Bölüm 10: Tatil Biter Okul Başlar...

1084 Words
Otelde kaldığım süre boyunca, Türkçeyi çat pat öğrenmeye başlamıştım. En azından acil olanları. Merhaba, adınız ne, kuaför nerede, market nerede, benim adım Lily, nerelisiniz gibi şeylerdi. Hala bal gözlümü bulamamıştım, madem bir Tanrı da bana yardım edecekti, nerelerdeydi acaba? Öğrenci değişimi programından gelen mailde, Alsancak semtinde, Yılmaz ailesi ile kalacağım yazıyordu. Mert Yılmaz isimli adam 42 yaşındaydı ve beyin cerrahıydı, Berna Yılmaz 38 yaşında ve İngilizce öğretmeniydi (doğru ingilizce konuşan birini göreceğim sonunda). Kızları Sıla, 16 yaşındaydı ve müzikten, gitar çalmaktan ve kitap okumaktan hoşlanıyordu. İyi bir aileye benziyorlardı, yine de yabancı insanlarla yaşayacak olma düşüncesi midemin kasılmasına neden olmuştu. Babam da son hafta geri gelip beni o aileye götürecekti, onlarla tanışmadan duramazdı tabii, neyse ki annem gelmiyordu. Yeni bir eğitim yılına başlıyordum, bu sene gelen değişim öğrencileri ile birlikte bir sene dil eğitimi alacaktık, başarılı olursak bir sonraki sene Türk öğrencilerle okuyacaktık. Kendimi bal gözlü Miletos'a öyle kaptırmıştım ki, hayatımın ne kadar değiştiğini düşünmeye fırsatım olmamıştı. Babam beni almaya geldiğinde oldukça heyecanlıydım. Yılmaz Ailesi'nin evi de deniz görüyordu. Kordon diye bir yerdeydi. Ama oradan denize girilmiyormuş. Evleri çok geniş ve güzeldi, bir oda Sıla'ya aitti. Aile özenip benim için de bir oda hazırlatmıştı. Sıla kahverengi saçlı , ela gözlü oldukça tatlı bir kızdı. Babam Bayan Yılmaz ile sohbet etmeye başladı, ben de Sıla ile birlikte evi geziyordum. Tabii şimdilik ingilizce konuşuyorduk. Sonra babam bavulları odama yerleştirdi ve bana sarılarak evden ayrıldı. Kendimi birden yalnız ve terk edilmiş hissettim. Eşyalarımı dolaba yerleştirirken Bayan Yılmaz bir isteğim olup olmadığını sordu. O'na "Berna Teyze" diye hitap etmemi söyledi. Bir haftada ne kadar sıcak kanlı olduklarını gördüm. Beraber dersler için istenen malzemeleri aldık, İzmir'i gezdik ve ben küçük takıların ve akla gelebilecek her şeyin satıldığı Kemeraltı denen yere bayıldım. Sıla ile sohbet ediyorduk, bana okul arkadaşlarından bahsetti, hafta sonları hep sinemaya gidermiş, bir müzik grupları varmış, bir gün onları mutlaka dinlemeliymişim. Bir de üst sınıflarında Eren diye bir çocuk varmış. Çok popülermiş, basketbol takımının kaptanıymış. Sıla ona aşıkmış ama Eren dönüp ona bir kez bile bakmamış. Aklıma Richard geldi birden, ukala bir çocukla asla çıkmazdım! Tabii bu fikrimi Sıla'ya söylememeyi tercih etmiştim. Böylece yorucu ve keyifli bir hafta geride kaldı. Sıla ile aynı okula gidiyorduk. İzmir'in en iyi kolejiymiş, kocaman bir kampüsü vardı. Yüzme havuzu, tenis kortları , basketbol sahası ile beş yıldızlı otel gibiydi. Sıla'nın ailesi ikimizi aynı servise yazdırmıştı, ben de okula uğramışken sınıf listemizi almıştım. Dünyanın dört bir yanından gelen on sekiz kişiydik. İki Japon, bir Çinli ile çekik gözlü olduğunu garanti ettiğim üç kişi vardı. İskoçya'dan gelen bir kişinin olması, normalde İngiltere'de olsak hiç ilgimi çekmeyecek olsa da burada sevinmeme yol açmıştı. "Odar Sanders" isminde bir erkekti. Listeye göz gezdirdikten sonra onu da çantamın ön gözüne koydum. Ve ertesi gün başlayacak okulumun heyecanıyla yatağıma uzandım. "Ben de çok heyecanlıyım" dedi aniden. "Neden?" diye sordum. "Artık aynı şehirdeyiz, er ya da geç bir araya geleceğiz, bütün bu umutsuzluk, sensizlik sona erecek.." Bal rengi gözlerinin içi gülüyordu. Bu gözleri bir yerde görüp unutmak imkansızdı. "Sen gördüğüm en güzel düşsün!" dedim gülümseyerek. "Bunlar düş değil, ben delirmiyorum ya da sen de deli değilsin. Biz birbirimize kavuşunca her şey değişecek göreceksin!" dedi korkularımı, kaygılarımı bir cümleyle bana unutturarak. "Umarım öyledir, ben şimdiden senin için bir çok delilik yaptım. Dilini bilmediğim bir ülkedeyim." dedim kahkaha atarak. "Hoşgeldin sevgilim!" dedi sarılarak sımsıkı. Hiç ayrılmak istemedim ondan. "Lily, kahvaltıya gel hadi." Berna Teyze'nin sesiyle uyandım , okul için verdikleri formayı giyip sofraya oturdum. Yeni hayatım başlıyordu! Servis beklerken yoldan bir tane bile okul servisi geçmediğini fark ettim , ama Sıla büyük bir otobüse çekiştirdiğinde, buradaki servislerin bizim okuldaki gibi sarı klasik okul otobüsleri olmadığını anlamış oldum. Okula gidene kadar pek konuşmadık, Sıla Lucy gibi çenesi düşük biri olmadığı için şanslıydım. Sonunda kampüste O kırmızı ile boyanmış büyük binaya girerken, ben sağdaki küçük mavi binaya yöneldim. Sınıf kartım elimdeydi ve Türkçe bilmediğimiz için bina planı ve oklarla tarif edilmişti. Haliyle sınıfı elimle koymuş gibi buldum. Boş bir sıraya geçip oturdum, buradaki sıralar iki kişilikti. Beş dakika sonra yanıma sarı saçlı mavi gözlü bir çocuk oturdu. "Merhaba, benim adım Peter Schulz!" dedi elini uzatarak. Ben de gülümseyip "Lily" dedim elimi uzatarak. Ama yanıma oturması hoşuma gitmemişti. Arkamıza yunanlı bir kız gelip oturduğunda ona da bağırarak aynı şeyleri söylemişti. Kız ikimize birden cevap verince gülümseyip adımı söylemek zorunda kaldım. Yunanlı kızın adı Casta'ydı. Bir kaç dakika sonra çekik gözlüler de dahil herkes sınıfa gelmişti. Ve birden bir zil çaldı, arkasından otuzlu yaşlarında çok hoş bir bayan içeri girdi. "Merhaba, benim adım Seren Soylu , Türkçe Dilbilgisi Öğretmeninizim!" Sadece adını anladığım öğretmen çok fazla işaret dili kullanıyordu. Tavanı gösterip, sırayı gösterip isimlerini söylüyordu. Sonunda herkese adını ve memleketini sordu. İskoçyalı çocuğun iki sıra önümde oturduğunu böylece öğrendim, yanında İsviçreli Sara diye bir kızla oturuyordu. Teneffüste Fransız bir kız olan Camille Bonnet ile tanıştım , okulda fransızca dersleri aldığım için onunla sohbet etmek zor olmamıştı, yanının boş olduğunu söyleyince minnettar bir şekilde sonraki ders onun yanına geçtim. Arkasında çinli kız Shen Wang, Rusya'dan gelen Ivan Sokolov ile beraber oturuyordu. Bir sonraki derste sıraları kenara çektik. Herkes birbirinin adını söylerek top fırlatıyordu, böylece birbirimizin ismini öğreniyorduk. Öğle yemeğinden önceki teneffüs bir adam girip kulüp seçmemiz için formları dağıttı bize. İngilizce Tiyatro kulübüne girebilirdim ya da resim kulübüne kararsız kalmıştım. Öğle yemeğinde Sıla geldi yanıma. "İnanamayacaksın ama benimle konuştu! "Kim?" "Eren!" "Güzel, ne konuştunuz?" "Hangi kulüpleri seçeceğimi sordu. Biri elbette ki, Müzik dedim ama ikinci kulübü düşündüğümü söyledim. Ben basketle , ingilizce tiyatroya gideceğim dedi, yani ingilizce tiyatroya da kaydolacağım." "Sanırım ben de" dedim gülerek. "Harika olur bana yardım edersin." dedi sevinçle. "Anlaştık." dedim. Her şey çok güzel gidiyordu, bu okulda en azından okulun umursamazı olmayacaktım. Bana samimiyetle sarılıp sınıf arkadaşlarının yanına döndü. Ben de ne konuştuğumuzu Camille'e anlattım. Camille kahverengi saçlı, su yeşili gözleri olan çok hoş bir kızdı. Masanın yanından geçenler bize bakıp duruyordu, tabii sadece Camille'e değil, tüm masadaki kızlar ve oğlanlar kendimizi film artisti gibi hissetmiştik yemekte. Akşam eve giderken Sıla'nın ağzı kulaklarındaydı. Eren denen çocuk şarkı söylerken seni dinlemeyi çok isterim demiş. Hep beraber yemek yediğimiz zaman hariç bütün gece kafamı şişirdi. En sonunda uykumun geldiğini söyleyip odama gittim. Benim gerçeğim uykudaydı hala! "Bu gün de seni göremeden geçti.." "O zaman bana nerede olduğunu söyle, her yere acaba seni görür müyüm diye bakıyorum. Seni bulmam neden bu kadar zor!" "Lanet yüzünden, ama bir kere kavuşursak bize Zeus bile engel olamaz." "Olmasın kimse engel, biz ne yaptık da bu kadar lanetlendik?" "Sevdik, Kyane sadece iki ölümlü kadar çok sevdik birbirimizi?" Gözlerimi açtığımda hava daha aydınlanmamıştı. Tekrar uykuya dalmışım, ama bu sefer onu görememiştim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD