BİRİNCİ BÖLÜM

926 Words
Çocukluğumu öldürdüğüm gün, ruhumu ona sattım. 18 EKİM 2013 PERŞEMBE GÜNÜ... Yataktan kalktığım gibi lavaboya girmiştim. Aynalar... Onlar bana kim olduğumu hatırlatan en iyi arkadaşlarımdı. Kendimle yüzleştiğimde onu duyabiliyordum. Fısıltılar... Aklımda inim inim inliyor, beni yönlendiriyordu. Görüntüme baktığımda morarmış gözaltlarıma gülümsedim. Vücudumdan akan kirli kanın gittiğini gösteriyordu bana. Uyku yok, hissetmek yok, acımak yok. Sadece ben ve fısıldayan arkadaşım var. Aynadaki aksini görüyor musun? Asıl sen, bu gördüğün yüz değil. Beni hissediyorsun değil mi? Zihnini boşalt. Bana ait ol. Şimdi önündeki usturayı al. Kirli kanını akıt. Dediğini yaptım. Usturayı alıp elimi boydan boya kestim ve akan kanı seyretmeye başladım. Ondan kurtuluyordum. Zamanla yenilenecek ve her şeye en baştan başlayacaktım, ama önce, onu öldürmem gerekiyordu. Beni hastaneye kapatmaya çalışan biricik abim... Tekrar aynaya baktım. İlk cinayetimi 17 yaşında işleyecektim. Bu gerçekliğin verdiği haz paha biçilemezdi. Banyodan çıktığımda dolabımın arka tarafına sakladığım bandajları çıkardım ve elimi sardım. Oyundaki düzen aynıydı. Annem yine nasıl bu kadar dikkatsiz olduğuma dair bir kaç zırvalık söyleyecek, babam umursamadan gazetesini okumaya devam edecek ve abim acınası gözlerle bana bakacaktı. Üzerimi değiştirip aşağı kata indiğimde herkes masada kahvaltısını yapmaya başlamıştı. Sakin adımlarla masaya ilerledim. Babamdan en uzak köşe, annemin yanı olan vitrin tarafındaki sandalyeme yerleştim. Çatalımı elime aldığımda annemin gözleri saniyesine elime kaymıştı. “Yine mi elini kestin? Nasıl bu kadar dikkatsiz olmayı başarıyorsun?” Onu duymazlıktan gelip salatalığı ağzıma attım. “Annem bir şey soruyor küçük kardeşim, neden cevap vermiyorsun?” Abim yüzündeki o hain gülümseme ile bana bakıyordu. Umursamadım. Umursa. O buna değmez. Değecek bir konuma getir. Onu hayatımda istemiyorum! O zaman onu yok et! Fısıldayan arkadaşımla anlaşmamızı yaparken gülümsedim. Onu bu gece kurban edecektim. “Sen neye gülümsüyorsun öyle? Ah anne, kaç defa söyledim sana. O normal değil, bir şeyler yapmamız gerek.” “Kardeşin hakkında böyle konuşmayı keser misin Aykan? O sadece içine kapanık biri.” Annem umursamaz tavrıyla bunu söylerken kahvaltısına devam etti. Yeniden onunla göz göze gelirken alacakaranlığın biran evvel gelmesi için dilek diledim. Aklımdan onu öldüremeyeceğime dair tek bir şüphe bile geçmiyordu. Kaşınan avuçlarıma tırnaklarımı geçirdim. Onlar da bu anın gelmesi için sabırsızlanıyorlardı. Yapmadığım kahvaltı masasından kalkıp kapıya yöneldim ve askılığın yanında duran çantamı alarak evden ayrıldım. İlk önce okulun oraya gidip benim yerime derse girecek çocukla konuşmam gerekiyordu. Ona kız arkadaşımla buluşacağımı ve babamın devamsızlığımı sorun ettiğini söylediğimde yüzünde pislik bir gülümseme ile bana baktı. ‘Herkesin ihtiyaçları vardır dostum. Merak etme 100 kağıda bütün günü kurtarırız.’ demişti. Onu aşağı mahallenin birinde kızlara laf atarken görmüştüm. Kafası sadece itliğe çalıştığı için muhtemelen abimin ölüm haberini sorgulamayacaktı. Kulaklığımı takıp okula doğru yürümeye başladım. Attığım her adımın heyecanını iliklerime kadar hissediyordum. Tik tak tik tak, zaman geçiyor! Adımlarımı daha da hızlandırdım. Tik tak tik tak, oyun şimdi başlıyor! *** “Bütün gün başını sıradan kaldırma. Bir sıkıntı çıkmayacak. 11-F sınıfına git. Daha saat erken, kimse yoktur sınıfta. Hep uyuduğum için sana kimse dokunmaz. Hırkamı üzerine giyin, kapişonu da şimdiden geçir kafana.” dedim elimdeki hırkamı verirken. Üstüne giyip kapişonu başına geçirdiğinde ağzını kocaman açarak esnedi. Onu okulun kamera bulunmayan kısmına, arka bahçeye getirmiştim. “Tamam ya, ne kastın sende. Hadi bak dalgana.” dedi ve uykulu gözlerle okul kapısına doğru yürümeye başladı. Yapıp yapamayacağını düşünmeyi kapıdan girdiği gibi kestim ve arkamı döndüm. Biran evvel bu lanet yerden çıkmalı, planımı uygulamak için inime gitmeliydim. Aradan geçen 10 dakikanın ardından saklandığım yerden çıkıp temkinli bir şekilde çıkışa ilerlerken önüme çıkan gerizekalı üçlü ile durdum. “Anlamıyorum senin gibi sönük bir insan nasıl bizimle aynı havayı solumaya devam ediyor?” Duyma onları. Öyle bir gün gelecek ki, köpeğin olacaklar. Önüme bakmaya devam ettim. Uğraşma şununla Ateş. Duvara bakıyormuş gibi hissediyorum. Uğraşma benimle Ateş, yoksa seni söndürmek için hiçbir şey bulamazlar. “Size bu çocukla uğraşmayın kelimesini kaç kere tekrar etmem gerekiyor? Yoksa farklı yöntemlerden mi anlayacaksınız?” Ellerini cebine koymuş, yüzünde öncekiler gibi aynı ifadeyle bakan ‘Okulun abisi’ sıfatını kazanmış o çocuğu gördüm. Önümdekilerden birinin küfür ettiğini duyduğumda dudağım yana kıvrıldı. Aralarından geçip çardaklardan birine geçtim. Okuldan çıktığımı kimsenin fark etmemesini istiyordum. Herkes yavaş yavaş içeri girerken son kez etrafı kolaçan ettim ve ağaçlığın arkasındaki duvara tırmanarak aşağı atladım. Güvenliğin oraya kısa bir bakış attım ve hızlı adımlarla okuldan uzaklaştım. 2 yıl boyunca inşa ettiğim kulübeme gelmem fazla uzun sürmemişti. Etrafı kolaçan edip içeri girdiğimde huzurluydum. Çantamı boş alana fırlatıp ortada duran tabureye oturdum. Zihnim... Hiç boş durmuyordu. Kafamı hafifçe oynatıp gözlerimi yumdum. Bugün özgürlüğünün ilk günü. Arkadaşım yine gelmişti. Evet, bugün özgürlüğümün ilk günü olacaktı. Onu nasıl öldüreceksin? Bunu düşünmemiştim. Daha doğrusu kararımı vermemiştim. Onu direk tek kurşunla öldürebilirdim ya da saatlerce acı çekmesini izleyebilirdim. Sadece nasıl yapacağım konusunda kararsızdım. Kararsızlıklardan nefret ederdim! İlk önce onu buraya çekmeliydim. İş yerinden benim onu almam riskliydi, kameraların ağına girmeyi istemezdim. Saatimi kontrol ettim. 11.30’du. Öğlen yemeğine çıkmasını beklemeliydim. Onu arayıp hastaneye yatmak istediğimi ve konuşmaya ihtiyacım olduğunu söyleyerek sahilin oraya çağıracaktım. Bu haber onun bütün işlerini yarıda bırakması için yeterli olacaktı. Sahille kulübem arasındaki yol mesafesi fazla uzun değildi, ama onu bayılatacağım için dikkat çekmemek adına arabasına ihtiyacım vardı. Tik tak tik tak zaman geçiyor! Derin bir nefes aldım. Tik tak tik tak oyun şimdi başlıyor! Akrep ve yelkovan 12'nin üzerinde durduğunda telefonumu elime aldım ve sevgili abimi aramaya başladım. Üçüncü çalışta açtı. “Alo?” “Abi, müsait misin?” “Ne var? Ne istiyorsun?” “Sen... Haklısın… Hastaneye yatmak istiyorum.” Kısa bir sessizlik ve ardından patlatılan bir kahkaha. “Küçük kardeşim sonunda kendisi için en doğru kararı vermiş. Neredesin? Almaya geliyorum seni.” “Okuldayım daha, sahile ineceğim. Buraya gelebilir misin? Hem biraz konuşmuş oluruz seninle.” “Hemen geliyorum.” dedi, telefonu kapattı. Ve işlem tamamlandı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD