Jülide, otogarda otobüsten indiğinde onu bekleyen Begüm’e doğru yürüdü. Bir araya geldiklerinde, Begüm heyecanla kiraladığı kırmızı spor arabayı gösterdi. "Nasıl, yeni bebeğimi beğendin mi?"
Genç kadın gülümsemeye çalışarak cevap verdi. "Ben beğendim de, Barış faturayı gördüğünde beğenecek mi bakalım? Hem senin eski araban yoktu ki." Jülide’nin sözlerinin üzerine Begüm, göğüs hizasına kadar inen kıvırcık, gür saçlarını savurarak şoför tarafına yürüdü. Kapıyı açarken, yüzünde sevimli bir gülümseme ile söyleniyordu. "Yani biraz hava basalım dedik, illa hevesimizi kursağımıza dizeceksin,” dedi. “ Hem Barış neden beğenmesin ki. Üzerimizden dünya kadar para kazanıyor. Bırak da bu kadarcık lüksümüz olsun. Öyle değil mi?" Arkadaşının bu sevimli haline dayanamayan genç kadın, gülümsedi. O sık bukleli kıvırcık saçlarını böyle savurup gülümsediğinde, yaşından çok daha genç, hatta küçük bir kız çocuğuna benziyordu. Begüm’ün neşesini görünce, daha fazla yorum yapmadı. Çünkü onu ilk defa bu kadar mutlu görüyordu.
Yolda ilerlerken, Begüm Jülide’ye ailesiyle görüşmesinin nasıl geçtiğini sordu. "Giderken tedirgindin. Seni iyi gördüğüme göre, her şey yolunda gitmiş olmalı. Anlatsana nasıl geçti?”
Jülide daha önce defalarca, ailesini görmeye niyet etmişti. Defalarca aldığı bileti, son dakika iptal ettirip gitmekten vazgeçmişti. Ama hasretlik öyle acıtmıştı ki canını, gözünde tüten anacığından, babasından, ablası ve yeğeninden uzak kalmaya daha fazla dayanamamıştı. Begüm’e "Korktuğum gibi olmadı," dedi. "Onlar tarafından koşulsuz, beklentisiz sevilmek. Yanlarında hissettiğim güven. Kısacası yirmi dört saatliğine de olsa kendimi buldum. İçimdeki vicdan azabıma rağmen ailemin gölgesinde, yine yıllar öncesindeki o küçük kız çocuğu oldum.”
“Ben sana demiştim Jülide. İlk sefer zor gelir ama tek bir adımla zamanla alışırsın.”
Begüm ne de kolay demişti. Zamanla alışırsın. Alışabileceğini sanmıyordu. Hissettiği suçluluk duygusu, vicdanındaki kara delik öyle kolay kapanır mıydı? Ailesini düşündü. Parayı nasıl kazandığını duysalar, bir daha yüzüne bakarlar mıydı? Özellikle babası, onu iyileştirecek ilaçları nasıl temin ettiğini bilse, yüreğine inmez miydi? O kadar kolay değildi. Fakat bunları konuşmak ya da düşünmek istemiyordu.
Yarım saat sonar tatil köyüne giriş yaptıklarında, Jülide hayranlıkla etrafını izledi. Geniş ormanlık alana, belirli aralıklarla konumlandırılmış olan taş duvarlı, tek katlı evler vardı çevrelerinde. Tenis kortundan, golf sahasına kadar her şey mevcuttu. At üzerinde, yakınlarındaki koruluğa doğru gitmekte olan çifti gördüğünde, aklına gelen anıları sebebiyle yüzü asıldı. Bir zamanlar o da sevmiş, âşık olmuştu. Fakat o aşk Jülide’ye, hayatının en büyük hayal kırıklığını yaşatmıştı. Mert ile üniversitenin ilk yılı tanışmış, âşık olmuşlardı. Daha önce hiç erkek arkadaşı olmadığından, tecrübesizliği yüzünden Mert’e kapılması, bağlanması çok hızlı olmuştu. Öyle çok sevmiş ve inanmıştı ki. Bir kadın ve erkek arasında yaşanılması gereken tüm özel anları, onunla yaşamıştı. İlklerinin sahibi o olmuştu. Üniversite bittiğinde evlenip, kendi ailelerini kuracaklardı. Mert hep güzel bir gelecekten bahsederek inandırmıştı Jülide’yi. Ümit vermişti genç kadına. Aslında babasının, amcası tarafından vurulduğu güne kadar, ilişkileri hep olması gerektiği gibi iyi gitmişti. Fakta ne olduysa ondan sonra olmuştu. Jülide’nin ailesi için hissettiği üzüntü, babasını kaybetme korkusu genç adamı bunaltmıştı. Birbirlerinden tamamen kopmaları, pembe dünyasının başına yıkılması ise Mert’in Jülide’yi başka bir kızla aldatması sayesinde gerçekleşmişti. O günü hiç unutamıyordu Jülide. Ailesi, babasının ameliyat masrafları yüzünden maddi sıkıntı çekiyordu. Sabah konuştuğu annesi, almaları gereken ilacın sekiz yüz elli lira olduğunu söylemişti. Babasının sigortası olmadığından devlet ilaç parasını ödemiyordu. Zaten ellerinde avuçlarında ne var ne yoksa hepsini hastane masrafları için satmışlardı. Jülide bütün gün arkadaşlarından topladığı paraya ağlayarak çaresizce bakmıştı. Elinde üç yüz lira parası vardı ancak yetmezdi. Gururunu bir kenara bırakıp bütün gün görmediği erkek arkadaşını aramış, ulaşamamıştı. Sonunda Mert’in en yakın arkadaşı ağzından kaçırmıştı nerede olduğunu. Genç adam arada bir uğradığı barlardan birinde içkisini içiyordu. Öyle söylemişti Fehmi. Derdini anlatmak, yardım istemek için Mert’in yanına gitmişti. Gittiğinde ise onu başka bir kızla öpüşürken yakalamıştı. İşte o gün Jülide hem erkeklere hem de aşka olan inancını kaybetmişti.
Geçmişe dalan Jülide iyice sessizleştiğinden, Begüm iyi olup olmadığını sordu. “Durgunlaştın. Anlatmadığın bir şey yok, öyle değil mi?”
“İyiyim ben. Sıkıntı yok. Sadece yorgunum biraz.”
Arkadaşının yorgun olduğunu belirtmesi üzerine, Begüm kalacakları villadaki Türk Hamamından bahsetti. “Eve girer girmez doğru hamama o zaman. Seni gevşeteceğinden emin olabilirsin.”
Jülide Türk Hamamından sonra bütün gün uyudu. Akşam saatleri olduğunda iki arkadaş birlikte otelin restoranına gittiler. Yemekten sonra yapabilecekleri tek bir şey kalmıştı, eğlenmek.
Gecenin bir yarısına kadar ara vermeden dans ettiler, içkilerini yudumladılar. En son önlerine gelen tekilaları tek seferde boğazlarından aşağı yuvarladıklarında, gitme vakitleri de gelmişti.
Jülide oturduğu tabureden kalktığında başı döndü. O dakika tekilaları içtiğine pişman oldu ama olan olmuş, iş işten geçmişti. Begüm’e barda beklemesini söyledikten sonra, “Ben lavaboya gideceğim,” dedi. “Yüzüme biraz su çarpsam iyi olacak, aksi halde yıkılabilirim.”
“İyi değilsen yardım edebilirim.”
Genç kadın arkadaşının teklifini reddederek lavabolara ilerlerken, ayakta zor duruyordu. Tuvaletlerin girişinde daha fazla dayanamadı. Doğruca içeriye girdiğinde, gördüğü ilk kabine girip klozete eğilerek midesini boşalttı. Kabinin kapısını kapatmak aklına bile gelmemişti. Kendini çok kötü hissediyordu. Dünya tüm hızıyla döndükçe, ikinci bir öğürme hissiyle yere çöktü.
Genç kadın midesinde kalanları çıkartmaya devam ederken, içeriye giren Yusuf, kabinlere yaklaşırken öğürme sesini duydu. İlk kabinin açık kapısından, klozetin yanında yerde oturan kızı gördü. Şaşkınlıkla ona baktı. Bu, o kızdı.
Yardım etmek için yanına yaklaşıp, koluna dokundu. “İyi misiniz?”
“Dokunma bana!”
Koluyla ağzını silen Jülide, sesin sahibine baktı. Hırlar gibi, “Sana ne! ” dedi. Yusuf’u tanımamıştı ama genç adam onu çok net hatırlıyordu. Kızın sarhoş olduğunu anladığından, alttan alarak niyetinin kötü olmadığını açıklamaya çalıştı. “Sabah otobüste sen de bana yardım etmiştin. Üstüme çay döküldü diye peçeteni vermiştin. Hatırladın mı?”
Jülide açık bıraktığı uzun, dalgalı saçlarını kaşıyarak düşündü. Ardından kelimeler ağzının içinden yuvarlanarak çıkarken, gülmeye başlayıp, “Ha hatırladım. Sen o salaksın!” dedi. “Şu üstüne çay dökülen.”
Yusuf başka zaman olsa, onunla bu şekilde konuşulmasına sert tepki gösterebilirdi belki. Ama kızın hali ortadaydı. Fena halde kafayı bulmuştu. Kendisi de Jülide gibi gülmeye başlarken, “Evet o bendim,” dedi. “Hadi, seni buradan çıkartalım da temiz hava al. Açılırsın.”
Genç adam yardımcı olmak için kolunu tutup ayağa kaldırmak istediğinde, Jülide bağırdı. “Bırak beni! Sana bana dokunayım deme demedim mi!”
Jülide’nin tavrı Yusuf’u kızdırırken, “Delirdin mi sen?” dedi. Lafın devamını getireceği sırada kapıdan iri yarı, orta yaşlı, göbekli bir adam girdi. Adam, bir yere çökmüş halde bekleyen Yusuf’a, bir de klozete yapışmış halde yerde oturan Jülide’ye garipseyerek baktı.
Genç adam, “Arkadaş içkiyi fazla kaçırdı da,” açıklamasını yaparken, Jülide’nin kulağına fısıldadı. “Burası erkekler tuvaleti. Kalk hadi.”
Yanlışlıkla erkekler tuvaletine girdiğini öğrenen genç kız, kahkahalarla gülmeye başladı. “Hadi ya!” dedi, kapının girişinde onları izleyen adama bakarak. “Ben şimdi kazara bu amcanın …”
Yusuf, cümleyi tamamlamasına izin vermemek için eliyle ağzını kapatırken, adama kusura bakmamasını söyledi. “Biz çıkalım, siz işinizi halledin.”
Adam tuhaf bulduğu ikiliye bakarak başını salladı. “Gece vakti manyak mısınız siz?” diyerek, dışarıya çıktı.
Yusuf adamın arkasından bakarken, ağzı genç adam tarafından kapatılan Jülide’nin midesi tekrar bulandı ancak bu sefer, klozete eğilecek zamanı olmadı. Yusuf’un üzerine kusarken yönünü çevirmeye çabaladı ancak geç kalmıştı.
“Ne yaptın sen?”
Yusuf’un sorusuna verilecek tek kelimelik cevabı vardı. “Kustum.”
Jülide ve Yusuf kol kola erkekler tuvaletinden çıktığında, kızlar tuvaletinde arkadaşını bulamayan panik halindeki Begüm ile karşılaştılar. Begüm iyice telaşlanarak, “Ne oldu sana, iyi misin?” dedi.
“İyiyim ben. Bir şeyim yok.”
Genç adam durumu anlattığında, Begüm inanamıyormuş gibi Jülide’ye baktı. “Ben sana tekilaları içme, çarpılacaksın demiştim. Bir kere de büyük sözü dinlesen olmaz mı?”
İki arkadaş kaldıkları villaya gitmek için Yusuf’un yanından ayrılırken, genç adam arkalarından onları izledi. “Kıza bak ya! Üstüme kustu resmen.”
Yusuf, tuvalette üzerini temizleyip tekrar bara döndüğünde, arkadaşı Arif’in durumu da Jülide’den pek farklı değildi. Bütün gece içmişti ve bütün gece ayrıldığı sevgilisinden bahsetmişti. Yusuf’u gören Orhun yaka silkerek, “Abi bu salak beynimi s*kti,” dedi. “Bozuk plak gibi aynı şeyleri anlatıp duruyor. Kıza evlenme teklif ettiği günü bu yedinci anlatışı.”
İki arkadaşına bakan Yusuf gülümserken, Arif ayrıldığı sevgilisine evlenme teklifi ettiği günü, dokuzuncu defa anlatmaya başladı. “Öyle bir masa hazırlatmışım ki bir görmeliydiniz.”
Orhun, onu susturmak için dişlerini sıkarak, sözünü kesti. “Masanın üzerinde kırmızı iki tane mum vardı ve garson sana yengenin çok şanslı olduğunu söylemişti.”
Arif eğik duran başını kaldırarak sorgular gibi Orhun’a baktı. “Sen nereden biliyorsun? Orada mıydın?”
“Lan daha az önce anlatmadın mı?”
Arif gülerek, “Anlatmıştım değil mi?” diye cevap verdiğinde, Orhun yanına oturan Yusuf’a döndü. “Sen kusmuk mu kokuyorsun yoksa bana mı öyle geldi.”
“Uzun hikaye, sonra anlatırım. Hadi tut şunun kolundan da kaldıralım. Yoksa sen o evlenme teklifini sabaha kadar dinlersin paşam.”
Ertesi sabah Jülide yataktan baş ağrısıyla kalktı. Sanki beyni kafa tasının içinde şişmiş, şişerken de tonlarca ağırlaşmıştı. Kafasını tutarak odasından çıktı. Ağrı kesici aradı ama yoktu. Ne ilacı ne de Begüm’ü bulabildi. Allah bilir nereleri keşfe çıkmıştı? Ağrısını dindirecek bir çare ararken, buzdolabını açtı. Dolaptan aldığı buz torbasını kafasına yerleştirmek, az da olsa rahatlatmıştı. Tekrar odasına döndüğünde, cep telefonu çaldı. Arayan Begüm’dü. “Nereye kayboldun Begüm?” diye sorarak telefona cevap verdi.
“Tatlım uzakta değilim, merak etme. Bahçedeki havuzdayım. Hadi sen de gel.”
“Begüm başım çok kötü. Sen biraz yalnız takıl.”
Jülide’nin itirazına karşılık, Begüm ısrar etti. “Kızım su çok güzel. Yüzersen rahatlarsın biraz. Hem hareket etmek başına da iyi gelir.”
Arkadaşının ısrarına dayanamayan Jülide, bavulundan kırmızı bikinisini aldı. Üzerindeki şort takımı çıkarıp, daha önce giymediği bikiniyi isteksiz olarak üzerine giyindi. Bir yandan söyleniyordu. “Ah Begüm ah! Bir gün beni delirteceksin ama ne zaman çok merak ediyorum.”
Başının üzerinde tuttuğu buz torbasıyla dışarıya çıktığı an, arkadaşı görüş alanına girdi. Havuzda yüzüyordu. Yanına yaklaşıp suya girmek yerine, diğer elindeki gözlüğü taktı, şezlonga uzandı.
“E ben seni yataktan kaldırdım, geldin buraya yattın.”
Havuzun kenarına kadar gelen arkadaşına, gözlüğünü burnunun üzerine indirerek baktı. “Görmüyor musun başım ağrıyor. Seni kırmamak için geldim. Az daha konuşursan, odama dönerim!”
Sırt üstü suya yatarak yüzeye çıktı Begüm. “Kızım sen vallahi iflah olmazsın,” dedi. “Sana kim dedi o kadar iç diye. İlk günden b*kunu çıkartmasaydın. Hem akşam yanındaki çocuk kimdi?”
Jülide, “Hangi çocuk?” derken, geldi aklına Yusuf. Üzerine kustuğunu hatırladığında ise utançtan gözlüğünü tekrar takıp, şezlonga uzandı. “Bilmiyorum. Birisiydi işte.”
Genç kadının gözlerini saklamasından şüphelenen Begüm, havuzdan çıktığında barda bekleyen görevliye seslendi. “Portakal suyu alabilir miyim? İki tane olsun.”
Kurulanarak Jülide’nin yanındaki boş şezlonga uzanırken, “Öt bakalım,” dedi. “Kimdi o çocuk? Seni tanıdığından eminim çünkü teşekkür ettiğinde, ödeştiğinizi söyledi. Yoksa müşterilerden birisi miydi?”
Begüm’ün dudağından çıkan müşteri sözüyle Jülide gözlüğünü çıkartarak, toparlandı. “Sakın!” dedi etrafına bakınarak. “Bu tatilde müşteri kelimesi yasaklı kelime. Gelmeden önce seninle böyle anlaşmıştık.”
“Öf tamam! Hadi şimdi söyle, nereden tanıyorsun? Bak söylemezsen meraktan çatlarım.”
Arkadaşının öğrenme hevesini kırmak istemeyen Jülide, Yusuf’la ilk defa otobüste karşılaştıklarını ve çay dökme mevzusunu anlattı. “Üstü ıslanınca kurulasın diye peçete verdim. Sonra tuvalette karşılaştık işte.”
Jülide sanki çok önemli bir şey anlatıyormuş gibi, onu pür dikkat dinleyen Begüm, “Kader ağlarını örüyorsa demek ki,” dedi. “Baksana ikinci defa karşılaşıyorsunuz. Üstelik erkekler tuvaletinde. Bence bunlar sıradan tesadüfler olmayabilir.”
Jülide arkadaşının söyledikleriyle dalga geçti. “Tabii canım tabii. Kader ağlarını örmüş, üstelik onu bana yazmış,” dedi gülerek. Sonra birden ciddileşti. “Ne saçmalıyorsun Begüm! İki defa karşılaşınca kader bağlamış mı oluyor? Hem Allah korusun. Ben aşktan yana yeterince acı çektim. Üstelik bizler için bunlar tehlikeli şeyler. Unutuyorsun galiba.”
Begüm, Jülide’nin hatırlattıklarına bozuldu. “Ne var şurada iki hayal kurmaya çalıştıysak. Bu kadar gerçekçi olmak zorunda mısın? On gün boyunca normal insanlar gibi davranmak için fırsat geçmiş elimize, hatırlatmasan olmaz sanki?”
Arkadaşının sitem içeren sözlerinden, kırıldığını anladı. Pişman olarak, “Asma suratını,” dedi. “Bazen dilimi tutamadığımı ama içimde kötülük olmadığını biliyorsun. Hem onunla bir daha karşılaşacağımızı sanmıyorum.”
Jülide ve Begüm gerçeklikten konuşurken, havuza girmek için bahçeye çıkan Yusuf, iki genç kadını gördü. “Yok artık!” dedi inanamayarak. Onun hemen arkasından dışarıya çıkan Orhun kızlara bakarak, “Bunlar kim? Tanıyor musun?” dedi.
“Şu kırmızılı olanla iki defa karşılaştık. İlki, gelirken yolda bindiğim otobüste. İkincisi ise dün akşam erkekler tuvaletinde. Ama tanıştığımız pek söylenemez. Çünkü ismini bile bilmiyorum.”
Orhun, “O zaman bu, üçüncü kez tesadüfen karşılaşmanız olacak. İlginç değil mi?” dedi.
Onlar kendi aralarında kızlara bakarak konuşurken, arkalarından gelen Arif’i işittiler. “Aslında tesadüf, kader denilen şeyin ta kendisidir ve hiçbir şey sebepsiz değildir.”
Yusuf, Arifin yüzüne döndüğünde, dalga geçerek güldü. “Oğlum ben inanmam öyle şeylere. Tamam, kadere ben de inanırım ama bir tesadüften bu kadar anlam çıkartmam.”
Onun tek seferlik tesadüf demesine, Orhun müdahale etti. “Lütfen kardeşim, bununla üç oldu. Otobüs, erkekler tuvaleti ve havuz.”
“Yahu saçmalamayın. Kız zaten buraya gelmek için binmiş o otobüse. Ayrıca aynı tatil köyündeyiz farkındaysanız. İlla ki bir yerlerde karşılaşabiliriz. Abartmayı ne kadar seviyorsunuz!”
Üçü arasında konuşmalar sürerken, havuza doğru ilerlediler. Begüm onları fark ettiğinde, uyumaya çalışan Jülide’nin yanına sokuldu. Kısık sesle “Kızım seninki burada.”
Jülide, Begüm’ün ne söylemeye çalıştığını anlamak için o tarafa baktığında, Yusuf ile göz göze geldiler.