Bölüm 8: Tanrı ile Tanışma

1047 Words
Tatilin en güzel yanı sıcak hava ve denizdi, Türk Erkeklerinin kesinlikle sarışın kızlara zaafı vardı. Lucy'nin yanından bir dakika ayrılmıyorlardı, Lucy halinden fazlasıyla memnun görünüyordu. Esmer , kaslı bir çocukla çok iyi anlaşıyor görünüyordu, bana sorarsanız İngilizcesi berbattı çocuğun, Lucy nasıl anlıyordu çözememiştim. Bir tek adını anlamıştım çocuğun Volkan'mış. O da ingilizce değildi zaten ve sanırım o yüzden anlaşılırdı. Volkan'ın bir arkadaşı geldi, bir süre konuştular, sonra Lucy gülerek beni işaret etti. Lucy'yi öldürebilirdim. Beni bir şeylere karıştırmamayı öğrenememiş miydi hala? Denizin kenarına oturmuştum, ayaklarıma dalgalar çarpıyordu. Çocuk yanıma gelip oturdu. "Merhaba Ben Özgür!" "Ben de Lily" dedim somurtarak. Birden denizin eski parlaklığı sönmüş gibiydi. Çocuk ısrarla berbat ingilizcesiyle sohbet etmeye çalışıyordu. "Ben burada okuyorum, lise okulunda, sen de öğrencileri değiştiriyormuşsun?" dedi saçma sapan kelimelerle. "Ne?" dedim sinirimden köpürerek, tabii bütün sinirim Lucy'yeydi. "Diyorum ki.." Off Lucy seni öldürebilirim. Çocuk yarım saat aralıksız saçmaladıktan sonra yüzeceğimi söyleyip suya girdim. "Evet, iyi fikir." diyen şapşal peşimden yüzmeye geldi. Suyun soğukluğuna alıştıktan sonra ben de ona güzel bir ders vermeye karar verdim. "Hadi yüzelim." dedim ve hevesle beni takip etmeye başladı kulaçlarıyla. Kesinlikle ondan kurtulmalıydım, hızla yüzmeye başladım. O kadar hızlanmıştım ki , kıyıdan epey uzaklaşmış olmalıydım. Nedense korkudan öleceğim bir şey olduğu halde bu beni korkutmamıştı. Bir ada gördüm önümde, döndüğümde kıyıyı göremiyordum. Bu kadar iyi bir yüzücü değildim, bu kadar yüzmüş olamazdım! Şaşkınlık her yanımı sarmıştı ama bir gram korku yoktu içimde, sanki bu sularda bunu defalarca yapmaya alışkındım. Sanki güvenilir bir dost gibiydi deniz. Saçmalamaya başlamıştım yine anlaşılan, durumum hiç de iç açıcı değildi. Mecburen dinlenmek için adaya çıktım. Taşların üstüne oturdum ve geriye nasıl dönebileceğimi düşünmeye koyuldum. O sırada orta yaşlı bir adam bana doğru yürümeye başladı. Issız bir adada bir de bir adamla karşılaşmıştım, yine rüyada olduğumu düşünerek her yerimi cimcirmeye başladım. Bir yerden tanıyor gibiydim adamı. Ama adam o kadar uzun boyluydu ki, tanımakla uğraşmak yerine korkmaya başlamıştım. Yanıma gelip oturdu sanki yıllardır bunu yapmak onunla aramızda çok doğalmış gibi. "Merhaba Kyane" dedi denizi seyretmeye devam ederek. Adım Kyane değil Lily! Aklımdan ilk geçen buydu ama rüyamda duyduğum bir isimle gerçekte ilk defa biri hitap ediyordu. Devam etmesi için gözlerine baktım, o da nihayet bana dönmüştü, gözleri benimkiler kadar parlak maviydi. "Eski iki dosttuk seninle." dedi hatırlamama anlayış göstererek. "Siz kimsiniz peki?" diye sordum çaresizce, eski dostum ne kadar eski olabilirdi ki, önümüzdeki ay on yedi olacaktım! "Poseidon!" dedi. Bunu söylerken dalgalar selam verircesine büyüdüler ve sonra yine deniz duruldu. Yunan mitolojisindeki Deniz Tanrısının adıydı bu! Gerçekten varlar mıydı yani? İstemsiz bir şekilde gülmeye başladım. Denizde boğulup ölmüş olmalıydım. Kollarımı morartmış olmama rağmen hala uyanmadığıma göre kesinlikle bir rüyanın içinde değildim. "Buraya kadar geldiğine göre, artık sana daha çok yardım edebilirim!" dedi sevincini saklamayarak. Bir an bu heyecan o heybetli tanrıdan bir çocuğa dönüştürmüştü karşımdaki adamı. "Bana ne yardım edebilirsiniz ki?" dedim şaşkınlığım giderek artıyordu. "O'nu bulman gerek Kyane. Miletos'u bulman gerek." dedi ciddiyetle. "Biliyorum ama nasıl?" dedim artık gerçek ile hayallerin karışmasına teslim olarak. "Burada kal, sakın İngiltere'ye dönme!" dedi, tam da aklımdan geçen buydu zaten. Bu şehir varken kim İngiltere'ye dönerdi ki zaten, insan sonsuza kadar bu maviliğin içinde kalabilirdi. Belki de o mavilik benim içimdeydi zaten. Düşüncelerim yine karışmaya başlamıştı. "Tamam." dedim sonra bir dalga beni kayalıkların üstünden kaldırdı ve kıyıya doğru savurdu. Rüya gibiydi her şey! Az önce bir adada denizlerin tanrısı Poseidon ile oturup sohbet etmiştim. Acaba sabah Lucy, içtiğim meyve suyuna alkol katmış olabilir miydi? Ama döndüğümde Lucy, annem ,babam panikle beni arıyorlardı. Haliyle Lucy'nin bir oyunu olmadığı belli oluyordu bütün bunların. "Nerdesin Lily, çok korktuk!" dedi Lucy, panik duygusu büsbütün yüzünü kaplamıştı. "Niye o kadar derine yüzüyorsun kızım?" dedi annem, kalp krizi geçirmek üzereydi adeta. Gözlerimi devirip Lucy'ye baktım. "Başıma salak arkadaşlarını sarmaya devam ederse Yunanistan'a bile yüzerim!" dedim, yüzmeye başlamadan önceki gerçekleri ve Özgür isimli türk çocuğu hatırlayarak. Bal gözlüm hariç kim gelirse gelsin bütün kapılarım kapalıydı benim. Bu gün düşüncelerimi koskoca deniz bile onaylamıştı. Dalgalar bana selam vermiş, mavilerime karışmışlardı. Richard da Özgür de Lucy'nin olsun, ben Miletos'u bulmalıyım! dedim Poseidon'un ciddiyetiyle. O'nun için aklımı kaçırmaya bile değerdi. Başka bir şey demelerine fırsat vermeden odama gittim. Az önce Zeus'un kardeşi ile tanışmıştım, hala uyumadığıma, su yutmadığıma göre hepsi gerçekti. Ya da ben gerçekten artık Mr. Marshall'ı aramalıydım! Hayallerim artık hayal olmaktan çıkmıştı. İzmir'e geldiğimde buna benzer şeyler yaşamayı bekliyordum zaten, ama gelir gelmez Miletos'u bulacağımı umup, biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Oysa şimdi Poseidon umut olmuştu, her şeyin gerçek olduğunu idrak etmemi sağlamıştı. Gözlerimi kapadım ve kendimi Miletos dolu düşlere teslim ettim. Oteldeki son gecemizdi, ama artık İngiltere'ye dönmek kesinlikle istemiyordum. Annem bu güne kadar her daim umutsuz vaka olduğu için havuz başında oturan babamın yanına gittim. Keyifle elindeki kokteyli yudumluyordu. Bu benim tek şansım olabilirdi, gidip yanına oturdum hemen. "Ne kadar güzel bir yer değil mi?" dedim gülümseyerek. (En masum tavrımı takınarak elbette.) "Evet ve insanları bizim gibiler, en çok buna şaşırdım." dedi babam ılık bir rüzgar seyrekleşmiş saçlarını dalgalandırırken. "Baba, Türkçe çok zor bir dilmiş!" dedim tepkisini ölçmek adına. "Ne o çabuk vazgeçtin?" dedi, şaşkınlıkla. "Vazgeçen kim, ben burada kalmaya devam edebilir miyim diye soracaktım. Biraz öğrenirim diye düşündüm. Hem daha iyi karar verebilirim o zaman. Dili öğrenemeyeceksem, bir senemi de harcamamış olurum." dedim. "Mantıklı aslında....Bence olur...iş anneni ikna etmekte" dedi muzip gülümsemesiyle. "Seni çok seviyorum Baba!" dedim yine boynuna sarılarak ve elindeki kokteylin birazını kumlara dökerek. Nasıl yapmıştı bilmiyorum ama annemi ikna etmişti, otelde sezon sonuna kadar kalmam için anlaşıp, bana da hatırı sayılır bir harçlık verdi babam. Lucy bu işe en çok bozulan kişiydi. Kalmak için can atıyordu. Ama delirmiş de olsam, bir tanrı bana kalmamı söylemişti. Annemleri uğurlayıp odama döndüğümde, saçlarımda mavi parıltılar fark ettim ve içimde tarif edilemez bir mutluluk , bu şehir hakkında hiç bir fikrim olmadığı halde kendimi buraya ait hissediyordum. "Ruhum seninle doluyken , kalbim neden göğsünde atmıyor?" dedi bana. "Bilmem , o bal rengi gözlerini bir yerde görürsem, seni bir daha asla bırakmam zaten." dedim başımı göğsüne yaslayarak. "Bırakamazsın, bu lanet de, sonsuz aşk da bize ait!" dedi içimde uçurumlar oluştu aniden. "Hangi lanet?" dedim, sanki zaten cevabı çoktan biliyormuşum gibi hissettim. "Zeus'un laneti..." Penceremden içeri sızan güneş beni uyandırmıştı. Uçsuz bucaksızmış gibi görünen sahile baktım? Burası sadece bir tatil beldesiydi, o her yerde olabilirdi! Ama böyle otel odasında sızlanarak hiç bir yere varamazdım. Bikinimi giyip havlumu da alıp, üzerime bir elbise geçirip kahvaltıya indim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD