Bölüm 6: İzmir Tatili

939 Words
Ellerimden tutup, kendine doğru çekmişti beni. "Ege denizinin suları eskisi gibi mavi olacak artık, sen gittin gideli, bütün maviler canlılığını yitirdi." Başım dönüyordu, gözlerine baktığımda duyduğum o tuhaf hissi tarif edemiyordum. Yanağımı okşamaya başladı, ama bir ses araya girmişti. "Lily , uçağa geç kalıyoruz!" Ben zaten bulutların üstündeyim, ayrıca adım Kyane, Lily değil ki?" dedim gülümseyerek, ölümlülerin yanılgı dolu hayatlarına hüzünlendim birden. "Bence su dökelim" dedi Lucy. Bir dakika Lucy benim kız kardeşim. Ben de en az onun kadar ölümlüyüm üstelik! Bal gözlüm elimi bıraktı. "Uyanmazsan sana kavuşamam Kyane!" dedi ciddiyetle. Gözleri umut doluydu. Beni bekliyordu. Gözlerimi açtığımda annem endişeli görünüyordu. Lucy ise elinde sürahiyle bana bakıyordu. Kapının orada duran bavulu görünce kendime gelip yataktan fırladım. İzmir'e gidiyorduk!!!! Ben dışarı çıkmayı başardığımda herkes bana ters ters bakıyordu, çünkü çoktan arabaya geçmişler, benimse süslenmemi beklemek zorunda kalmışlardı. Hiç makyaj yaptığıma şahit olmayan annem, tuhaf tuhaf bakarken, Lucy de Richard'a bulutlara gösterdiğim özenden daha fazlasını göstermem gerektiğini söyledi. Kimseye aldırmadım, ne de olsa her an onu bulabilirdim, ya havaalanında karşıma çıkarsa? O'na güzel görünmek istiyordum. Birden nedense gözümün önüne psikolog Mr. Marshall geldi, bunları duysa yüz ifadesi ne şekle girer onu düşünmeye başladım. "Sevgili Lily, rüyalarına sadece gülümsemelisin, uyandığın zaman kaybolurlar!" Gözlüklerini orta parmağı ile düzelterek, tepesinden benim tepkimi gözlemleyecek olan yüzü gözlerimin önünde belirmişti birden. Uçağa bindiğimizde de, uçak kalkarken de, bir an için bir korku hissettim, tarifi olmayan bir şeydi. Sanki gökyüzünde kötü bir anım varmış gibi, sonra uçak korkusu denilen şeyin uçakların düşmesiyle ilgili olduğunu hatırlayıp gülmeye başladım, ben gökyüzünü görmekten korkuyordum, kesinlikle deliydim! Düşmek değildi beni asıl korkutan, aradığımı bulamamak daha korkutucuydu kesinlikle. Ya da olmadığım biri olmaya zorlanmak. Her zaman evin asi kızı ben olmamış mıydım sonuçta? Arkama yaslandım ve sakinleşmek için meçhul prensimi düşünmeye koyuldum. Cam kenarında oturmuştum, aslında hiç önemli değildi ama Lucy ısrar edince gıcıklık yapmak keyifli olabiliyordu. Yanımda oturan Lucy, kalacağımız otelin broşürlerini inceliyordu. "Her şeyi broşürlerden öğrenmeyi bırakıp azıcık yaşamayı dene Lucy!" dedim artık bu kadarına da pes diyerek. "Sen yaşayacaksın nasılsa orada, anlatırsın öğreniriz." dedi laf sokma çabasının ardında bir tedirginlik sezmiştim. Belli ki O da uçaktan korkuyordu ama sırf bana inat o duygularını nasıl da güzel saklamayı başarabiliyordu. Ukala konuşmaları gerçekten sinir bozucuydu. Kafamı çevirdiğimde İngiltere bulutların altında kalmıştı çoktan. Birden bulutların arasında bir adam gördüm, kapkara gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Korkunç bir gülümseme yayıldı yüzüne ona baktığımı fark edince. Çığlığı basar basmaz kayboldu. O sırada bayılmışım, ama çok uzun sürmedi sanırım , Lucy'nin konuşmasını duyabiliyordum. "Uçaktan bile korkuyor işte, bence uyandırmayın, bir çığlık daha kaldıramam!" Sanki az önce tedirgin bir halde bana laf sokmaya çalışan ezik sen değildin Lucy! Ben bir kendime geleyim bak bu cümleyi nasıl.... "Lucy, kapa çeneni ve şu kolonyayı ablana koklat, inişe geçiyoruz." diyen anneme aniden daha çok sempati duymaya başladım. Keskin kokunun burnuma değmesi ile yerimden sıçradım. Gözlerimi açıp bulutlara baktım. Orada hiç bir şey yoktu, ben gerçekten kafayı yiyordum sanırım. İstanbul' dan İzmir uçağı için aktarma yaptık. Kimseyle konuşmuyordum , delirdiğimi düşünüyor da olabilirlerdi. Hiç bir şey umurumda olamazdı bu saatten sonra. İzmir uçağına bindiğimizde, elli dakikalık bir uçuş daha bizi bekliyordu. Olabildiğince az konuşup koridor tarafına oturdum. Havaalanına iner inmez de şehrin kavurucu yaz sıcağı yüzüme çarptı. Ama içimde alev alev yanan başka bir şey daha vardı. O'nu bulmak zorundaydım, sanki tüm hayatımın amacı O'nu bulmaktı. Yüzüme yayılan gülümseme ile dalga geçmeye başlayan Lucy'nin sözleri bile kendimi toplamamı sağlayamıyordu. İçimden nehirler okyanuslar taşıp bütün şehre akıyorlardı sanki. Çeşme'ye otelin bir aracı götürüyordu bizi, birden o saat kulesi çarptı gözüme, etrafıma daha dikkatlice bakmaya başlamıştım. İnsanların yüzlerini teker teker inceliyordum. Sonunda otele vardığımızda kesinlikle Cennet'e geldiğimize inanmıştım. Masmavi bir deniz alabildiğinde uzanırken, yumuşacık görünen bir kumsal önünde seriliyordu. İleride bazı adalar görülüyordu, otel girişindeki mağazalardan gördüğüm kadarıyla da her şey neredeyse bedavaydı! Hem ucuz, hem güzel, hem de gerçekten yaşanılası bir yerdi bu İzmir. "Kesinlikle böyle bir yer beklemiyordum." dedi annem. En çok da bu cümle buranın cennet olduğunun göstergesiydi. Annem bir şeyi onaylıyordu! "Evet develerle gezmiyorlarmış." dedi Lucy önünden geçen bikinili kıza bakarken. Lucy ile aynı odada kalıyorduk tabii, hemen gidip pencere kenarındaki yatağa yerleştim. Eşyalarımı çıkarıp dolaba yerleştirmeye çalışırken, Lucy çoktan bikinisini giymişti. "Hadi sahile inelim, oda temizliğine gelmedik." dedi çıkardığı kıyafetleri yatağın üstüne savururken. Belki de haklıydı, ben bir an önce bir odaya tıkılı kalmayıp O'nu aramaya koyulmalıydım; kalkıp bikinimi giydim ve sahile indik. Kumlar ayağımdaki sandaletlere rağmen ayağımı yakıyordu, şemsiyelerin gölgelerinden gitmeye çalışıyordum , sonunda boş bir çift şezlong bulup çantalarımızı koyduk. "Bu sıcakta nasıl yaşayacaksın sen Lily?" dedi Lucy şikayet ederek. "Bence harika!" dedim ama yüzüm ter içindeydi bunu söylerken. Bir an önce denize girmeliydim. Suya alışmaya çalışıyordum, dizlerime kadar gitmiş duraksamıştım. Lucy her zamanki pervasızlığı ile çoktan yüzmeye başlamıştı. O sırada uzun boylu bir çocuğun bana çarpmasıyla sırılsıklam oldum, çocuk durmamıştı bile, bileğime çarpmıştı herhalde ki bileğim zonkluyordu. Arkasından elinde su dolu bir şişeyle, bir kız ona yetişmeye çalışıyordu. İnsan bir durup özür dilerdi, aklı kızın onu yakalamasında olunca insanlığını unutmuştu belli ki, nasıl da sinir olurdum böyle insanlara! "Eren , bekle!" diye bağırmıştı, bu türkçe sözcüklerin ne anlama geldiğini bilmiyordum ama odaya gidince kesinlikle tabletimden bakmak üzere aklıma kazımıştım. Nasılsa ıslandım diye düşünerek, kendimi soğuk sulara teslim ettim. Harika bir şehirdi, maviler içindeydi ve su ben girdiğimden beri sanki bir başka parlıyordu. Tıpkı bazen aynada saçlarımın parladığı gibi, masmavi ışıltılar içinde yüzüyordum ve bu bana inanılmaz bir keyif vermişti. "Merhaba İzmir." dedim fısıltıyla, artık buradaki hayatı görüp de, burada silahlı adamların kol gezmeyeceğini anlayan annem ve otel odasından yüzme şortu ve elinde kitabıyla şezlong aramaya başlamış, benim bu şehirde yaşamamı fırsat bilip, sürekli gelmek ve bu keyfi sürdürmek isteyecek olan babam belli ki çoktan burada okumama ikna olmuştu. Şimdi geriye bir tek Miletos'u bulmak kalıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD