Ensesinden süzülüp mavi keten gömleğinin içine süzülen ter damlaları kot pantolonunun belini ıslatırken, nefes nefese kalmış olmasına ve ayakları artık onu taşıyamamasına rağmen koşmaya devam etti. Biliyordu ki, durursa vücudundan ter yerine kan damlaları akacaktı. Bir önceki günün çatışmasından kalan yaralar bu kadar tazeyken yeni yaralar edinmek istemiyordu.
Arkasından gelen adım seslerinin biraz daha yakından geldiğini hissedince bacaklarındaki yangını umursamadan daha hızlı koşmaya başladı. Ara sokaklarda zikzaklar çiziyordu ancak arkasındaki faşistlerin peşini bırakmaya niyeti yok gibiydi. Ciğerlerinin daha fazla dayanamayacağını hissedince tekrar bir ara sokağa sapıp, telaşlı gözlerle gizlenebileceği bir köşe aradı. Ancak o telaşla bırakın saklı bir köşe, gözünün önünü bile göremiyordu. Eğer burada yakalanırsa, bu ıssız ara sokakta öldürüleceğini biliyordu. Onu kovalayan iki faşist de kanına susamıştı. Elbette onlarla mücadele ederdi ancak o faşistlerin aksine belinde bir tabancayla gezmiyordu. Cebinde baba emaneti bir sustalı vardı ve onunla kendini patlayan bir silaha karşı savunamayacağının farkındaydı. Yine de pes etmiş bir nefes verdi. Ciğerleri daha fazla dayanamıyor, bacakları onu daha fazla taşıyamıyordu. Sırtını arkasındaki sıvası dökülmüş betona yaslarken gözlerini kapadı. Ölecekse de ölecekti ulan! Zaten bu davaya baş koyarken bunu göze almamış mıydı? Şimdi korkaklık yapmanın alemi yoktu. Korkaklık yaparsa, bu uğurda canını vermiş onlarca yoldaşının ruhuna ayıp etmiş olurdu. Alçakça sırtından vurulan Taylan'ı düşündü. Nurhak'ın dağlarında haklarını savunduğu köylüler tarafından ihbar edilip, jandarma kurşunuyla can veren Sinan'ı, Kadir'i, Alparslan'ı düşündü. Son nefesine kadar yoldaşlarıyla direne direne ölümü kucaklayan Mahir'i düşündü. Darağacına giderken bile gözlerindeki dava ateşini yitirmeyen, Hüseyin'i, Yusuf'u, Deniz'i düşündü. On yedisinde, bir gecede yaşı büyütülerek ölüm emri verilen Erdal Eren'i ve daha nice bu davanın yok edilen fidanlarını düşündü.
Gözlerinde biraz önce koşarken kaybettiği dava ateşi tekrar alevlenirken, parkasının cebine sıkıştırdığı sustalıyı çıkardı. Bıçağı tek bir bilek hareketiyle açarken bacaklarını biraz aralayıp, omuzlarını kabartarak sağlam bir duruş sergilemeye çalıştı. Kurumuş dudaklarını bir kez yalayıp, sert bakan yeşillerini dar sokağın girişine dikti. Biraz sonra keskin kulakları bir çift ayak sesi işitince, adamlar sokağa girer girmez sustalıyı boğazlarına dayamak için tetikte bekledi.
Sokağa hızla giren adama bakmadı bile. Kendini direk onun üzerine atıp, adamı yere devirdi. Altındaki bedenin tepki vermesine izin vermeden, dudaklarının arasından çıkan nidayla birlikte elindeki sustalıyı herifin şah damarına dayadı. Aynı anda altındaki bedenin tanıdık kara gözlerini gördü. Gözleri şokla büyüdü. "Halil?"
Halil ona sert bir bakış atıp, "Başkasını mı bekliyordun?" dedi dişlerinin arasından.
"Sen-ne-bura- ama iki kişi beni kovalıyordu?"
Halil'in gözlerindeki öfke dolu bakış yerini korurken, "Şu siktiğimin bıçağını ben alıp bacağına saplamadan önce boynumdan çek."
dedi dişlerinin arasından.
Ali, sertçe yutkunup ona söylenileni yaptı. Hızla çocukluk arkadaşının üzerinden çekilip, dağılmış kumral saçlarını bir eliyle geriye tarayıp, diğer elini hala yerde yatıp ona ters bakışlar atan Halil İbrahim'e uzattı.
Esmer delikanlı ona uzatılan yardım eline vurup kendi çabasıyla ayağa kalktı. Üzerine bulaşmış tozu tek eliyle süpürüp, kaşe montunun kaymış yakasını düzelttikten gözleri tekrar Ali'nin gözleriyle çarpıştı.
Kumral delikanlı, gergince elindeki sustalıyı kapayıp cebine koyarken gözlerini ondan kaçırdı. "Adamlar?" diye sordu hissettiği rahatsızlığı sesine yansıtmaktan çekinmeden.
"Başka yere yönlendirdim."
Ali, sertçe yutkunup kafasını salladı. "Sağ ol." Diye mırıldandı.
Halil İbrahim sinirle gülüp, sakallarını iki eliyle sertçe sıvazladı. "Sağ ol demek?" Kara gözlerindeki bakış daha da koyulaşırken sesi sokağı inletecek kadar yükseldi. "Ulan hayvan herif! O karmaşada kaçtığını görüp peşine düşmesem ne olacaktı? Leşini almaya mı gelecektim bu köhne sokağa? "
Karşısındaki delikanlı onun çocukluk arkadaşıydı. Aynı ağaca tırmandığı, aynı kaleye gol attığı, aynı bakkaldan çikolatalar aşırdığı, her cumartesi akşamı mahallenin en işlek yerinde kız kaçıran patlatıp kahveci Ahmet Amca'dan tokat yerken birlikte sustuğu, birlikte güldüğü, birlikte ağladığı adamdı. Şimdi böyle ayrı uçlarda olmak, yollarının bu kadar ters düşmüş olması her zamanki gibi kanına dokunurken sertçe yutkunma ihtiyacı hissetti.
"Benden farklıymışsın gibi konuşma." Dedi Ali, gözlerini kaçırırken. "Aynı yolun yolcusuyuz oğlum. Sen nasıl kendini koruyorsan ben de pek tabii kendimi korurum."
Halil, hissettiği öfke ve hala kanını terk etmemiş endişeyle kara saçlarını bir eliyle geriye çekiştirirken, diğer eliyle Ali'nin biraz önce sustalıyı koyduğu cebini işaret etti. "O cebine attığın sustalıyla mı koruyacaksın kendini? Ya katil ya da delik deşik bir ceset olmaya bu kadar mı meraklısın?"
"Bu dava için gerekirse ölür, gerekirse öldürürüm! Sizin gibi sus yapma, sesini çıkarma diyen faşistler yüzünden zaten bu halk yıllardır kapitalizmin, emperyalizmin kölesi değil mi? "
"Böyle mi kurtaracaksınız halkı? Adam öldürerek, it sürüsü gibi gördüğünüz her karşıt görüşlüye saldırarak mı özgürleştireceksiniz? Mekan basarak mı özgürleştireceksiniz halkı Ali?"
"Ne yapalım, sizin gibi gidip başta kim varsa onun götünü mü yalayalım? Milliyetçi geçinen sizin yaptığınız tek şey hükümetin-"
"Ali!" diye bir kez daha yükseldi Halil İbrahim. Bir parmağını ona doğru salladı. "Seninle aynı zırvalıkları tekrar tekrar tartışmayacağım. Son kez uyarıyorum; bir daha çatışmanın ortasına atlarsan-"
"Halil, sınırını aşıyorsun." dedi Ali dişlerinin arasından. Elleri vücudunun iki yanında yumruk olmuş, koyulaşmış yeşilleri Halil İbrahim'in cehennem yeri olan karalarına dikilmişti.
Halil İbrahim, sözünün kesilmesinin siniriyle bir eliyle sakallarını sertçe sıvazlarken, içinden sabır çekti. Aylardır, arkadaşlarının gözüne batacağını bile bile Ali'yi ipin ucundan alıp duruyordu ancak kumralın akıllanmaya, bir adım atmaya hiç niyeti yoktu. Üniversitenin ilk yıllarında; daha aralarından suyun sızmadığı, et-tırnak oldukları zamanlarda durdurmalıydı onu. Takıldığı çakma devrimcilerin zihnini zehirlemesine en başta izin vermemeliydi. Onu o bölücülerle gördüğü ilk an çekip almalı, kendine gelsin diye silkelemeliydi.
"Önüme düş Ali. Mahalleye gidiyoruz." dedi kafasıyla sokağın çıkışını gösterirken. Onunla daha fazla tartışmanın bir manası yoktu. Halil İbrahim ne derse desin, Ali onu anlamıyordu ya da yanlış anlıyordu. Pek tabi, kendisinin üniversitenin mühendislik fakültesinin ülkü ocağı reisi olmasının da anlamamakta diretmesinde çok büyük bir payı vardı. Kumral delikanlı, kendisini öyle bir şartlamıştı ki iki ayrı uçta olduklarına; Halil'in orta yolda buluşmaya çalıştığını bir türlü göremiyordu.
Ali bir süre kaşları çatık şekilde Halil İbrahim'e bakmaya devam etse de, sonunda pes etmiş bir nefes verip omuzlarını düşürdü. Halil'le kavga etmekten, tartışmaktan nefret ediyordu. Hayatta birkaç şey için düşünmeden canını verirdi. O şeylerden biri de karşısındaki esmerdi. Onun yüzünden sürekli davası ve yüreği arasında kalmaktan çok yorulmuştu.
Ayaklarını sürüyerek sokağın çıkışına ilerlerken, "Kurtçukların gittin diye ağlamasın sonra?" diye laf sokmaktan geri kalmadı.
Halil ellerini iki yana açıp, kafasını sağa yatırırken,"Hasbinallah!" diye söylenince Ali bıyık altından sırıttı. Esmerle kavga etmeyi sevmese de onu sinirlendirmek her zaman hoşuna gidiyordu. Küçüklüklerinden beri moralini yükselten yegâne şey esmerin sinirden kudurmasını izlemekti.
"Araban nerede?" dedi Ali, hala söylenerek arkasından yürüyen esmere omzunun üzerinden bir bakış atarken.
"Kırtasiyenin arka tarafında da, ara sokaklardan gideceğiz."
Ali kafasını sallayıp, ellerini gözleriyle aynı renk parkasının cebine soktu. Ayaklarını sürüyerek ilerlerken, Halil'in söylediği gibi ara sokaklara saparak ilerlemeye başladı. Kurtçukların, reislerinin yanında bir devrimci görünce şirazesi kayıyordu. Halil'in başına yeterince bela olduğunun farkında olduğu için onu daha zor durumda bırakmak istemiyordu. Ali sürekli ülkücülere sataşıyordu. Halil sürekli onları geri çekip, Ali'nin kıçını kurtarıyordu. Ne kadar fakültenin reisi de olsa bir devrimcinin kıçını sürekli kollamasına bir yere kadar müsamaha gösterileceğinin ikisi de gayet farkındaydı.
Ali önde, Halil İbrahim arkada bir süre gergin bir sessizlik içinde ara sokaklarda, derme çatma evlerin arasında, tozlu yollarda İlerlediler. Bu döngüyü en az haftada bir yaşadıklarından ikisi de bu gergin sessizliğe alışıktılar. Biraz sonra Halil'in siyah Tofaş'ı ufukta görününce ikisinin de adımları hızlandı.
Halil, cebinden çıkardığı anahtarı sürücü kapısındaki kilide sokup kapıyı açarken kara kaşlarını çatıp çevresine temkinli bakışlar atmayı ihmal etmedi. Ali ise onun bu tavrına gözlerini devirip kendini arabanın içine attı. Eli-ayağı buz tutmuştu ve o an için tek derdi ısınmaktı.
Halil de arabaya binip, yanında ellerini ovuşturan kıvırcık kafaya ters bir bakış attı. "Üşüdün mü?" diye sordu, sesindeki sert tınıyı yumuşatma ihtiyacı hissetmeden. Siniri hala bir gram azalmamıştı. Kampüsün orta yerinde çıkan kavganın haberini küçük sınıflardan biri kan ter içinde ona yetiştirdiğinde aklına ilk gelen şey bu kıvırcık olmuştu. Çünkü nerede olay olsa, kahrolası kıvırcık hep merkezinde oluyordu. Elindeki çay bardağını masaya neredeyse fırlatıp, soluğu kavganın merkezinde almıştı. Ancak Ali'yi direkt ensesinden yakalayıp sürükleyerek olay yerinden sürükleme dürtüsünü bastırıp, önüne ilk gelen terörist bozuntusuna kafa göz dalmıştı. O zaman bile bir gözü hep Ali'nin üzerinde olmuştu. Ali'nin çıkışa doğru topuk yaptığını ve ocaktan dolu gezen iki kişinin onun peşine takıldığını biraz geç fark etmişti. Önündeki herifin burnuna kafasını gömüp, onların peşine takılmıştı. Çok şükür vaktinde yetişebilmişti.
"Dondum." Dedi Ali, kızarmış parmak uçlarına sıcak nefesini üflerken. Kafasını ellerinden kaldırmadan, yan gözle esmere baktığında hala ona ters ters baktığını ve kendi düşünceleri içerisinde kaybolduğunu görünce, sırıtmaktan kendini alamadı. "Ne oldu elma kurdum, gözlerinle mi başımı almaya çalışıyorsun?" diyerek ona takıldı.
"Elmana ayrı, sana ayrı sokarım Ali. Sinirim geçene kadar muhatap olma benimle." diye homurdandı Halil, sonunda arabanın motorunu çalıştırmayı akıl ederek. Ardından kıvırcığa ters bir bakış atıp, motorun çalışmasıyla sarsılan arabayı harekete geçirdi.
Ali, bugün Halil'den iyi bir yol arkadaşı olmayacağının sinyallerini aldığından uzanıp radyoyu açtı. Radyonun üzerindeki düğmeyi döndürerek her biri cızırdayan kanallar arasında cızırtı çıkarmayan bir tane bulana kadar ilerledi. Sonunda aradığını bulunca, arkasına yaslanıp, daha yeni oynamaya başlamış türkünün ne olduğunu anlamaya çalıştı. Anladığında yüzünde şebek bir sırıtmayla Halil'e dönüp, "Ulan Halil İbo, ne şanslı adamsın bak." diyerek, omzuna vurdu.
Halil İbrahim kafasını bir yana eğip bir kez daha sabır çekerken, Ali yüzündeki sırıtma ve kargadan hallice sesiyle, bir elini havada iki yana sallaya sallaya türküye eşlik etmeye başladı.
"Dağda Kızıl Ot Biter
İçinde Keklik Öter
Dağda Kızıl Ot Biter
İçinde Keklik Öter
Eşkıyadan Da Beter
Uslan Be Halil İbrahim
Uslan Be Halil İbrahim"
"Uslan be Halil İbo be!" diye bağırdı Ali, oyuncu bir sitemle.
Halil'in dudakları yukarı kıvrılmak için fırsat kollasa da kendini kasarak izin vermedi. Ancak Ali onun yüzündeki ufak değişimi anında yakalayıp, daha yüksek sesle şarkıya eşlik etmeye devam etti.
"Kıvırcık Saçlarına
Kar Düşmüş Uçlarına
Dağın Yamaçlarına
Yaslan Be Halil İbrahim
Kıvırcık Saçlarına
Kar Düşmüş Uçlarına
Dağın Yamaçlarına
Yaslan Be Halil İbrahim"
"Ya bir sus!" dedi Halil, hala bağıra bağıra kendinden geçmiş bir şekilde türküye eşlik eden Ali'ye kısa bir bakış atarken. "Karga gibi sesinle beynimi şişirdin lan iki dakikada. Adımdan tiksindirdin be!"
Ali onu takmadı. Onun yerine daha yüksek sesle söylemeye başladı.
Derede Su Durulur
Daldan Köprü Kurulur
Derede Su Durulur
Dal Köprüler Kurulur
El Yerine Vurulur
Aslan Be Halil İbrahim
"Aslan değil türkücü abim, orada bir yanlışlık var. Elma kurdu bu be!" diye türkünün son kısmına itiraz edince Halil kendini daha fazla tutamayıp sesli bir gülüş bıraktı. "Geri zekalı!"
Onun gülüşüyle Ali de gülüp, türküye eşlik etmeye devam edince, Halil İbrahim, "Tamam, bırak şebekliği. Geçti sinirim." dedi, yüzünde asılı kalan sırıtmayla.
Ali radyonun sesini biraz kısıp, "Oh be, çok şükür!" diye inledi. "Ömrüm boyunca bu kadar kaş çatmaya maruz kalmamıştım."
Halil, gözlerini yoldan çekmeden ofladı. "Hak ediyorsun. " diye homurdandı. Yeni bir tartışmanın fitilini ateşlememek adına cümlesinin devamını getirmedi.
Ali ise onun tepkisine gözlerini devirdi. Mahalleye yaklaştıklarını görünce, havanın soğuk olmasını umursamadan camı açtı. "Neyse, yavaşlasana biraz." Camdan yarı sarkıp, yoldan gelene geçene laf atmaya başladığında Halil bir kez daha sabır dilerken buldu kendini. Bu herif ne zaman büyüyecekti? Yaş olmuştu 21 ama hala 5 yaşında gibi davranıyordu.
Ali ellerini megafon gibi kullanabilmek adına dudaklarının iki yanına yaslayıp, "Arslan Abi!" diye bağırdı, mahallenin kasabına.
"Bana bir kilo kıyma çeksene, birazdan gelip alacağım."
"Tamam Ali'm, çekiyorum hemen. 8'de kapatacağım bak, kapatmadan gel al."
"Tamam Abi!"
"Ooo Feriha Teyze, yeni eteğin hayırlı olsun. Yakıyorsun yine ortalığı kız!" diyerek 50 küsur yaşında mahallenin dullarından birine bağırdı.
"Gözünden de kaçmıyor hiç, sağ ol Ali oğlum." dedi kadın, genç kızlar gibi bir elini ağzına kapayıp kıkırdarken.
"La Hüseyin! Oynamayın lan orada! Kemal Abinin camını kıracaksınız yine. Ula sizin için mahallede boş arsa bıraktık, hala gidip tükyanların önünde top oynuyorsunuz. Keserim topunuzu bak!"
"Of Ali abi ya, ortada sıçan oynuyoruz karışmasana sen bize!" dedi Hüseyin'in yanındaki Safiye homurdanarak.
"Sus kız sen, cadaloz!" diye geri bağırdı Ali ona. Araba ilerlemeye devam ettiği için Safiye'nin homurdanmasını duyamadan yeni adresine geçti.
"Mehmet Abi!" dedi berberin önünde tavla atan adama bağırarak. "Hayırlı işler abi! Veriyor musun tavlayı koltuk altına yine?"
Berber Mehmet kahkaha atıp, "Ayıpsın Ali'm, kaçar mı bizden?" derken, rakibi Cumali homurdandı. "Yine harcadın bizi be Ali." diye söylendi.
Ali onun tepkisine sırıtıp, "Estağfurullah abim. Ben değil, Mehmet Abi harcıyor seni." diye geri bağırdı.
Onun girdiği tüm diyalogları yüzünde kocaman bir gülümsemeyle izleyen Halil, en sonunda dayanamayıp kahkaha atınca, Cumali'nin dikkatini çekti. "Halil oğlum, şu yaramazı çek içeri. Keyfimi kaçırdı akşam akşam." deyince, Halil gülüp, "Emrin olur abim." Diyerek Ali'nin parkasının kapüşonuna asılıp çocuğu içeri çekti.
"Yeter bu kadar lan, tüm mahalleye sataştın." dedi, sözlerinin aksine yüzündeki keyifli gülümseme yerini koruyordu.
Ali onu umursamadan, "Ahmet Abi, yemekten sonra geliyorum. Hazırla benim oraletleri!" diye kahveciye bağırınca Halil anında pes etti.
O sırada kahvenin önündeki çocukluk arkadaşlarından Yücel, elindeki fındıklardan birkaç tanesini arabaya doğru fırlatıp, "Lan artist! Önce geçen haftaki borçlarını öde adama. Bir de önden sipariş veriyor namussuz." Diye ona takılınca, Ali pişkin pişkin güldü. "Bu akşam seni donuna kadar soyunca öderim gardaş!"
"Hadi len oradan!" dedi Yücel höykürerek gülerken.
Ali, sonunda günlük mahalle erkânına takılma kotasını doldurunca kafasını içeri sokup, yüzünde tüm günün stresini atmış bir sırıtışla arkasına yaslandı. Gözleri yanındaki esmere gidince, onun da yüzünde kendisininkine benzer bir sırıtma görüp iyice keyiflendi.
"Akşam bize yemeğe gelsene elma kurdum." dedi, uzanıp yanağından makas alırken.
Halil yanağındaki ele vurup, "Yılışma kıvırcık. İtibarımı zedeliyorsun." dedi yalandan bir homurdanmayla.
Ali, onun tepkisine sessiz bir gülüşle karşılık verdi. "İtibarını yesinler. Bu mahalledeki herkes altına işediğin, sümüğünü yediğin günlerini biliyor lan, kurtçuk havaların burada sökmez."
"Elimin tersindesin Ali." dedi Halil, tek kaşı tehditkar bir şekilde havaya kalkarken.
"Oğlum valla bak, bu ülkücü ayakları bozdu seni. Sürekli tehdit fırlatıyorsun üzerime, farkında değilim sanma."
Halil tam ağzını açıp itiraz edecekken, Ali uzanıp esmerin yanağından bir makas daha almaya çalıştı ama eli tokatlandı. Gözlerini devirip biraz önce durmuş arabanın kapısını açıp inerken, "Hadi kaçtım ben. Akşam gel bak, annem bekliyor seni. Valla bu seferde gelmezsen topa tutar ikimizi de." dedi.
"Tamam gelirim. Kaybol hadi, git şu yüzüne de bir pansuman yap. Nuriye Sultan'ın yüreğine indireceksin yine."
"O görmeden sıvışırım odama." dedi Ali omuzlarını silkerken. Halil bir elini kaldırıp ona veda ederken, Ali arabanın kapısını kapayıp yüzünü apartmanına döndü. Eskiden cırt bir sarı olan ancak badanası aşınmış ve soluklaşmış eski binaya kısa bir bakış atıp, apartmanın açık olan kapısından içeri attı kendini. "La bu kapıyı kim açık bırakıyor ya? Zaten zar zor ısınıyor kahrolasıca virane." diye homurdandı, apartmanın demir kapısını sertçe kaparken. Evine çıkan merdivenleri üçer beşer çıkarken donmuş parmak uçlarını ısıtma gayesiyle ellerini parkasının üst ceplerine soktu. Bir yandan da Halil İbrahim türküsünü mırıldanmaya devam ediyordu. Yine diline takılmıştı! Bu türküyü ne zaman dinlese diline yapışıp kalıyordu.