?15.BÖLÜM: GERÇEK AŞK

3527 Words
Kratas'ın beni götürdüğü mekan küçük ama rahat, hoş bir yerdi; Ahşap duvarlar yer yer koyu renkli taşlarla kaplanmıştı ve duvarlarda asılı eski tablolar da hemen dikkatleri üzerine çekiyordu. Sahnede hoş bir melodi eşliğinde şarkı söyleyen yumuşak sesli, orta yaşlı kadına bakarken Kratas tezgahın arkasındaki genç adamdan bizim için iki tane içecek sipariş etti. Ahşap masalardaki insanların üzerinde gözlerimi gezdirirken her birinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu fark ettim. Aşırı şişman bir adam, uzun boylu bir kadın, saçları gece mavisine boyanmış orta yaşlı başka bir kadın ve daha bir sürü insan... Değişik ama bir şekilde rahat, sıcak bir mekandı. İçeceğimden bir yudum alırken 'Üstelik içecekleri de çok lezzetli.' diye düşündüm ve bardağımdaki mor, parlak sıvıya dikkatle baktım. Yaban mersini tadı alıyordum. Biraz da şeker olduğunu fark ettim ama bu tat hiç de rahatsız edici değildi. Bir yudum daha almak için bardağı dudaklarıma doğru görürken Kratas yanımdan güldü. "Gördün mü? Beğeneceğini biliyorum." "Değişikmiş." diye ekledim, ona geri bakarak ve ciddi bir konuya geçiş yapmadan önce onunla biraz sohbet etmek için sordum. "Ee? Sık sık geliyor musun buraya?" "Evet. Kulağa garip gelecek, biliyorum ama burası evimmiş gibi hissettiren nadir yerlerden bir tanesi." Hayır. Anlıyordum aslında. Ev, diye düşündüm kendi kendime. Bu kelime son zamanlarda ben de tamamen yabancı bir anlam kazanmış gibiydi. Artık bir evim var mıydı, onu bile bilmiyordum. Her yer çok yabancı, çok güvensiz geliyordu. Kendi evim bile. Oysa orası en güvende hissetmem gereken yer değil miydi? Belki de sorun bendim, benim hislerimdi. Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum artık. Yerdeki bir noktaya dalıp gittiğim için herhalde, "Yine o üzgün ifade," diye ekledi Kratas işaret parmağıyla yanağımı dürterek. İrkildim. O da hafif bir sesle gülerek devam etti. "Sorun ne, Vanessa? Damien mı? Kavga mı ettiniz yine?" "Damien'ı geçelim, şimdi bunun hakkında konuşmak istemiyorum." dedim, asıl konuyu gündeme getirmek amacıyla. Sesimde kararlılık ve biraz da yorgunluk vardı. "Benim asıl ilgilendiğim şey sensin." "Ben miyim?" "Evet, sensin." "Neden?" "Ben..." dedim, kelimeler dilimde düğümlenirken hafif bir sesle kekeleyerek. Derin bir nefese aldım ve sözlerimi toparlamaya çalışarak devam ettim. "Senin hakkında bir şey duydum. Öyle delice ki bunu Damien söylemiş olmasa inanmazdım. Bana senin Yeraltı Şehri'nde bir isyan grubunu yönettiğini söyledi. Bu doğru mu, Kratas? Gerçekten böyle bir saçmalığa bulaşmadın, değil mi?" Kratas başını eğdi, gözleri bana derin bir sessizlikle karşılık verdi. Sözlerimin ağırlığını anlamış gibi görünüyordu ama yüzünde herhangi bir tepki yoktu... "Saçmalık mı?" diye tekrar etti daha sonra. "O hâlde bu saçmalık yerine Damien'a odaklanman gerekmez mi? Çünkü senden ciddi bir şekilde nefret ediyor ve kesinlikle sana güvenmiyor." Bu bir 'evet' miydi? Kafamda sürekli olarak dönen bu soru, yanıt bulmakta zorlanıyordu. "Konu bu değil... Ayrıca bu meseleyi çözeceğim ben." "Çözecek misin? Nasıl?" Meraklı bir şekilde beni süzdü. Paltomun cebinde duran parmaklarım babamın odasından çaldığım o prototif çipi okşarken suratımda hiçbir duygunun olmaması için özel bir çaba sarf ettim. İçimden bu işin sonucunun ne olacağını, belki de hayatımın nasıl değişeceğini düşünüyordum. Söylese miydim? Ah, ne önemi vardı sanki? "Damien'ın çipini tamamen imha edeceğim. Böylece buradan çok uzaklara kaçabilir ve bir daha asla geri dönmez. Şimdi asıl konuya odaklanabilir miyiz lütfen?" Ne olduğunu anlamadan Kratas birden kollarımın iki yanından tutarak beni sarstı. Bu ani hareketle irkildim ve içeceğim parmaklarımın arasından kayarak yere düştü. Şaşkın bir şekilde gözlerimi Kratas'ın karanlık bir heyecanla kaplı olan suratından ayıramadım. Yüzündeki heyecan kasvetli bir ışık gibi parlıyordu. Farkında olmadan onu çok mutlu edecek bir şey demiştim sanki. Gözlerime bakmak için başını eğerek benimle konuşurken Kratas biraz yüksek bir sesle sordu. "Bunu bizim için de yapar mısın, Vanessa?" "Sizin için mi... Ne?" "Bizim çiplerimizi de imha et." "Kratas, sen ne..." O an fark ettim. Etraftaki insanlar bize bakıyordu. İlgili gözlere karşın benim gözlerimde merak ve dehşet vardı. Birden Kratas'ın buranın ona evi gibi hissettirdiğini söylediği anı anımsadım. Kafamın içinde çakan yıldırımlar gibi her şeyi anladım. Kahretsin. Kratas beni isyan gurubunun merkezine mi getirmişti? Yüreğim sıkıştı ve ellerim titremeye başladı. "Neden bahsediyorsun sen?" "Açık değil miydi? Bizim çiplerimizi de etkisiz hâle getir, Vanessa. Böylece Başkan Eugine ve asiller meclis binasına geldiğimizi fark edemezler. Damien'a ve sana yaptıkları yüzünden o pislikten zaten nefret ediyorsun, değil mi? Onlardan kurtulabilirsin. Kurtulabiliriz. Meclis üyelerinin ölmeleri en çok senin işine gelir. Böylece hiçbir şeyden korkmadan Damien'la yaşamaya devam edebilirsin." "Ben de bir meclis üyesiyim, Kratas." "Aynı şey değil." Kratas yüzünü buruşturdu. "Sen farklısın." Ah, hayır... Gerçekten de oluyordu bu! Sözleri beynimde yankılanırken içimdeki korku tüm vücuduma yayıldı. Kalbim göğsümde bir davul gibi çarpıyor, nefes almak her geçen saniyede daha da zorlaşıyordu. "Hayır! Bunu yapamam!" dedim elinin altından gerileyerek kaçarken, onun için endişelendiğimi hissederek başımı iki yana salladım. "Sen de vazgeç bu delilikten! Başkan Eugine'i asla öldüremezsin!" Kratas bu teklifi kabul edeceğimi düşünüyor olmalı ki ben onu reddedince bana inanamayan gözlerle baktı. Diğer insanlar da öyle. İyice gerildiğimi hissettim ve kendimi küçücük hissederek kollarımı bedenimin etrafına sardım. Birden kendimi o kadar da güvende hissetmemeye başlamıştım ama bu insanlar her şeyden o kadar habersizdiler ki onlar için gerçekten üzüldüğümü hissediyordum. Gerçeği bilmeyi hak ediyordular. Peki bunu onlara söyleyecek cesaretim var mıydı? Kratas kendine geldiğinde bariz bir öfkeyle "Cidden yardım etmeyecek misin?" dedi. Sorusu, tıpkı bir bıçak gibi keskin ve acımasızdı. "Birbirimizi anladığımızı sanıyordum." "Anlıyoruz, Kratas. Gerçekten yapıyoruz ama bu bununla ilgili değil." "O hâlde neyle ilgili?" "Cidden meclis üyelerinin isyan etme ihtimalinizi düşünmeyecek kadar aptal olduklarını mı düşünüyorsun? Bu çipi babam üretti..." Paltomun cebinden çipi çıkardım ve iki parmağımın arasında tutarak ona doğru uzattım. Çip soğuk metalden yapılmıştı ve ışığın altında donuk bir şekilde parlıyordu. Yüzeyinde ince ince işlenmiş hatlar ve küçük, gizli devreler görünüyordu. "Ve tek amacı nerede olduğunuzu kontrol etmek değil. Neden Damien'a her şeyi anlatıp ona buradan çok uzaklara gitmesini söylemiyorum sanıyorsun? Bileğimdeki çip yüzünden değil, onun bileğindeki çip yüzünden. Sana daha önce de söyledim, benim babam silah üretiyordu. Bu da onun silahlarından biri. Çipleri atar damarın üzerine yerleştirmelerinin bir sebebi var. Eğer Başkan Eugine'nin dikkatini çekecek kadar çok çipi etkisiz hâle getirsem tek bir düğmeye basarak hepinize bunu yaparlar." Çipi sıkarak kırdım; metalin çatırdama sesi odadaki sessizliği delip geçti. İki keskin uç, bir anda ortaya çıktı ve ışıkta ölümcül bir şekilde parladı. Uçların kenarları, keskin birer bıçak gibi belirginleşmişti; Evet, bıçak gibi... Bunların bir atardamarı ölümcül bir biçimde parçalanması bir saniye bile sürmezdi. "Eğer bu konuda ısrarcı olursanız meclis size karşı soykırım yapmayı beklemeye bile gerek duymayacak." "Dur, dur. Bir dakika..." Kratas alnına dokundu. Yüzünde sadece dehşet vardı. Bana beni ilk kez görüyormuş gibi bakıyordu. "Doğru mu anladım?Baban meclis için bizi istediği zaman öldürmelerine yardım edecek bir silah mı yaptı! Ve sen de bunu biliyorsun! Ve hiçbir şey yapmadın mı?" "Dört yaşındaydım, Kratas." "Fark etmez! Neden hiçbir şey söylemedin bana?" Artık bağırıyordu bana. Pek de haksız sayılmazdı. "Çünkü insanlara sizi her an öldürebilecek bir silahla dolaştıklarını söylemenin yapacağı tek şey onları korkutmak! Ayrıca bunu babam yaptığı için itiraf etmek benim için hiç de kolay bir şey değil. Hem bu konuda yapabileceğim bir şeyim yok benim. Sadece eski nesilin çipleri zararsız ama onların çoğu ya ölü ya da yüz yaşında. Bu yüzden buraya seni uyarmak için geldim, bu isyan meselesi tam bir toplu intihar." Beni dinlemesi ve bu fikirden bir an önce vazgeçmesi için ona yalvarabilirdim ama Kratas hem öfkeliydi hem de müthiş bir hayal kırıklığına uğramıştı. Üstelik böyle hisseden sadece o değildi. Adamlardan bir tanesi kıpkırmızı kesilmiş bir yüzle üzerime doğru yürümeye başladı. Gözleri öfkeyle parlıyordu. "Senin güvenilmez olduğunu hep biliyordum! Nasıl böyle bir şey yaparsınız? Bunu yapmaya ne hakkınız var!" diye bağırırken sesi odadaki diğer tüm sesleri bastırıyordu. Uzun boylu, kirli sakallı, esmer adama bakarken yerimden kıpırdayacak gücüm kalmamıştı. Belki de ne kadar haklı olduğunu bildiğim içindi. Adam bana doğru öfkeyle elini uzatırken karşı koymaya bile çalışmadım. Tam o anda biri hızlıca hareket ederek adamın omzundan tuttu, sertçe geri çekti ve onu ahşap masalardan birine doğru itti. Adam masanın kenarına çarptı, ahşap masanın üstü gürültülü bir şekilde çatırdadı ve her şey bir anda bir kaosa dönüştü; masa kırılırken üzerindeki fincanlar ve tabaklar yere düşmüş, kahve ve çay lekeleri zemine yayılmaya başlamıştı. Şaşkın gözlerim tam karşımda duran Damien'ı bulduğunda o an olan her şeye rağmen onu gördüğüm için kalbim yerinden çıkacak gibi attı. Damien buraya geleli en fazla birkaç dakika olduğunu biliyordum çünkü geldiğimde burada olsaydı onu kesinlikle fark ederdim. Sanki orada sadece ben varmıştım gibi bana baktı. İfadesi her şeyi duymuş olduğunu net bir şekilde gösteriyordu; babamı, çipi... Her şeyi bu şekilde öğrenmesini istemezdim ama sanırım artık pişmanlık hissetmek için çok geç kalmıştım. "Ben..." dedim. "Şey... Ben..." "Sen bunu biliyor muydun?" Hemen yan tarafımda duran Kratas, artık Damien'a hesap soran gözlerle dik dik bakıyordu. Damien, gözlerini gözlerimden ayırmadan, hissiz bir biçimde, "Bilmiyordum." diye yanıt verdi. Sanki bunu neden bilmediğini anlamıyormuş gibi bir tonla söylemişti bunu. "Hadi oradan! Sana kesin söylemiştir!" "Onu neden buraya getirdin?" Orada ikisi arasında kavga çıkmasından korkarak bir Damien'a bir de Kratas'a baktım. Kratas öfkeden çığlık atacak gibi görünüyordu ve Damien'da pek sakin sayılmazdı. Kızgın ve şaşkın görünüyordu. İnsanlar bize bakıyor fakat hepsi de yaklaşıp bir şey demeye çekiniyordu. Burada kavga çıkarsa hepsinin bir saniye içinde tüyeceğinden şüphem yoktu. Bense ikisini ayırabileceğimden emin değildim. Damien bileğimi tutarak "Gel benimle." dediğinde, bu beklenmedik hareketi karşısında hafifçe yerimde sıçradım. Belirgin bir kararlılıkla döndü ve beni arka sokağa açılan kapının olduğu tarafa doğru çekiştirdi. Ona ayak uydurmak konusunda inatçılık etmedim çünkü az önce itiraf ettiğim şeyden sonra burada kalmak tam bir delilik olurdu. Damien kapıyı açtığında dışarının soğukluğu yüzüme çarparak beni derin bir uykudan uyanmış gibi hissettirdi. Şehrin kasvetli kalabalığından uzak, dar ve karanlık bir sokağa adım attık. Korkunun, pişmanlığın ve utancın karışımı içimde bir düğüm oluşturdu. Ne de olsa onu tutsak eden en büyük şeyi öz babamın yaptığını öğrenmişti artık. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum, bunun gerçekten hiçbir önemi olmasa da. "Baş başa konuşabileceğimiz bir yere." "Neden?" dedim, yorgun yorgun. "Ne konuşacağız?" Damien beni bizden başka kimsenin olmadığı bir noktaya çektikten sonra bileğimi serbest bıraktı. Taş evlerin kenarlarına sıra sıra dizilmiş olan saksılar dışında pek bir şey yoktu burada; Kuru saksıların solmuş bitkileri, bir zamanlar canlı olan ama şimdi kurumuş, pul pul dökülmüş yapraklarıyla yalnızlıklarına gömülmüştü. O yüzden ben de oradaki en ilgi çekici şeye baktım; Yani Damien'a... Onun karanlıkta belirginleşen silueti o an için odaklandığım tek şeydi. Kelimeler benden çok uzaklara kaçtığı için tek yapabildiğim şey ona bakmak oldu. Sessizliğim onun sessizliğine karışırken Damien sabırsız bir ifadeyle soluyarak bana doğru bir adım attı, gölgeler varlığımızı yabancı gözlerden gizlerken Damien'ın kokusunu aldım ve varlığının sıcaklığını hissettim. Yüzümdeki ifade onun yakınlığından kaynaklanan duygusal yükle birleşince acı verici bir hale geldi. Kahretsin. Ona bu kadar yakın olmak cidden canımı yakıyordu. Onu özlemiştim. Hem de çok. Ve bu yakınlık, hislerimi daha da yoğunlaştırarak, onları kontrol etmekteki başarısızlığımı gözler önüne seriyordu. Damien'ın varlığı, her bir hücremi sarhoş eden bir tutku ve acı karışımı olarak ruhuma işliyordu. Damien, en sonunda kaçınılmaz olanı dile getirdi. "Bunu cidden soruyor musun? Bana hiç babanın yediği haltlardan bahsetmeyi düşünüyor muydun?" Kendi hislerimi ifade edecek kelimeler aklımdan çok uzaklara kaçmıştı. "Ben... Hayır..." dedim. "Bir anlamını olduğunu düşünmedim. Geçmişi değiştiremenin bir yolu yok." "Komik olmaya mı çalışıyorsun?" "Ne dememi istiyorsun?" diye sordum, sesimde bir yorgunluk vardı ve kelimeler dudaklarımdan zorla dökülüyordu. "Özür dilerim, tamam mı? Ama tüm bu durum zaten yeterince kötü. Bilmen ya da bilmemen ne değiştirecekti ki? Bu konuda hiçbir şey yapamazdın, hâlâ da yapamazsın." "Ben sana ne yapıp yapamayacağımı değil, neden söylemediğini soruyorum." Cevabım boğazımda düğümlendi; konuşmayı seçtiğimde sesim, bir çırpıda kırılacak bir cam gibi narin bir şekilde çıktı. "Söyleyemedim." dedim. "Senin için her şey bu kadar kolay mı? Yapamadın. Cesaret edemedin. Bileğimde bu lanet bomba..." Cümlesi yarıda kesildi. Nefes alırken dudaklarından çıkan buhar, sokağın karanlığında kısa bir süre asılı kaldı. Hızla yükselen ve alçalan göğsü, yorgunluğunun her ayrıntısını sergiliyordu. Sonra ne dediğini yeni fark etmiş gibi başını iki yana salladı. "Sana neden soruyorum bunları? Umurunda olsa, çoktan söylerdin zaten." "Sessizlik bazen bir şeyleri koruyabilir." "Koruyacak bir şey yok artık." "Nereden biliyorsun?" "Önemi de yok." diyerek beni geçiştirdiğinde sesi sokağın karanlık köşelerine çarpıp geri döndü. Gözleri hayal kırıklığıyla parlıyordu. Sakinleşmek için derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Konu bu değil. Kratas'ı nasıl seninle arkadaş olmaya ikna ettin bilmiyorum ama bu her neyse, tamamen saçmalık. O, ne yaptığını bilmeyen bir çocuk gibi ve sen de ondan pek farklı değilsin. Sadece evine git ve bu saçmalıktan uzak durarak küçük, güvenli hayatına dön." Ama kendimi oraya ait hissetmiyorum ki... Merakım benden önce konuştuğu için onu süzerek "Sen nereye gideceksin?" diye sordum. Cevap vermeyeceğini düşünüyordum ama beni yanılttı. "Ait olduğum yere döneceğim." dediğinde kalbimin en derin yerinden burkulduğunu hissettim. Onu buradan, bu soğuk arenadan alıp, evimize götürmek istiyordum. Bunu ona söyleyecek gibi olduğum o anda Damien gözlerime son bir kere daha bakarak gitmek için döndü. Ayaklarım onu peşinden takip ederken Westland'ın sınır kapısına çıkan o büyük, eski asansöre bindiğini gördüm. Çipini asansörün güvenlik sistemine okutarak bir onay aldı ve kapıyı kapattı. Nereye gidiyordu? Başkan Eugine ona Yeraltı Şehri'nden çıkması için izin mi vermişti? Birden o gün bana söylediği şeyi anımsadım, ona bir süre 'iyi' davranacağını söylemişti. Kast ettiği bu olmalıydı. Endişem katlanarak artarken hemen asansöre bindim. Siyah, kalın paltoma daha sıkı sarılırken Damien iki yana açılan gri, paslı kapıdan çıktı ve yağan karın altına doğru yürümeye başladı. Bir an için bunu yapıp yapmamak konusunda tereddüt ettikten sonra peşinden gittim. Şehir, sisle kaplıydı ve kar taneleri eski taşlardan, kırık dökük duvarlardan ve paslı sokak lambalarından süzülerek ağır bir sessizlik oluşturuyordu. Yine de havada o yana bu yana dans eden kar taneleri çok güzeldi. Keşke keyfini çıkaracak zamanım olsaydı. Uzun bir süre ikimiz de hiçbir şey demeden ilerledikten sonra -Neden onu böyle takip ettiğimi bile bilmiyordum gerçi!- Damien arkasına bakmadan, yürümeyi de kesmeden birkaç adım peşinden gelen benimle konuştu. "Daha ne kadar peşimden geleceksin? Başkan Eugine'nin malikanesine gelmeyi düşünmüyorsun herhalde." Duracak gibi oldum. Oraya mı gidiyordu? Neden? "Damien." diye seslendim. "Ne var?" "Dur, lütfen. Konuşalım." Kar tanelerini saçlarıma, kirpiklerime, kıyafetlerime yapışıp erirken Damien şaşırtıcı bir şekilde dediğimi yaparak durdu ve bana bakmak için döndü. Bembeyaz kar tabakasının içinde uzun boyuyla hemen dikkat çekiyordu. Üzerinde sadece ince bir yünden dokunmuş bir kazak ile bir pantolon vardı. Koyu saçları rüzgarın etkisiyle dalgalanıyor, tellere yapışan kar taneleri sanki küçük kristaller gibi parıldıyordu. Yüzündeki soğuk etkisi, yanaklarının ve burnunun hafifçe kızarmasıyla sınırlıydı. Oysa ben üzerimde kalın bir palto varken bile titriyordum. Paltonun kalın, yumuşak yünü içindeki pamuklu astar ile vücudumu sarmıştı. "Neden oraya gidiyorsun?" diye sordum, ilgiyle. Damien'in bakışları bu defa ne hissettiğini net bir şekilde vurguladı; Sana ne ki bundan, dercesine soğuktu. "Sadece merak ediyorum." dedim, onu ikna etmek için. "Bilmiyorum. Bununla niye ilgilendiğini de bilmiyorum." "Ben sadece..." Ben sadece, ne? Ne diyecektim? Gerçeği söylemeye cesaretim yoktu. Kollarımı kendime sarmış bir şekilde etrafa bakındım. Karşımdaki manzara, kışın etkisiyle kasvetli bir hava taşıyordu. Çevrede tek tük ağaçlar vardı; yaprakları dökülmüş, ince ince kıvrılan dallar rüzgarda hışırtı çıkarıyordu. Küçük köy evleri, derin bir sessizliğe bürünmüştü. Sanki bu köy zamanın gerisinde kalmış ve hayat bir türlü buraya uğramamış gibiydi. "Niye Sage'den kurtardın beni? Anlamıyorum. Benden nefret ediyorsun, değil mi? Yine de iplerimi kestin." "Sana zarar mı vermemi isterdin?" Sesi bir kış rüzgarı gibi soğuktu, alay ediş şekli beni ürpertti, ona geri baktım. "Neden?" diye sordum, tekrar... "Çünkü ben kötü biri değilim." dediğinde bu o kadar basit ama etkili bir açıklamaydı ki daha önce bana dediği şeyi anımsadım; Sen benim hayatımda tanıdığım en kötü insansın ve bunun farkında bile değilsin. "Değilsin." diye tekrar ettim, onu onaylar gibi bir tınıyla. "Demek beni kurtarmanın sebebi buydu. Ne komik. Bana acıdığını falan düşünmüştüm." "Vanessa... Evine git." "Evime mi?" Evimi düşündüm kendi kendime. Dönecek bir evim varmış gibi hissetmiyordum. "Evet, evine. Ya da nereye istersen oraya git. Sadece yanlız kalmak istiyorum." dediğinde birkaç adım atarak ona yaklaştım, aramızdaki mesafeyi nispeten kapattım. "Ne yapıyorsun? Yanlız kalmak istiyorum dedim." Kendimi anlamıyordum. Dahası kafam en az Damien'ın kafası kadar karışmış bir hâldeydi. Üstelik burada, bu kasabada, olduğumuz bu noktada bizden başka kimse yoktu. Sadece o ve ben. Tüm dünya geride kalmış gibiydi. Sadece dünya da değil; Korkular, endişeler, tehditler... Soğuktan iyice uyuşmaya ve kızarmaya başlayan parmaklarımı Damien'ın yüzüne doğru uzatarak elmacık kemiğindeki o kesiğe dokundum. Onun soğuk tenine dokunduğum anda fırtınanın sesi kafamın içinde tamamen dindi. Damien uzanıp bileğimi yakaladı; bunu yaparken bileğimdeki damgayı kapatan kristal bilezik, geceye nazır bir ışık gibi parlıyordu. "Yapma şunu!" dediğinde sesinin altındaki o öfke hafifçe gülümsememe neden oldu. Dahası gözleri kalbimde derin bir yara açtı. Bir anlık bir cesaretle ya da aptallıkla ayak uçlarımda yavaşça ve dikkatle yükselerek ona doğru uzandım. Başımı eğdim ve elmacık kemiğini, tam da o kesiğin olduğu yeri öperken Damien'ın bileğimdeki parmakları kayar gibi oldu: Güçsüzce bileziğimin zincirine tutundu. Dudaklarımın altındaki teni soğuk yüzünden buz kesmişti ve rüzgarda uçuşan saçlarımız, kokularımız birbirine karışıyordu. Tenine doğru "Teşekkür ederim, Damien." diye fısıldarken teşekkür etmek için onu öpmenin ne kadar uygunsuz ve saçma olduğunu düşünüyordum. Uygunsuz. Saçma. Ama bir şekilde de doğru. Geri çekilip Damien'ın allak bullak olmuş suratına bakarken kalp atışlarım yavaşlamak yerine daha da hızlanmıştı. Ne tepki vereceğini öyle merak ediyordum ki gözlerimi bir saniye olsun suratından ayıramıyordum. Elini kaldırıp kesiğe dokunurken bakışları önce dudaklarıma, sonra da gözlerime kaydı. Gözlerindeki ifade acıyla değişirken göğsü yavaşça inip kalktı. İncinmişliği yüzünden okunabiliyordu. O anda ne yaptığımın farkına vardım. Hem panikledim hem de endişelendim. Daha da önemlisi, korktum. Eve gitme fikri artık o kadar da uzak gelmiyordu. Birkaç adım geri atarak ondan uzaklaştım ve veda eder gibi başımı eğip "Seni takip etmemeliydim. Üzgünüm. Kendine iyi bakmayı unutma." dedikten sonra tam tersi yöne döndüm. Yürümeye devam ederken yağan kar artık o kadar da soğuk hissettirmiyordu, belki de sebebi yanaklarımı kaplayan kızarıklıktı. Ya da kalbimdeki... Birkaç metre ya uzaklaşmış ya uzaklaşmamıştım ki bir çift kol paltomun sırtından çekerek beni durdurdu. Böyle bir şey olmasını beklemiyordum. Üstelik bu durum bir an için Sage'nin bıçağını boynuma dayadığı o andan farksız gibiydi. Gözlerim iri iri açılırken sırtım sert bir erkek göğsüyle buluştu ve güçlü, kaslı, sıcak kollar yavaşça ve dikkatlice hareket ederek etrafıma dolandı. Damien'dı bu. Görmesem de biliyordum. Hafif bir panikle köprücük kemiğimin üzerinde duran ellerine dokunduğumda ellerimiz birbirine dolandı, sanki iki yapboz parçasıymış gibi parmaklarımız mükemmel bir şekilde birbirine uyuyordu. Kendimi tamamen onun tarafından çevrelenmiş hissederken beklediğim son şey bana böyle... Sarılmasıydı. Yanağının yumuşaklığını, elmacık kemiğindeki o kesiği benimkine karşı hissediyordum. Vücut ısısı, soğuk gecede bir kucaklama gibi sıcak ve huzur vericiydi. Kendimi buna alıştırmaya çalışırken iç çekerek gözlerimi kapattım. Şu anda başka hiçbir şey düşünmüyordum, sadece Damien'in yanında olmak istiyordum. Kalbim o kadar yüksek sesle çarpıyor ki eminim duyabiliyordur. İşin garip tarafı bu anın kendimi 'evimde' gibi hissettirmesiydi. Şimdi neden onca zamandır evimi kaybetmiş gibi hissettiğimi anlıyordum; ev burasıydı, tam burası. "Damien... Ne... Ne yapıyorsun?" "Bunun ne kadar zor olduğunu bilemezsin." Sesi beni üzerimize yağan kar tanelerinden daha çok ürpertti. Konuşurken nefesinin saçlarımı karıştırdığını hissedebiliyordum. O kadar başım dönüyordu ki... "Seni aklımdan çıkaramıyorum. Geceleri gözüme uyku girmiyor. Delirdim mi ben? Beni gönderen sendin. Gitmemi sen istedin. Öyleyse neden kendimi böyle suçlu hissediyorum?" Dudaklarım aralandı ama susmasından ya da çekip gitmesinden korktuğum için hiçbir şey diyemedim. "Başka bir dünyadan geliyorsun sen; Korktuğum bir dünyadan. İlk zamanlar sana tüm gücümle karşı koymamın, senden o kadar nefret etmemin nedeni buydu. Başkan Eugine'nin arkadaşıydın, bir asildin, meclis seni seviyordu. Sen de güvenemediğim her şey vardı sanki ama sonra güvendim çünkü umudu hissetmek istedim. Hissettim de. Asla hissetmediğim, asla hissedemeyeceğim kadar çok hissettim. Başıma gelen en güzel şeydin sen. Nefret ettiğim o dünyayı yeniden kurdun. Ben sandım ki..." Sesi boğuklaştı, homurdandı. "Ne kadar da aptalım. Sen beni umursamıyorsun bile. O makinelerinden bir farkım yok. Sen gerçek değilsin. Bu halin gerçek değil ama keşke olsaydı. Sana ihtiyacım..." Var, diyecekti ki ne diyeceğini fark ederek susmak için kelimeleri yuttu. Yorgun bir şekilde iç çekti. "Kendimi çok değersiz hissediyorum, Vanessa. Daha öncekinden bile çok." Düşünemiyordum... Düşünmek istemiyordum... Bir şekilde her şey... Çok yanlış. Damien'ın varlığı etrafımda kurduğum her şeyi unutturmaya yetiyordu. Belki de bu yüzden ona ne kadar işkence ettiğimi o ana kadar fark etmemiştim. Şimdi onun bu kadar yakınında olmak, sanki bana kendi hatalarımı ve suçlarımı daha yakından görme fırsatı veriyordu. "Eğer... Eğer senden uzak durmamı istiyorsan, bunu bunun için söylüyorsan, ben... Yapabilirim..." Kulağımın alt kısmına nazik bir öpücük bıraktı. Dudaklarını tenimde hissettiğim anda bu öpücük, havanın soğukluğuna rağmen tenimde bir ateş gibi yayıldı ve beni yoğun bir ürpertiyle sarhoş etti. "Bu doğru değil, değil mi?" Bir öpücük daha bıraktı, bu sefer boynuma... Gözlerimi önümde süzülen kar tanelerinden ayıramazken, adını fısıldamaktan kendimi alamadım. "Damien..." Tek diyebildiğim buydu. Damien ellerimizi iyice birbirine kenetleyip bana daha sıkı sarıldığınızda aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu hissettim. Gözlerimi kapattığımda sadece onun sıcaklığına ve varlığına odaklanmıştım, etrafımdaki her şey silinmiş gibiydi; Beni öyle nazikçe kollarında tutuyordu ki... Sonsuz gibi gelen bir anın ardından ellerimden birini bıraktı ve gözlerimin içine bakmak için çenemin altını tutarak yüzümü çevirdi. Omzumun üzerinden arkamda duran Damien'ın gözlerine bakarken kollarının sıcaklığıyla gevşedim. İfadesi okunmaz olsa da bana olan bakışları o kadar yoğundu ki nefes almakta zorlanıyordum. Sanki dünyadaki tek insan benmişim gibi bakıyordu bana. Ben de aynı şekilde ona bakıyordum. Yağan karın altındayken, bana böyle bakarken, içimden uzanıp ona her şeyi söylemek ve gözlerindeki mutsuzluğu silmek geliyordu. "Vanessa..." Gözlerim şaşkınlıkla açılırken ses tonu bana uykusunda konuştuğu o anı anımsattı. Sakın söyleme. Hayır, hayır... "Seni seviyorum." Nefretle sevgi bir arada olabilir miydi? Öyleydi işte. Gözleri su gibi, bahar gibi tazeydi. Dürüsttü. Ben yüreğimi yerinden söküp alan bu iki sözcükle baş etmeye çalışırken Damien kendini tamamen bana doğru eğdi. Sonunda yere çakılmayı göze alarak dudaklarını soğuk dudaklarıma bastırdı. Gözlerini kapatıp beni tutkuyla öpmeye başlarken her parçam onunla bütünleşti ve kafamın içindeki her sesi susturdu. Sadece bir tanesi kaldı. Ben de... Ben de seni seviyorum, Damien.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD