"Onu görmeme izin ver."
Avucumun derinliklerine saplanan tırnak diplerime kanın bulaştığını hissedebiliyordum. Annemin kapısının önünde duran babama konuştum. Gözlerinde az biraz acıma görseydim şayet sıktığım bedenimi serbest bırakır ve titreyerek ağlayabilirdim.
Alt dudağımı kuvvetle ısırdım. Her ne kadar kuvvetli olsam da konu annem olunca sanki en hafif rüzgar bedenimi devirebilecekmiş gibi hissediyordum.
Babamla birbirimize dış görünüş olarak çok benzesek de duygusal olarak tamamen annemin kızıydım. Annem de ben de duygularımızı gizlemeyi iyi bilirdik.
Annemle aramızdaki tek fark; o aşkı karşılığında her şeyden vazgeçmişti.
İyi bir ev hanımı olmak için kendini kocasına adamış, ailesinin onayını almak için hayallerini bastırmıştı.
Babam meşgulken ona yemek pişirmek için gece çok geç saatlere kadar uyumadığına, ona kahvaltı hazırlamak için her sabah erkenden uyanışına şahit olmuştum. Bir eşten çok, evlilik yıllarında daha çok bir köle gibiydi.
Ve tüm bu çabalar ona yalnızca buz gibi bir bakış kazandırmıştı. Annemin anlattığı, babamın ona karşı var olan aşkını hiç görememiştim. Annem, sadece onun stres topuydu.
"Senin burada işin yok."
Babamın buz gibi çıkan sesiyle irkildim. Bana sevgi göstermemesine alışıktım. Onunla iletişimimiz hep tartışmayla sonuçlanırdı.
Bana çok kez ceza vermeye çalışmıştı ama ben ona olan inadımdan tüm o cezalara katlanmış ve daha da dik başlı olmuştum. Bu da onun canını sıkmaktan ileri gitmemişti.
"Onu görmem lazım," diye tekrarladım yumruklarımı sıkmayı bırakmayarak.
"Sözümü ikiletme."
Babamın bariton sesine alışmış olsam da kalp kırıklığımın önünü alamıyordum. Bu adam beni kaç kez kırmıştı? Saymayı bırakalı çok olmuştu. Yara izleri olduğu yerde kalıyordu.
Sıkkın bir nefes verip sırtımı ona dönüp merdivenleri indim. Evin kapısının önüne geldiğimde babamın arkamdan beni uyarırcasına adımı seslenişini duydum.
“Efsa!”
Ve duymazdan gelerek kapıyı çarpıp evden çıktım.
—-
Yüksek binanın çatısında ayak sesleri yankılandı. Bileklerinden sandalyenin kollarına bağlayan plastik kelepçeyi çekiştirdi adam. Ağzını ayrı bir bant şeridi kapattığı için sesini çıkartamıyordu. Burun deliğinden kan sızıyordu ve sağ gözünün etrafındaki yaralar morararak şişmişti.
Ayak seslerine sahip olan genç adam, sandalyedeki adamın karşısında durdu. Elleri ceplerinde, boynunu eğerek baktı bir süre ona. Sonra etrafında yavaşça bir daire çizdi.
"Neden bu konumda olduğunu biliyor musun, Ömer?"
Adı seslenilen adam, dudaklarının üzerindeki bant yüzünden kelimelerle cevap veremiyordu. Cevap vermek için çırpınırken gözleri irileşti.
Genç adam, yeniden tutsak olan Ömer’in karşısında durdu. Yüzüne sahteliğin emaresi bulunmayan şefkatli bir gülümseme yerleştirerek ona yaklaştı ve omzunu okşadı.
"Endişe etme. Bu kadar çırpınmanı gerektiren bir şey yok. Başınızı sallayarak cevap verebilirsin.”
Genç adam sözünü tamamladığı anda Ömer hızla başını salladı.
Koca şehrin ışıkları her yöne saçılarak gecenin karanlığına engel olmaya çalışıyordu. Gökyüzünde tek yıldız dahi görünmüyordu. Saat sabahın üçüydü ama uyku nedir bilmeyen şehir hiç de sessiz değildi. Siren sesleri havayı kesti ve onlara çok da uzak olmayan bir yerde bir araba alarmı çaldı.
Tüm o gürültüye rağmen genç adam kısa bir süre sessizliğini sürdürerek Ömer’in gözlerinin içine baktı ve sonra tek kaşını kaldırdı.
"Gerçekten mi? Peki ben neden bunun bir yalan olduğunu düşünüyorum?”
İri cüsseli iki adam, genç adamın arkasında duruyordu. Kollarını göğüslerinde kavuşturdular. O iki adamı kimse kolay kolay alt edemezdi. Eskiden genç adamın babasının adamları olsa da artık onun için çalışıyorlardı.
Yağız Arhan. Arhan olan her şeyin sahibi, başı.
Akıllı bir adamdı. Gençliğinin ona karşı bir engel olduğunun tamamen farkında olmasına rağmen bunu acımasızlıkla ve gaddarlıkla telafi etmeye kararlı, böylece başka kimsenin Arhan ailesine bulaşmamasını sağlamaya çalışan genç bir adam Yağız Arhan..
Babasının ölmesi ve ablası Sedef’in İhsan ailesine gelin gitmesiyle, temelde sadece ailesini temsil eden tek Yağız kalmıştı ve babasının mirasına sahip çıkması gerekiyordu. Kendine bir söz vermişti. Babasını hayal kırıklığına uğratmayacaktı.
Ömer manasız bir şeyler mırıldandı. Ona konuşma şansı vermemişti ama ona da sıra gelecekti. Aklındaki sıraya göre ilerleyecekti.
"Babamı öldüren bomba patlamadan birkaç saat önce şehrin batısındaki depoda görüldüğünü öğrendiğim için buradasın."
Ömer inkar etmek için tekrar başını kuvvetle salladı ama Yağız ona inanmadı. Ona göre Ömer masum değildi. Doruklar için çalışıyordu. Birkaç hafta önce barın birinde, bir adamın parmaklarını onun önüne geçmeye çalıştığı için nasıl kestiğine dair söylentiler duymuştu Yağız. Kesinlikle bilmesi gerekiyordu. İçimden bir ses babasının öldürülmesinden Dorukların sorumlu olduğunu söylüyordu ama eğer bir kanıt bulursa, tıpkı onların ailesini yok ettiği gibi Yağız da onların ailesini yok etmekte tereddüt etmeyecekti.
Ömer'in çevresinde bir tur daha yürürken serin bir esinti görünmez parmaklarını saçlarının arasından geçirdi.
Yağız, babasının artık olmayacağı bir şehirde yaşamaya çalışıyordu. Bir suç örgütünü yönetmenin getirdiği stresten onu her zaman Mehmet Arhan korumuştu ama artık o tampon ortadan kalkmıştı.
İş istikrarsızdı ve büyük bir kısmı itibar uğruna yapılıyordu. Yağız, itibarın nasıl bir şey olduğunun tamamen farkındaydı.
Milyarlarca liralık bir işi yürütmekten çok, ortalıkta dolaşmak ve eğlenmekle ilgilenen genç bir delikanlıydı Yağız.
Babasının omuzlarına bindirdiği sorumlulukların ağırlığından dolayı Sedef'e her zaman üzülmüştü Yağız. Aralarında sadece birkaç yıl olmasına rağmen Sedef’ten beklentileri her zaman Yağız’a oranla çok daha yüksekti.
Mehmet Arhan, Yağız aracılığıyla gençliğini yeniden yaşadığını gizlememişti. Onun eğlenmesini isteyerek partilere katılmasına ve ortalıkta dolaşmasını teşvik etmişti. Babası da Yağız da işin sorumluluklarını üstlenme konusunda endişelenmeye gerek kalmadan önce uzun yıllarının olduğuna inanıyordu.
Şimdiyse bundan pişmandı. İş ortaklarına, tıpkı Mehmet Arhan'ın yaptığı gibi onun da işleri halledebileceğine dair güvence vermek için ihtiyacı olan teknik bilgiye sahip olmayı isterdi.
Sonuçta, belirsizlik tehlikeli bir şeydi.
Yağız, Ömer'in ağzının köşesine uzandı. Bantın kenarını tek fiske vurarak derisinden soydu ve sonra tek seferde hepsini söktü. Ömer acıyla inledi.
Yağız ise onun bu tepkisine güldü. "Ne oldu? Acıttı mı? Şuna bile dayanamıyorsun,” Cıkladı. “Şimdi soruma cevap ver ve bu sefer bana gerçeği söyle. Patlamadan önce depoda mıydınız?”
Ömer can havliyle başını hızla salladı nefes nefese.
“Hayır değildim. Yemin ederim. Bunu sana kim söyledi? Dolduruşa geliyorsun. Birisi benim hakkımda kötü konuşuyor, hepsi bu.”
Omuz silkti. "Tamam," Bir adım daha yaklaştım. "O zaman gitmene izin vereceğim."
Ömer’in gözleri umutla parladı. "Gerçekten mi?"
Yağız’ın bu kadar çabuk ikna olacağını hiç sanmazdı. Avucuna aldığı küçük ama keskin bıçağı açtı. "Tabii ki de değil. Sen salak mısın?"
Bıçağı Ömer’in elinin sırtına sapladı ve avucunu sandalyenin koluna sabitledi. Yağız bu işlemi o kadar hızlı yapmıştı ki Ömer başta ne olduğunu anlamadı ve tepkisi sonradan geldi. Ağzını açtı ve acıyla bağırdı.
"Şimdi," dedi, tehlikeli derecede sakin kalarak Yağız. "Sana tekrar soracağım. Bomba patlamadan önce depoda mıydınız?”
Ömer dibindeki canavara acıyla kıstığı gözlerinin arasından baktı. Bu adamın şakası yoktu ve her an canından olabilirdi.
"HAYIR! Ah! Lanet olsun, ben değildim!
Yağız bıçağının sapını kavrayıp elinden geri çekti. Derin kesikten kan aktı ve ayak ucuna damladı. Ömer başını ağır bir şekilde iki yana salladı.
Yağız tereddüt etti. Yanılıyor olabilir miydi? İnsanların ortalığı karıştırmak için yalan söylediği aşikardı. Dorukları ortadan kaldırmanın kime faydası olacaktı peki?
Bir aile tanıyordu.
İhsanlar.
Fakat bombanın olduğu gece oradaydılar. İçlerinden birinin öldürülmesini de engelleyen hiçbir şey yoktu ve patlamanın en ağır darbesini babasının alması sadece şanssızlık olabilirdi. Hedef Tamer İhsan da olabilirdi.
Sandalyenin arkasını kavradı ve Ömer’i düz çatının çakıllarının üzerinden sürükledi. Kenara yalnızca birkaç santim kalmışken durdu. Her an düşürmeye yakın ama birinin düşmesini engelleyecek kadar da uzaktı .
Yağız, Ömer’in yüzünü ilerideki devasa boşluğa doğru çevirdi ve sandalyenin sırtını hala tutarken ön iki ayak üzerinde dengede duracak şekilde yukarı kaldırdı.
Ömer korkuyla çığlık attı. “Hayır, hayır lütfen! Kahretsin. Kahretsin!”
"Burada tutuşum oldukça riskli, Ömer. Bu gece hava sıcak ve avuçlarım terli. Bundan nefret ederim. Yani, her an parmaklarım kayabilir.”
Yetişkin bir adamın ağladığını görmek Yağız’ın hoşuna gitmedi. Bir şeyler onu rahatsız ediyordu ve bu histen hoşlanmamıştı.
"Bana depoda ne yaptığını söyle."
“Ben orada değildim. Beni başkasıyla karıştırdın."
“Eğer sen orada değilsen de eminim orada olan birini tanıyorsundur. Bana bir isim ver, ben de seni bırakmayı düşüneyim.”
Sandalyeyi sanki düşecekmiş gibi hafifçe salladı. Ömer yeniden çığlık attı ve sanki bu onu bir şekilde kurtaracakmış gibi sandalyenin kollara tırnaklarını geçirdi.
Yağız’ın onu atmaya hiç niyeti yoktu. Aşağıdaki kaldırımda parçalanmış bir adam ve sandalye yalnızca dikkat çekerdi ki bu da gün sonunda başının daha çok ağrımasına sebep olmaktan öteye gitmezdi.
Biri ölecek ya da öldürülecekse bu sessiz ve görünmez olmalıydı.
"Hiçbir şey bilmiyorum ve Doruklar adamlarıyla uğraştığını duydukları anda onlar da senin peşine düşecekler."
Yağız başını salladı. "Bak sen. Ömer Beye de bak sen! Şu anki konumunu göz önüne alındığında gerçekten böyle davranman gerektiğini mi düşünüyorsun? Ölümün kıyısında olduğunu ne çabuk unuttun lan!”
Ömer’in anlık değişimi Yağız’ın sinirlerini bozmuştu. Az önceki fikrini yeniden düşünecek kadar. Kaldırımdaki cesedi en hızlı şekilde nasıl temizlenir, bir an düşündü.
“Ben zaten ölü bir adamım. Sana bir şey söylersem ve beni bırakırsan Doruklar beni öldürür. Bir şey söylemezsem de sen öldüreceksin."
Ömer’in bir anlık cesaretinden çıkan cümleler Yağız’ın duraksaması için sebep verdi. Akıllı ve sakin olmalıydı ki ayrıntıları fark edebilsin. "Eğer seni öldüreceklerse bir şeyler biliyor olmalısın."
Ömer anında yaptığı hatanın farkına vardı ama çok geçti. "HAYIR! Demek istediğim bu değildi.”
"Sanırım seçim şu; ya bana şu anda bildiklerini anlatırsın, ya da çok acı çekersin ve sonra yine bana anlatmak zorunda kalırsın."
Yağız, Ömer’in kulağının arkasından ona fısıldadığında Ömer gözlerini sıkıca kapattı. Anladı ki geriye tek bir seçeneği kalmıştı.
"Tamam, tamam. Teslimatı yaptım evet ama bomba olduğunu bilmiyordum. Yemin ederim. Elimde sadece bir sandık vardı ve bana onu depoda nereye bırakacağım söylendi, hepsi bu.”
"Sana sandığı kim verdi? Doruklardan biri miydi?”
"Hayır, Musa adında bir adam her şeyi yaptı,” Ömer’in ağzından can havliyle çıktı cümleler ve sonra gözlerini kocaman açtı. “İşte! Sana bir isim verdim. Beni hemen buradan uzaklaştır!”
Yağız bir söz vermişti. Anın verdiği tatmine rağmen onu bir süre daha olduğu yerde tuttu ve sonra sandalyeyi çatının kenarından çekti.
Ömer ciğerlerindeki tüm havayı dışarı verdi. Sağlam bir zeminde olmanın verdiği rahatlık açıkça görülebiliyordu.
Yağız’ın ise onunla işi daha bitmemişti.