7.Bölüm "BAMBAŞKA"

2231 Words
Jülide, çok ağır konuştuğunun bilincinde olsa bile, pişman değildi. Begüm’ü kendine getirmek, içinde bulunduğu hayal dünyasından çıkartmak için, mecbur kalmıştı. Hiçbir zaman normal bir hayatları olmayacaktı. Onları tanımayan insanların arasına karışsalar da, kirli geçmişleri bir yerlerde daima karşılarına çıkacaktı. Begüm’ün kendisiyle aynı fikirde olmadığını bildiği halde, gerçeklerden kaçamayacaklarını söyledi. “Üzgünüm.” Begüm olduğu yerden kalkıp yanına yaklaştı. “Daha yirmi üç yaşındasın,” dedi. “Üniversite okuyorsun. Bir gün başka bir yerde yepyeni bir hayat kurabilme şansın var. Birde bana bak. İlkokul mezunuyum kızım ben. Hayatım boyunca maaşlı bir işte çalışmadım. Öz abim sattı beni. Sahip çıkacak hiç kimsem yok. Otuz yaşındayım ve bütün bunlara rağmen, hâlâ hayal kurabiliyorum. Hâlâ, bir gün mutlu olabileceğime dair umut taşıyorum. Senin gibi, her gittiğim müşteriden sonra hayalimi bir kağıda yazıp, kavanozda saklamıyorum. Aramızdaki fark ne biliyor musun? Benim bedenim, seninse ruhun çürüyor.” Jülide karşılık vermeden, sessizce dinledi arkadaşının içini dökmesini. Herkesin hayata bakış açısı, acıları kabulleniş şekli, yeniden var olma çabası farklıydı. Belki de insanları birbirinden ayıran farklar, bunlarla ortaya çıkıyordu. Konuyla ilgili yorum yapmadan, “Ben yatıyorum,” diyerek odanın kapısına döndüğünde, Begüm kolundan tuttu. “Böyle yapma ne olur. Diren, vazgeçme. Yolun daha çok başındasın. Bu yıl mezun olacaksın. Mesleğini eline aldığında, kurtulursun bu hayattan. Herkes ikinci bir şansı hak eder.” Arkadaşının söyledikleri yüreğindeki yarayı kanatırken, “Bu hayattan kurtulmak mı?” dedi. “Sence bu hayattan kurtulsam bile, yaşadıklarımı unutabilir miyim? Tenime değen onca teni yok sayabilir miyim? Ya ailem, babam ona gönderdiğim ilaç paralarını, boğazlarından geçen lokmanın nasıl kazanıldığını öğrenseler, bir daha yüzüme bakarlar mı? Hadi baktılar diyelim, bu utançla ben onların yüzüne bir daha bakabilir miyim? Bu kadar kolay mı?” Jülide’nin sorduğu soruların hiçbirisine cevap veremedi Begüm. Çünkü ikna olmayacağını biliyordu. Arkadaşı, içinde bulundukları karanlığı çoktan kabullenmişti. Bir çıkış yolu aramaktan, kendinden vazgeçmişti. Yüzüne söyleyemese de içinden, daha çok küçüksün dedi. Öyle bir an gelir, kader sana öyle bir sebep verir ki, tekrar çiçekler açar ruhunda. Olmaz dediğin her ne varsa oldurmak için çabalar, küçücük bir umutla hayata tutunursun. Begüm’le yaptığı küçük tartışma yüzünden uykusu kaçmıştı Jülide’nin. Odasında, okumaya çalıştığı kitabının hiçbir satırını anlamıyordu. Dayanamadı, elindeki kitabı komodinin üzerine bıraktı. Nefes almaya ihtiyacı vardı. Üzerindeki kısa şort ve askılı bluzu değiştirmeden, parmak arası terliklerini giyip dışarıya çıktı. Saat gecenin ikisi olmasına rağmen, insanların eğlendiğini, duyduğu kahkaha ve müzik seslerinden anlayabiliyordu. Bir an için o insanlardan birisi olmayı diledi. Gerçek anlamda içten gülmeyeli sanki asırlar olmuştu. Havuz başına kadar ilerleyip, şezlonglardan birine oturdu. Yaşının genç olmasına rağmen, yüzlerce yıl yaşamış gibi yorgun hissediyordu kendini. Her zaman her yerde olduğu gibi yine yalnız, yine kimsesizdi. Amaçsızca sarf ettiği nefes bile o denli ağır geliyordu ki. “Kahve!” İrkilerek başını kaldırdığında, elindeki fincanı uzatan Yusuf’la göz göze geldiler. “Terastan seni gördüm. Sanırım benim gibi senin de uykun kaçtı.” Jülide, kahveyi almakla almamak arasında kaldığında, Yusuf, “Sade yaptım,” diyerek, cebinden iki tane küp şeker çıkarttı. “Her ihtimale karşılık, hazırlıklı geldim.” Genç adamın tebessüm eden yüzünün aksine, Jülide son derece ciddi görünüyordu. Fincanı aldıktan sonra hiç düşünmeden, neden bu kadar ısrarcı olduğunu sordu. “İki gündür sürekli konuşmak için çabalıyorsun. Tersliyorum, anlamıyorsun. Dolaylı yollardan uzak durmanı söylüyorum, dinlemiyorsun. Aptal olmadığın da belli. Allah aşkına, sen benden ne istiyorsun. Amacın ne?” Jülide’nin sorgulamasına karşılık, Yusuf seslice nefes alıp bıraktı. “Her zaman bu kadar açık sözlü olmak zorunda mısın?” “Bu, sorumun cevabı değil. Benden ne istiyorsun?” Yusuf, genç kadının yanındaki boş şezlonga otururken, “Seni tanımak,” dedi. “İlginç, değişik bir kızsın. Gizemli tuhaf bir halin var. İnsan ister istemez merak ediyor işte.” Duydukları Jülide’yi öfkelendirdiğinden, fincanı sert bir şekilde yere bırakıp ayağa kalktı. “Etme. Bak ben seni merak ediyor muyum?” Jülide uzaklaşarak eve girdiğinde, fincanından bir yudum alan Yusuf arkasından baktı. “Elimde değil ki. Sen kaçtıkça ben sana daha çok çekiliyorum, görmüyorsun.” Sabah dokuzda uyanan Begüm ve Jülide, bir önceki gece yaşadıkları huzursuzluğa rağmen, her zaman yaptıkları şeyi yaptılar. Hiçbir şey olmamış gibi davrandılar. Çünkü yapılan tartışmalar, hatta kırgınlıklar hep o anda kalırdı. Aralarında asla küslük olmaz, birbirlerine kin gütmezlerdi. Birlikte otelin restoranında kahvaltı yapıp, tatil köyündeki koruda yürüyüşe çıktılar. Orman havasını çok seven Begüm kollarını iki yana açarak, “Kuş cıvıltılarını duyuyor musun?” dedi. “Doğa insana huzur veriyor.” Jülide başını sallayarak her zamanki gibi, aynı fikirde olmadığını söyledi. “Sana huzur, bana uyku veriyor. Ne zaman kuş cıvıltısı duysam, elimde değil uyumak istiyorum.” “Kızım sen vallahi bir çeşitsin. İnsan, karanlık veya yağmurlu havalarda uyumak ister. Ne bileyim, sessizlik insanı mayıştırır. Kuş sesinin uyku getirdiğini de ilk defa senden duyuyorum. Şahsen benim için tam tersi, uykumu açıyor. Şunlara bir baksana nasıl da özgürler.” İki arkadaş sohbet ederek yolda yürürken, karşılarında iki atlı belirdi. Yusuf ve Arif. Genç adamlar yanlarına yaklaştıklarında, atlardan inerek selam verdiler. Begüm durarak onlarla konuşmaya başladığında, Jülide yoluna devam etti. Genç kadının arkasından bakan Arif, “Bu kızın olayı ne?” dedi. “Ne zaman görsek, surat kırk karış. Hiç gülmez mi?” Bu sorunun cevabını Arif kadar Yusuf da merak ediyordu. Begüm, Jülide’nin arkasından bakarken, ailevi sorunları olduğunu söyledi. “Size daha öncede söylediğim gibi normalde böyle değildir. Neyse, ben gideyim sonra konuşuruz.” Begüm arkadaşına yetişmek için hızlandığında, cebindeki telefonu çaldı. Ekranda abisinin ismini gördüğünde, telaşa kapıldı. “Oğlum iyi mi?” diyerek açtı telefonu. “Merak etme iyi. Paraya ihtiyacım var. Sen tatil yap, ben de şu küçücük sabiyle buralarda aç, susuz rezil olayım.” “Duygu sömürüsü yapmadan, çocuğumu telefona ver!” dedi genç kadın. “Sesini duymazsam, benden beş kuruş alamazsın.” Jülide arkasını dönüp baktığında görmüştü Begüm’ün değişen ten rengini. Sararıp solmuştu güzel yüzü. Merak ederek geri döndüğünde, Begüm’ün küçük oğlu, “Anne,” diyordu. “Ne zaman geleceksin? Çok özledim seni.” Genç kadın, arkadaşının da duyabilmesi için hoparlörü açtı. Ağlamamak için kendini zor tutarken, yakında görüşeceklerini söyledi. “Efe’m, ben de seni özledim yakışıklı oğlum. Sen iyi misin bebeğim? Dayın sana iyi davranıyor mu?” “Davranıyor. Dayım bana kamyon aldı, biliyor musun anne? Hem de kocaman.” Çocuk konuştukça, Begüm’ün gözlerinden yaşlar akıyordu ancak sesine yansıtmamak için, kendiyle mücadele ediyordu. Jülide genç kadını sakinleştirmek için boştaki elini tuttuğunda, telefondaki ses değişti. Konuşan abisiydi. “O sarı kamyonun parasını da alacağım senden.” “Ne kadar istiyorsun lanet olasıca!” Abisi bu soruya sinirlendi. “Lanet okuma, pişman olursun bak. Bir saate kadar, beş bin lirayı hesabıma aktar.” Telefon kapandığında, Begüm Jülide’ye sarılarak ağladı. “Yıllardır yetmedi kanımı emdiği,” dedi. “Şimdi de, beş yaşındaki çocuğu bana karşı kullanıyor şerefsiz!” Anne ve babasını erken yaşta kaybeden Begüm, sırf abisinden kurtulmak için sevmediği birisiyle evlenmişti. Aşk evliliği değildi belki ama otobüs şoförü olan kocası iyi bir adamdı. Düğünden dört yıl sonra, tedaviyle hamile kalmıştı. Fakat aldıkları müjdeli haberin beşinci ayında, kocası trafik kazasında ölmüştü. Kocasının ailesinden kimse bebeğine ve kendisine sahip çıkmadığından, abisinin evine dönmek zorunda kalmıştı. Çünkü hayatı boyunca çalışmamış, iş arasa bile hiç kimse, ilkokul mezunu ve hiçbir deneyimi olmadığından, iş vermemişti. Zaten küçük bir yerdi yaşadığı ilçe. Mecbur, karnındaki bebeğiyle eski evine dönmüştü. Bebeğini kucağına aldığı ilk anı hiç unutmuyordu. O gün, oğlu minik bedeniyle hem kucağını hem de yüreğini umutla doldurmuştu. Fakat doğumdan sonra abisi karabasan gibi çökmüştü üzerine. Begüm dul bir kadındı. Abisine göre onu kimse almazdı. Zaten kendini zor geçindiriyordu, birde kardeşine ve yeğenine bakamazdı. Oğlu altı aylıkken abisi hiç acımadan kış günü, Begüm’ü ve bebeğini kapının önüne koymuştu. İki boğaza bakamayacağını söylemişti. Eğer evde onunla yaşamak istiyorsa tek bir şartı vardı. Kardeşi, istediği ne varsa yapacaktı. Genç kadın, battaniyesinin içinde dünyadan habersiz uyuyan oğluna bakmıştı ağlayarak. Kendi hayatı zerre kadar önemli değildi. Soğuktan, açlıktan ölmeyi göze alabilirdi ama bebeğine kıyamazdı. Gidecek yeri olmadığından, tekrar kapıyı çalıp abisinin istediği iğrençliğe istemeye istemeye, “Tamam,” demişti. O gün ki kabul edişi, Begüm’ü bugünlere getirmişti. Jülide, Begüm’ün gözyaşlarını sildikten sonra koluna girdi. “Bana alacağın evi anlatsana hadi,” dedi. Çünkü, arkadaşının hayal ederken o hayali yaşadığını, anlatmanın ona iyi geldiğini biliyordu. Zaten Begüm’ün bu hayatta istediği tek şey oğluyla birlikte, tertemiz bir hayat kurmaktı. Görünenin aksine bütün hayatı oğluydu. Şu an katlandığı her şey onun içindi. Genç kadının söylediği şey ile hem ağlayıp hem tebessüm eden Begüm, anlatmaya başladı. “Altı dükkan üstü ev olan, bahçesine çiçekler dikebileceğim, iki katlı bir bina olacak. Ev, üç oda bir salondan oluşacak. Bir oda bana, bir oda oğluma ve üçüncü oda da daima senin için hazır olacak. Bir gün ihtiyacın olursa, çalacak bir kapın, altında uyuyacak bir çatın olduğunu bileceksin.” Begüm’ün hayalinde kendisine de yer vermesiyle Jülide duygulandı ama genç kadının hayalini bölmeden, dinlemeye devam etti. “Oğlumu her gün okula ben götürüp getireceğim. Birlikte aynı sofraya oturup, çoğu geceler kokusunu içime çeke çeke uyuyacağım. Sonra, senin bizde olduğun zamanlar, akşamları balkonda karşılıklı kahvelerimizi içeceğiz. Kışın soğuk olur diye, balkonu cam yaptırmakta gerekecek. Benim sıpanın yanında sigara içemeyeceğime göre, kapalı balkon şart. Dükkan konusunda kararsızım yalnız. Annemden öğrendiğim pastaları yapacağım küçük bir pastanemi açsam, yoksa bebek giyim mağazası mı olsa, karar veremiyorum.” Jülide, Begüm’ün son cümlesinde karasızlığını duyunca, “İçinden hangisini yapmak daha ağır basıyor?” diye sordu. “Pastane mi, bebek giyim mağazası mı?” Genç kadın hiç düşünmeye gerek görmeden yanıt verdi. “Tabii ki pastane. Annemin tariflerini pişirmek, beni daha mutlu eder.” “O zaman kalbinin sesini dinle.” *** At binmeden dönen Yusuf odasına uyumaya gittiğinde, Orhun Arif’i bahçeye çıkarttı. “Oğlum bugün adamın doğum günü. Ne yapacağız? Var mı bir planın?” Arif kısa bir an düşündükten sonra, akşam barda pasta kesebileceklerini söyledi. “Begüm’e de haber veririz. Hem bizim oğlan, o yüzü hiç gülmeyen Jülide’yi beğeniyor. Belki o da gelir.” Arifin fikri Orhun’un hoşuna giderken, “Benim söylediğime geldin mi?” dedi. “Bak sen de fark etmişsin hoşlandığını. Ne oldu? Gece, bu kız Yusuf’un standartlarına uygun değil diyordun.” “Bugün atla dönerken karşılaştık kızlarla. Bizimkinin kıza bir bakışı vardı, sanırsın kırk senelik âşıkmış gibiydi. Kızdan hoşlandığı çok belli. Sen haklıymışsın kardeşim.” Orhun pasta siparişini hallederken, Arif Begüm’ü aradı. Akşam için Yusuf’a hazırladıkları, küçük doğum günü sürprizinden bahsetti. Konu eğlence olduğunda fırsatları kaçırmayan Begüm, Jülide’ye sormadan, “Geliyoruz tabii,” dedi. Arkadaşları bahçede kutlama organizasyonu yapmakla meşgulken, Yusuf odasında uyumaya çalışıyordu. Fakat aile bireyleri ve yakın arkadaşlarının aramaları yüzünden, bir türlü uykuya dalamıyordu. En son telefonu tamamen kapatmaya karar verdiğinde,sevgilisi Yelda aradı. Her defasında cevap vermese bile, bu sefer doğum gününü kutlamak için aradığını bildiğinden, mecbur yanıt verdi. “Efendim Yelda.” “Doğum günün kutlu olsun sevgilim.” Yusuf, Yelda’nın cıvıldayan sesi ve akabinde farkına vardığı gerçek ile dişlerini sıktı. Ciddi olmayan bu ilişkiyi sürdürerek, hata ediyordu. Çünkü karşısındaki kız, ona günden güne bağlanıyordu. Ayrılık vakti geldiğinde, arkasında kırık bir kalp bırakmak istemesede, korktuğu şeye doğru sürükleniyordu. O an bir karar verdi. Önce Yelda’ya aradığı için teşekkür etti. Sonra direkt konuya girdi. “Aslında geldiğimde seninle yüz yüze konuşmak istiyordum. Şu an çok uygun bir zaman değil belki ama ben bitirmek istiyorum. Çünkü bir gün yollarımızı ayırdığımızda, üzülmeni istemiyorum Yelda. Sen kendini bu ilişkiye çok kaptırdın. Özür dilerim.” Yusuf söyleyeceklerini bitirdiğinde, Yelda’dan ses çıkmadı. Konuşmuyordu. “Sesim geliyor mu?” diye sordu genç adam. Hattın diğer ucunda ki kız çatallaşan sesiyle “Geliyor,” dedi. “Madem bitirmeye karar verdin, öyle olsun. Zaten giderken tahmin etmiştim böyle olacağını.” Yusuf tekrar üzgün olduğunu söyleyerek telefonu kapattığında, huzursuz olsa bile üzerinden büyük bir yük kalktığını hissetti. Çünkü Yelda zeki, güzel bir kız olmasına rağmen, hiçbir zaman onunla arasında bir bağ kuramamıştı. Gün içinde, doğum günü konusu üç erkek arkadaşın arasında hiç açılmadı. Akşam olduğunda, Orhun ve Arif, keyifsiz olan Yusuf’a barda takılmayı teklif ettiler. Nasıl olsa genç adam gece hayatına, kulüplere, barlara hayır diyemezdi. Fakat bu sefer yanılmışlardı. Çünkü ilk defa doğum günü çocuğu dışarıya çıkmak istemiyordu. “Siz gidin. Ben evde takılacağım bu gece.” Doğum günü sürprizi tehlikeye girince, Arif itiraz etti. “Hayır olmaz. Seni burada tek bırakamayız. Gidip bir şeyler içelim. Tatile geldik oğlum buraya. Unuttun galiba,” dedi. Bir elini kalbinin üstüne götürüp, yüzüne üzgünmüş gibi bir ifade takınarak, “Bana, aşk acımı unutturmak zorundasınız.” Yusuf elinin tersini sallayarak, “Hadi lan!” dedi. “Geldiğimizden beri, ben aşk acısı falan çektiğini görmedim. Maşallah keyfine diyecek yok. Utanmasan, zil takıp oynayacaksın.” “Belki içime atıyorumdur kardeşim. Ne biliyorsun? Hem Begüm’lerle barda buluşacağız. Hadi hazırlan.” Jülide’yi görebilme şansıyla Yusuf hemen ayağa kalktı. “Madem çok ısrar ediyorsunuz. O zaman üzerimi değiştireyim ben.” Orhun koluyla Arif’i dürterek, “Hareketlere de bak,” dedi. “İstemem yan cebime.” Evden çıkmadan önce Arif kızları aradı. Begüm hazırlandıklarını, hazırlıkları bitince geleceklerini söyledi. “Siz gidin. Yarım saat sonra barda buluşuruz kanka.” Üç arkadaş bara gittiklerinde, masalarına yerleşip içkilerini söylediler. İlk kadehler bitip ikincilerinin doldurulmasına rağmen, ne gelen vardı ne de giden. Kızlar hâlâ ortada yoktu. Canlı müzik eşliğinde Orhun ile Arif sahnedeki solistin şarkısına eşlik ederken, Yusuf’un gözü barın girişindeydi. Acaba gelmekten son anda vaz mı geçmişlerdi. Bozulan moraliyle içkisini yudumlarken, solistin söylediği şarkının sözlerine, ortamda bulunan kalabalık eşlik etti. Bir sebepten geldin kuruldun gönlüme Hiç kimseyi koymadım koymam yerine… Barın girişine bakarak, bardağında kalan son yudumu içmek için bardağı dudaklarına yaklaştırdığında, gördüğü kadın yüzünden eli havada kaldı, dondu. Eğer Begüm yanında olmasaydı, kendilerine doğru yaklaşmakta olan Jülide’yi zor tanırdı. Çünkü ilk defa onu bambaşka bir kadın olarak görüyordu. Üzerine giydiği askılı, altın rengi, diz üstü elbisesi, geriye doğru taranmış, açık uzun saçları ve kusursuz makyajıyla herkesi büyüleyecek bir kadın duruyordu karşısında.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD