İKİNCİ BÖLÜM

1632 Words
                                         *** Sahilin oraya geldikten 5 dakika sonra abim son model arabasından indi ve bilmiş bir edayla yanıma doğru gelmeye başladı. Olacak şeylerin farkında değildi. Avuçlarım kaşınmaya başladı. Tırnaklarım yine etimdeydi. “Küçük kardeşim buradaymış. Açıkçası bu kararı kendi kendine verebilmene sevindim. Senin için en iyisi bu olacak.” Başımı sallamakla yetindim. “Eee… Benimle konuşmak istediğin şey neydi?” “Hiç… Artık gerek kalmadı. Gidelim mi?” Ona hayatımda 1 saniye bile istemiyordum. Fazla sorgulamadı ve memnuniyetle yerinden kalkıp arabasına doğru ilerlerken 17 yıl sonra yüzüme bir gülümseme kondurabilmiştim. Bu benim zaferim olacaktı. Yolcu koltuğuna bindiğimde arabayı çalıştırmasını bekledim. Sürmeye başladıktan 5 dakika sonra cebimde sakladığım sprey onu bekliyordu. Arabayı çalıştırdı. Hafif gaza yüklendi ve yola çıktı. Sağ elimi cebime soktum ve saate baktım. 12.45'ti. Telefonumu çıkarttım ve polis kaydında çıkacağını düşündüğüm için hemen mesaj yazdım. *Sahile gelemiyorum, evde konuşuruz. Mesajı gönderdiğimde telefonunun sesi çıksa da bakmak için yönelmedi. Rahatlamıştım. “Annem bu karara üzülse de sen ona aldırma. Senin için güzel bir başlangıç olacak.” Gerçekten daha fazla konuşmasına dayanacak mısın? Cebimden çıkarttığım spreyi nefesimi tutarak yüzüne sıktım. Başı yana kaydığında direksiyonu sıkıca kavradım. Frene basmak için üstüne abanmak zorunda kalsam da, gazdaki ayağını ayağımla kenara itip frene basmayı başarmıştım. Arkadaki araba, kornanın sesini sonuna kadar çaldığında arabadan inip başımla özür diledim ve sürücü kısmına geçerek bedenini yana kaydırdım. Hızla arabaya binip çalışır vaziyete getirdim, sürmeye başladım. Hakimiyeti ele geçirmiştim. Kulübenin oraya geldiğimizde arabayı ağaçlığın oraya soktum. Etrafta bizden ve Tanrı'dan başka kimse yoktu. Arabadan indim, kapıyı üstüne kilitleyerek kulübeye girdim. Elimi saçlarıma getirip karıştırdım. Kafam kazan gibiydi. Odaklan! O da senin ölmeni istiyor! Bunu sen başarmalısın! Kafamı iki yana salladım. Hastaneye yatmak istediğini söylediğinde gözlerindeki hain mutluluğu hatıra! Bir an için vazgeçtiğim fikre yine beni iten sesi dinlemeliydim. O da benim sonumu istiyordu. Kulübenden çıktım ve kilit tuşuna basıp kapıyı açarak koca cüssesini sırtlandım. Sürüyerek taşıdığım bedenini yere fırlatarak soluklandım. Saatime baktığımda 13.05'i gösteriyordu. Spreyin etkisinin geçmesine yaklaşık 10 dakika vardı. Ona ne yapmalıydım? Benim yöntemlerimle mi öldürmeliydim, yoksa kendi kendini öldürmesini mi sağlamalıydım? Ayrıca benim yöntemlerim nelerdi? Fazla hazırlıksız yakalanıyordum. Ellerim terlemeye başlıyordu. Hızla pantolonuma silip odaklanmaya çalıştım. Başaracaktım. Onu sandalyeye bağla. Bedenini yerden kaldırıp sandalyeye oturtturdum. Önceden getirdiğim kalın ipi ayaklarına ve ellerine bağlayıp kaçmasını engelleyecek şekilde sıktım. Ağzını koli bandıyla kapatırken karşımda fazla savunmasız duruyordu. Bunu sevmiştim. Şimdi yapmam gereken uyanmasını beklemekti. Ölüm kısmını akışına bırakmıştım. Ölüm!!! Onun sonu, benim ödülüm olan hediye. Tekrar saate baktım. 13.10 olmuştu. Daha fazla dayanamadım. Yan tarafımda dolu olan kovayı hızla yüzüne fırlattım. Kırpıştırdığı gözleriyle şaşkın şaşkın etrafına bakarken kendine gelmeyi başarmıştı. “Günaydın abicim.” dedim dizlerimin üzerinde çökerek. Korkuyla büyüyen gözleri benden ayrılmadan sandalyede kıpırdanmaya başladı. “Boşuna uğraşma.” Tekrar göz göze geldiğimizde o duyguyu her zerreme kadar hissetmiştim. Nefret! İşte şimdi kendime gelebilmiştim. “Şimdi okul çıkış saatim 16.00. Yani en geç 2 saat içinde seni öldürmem gerekecek. Eee… Yöntemini sen seçmek ister misin? Acılı, az acılı?” diye sordum sırıtarak. Ağzındaki bant yüzünden sesi boğuk boğuk geliyordu. Sırıttım. “Bence ikimiz de zevk alalım, değil mi?” Kulübenin köşesine inşa ettiğim raftan makası aldım ve tekrar yanına geldim. Korku dolu gözleri beni tatmin etmeye bir türlü yetmiyordu. Onun acı çekmesini istiyordum. Acı içinde kıvranarak bana yalvarmasını istiyordum. İlk önce şirketten aldığım telefonu elime alıp, onun telefonunu çaldırmaya başladım ve kulağına dayadım. “Türkmen ile konuşuyormuş gibi yapacaksın. Polisler arama kayıtlarına baktıklarında anlaşılmayı istemeyiz değil mi abiciğim?” “Yapmayacağım!” dedi kesin bir dille. Öyle bir şansı olmadığını biliyordu. “Yapacaksın! Seve seve hem de!” Telefonu onun kulağına yerleştirip biraz uzaklaştım ve onunla konuşmaya başladım. Genelde polisler konuşma dokümanlarını yazılı olarak çıkarırlardı, ama riske atmamak adına Türkmen Sürgün'ün o tok sesini telefonda çıkartmaya çalıştım. “Birazdan sana atacağım konuma gel Aykan. Konuşmamız gerek.” dediğimde bir müddet tedirgin gözlerle bana baktı ve sonunda o lanet ağzını açtı. “Tamam.” Bir kelimesi ile görev tamamlandı. Telefonu kapattım ve kulağından kendi telefonunu aldım. Attığım her adım, onun korku içinde boğulmasını sağlarken hemen yanında olan sandalyeyi alıp karşısına oturdum. Masadan aldığım makasın iki tarafından da tutup, yana açmaktan başka bir şey yapmadım. Gözlerim gözlerindeydi. Bakışlarını kaybetmemeliydim. “Sen... hastasın….” dedi titrek sesiyle. Gülümsedim. “Belki de ben normalim, senin gibiler hastadır. Bu açıdan bakmayı denedin mi?” Gözleri bir gözlerimde, bir elimdeki makasta mekik okuyordu. Daha da hızlı açıp kapamaya başladım. “Bunca zaman yaptığın tek şey kendini düşünmek oldu değil mi sevgili abiciğim? Farkında değilsin belki, ama sen bir katilsin.”Göz bebekleri büyümeye başlamıştı. Sandalyeden kalktım ve etrafında daireler çizmeye başladım. “Küçükken yaptığın bütün yaramazlıkların sorumlusunu beni tutardın hep. Annemi bir şekilde kandırıp benim ceza almamı sağlardın, ama yine de annemin en sevdiği oğluydun sen. Büyüdün, yine değiştirmedin kendini. Lisede yaptığın zorbalıklar, üniversitede bir kızı hamile bırakıp zorla bebeğini aldırman, babamın annemi aldatmasına rağmen araba karşılığında sesini çıkarmaman - ki ben söylemeye kalktığımda babamdan yediğim dayağı da ekleyelim- şu anki konuma gelebilmek için attığın iftiralar ve daha niceleri. Sence hangimiz daha deliyiz abiciğim? Hangimiz hastaneye yatıp tedavi görmeliyiz?” dedim kulağına fısıldayarak. Elimle saçını kavrayıp geriye doğru çektim ve çığlık atana kadar bırakmadım. “Yaşattığın onca şeyin bedelini ödemeye, cehennemin olmama hazır mısın? Gerçi sen inanmayan birisiydin değil mi? Yine de kader kelimesini duymuşsundur. Belli ki Tanrı senin kaderini benimle belirledi. Ne dersin, yaşayıp görelim mi?” Kafasını hızla öne ittim. Yapmam gereken aşamalar basitti. Bana karşı koyamaması için ilk önce hazırladığım sakinleştirici iğneyi koluna batırdım. Etki etmesi 1 dakikadan fazla sürmeyecekti. Onu, yıllar sonra dikkatle incelemem için yeterli bir zamandı bu. Huylarımız dışında ikiz denecek kadar benziyorduk birbirimize. Sivri çene yapımız, renkli gözlerimiz, saç uzunluğumuz... Bundan nefret ediyordum. Gözleri git gide kaymaya başladığında bağlı olduğu sandalyeden bedenini kurtardım. Yüz üstü yere düştüğünde ellerini tekrar belinde kavuşturdum ve sıkı sıkıya bağladım. Başını tamamen yana çevirdim. Artık savunmasız ve bana mahkumdu. Elime doladığım kalın halatı ellerim beyazlayana kadar kavradım. Sırtında bu ipin bıraktığı izlerin acısını çekmesini, çığlık ata ata bana yalvarmasını istiyordum. “Bu 5 yaşında senin yüzünden annemin beni bodruma kitlediği ceza için." Halatı kırbaç gibi sırtına indirdiğimde sakinleştiricinin etkisinden zorla bir inleme sesi çıkardı. Hayır, hayır daha çok bağırması gerekli! Canını acıt! Bağırdığını duymak istiyorum! Bir kez daha vurdum. Sesi daha da yükseldi. Daha fazla! Acıyla öldür ruhunu! Daha hızlı ve sert bir şekilde vuruyordum darbelerimi. Sırtında oluşan çizikler, ince ince kanamaya başlamıştı. Sızı yetmezdi. Etrafın kırızıya bulanmasını istiyordum. Elimdeki halatı çözdüm ve yere eğilip baygın bedenini kavradım. En azından şuan istediğim kıvamdaydı. Güçsüz ve acizdi. Saate baktığımda çoktan 14.00 olmuştu. Onu 1 saat içinde öldürmeli ve birkaç dakikanın keyfini çıkarmalıydım. Tavana montelediğin zincirleri yere sarkıtıp ayak bileklerinden geçirdim ve hazırladığım mekanizma sayesinde baş aşağı durmasını sağladım. Bilinci hala kapalıydı. Oda fazlasıyla sessizdi. Bıçağı elime aldığımda o an yapmak istediğim tek şey kalbine saplamaktı, ama acele etmeyecek, haykırışlarını biraz daha dinleyecektim. İki el bileğini tam damarının üstünden boylu boyunca kestim ve gözlerinin sonuna kadar açılıp bağırmasını sağladım. Kanın koyu kırmızılığı yerin üstünde ahenkle dans etmeye başladığında içimdeki o his, tatmin olmaya başlamıştı. Kollarını birleştirip tekrar iple sımsıkı bağladım ve bir müddet kanın avuçlarına dolmasını izledim. Tik tak, tik tak zaman geçiyor! Vaktim daralmaya başlamıştı. Plan ayarladığım saatlere göre işlemeye devam etmeliydi. Elime beyzbol sopasını aldım. Bu canını hiç olmadığı kadar acıtacaktı. “İçimde biriktirdiğim onca şeyin intikamını alamayacağımı düşünmedin değil mi sevgili abiciğim? Söyle, sence hangimiz daha zeki, hangimiz daha deliyiz? Hangimizin canı ötekinin avuçlarında?” Sopayı gelişi güzel vücuduna salladım. Kemiğinin kırılmasını umuyordum. “Bu hamile bırakıp, zorla masum bir bebeğin canını aldığın o an için.” “Yapma!” diye bir çığlık koparıverdi. “O kız da böyle demişti. Sana yalvarmıştı!” diye kükredim. Ona yalvarmıştı. Ayaklarına kapanıp, merhamet dilemişti. O ise, ikisini de çöp gibi fırlatmıştı. “Bugün, yaşattığın onca şeyi sana her saniye yaşatacağım!” Sopamı el bileklerine hizaladım ve kemiklerinin kırılma sesini duyana kadar vurmaya başladım. Yüzü, beynine giden kandan kıpkırmızı olmuş, acıdan akan gözyaşları yere damlamaya başlamıştı. Yine de yeterli değildi. Sopayı yere fırlatıp soluklandım. Alnımda birikmiş teri kolumla sildim ve masanın üstünde duran suyu kafama diktim. Yorulmaya başlamıştım. Saat 14.30’u gösterdiğinde son olarak izimi onda belli etmem gerekiyordu. Vücudundan kaybolmayacak, Arafa gittiğinde de benim izimi taşıyacak bir şey olmalıydı. İlk cinayetimi kusursuz tamamlamalıydım. Kirli bedenine kazımaya başladığım kelimeler, adım adım son nefesine yaklaşmasını sağlıyordu. Kalbimin en kıyısında birikip volkana dönen intikam sevdası sonunda unutamayacağım bir ödülle taçlanmıştı. Gelecekle ilgili kurduğum kehanet, yerini gerçekliğe bırakmıştı. Özgürlük buydu. Onun kaybolmasını sağlayan asıl şey duyguları olmuştu. Umutları, acılarla; Hayalleri, pişmanlıklarla; Mutlulukları, nefretle beslenmeye başlamıştı. Ve bunların hepsi bir araya geldiğinde onda kalan tek şey, ölü bir ruh olmuştu. Bundan sonra yapacağım şeyler de belliydi. Şirkette rakibi olan Türkmen Sürgün’ün gece evine girip aldığım gömleğine, abimin kanından sürüp, barakanın biraz dışına bırakarak kaçtığı süsünü verecektim. Bunca zaman inşa ettiğim barakada tek bir el izim yoktu. 4 yıl önce, annemin yanında zorla getirildiğim kuaförde öğrenmiştim bunu. Saç boyası içindeki amonyak ve karışımlar sayesinde zamanla parmak izini yok ediyordu. O gündür elim hep o boyaların içindeydi. Yazıyı bitirdiğimde iğne-ipliği aldım ve dudaklarını birbirine dikmeye başladım. Bu bir işaretti. Sonsuza dek dudaklarına mühür vurulmuştu. İşimi bitirdiğimde iğneyi dudağının kenarına iliştirdim. Sonunda tamamdı. İkimiz de sonunda daimi huzura ermiştik. Başardın. Arkadaşım gelmişti. İlk defa bu kelimeyi duyuyordum, bu yüzden biraz yabancılamıştım. 17 yılın sonunda ilk defa duyacağım şekilde bir kahkaha atmıştım. Başarmıştım. Birkaç dakika onu izlediğimde tamamen öldüğüne emin olmuştum. Yer kırmızıyla kaplıydı. İlk defa adının anlamını gerçekleştirmişti. Aykan... Kanı ay gibi parlamayı başarmıştı, ama onu söndüren kişi ben olmuştum. Derisine işlediğim notum, şimdiden polislerin yüz ifadesini kafamda oluşturmaya yetiyordu. Uzun bir cümle olduğu için 2 kelimeyi göğsüne, 3 kelimeyi sırtına kazımıştım. Her kelimenin olması gereken yeri farklıydı. Polisin puzzlemı çabuk çözecek kadar zeki olmalarını umuyordum. Çünkü bıraktığım not hepimiz için bir başlangıçtı. Omnium rerum principia parva sunt. (Her şeyin küçük bir başlangıcı vardır.) Ona son kez baktım ve sakin adımlarla dışarı çıktım. Ben Egemen Demir. İlk cinayetimi 17 yaşında, abimi öldürerek gerçekleştirdim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD