Bölüm 5: İyi Haber

1027 Words
Rüyalarımdaki karanlığı aydınlatan, bana çocukluğumdan beri, belki de yüzyıllardır, binlerce yıldır ışık tutan sevgilim yine karşımdaydı. "Olymposta dansedişimizi hatırlıyor musun?" Bal rengi gözlerine baktım, göz bebeklerinde iki kişi dans ediyordu. Beni alıp kendi etrafında döndürdü. Baktığımda bir bulutun üzerindeydik. "Burada ne işimiz var?" dedim şaşkınlık içinde. "Burası ait olduğumuz yer sevgilim." dedi gülümsüyordu, o gülümsedikçe baldan bir şelale akıyordu kalbime. Birden eğilip dudaklarımdan öptü, sonra alevler etrafımızı sarmaya başladı, bulut yandıkça buharlaşıyordu. Ellerini tutmak istedim kaydılar, düşüyordum, düşüyordum.. Gözlerimi açtığımda, dudaklarımın ateşin içindeymişçesine yandığını fark ettim. Annem alnıma ıslak bir bez koymuştu. Uyandığımı görünce ağzıma bir şurup tıktı. Bu tür şeylerden nefret ettiğim için yüzümü buruşturdum. Tuhaf, ekşi, mayhoş bir tadın boğazımdan geçmesiyle yutkunmak zorunda kaldım adeta. Kusmamak adına derin nefes alıp vermeye başladığımda annem de neredeyse kalp krizi geçirtecek olan sorusunu sordu. "Miletos da kim Lily?" "Kim?" dedim korkarak. Bir an için O çocuğun beni salonda beklediğini kafamda kurmuş, titremeye başlamıştım. "Miletos elimi bırakma diye bağırdın, okuldan biri mi?" dedi nihayet açıklamasını da yaparak. Rüyalarımda görmeye o kadar alışmıştım ki, gerçekte adını duymak inanılmaz gelmişti bana. "Öyle biri yok anne, rüyamda tanımadığım birini gördüm." dedim dürüstçe. Nasılsa beni hiç bir zaman ciddiye almıyorlardı. Bununla da en fazla alay ederlerdi. Ama annem bu sefer hiç bir şey demedi, demek ki gerçekten hasta olduğum için fazlasıyla endişelenmişti. Okullar bu gün kapanıyordu. Ama yine de ateşim günlerdir düşmediği için gidememiştim. Hasta numarası yaptığımı düşünen Lucy bile bu gün de kalkamayınca inanmıştı durumuma. Kaç saat daha yatakta yatıp laptop kucağımda vakit geçirmiştim bilmiyordum, kapı çaldı ve gelen ses Richard'a aitti. "Gelmeyince merak ettim efendim?" dedi o yılışık sesiyle. Gerçekten okulun bütün kızları aklını kaçırmıştı. "Hastaydı." "Sakıncası yoksa görebilir miyim?" dedi. Bu kadar ısrarcı olmasa belki biraz katlanılabilir de olabilirdi! Diğer yandan, muhtemelen okulun en yakışıklı çocuğu az sonra en iğrenç halimi görecekti. Kapı açıldığında aslında bunu hiç umursamadığımı düşündüm. Hatta uyuyor numarası yapmayı bile geçirdim aklımdan. O çocukta itici olan çok şey vardı benim için, bütün kızların ne denli zevksiz olduğunu görebiliyordum, ama onları anlamam imkansızdı. Çünkü onların hiç biri henüz Miletos'u görmemişti. "Nasılsın Lily?" (Miletos'u düşünmeye başladığım anda, bu düşüncenin bölünmüş olmasından mutsuz, huysuz, sinirli, yılışıklıklarından midesi bulanmış bir halde.) "Berbat, görüldüğü gibi yani." dedim tabii sadece aklımdan geçenleri kendime saklayarak. "Sonuçlar belli olunca neden gelip bakmadığını merak ettim ben de." dedi en sonunda dikkatimi cezbederek. Birden beynimden aşağı kaynar sular döküldü. Öğrenci değişimi programı sonuçları bu gün açıklanacaktı. Kalbimin birden inanılmaz hızlandığını fark ettim. "Bükreş'e kabul edildim." dedi sevinçle. Soran gözlerle baktığımı görünce gülmeye başladı. "Sıkı dur. Sen de İzmir'e gidiyorsun!" dedi sonunda ağzındaki baklayı çıkararak. Birden bütün bedenimi bir heyecan dalgası kapladı. Neden bu kadar heyecanlandığımı bilmiyordum bile. O'nu bulacağımdan öyle emin olmaya başlamıştım ki, bazen delirdiğimi düşünüyorum ama öyle sıradan bir delilik değil bu. Hiç aşık olmamış birinin rüyasında gördüğü bir adama aitmiş gibi hissetmesi ne tuhaf ve nedense onunla bilmediği bir geçmişi varmış gibi hissetmesi... Sanki milyonlarca yıldır, aynı aşka tutunarak gelmişim de, asıl tuhaf olan şu unutmuş, vefasız hakimmiş gibi hissetmem... Neyin gerçek neyin rüya olduğu karışıyor gibiydi çoğu zaman. "Çay içersiniz diye düşündüm" dedi annem sütlü çayları sehpaya koyarken. "Anne ben öğrenci değişimine kabul edildim!" dedim içimde tutamayarak heyecanımı. "Gerçekten mi Lily,neresi çıktı?" dedi annem, çok da memnun olmamış bir ifadeyle. "İzmir!" dedim kalbim yerinden çıkacakken. "Şu Türkiye'nin batısında olan yer mi?" dedi annem sesini biraz monotonlaştırarak. "Evet." dedim, artık heyecanımı bastırıp annemin imalarına katılamıyordum. "Kızım dinimiz , her şeyimiz farklı oradaki insanlarla, zaten oralar karışık yerler , terör savaş falan!" şeklinde söylenmeye başladı annem kendisinden beklenildiği üzere. "Off anne, İzmir çok modern bir yermiş, kiliseler de var, oradaki hristiyanları bulurum çok istiyorsan, farklı olmaları daha iyi ya , farklı insanlar tanımak bu programın amacı!" O kadar hazırlanmıştım ki, taramalı tüfek gibi konuşmaya başlayınca o hasta halimle, annem konuyu kolayca kapatamayacağını anladı! "Baban gelsin de konuşalım." dedi, bu aslında, baban gelsin ben O'nu gitmemen konusunda ikna edeyim, sonra da sana açıklayalım demekti. Bu sefer bunun olmasına izin vermeyecektim. Miletos İzmir denen yerde beni bekliyordu! Kesinlikle yorucu bir akşam olacaktı. Ama onları ikna etmek zorundaydım. Babam eve geldiğinde, odama uğradı. Nasıl olduğumu sordu. Sevinçle boynuna sarıldım. "Baba öğrenci değişimine kabul edildim!" dedim, ne kadar istediğimi anlatmaya çabalayarak. "Aaa, neresi?" (Kesinlikle annemin ses tonundan daha olumlu bir tonlamayla sormuştu.) "İzmir!" dedim aynı sevinle. "İyi düşün kızım. Türkçe öğreneceksin, eğitimi o dilde alacaksın, zor olduğunu duymuştum." dedi babam düşünceli bir halde, en azından annemden çok daha mantıklı yaklaşmıştı konuya. Babam kesinlikle çok daha mantıklı bir bakış açısına sahipti. Kesinlikle karakterimi ondan almıştım. Lucy de anneme çekmiş olmalıydı... Her zaman panikler ve kaygıları onun hata yapmasına yol açardı. Bu kadar endişeli biri olmanın çok minik bir adım sonrası Panik Atak falandır herhalde. Lucy'nin o panikle nasıl aklını kaybetmediğine şaşarım bazen. "Baba çok isterim." dedim, beni bu evde tek anlayabileceğini umduğum kişiye. "Pekala, o zaman bu yaz tatilinde ailecek oraya gidelim, böylece karar vermemiz kolaylaşır!" dedi babam kararını vermiş bir halde. Sevinçten çocukluğumda yaptığım gibi, bu hasta halimle yatağımın üstüne çıkıp zıplamaya başlayabilirdim. Birden boynuna atladım ve yanaklarını sıkmaya başladım. "Baba seni çok seviyorum!" yanaklarını öpücük yağmuruna tutmaya başlayarak. Sarı saçları alnına yapışmış olan babam sırıtarak odadan çıktığında keyfim yerine gelmişti. Tahminimden çok önce oraya gidecektim. Yatağa uzandığımda hayali bal gözlü kahramanımla ilgili hayallere daldım. Sanki uçaktan iner inmez, daha havaalanında beni karşılayacakmış gibi hissediyordum. Lucy okuldan geldiğinde, Richard'ın gelip, o gelmeden gittiğini öğrenince çok üzüldü. Gerçekten tuhaf bir kardeşim vardı. Ya da ben tuhaftım, bir rüyanın peşinden dilini bilmediğim bir ülkeye gidecek kadar manyak olduğuma göre, ailenin geri kalanını yargılamak pek mantıklı değildi aslında. Benim yerimde Lucy olsa bunu yapar mıydı acaba? Ama o bu kadar sakar olduğu için ve hep yanlış seçeneği seçtiği için belki de aşırı temkinliydi harekete geçmek konusunda. Babam küçükken hep "Hayallerimizin peşinden gitmemizi söylerdi!" Ne tuhaf sanki bu lafı eskiden sık söyleyen başka biri daha vardı hayatımda. Bunu düşünür düşünmez, bir okyanus geldi gözlerimin önüne, ama sanki bu okyanusu bir bulutun üstünden izliyordum ben. Neden sürekli başka bir hayatım varmış gibi hissediyordum? Neyse ki çok yakında bu soruların cevabını bulacağını umduğum bir yere doğru gidiyordum. Bir rüyanın peşinden ülke değiştirmek! Kesinlikle delinin tekiydim ben. Kendi kendime odanın içinde kahkahalar atmaya başlamıştım. Yine de deli olmam bile moralimi bozamazdı şu an, İzmir'e gidiyorduk!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD