe dokunarak. Onu tamamen benim yapmamış olsam bile, ona dokunmanın verdiği his farklı bir boyuttaydı. Dudaklarından aldığım o küçük, sert öpücük aklımı daha da bulanıklaştırdı; tadı, yasaklanmış bir meyvenin çekiciliği gibiydi. Ve bu yasak meyve adı gibi bana yasak kalmalıydı.
*****
Bu dünyada kendini kurnaz zannedip, bana sözde alışkanlık kazandıracakmış gibi davranıyordu. Ama alışmak mı? Bu adamın yanındayken içimde ne huzur vardı, ne de güven. Yalnızca korku ve öfke… Kendinden emin, soğuk tavırları, beni her seferinde daha da öfkelendiriyordu. Özellikle o izinsiz dokunuşları, beni çileden çıkartmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Aramızda adı konmamış bir bağ varsa, bunun adı sadece nefretti.
“Aferin. Zamanında gelmişsin,” dedi, yüzü ekşi bir ifadeyle. O tesbihi elinden düşürmeden, gözlerimin içine bakmadan konuşuyordu.
“Geldim,” dedim soğuk bir şekilde. Gereksiz uzatmaya gerek yoktu.
“Gidiyoruz.”
“Nereye?”
“Gidince görürsün. Fazla soru sorma,” dedi, sert bir bakışla ve yürümeye başladı. Her zamanki gibi önden gidiyor, bense peşinden sürükleniyordum. Yine kendi sonuma doğru yürüyen bir yolcu gibiydim.
Arabaya bindik. Yine sessizdi. Zaten konuşmaya niyetim yoktu, onunla ne konuşabilirdim ki? Beni daha önce getirdiği bu yabancı eve benzer bir yere mi götürüyordu yine?
Sonunda, üzerinde “Batakhane” yazan karanlık bir binanın önünde durduk. İsim bile tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Arabadan indik ve sessizce yürümeye devam ettik. Karanlık bir koridorda ilerlerken, köşede birbirine sarılmış, kendini kaybetmiş bir çift gözüme takıldı. Kadının hali perişandı, ama bundan zerre kadar rahatsız görünmüyordu.
“Senden de böyle performanslar bekliyorum,” diye alayla konuştu.
“Rüyanda görürsün,” dedim tiksinerek.
“Rüyaların bazen gerçeğe dönüşme ihtimali vardır, İpek Hanım,” dedi, gözlerindeki o karanlık parıltıyla. Midemde bir sıkıntı yükseldi, yüzümü buruşturdum.
Bir kapıya ulaştık, açtı ve içeri girdi. İyice ürkütücü bir yerdi burası, her şey bana yanlış bir yere geldiğimi fısıldıyordu ama adım atmak zorundaydım. Kendi başıma kaybolmak istemiyordum.
“Söylediğim kız bu,” dedi içerideki adama, sesi en ufak bir tereddüt bile içermiyordu. “Nasıl istersen kullan.”
Bu sözler zihnimde yankılandı. Nasıl istersen... Kullan? İçimdeki korku daha önce hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Donup kalmışken, karşımdaki adam bana baktı ve gülümsedi. O sırada Kara hiçbir şey söylemeden dışarı çıktı, ardından gitmek istedim, ama adam kolumdan tuttu.
“Nereye böyle, güzelim?”
“Bırak beni!” diyerek kolumu kurtarmaya çalıştım.
Ama adam sıkıca tutup yüzüme sinsi bir gülüşle eğildi, “Artık benim malımsın. Efendin seni bana sattı.”