Akşam saatlerinde iki arkadaş, dışarıya çıkmak için hazırlanıyordu. Begüm, Jülide’yi baştan ayağa süzerek, "Böylemi gideceksin?” dedi. "Tayt ve tişörtle. Seni gören de komşuya kahve içmeye geçiyorsun sanır."
Jülide umursamadı. Aynanın karşısında, uzun saçlarını tek örgü yaparken, net bir dille üzerini değiştirmeyeceğini söyledi. "Rahat olduğu için bunları giyindim. Açık havada konsere gidiyoruz farkındaysan. Burada kimin ne düşündüğü umurumda değil. Kimseye kendimi beğendirmek zorunda değilim.”
Genç kadının sert çıkışına rağmen, Begüm ne düşündüğünü söylemeye devam etti.“Azıcık yüzünü renklendirseydin bari.” Böyle diyordu ama Jülide yüzüne hiçbir şey sürmese bile, kocaman kahverengi gözleri, gür kirpikleri ve pembe dudakları ile doğal bir güzelliği vardı zaten.
Begüm'ün tavsiyesi üzerine, Jülide arkadaşına dikkatle baktı. Sırt dekolteli, askılı, rengarenk olan mini bir elbise giymişti. Her zaman güneşte bronzlaşmış gibi duran, hafif esmer teni ile giydiği elbise çok güzel görünüyordu. Saç köpüğüyle şekillendirilmiş saçları, yoğun gece makyajıyla çok alımlı duruyordu. Jülide, “Sen beni boş ver, ben böyle daha iyiyim,” dedi. "Bu gece bütün gözler senin üzerinde olacağı için, kimse benim ne kadar kötü göründüğümü fark etmez. Çok güzel görünüyorsun."
Jülide’nin iltifatıyla mest olan Begüm, arkadaşına teşekkür ederken, aklına yeni komşuları geldi. "Eyvah unutuyordum! Çocuklara çıkarken haber verecektim."
“Çocuklar derken?”
Jülide onun ne demek istediğini anlamaya çalışırken, Begüm çantasına attığı cep telefonunu çıkarttı, rehbere girdikten sonra arama tuşuna bastı. Bir yandan da açıklama yaptı. "Orhun, Arif ve Yusuf. Bizim çocuklar işte."
Jülide Begüm’e inanamıyordu. Hangi ara samimi olmuşlardı, ne ara birbirlerine telefon numaralarını vermişlerdi, anlamıyordu. Daha tanışalı kaç saat olmuştu ki? "Nereden bizim çocuklar oluyor? Hem ayrıca ilk günden ne bu samimiyet!”
Jülide’nin söylenmelerine aldırmayan Begüm, parmağıyla susmasını işaret ederek telefona cevap veren Arif'e, kapıdan çıkmak üzere olduklarını söyledi.
Genç kadın, Begüm’ün rahatlığı nedeniyle neredeyse konsere gitmekten vazgeçecekti. "Elin adamlarını neden takıyorsun şimdi peşimize. Çıldırdın mı? Kızım kafa dinlemeye geldik buraya!”
Sinirlenerek telefonunu tekrar çantasına atan Begüm, alınmış gibi baktı. “Yahu alt tarafı birlikte konsere gideceğiz. Ne var bunda. Hem iyi çocuklar.”
Arkadaşının, başlarına gelen onca şeye rağmen insanlara bu kadar kolay güvenebilmesi, inanılacak şey değildi. Bir insan yaşadıklarından hiç mi ders çıkartmazdı. Hiç mi akıllanmazdı. Sakin olmaya çalışan Jülide, “İyi olduklarını nasıl bilebiliyorsun?” dedi. “Ne kadar tanıyorsun ki bu insanları?”
Jülide’nin güvensizlik sorununu bilmeyen yoktu. Sert tepki göstermesi, Begüm’e göre normal olsa bile, yanlış düşünüyordu. Herkes kötü değildi. Herkesten illaki zarar gelecek diye bir şey yoktu. Kısa bir an ikisi de sessiz kaldığında, “Arif,” dedi. “Hani, şu sarı olan. Sevgilisi tarafından terk edilmiş. Ona moral olsun diye bu tatile gelmişler. Aslında işin gerçeği, yani benim anladığım kadarıyla kız bunu çok güzel yolmuş. Sonrada kullanıp tekmeyi basmış. İçinde kötülük olsa, düşer miydi böyle bir tuzağa?”
Begüm’ün sorusuna Jülide sinirden gülümsedi. “Farklı bir yaklaşım ama bu onun iyi bir adam olduğunu göstermez.”
Jülide’nin şüpheci sözlerine karşılık, “Ya Orhun,” dedi. “Çocuk nişanlı, emniyette çalışıyor. Yusuf desen, aklı başında ağır bir çocuk. Bize öyle yiyecek gibi başka gözle bakmıyorlar. Baksalar anlardık öyle değil mi?”
Begüm elbette mantıklı konuşuyordu. Üstelik kimin hangi gözle baktığını anlayacak kadar tanımışlardı erkekleri. Orhun ve Arif tamamdı da Yusuf’un bakışlarında Jülide’yi rahatsız eden bir şey vardı. Sanki onunla göz göze geldiğinde, taktığı maskesinin altındaki gerçek yüzünü görecekmiş gibi, tedirgin oluyordu. Yine de Begüm’ün hevesini kırıp akşamlarını mahvetmemek için, susmaya karar verdi. “Tamam. Sen nasıl istiyorsan öyle olsun iyilik meleği.”
Jülide’nin iyilik meleği benzetmesiyle Begüm’ün anılarında iki yıl öncesi canlandı. Jülide’yi getirdikleri günü hiç unutmuyordu. Ağrıları yüzünden inleyerek yatan kızın başında günlerce beklemiş, yaralarına pansuman yapmıştı. Kendine gelirken gülümsemişti Jülide. “Sen iyilik meleği misin?” demişti. Bulundukları an da, o günü tek hatırlayan Begüm değildi. Jülide de unutamamıştı. Göz göze gelen iki genç kadın birbirlerine bakarken ,“Geçti,” dediler ve birbirlerine sımsıkı sarıldılar.
Beş dakika sonra kapıya çıktıklarında; Yusuf, Orhun ve Arif onları bekliyorlardı. Üç adam da konsere gitmek için hazırlanmışa benziyorlardı. Arif ıslık çalarak Begüm’e bakarken göz kırptı. “Harika görünüyorsun kanka!” Yusuf ve Orhun’da genç kadına iltifat ettiler. Begüm teşekkür ederken, uzun saçlarını gündüzün aksine toplamayan Orhun’a bakıp, “Saçların kıskanılacak kadar güzelmiş, toplama bence sen bunları,” diyerek gülümsedi. Arif gözlüklerini düzeltip, “Hem uzun saçlı hem küpeli,” diyerek sırıttı. Bu süre içinde Jülide hiç konuşmadı. Konuşmak bir tarafa kimseyle göz teması bile kurmadı. Arkadaşının insanlarla yakınlık kurma hızına, bir kez daha hayret etti. Yürümeye başladıklarında, Begüm’e biraz daha yanaşarak kısık sesle “Kanka mı?” dedi. “Bu kankalık mevzusu, yarım saat yüzdüğünüz havuzda mı oldu?” Begüm onu duymazdan gelerek yürümeye devam etti.
Hep birlikte, patika yoldan konser alanına doğru giderlerken, Yusuf’un cebindeki telefonu çaldı. Ekrana baktığında arayan kişinin ismini gördü, Yelda. Ona defalarca, tatildeyken aramamasını söylemesine rağmen, inatla araması hiç hoşuna gitmedi. Telefonunu uçak moduna alarak tekrar cebine yerleştirdi. Geride kaldığından diğerlerine yetişmek için adımlarını hızlandırırken, arkadaşlarına baktı. En önde yürüyen Arif, Begüm’e yıldızları göstererek isimlerini anlatıyordu. Orhun her zamanki gibi, kıskanç nişanlısına nerede, ne yaptığının raporunu veriyordu. İsmini yeni öğrendiği Jülide ise altında bulundukları gökyüzü kadar sessiz ve karanlıktı. Hiç gülmüyordu. Mecbur kalmadıkça konuşmuyordu. Oysa ki kadınlar çok konuşmaz mıydı? En azından kendi tanıdıkları hiç susmazdı. İlginç gelen bu kızda ne vardı bilmiyordu ama öğrenmek için tuhaf biçimde can atıyordu.
Ellerini ceplerine yerleştirerek Orhun’u geçip Jülide’nin yanında yürümeye devam ettiğinde, “Yine çok sessizsin,” dedi.
Begüm’ün normal insanlar gibi neşeyle konuşmasını izleyen Jülide, Yusuf’un yüzüne bakmadan, “Sen de her zamanki gibi çok konuşuyorsun,” cevabını verdi.
Yusuf bozuldu ancak geri çekilmeden, karşılığını verdi. “Galiba, seni tanıdığımdan beri kurduğun en uzun cümle bu oldu. Kendimi özel mi hissetmeliyim?”
Genç adam konuştukça, Jülide’nin içi sıkıldı, bunaldı. “Benimle uğraşma. Zararlı çıkarsın!”
“Tehdit mi?”
Yusuf gülerek söylemişti bunu ancak Jülide şaka yapmıyordu. En sert bakışını sunarak genç adama döndü. “Hayır, uyarı…”
Jülide hızlanarak, Arif ve Begüm’ün dengine gidip onlarla yürümeye devam ettiğinde, Orhun yanına yaklaştı. “Bu sefer baltayı kayaya çarptın sanırım. Bu kızın oluru yok kardeşim. Baksana, adamı dövecekmiş gibi bakıyor.”
Yusuf cevap vermek yerine sustu. Çünkü Orhun’un haklı olduğunu biliyordu.
Konser alanına ulaştıklarında, grubun sahneye çıkmasına on beş dakika kalmıştı.Yusuf ve Orhun açık olan büfeden içkileri almaya gittiğinde, Arif, Jülide ve Begüm yalnız kaldılar. Merakına yenik düşen Arif, kızlara bakarak, “İkiniz çok farklı görünüyorsunuz,” dedi. “Yani karakter olarak. Nasıl anlaşıyorsunuz?”
Jülide, Begüm’e bakarak, “Bütün zıtlıklarımıza rağmen illaki ortak noktalarımız vardır,” dedi. “Yakın arkadaş olabilmek için, hayata aynı pencereden bakmak gerekmiyor.”
Üçü dostluk üzerine konuşmaya başladığında, alandaki ışıklar kısıldı. Hemen ardından havai fişekler patlatılmaya başladı. Birlikte gökyüzünü aydınlatan ışıklara bakarken, Orhun ile Yusuf aldıkları içkilerle yanlarına dönmüşlerdi. Fakat Jülide gözlerini ayırmadığı gökyüzünü hayranlıkla izlediğinden, onların farkında değildi.
Yusuf onun havaya çevrilmiş bakışlarını gördüğünde, durdu. Bu haliyle öyle hoş görünüyordu ki. Jülide çok güzel bir kız değildi ama çirkin de değildi. Hayatına ondan çok daha güzelleri girmiş olmasına rağmen, hiçbirisi bu kadar ulaşılmaz gelmemişti. Kendi kendini sorguladı Yusuf. Ona duyduğu ilginin sebebi erişilmez duruşu muydu?
Sahneye verilen dumanlar eşliğinde müzik başladığında, alanda alkış sesleri koptu. Hemen sonrasında solistin sesi duyuldu. “Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında…”
Şarkının sözlerinin geceye uygunluğuyla Yusuf tebessüm etti. O tebessüm ederken, Jülide geldiğini hissetmiş gibi yüzünü genç adama döndüğünde, hemen ciddileşerek elindeki birayı uzattı. “Sen hiç gülmez misin?” dedi.
Şişeyi alan genç kadın, yüzünü sahneye çevirerek yanıt verdi. “Kendi kendine gülene deli derler.”
O akşam, gecenin ilerleyen saatlerine kadar dans edip eğlendikten sonra kaldıkları villalara döndüklerinde, Orhun Yusuf’a takılmadan duramadı. “Gözün sürekli kızın üzerindeydi. Allah aşkına, o suratsızda ne buluyorsun?”
Yusuf abartmamasını söylediğinde, söze Arif girdi. “Bence yanılıyorsun Orhun. Jülide Yusuf’un standartlarına göre değil. Bizim oğlan bakımlı kadın sever. Görmedin mi kızı, ev kıyafetleriyle gelmiş. Sanırsın ki market için dışarıya çıkmış. Makyajı bile yoktu.”
Yusuf arkadaşlarının yorumlarına cevap vermektense söylediklerini düşündü. Arif’in de dediği gibi giyimine kuşamına, nasıl göründüğüne önem vermeyen bir kızdı Jülide. Ya öz güveni çok yüksekti ya da kimin ne düşündüğünü takmayacak kadar rahattı.
Erkekler tarafı konser kritiği yapar da kızlar durur muydu? Yorgunluktan geniş koltuğa yayılan Begüm, Jülide’ye bakarak, Yusuf’un ondan hoşlandığını söyledi. “İnsan sarrafıyım ben. Bir bakışta anlarım. Bütün gece seni izledi, gördüm.”
“Ne saçmalıyorsun Begüm? Yok öyle bir şey. Hem hatırlatırım konser için hazırlanırken, bize başka gözle bakmadıklarını söyleyen sendin. Şimdi ne oldu da fikrin değişti?”
Begüm, Jülide’nin sinirlerinin bozulduğunun bilincinde olsa bile konuşmaktan, üzerine gitmekten geri kalmadı. “Bize başka gözle bakmadıklarını söyledim, doğru. Ama Yusuf’un sana takılmadığını söylediğimi hatırlamıyorum.”
Begüm’ün söyledikleriyle kontrolünü kaybeden Jülide, susmasını ve daha fazla konuşmamasını söyledi. “Adam bana takılsa hatta âşık olsa ne olur ki?” dedi. “Onlar yukarıda biz aşağıdayız. Bir kendine gel, yeter artık! Gözünü kamaştıran bu lüks, bu insanlar ne olduğumuzu unutturdu sana galiba. Kızım biz fahişeyiz fahişe! Böyle adamlar hayatımıza sadece birkaç saatliğine girebilir. Ötesi olmaz.”