Kâbusumun ne olduğunu hatırlamıyordum ama yataktan sıçrayarak uyandığımda bedenim titriyor, kalbim göğsümü delmek istiyormuş gibi hızlı bir şekilde çarpıyordu. Ellerimle yüzümü örtüp gerçek dünyayı dışarıda bırakmaya çalışırken, acı bir ses sessizliği yırtarcasına dudaklarımdan yükseldi. O an, tek istediğim o karanlık anı unutmaktı ama her çaba sadece daha da derinlere gömülmemi sağlıyordu. Tamamen dibe vurmuştum. Farkındaydım.
Neden böyle olmuştu?
Nerede hata yapmıştım?
Oysa istediğim tek şey...
"Kötü bir rüya mı gördün?"
Bir melodinin zarif dokunuşu gibi ruhuma dokunan bu hoş ses beni geçmişe götürerek bugünü ve yarını unutturdu. Sert bir şekilde irkildim ancak sebebi şaşırmam ya da korkmam değil, içimin heyecanla dolmasıydı. Sevinç, hüzün, umut ve özlem bir araya geldi. Bu sesi daha önce duymuştum ve şimdi onu yeniden görmenin sevinciyle, şaşkınlığıyla doluydum.
Ellerimi yüzümden çektim ve içimdeki korkuyu, belirsizliği yansıtan bir sesle "Damien?" dedim. İsmini söylemeyi neredeyse unutmuştum. Buradaydı. Tam yanımda. Yatağımın kenarında oturuyor, gözlerimin tam içine bakıyor, bakışları ruhumun en derinlerine kadar nüfuz ediyordu. Gözlerinde düzgün bir şekilde konuşmama izin vermeyen bir ifade vardı. "Burada... Burada ne yapıyorsun? Evimde olmaman gerekiyor. Güvenli değil, Damien."
"Biliyorum."
Biliyor muydu?
Ama nasıl?
Ne var ki bu gerçek endişemi dindirmeye yetmiyor, tam aksine, daha da arttırıyordu. Tek istediğim Damien'ın iyi olması, güvende olmasıydı... Ve ben kesinlikle güvenli değildim. Benimle ilgili olan hiçbir şey onun için güvenli değildi. İçsel bir sıkıntıyla, beynimde dönüp duran binlerce düşünceyle baş etmeye çalışırken dışarıdaki dünyadan kopmuş gibiydim. Pencerelerimi kaplayan beyaz perdeler rüzgarla oynaşıyor, ayın solgun ışığı yatak odamın içine huzur veren bir sakinlik yayılıyordu. Ne garip. Hiç de huzurlu değildim ki ben.
"Öyleyse gitmen gerektiğini de biliyorsundur." dedim. Sesim güçsüzdü, tıpkı benim gibi. Yine de devam etmem gerektiğini bilerek sürdürdüm. "Damien, burada kalamazsın. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu anlamıyorsun. Eğer Başkan Eugine seni burada..."
Yanağıma dokunmak için ay ışığının altında neredeyse solgun, mermerimsi duran elini yüzüme uzattığında nefesimi tuttum. Dokunuşu soğuktu, gerçekti. Gerçekten buradaydı. Yanağımı avucuna yaslamak için başımı eğdim. Aramızda olanlardan sonra bir daha asla bana dokunmayacağını düşündüğüm için galiba, şaşırarak susuverdim. Parmakları soğuktu fakat yine de tenimin heyecanla karıncalanmasına neden oluyordu. Elmacık kemiğimi nazikçe okşadığında kalbimin kafesinin içinde gümlediğini hissettim. Tek düşünebildiğim rüyasında beni sevdiğini söylediği o andı.
"Damien..." dedim tereddütle.
Yanağımı okşamaktan vazgeçmeden dudaklarının köşelerinde beliren o ince tebessümle yüzünü yüzüme eğdiğinde etrafımızdaki her şey bulanıklaştı. Yalnızca içinde bulunduğumuz o anın büyüsü kaldı geriye. Kimdim ben? Neredeydim? Ne yapıyordum? Bunların hiçbiri önemli değildi. Damien'ın varlığı varlığımı unutturacak kadar yoğundu. Aramızdaki mesafe neredeyse hissedilmeyecek kadar azdı; sıcak nefesinin cildime değdiğini hissediyordum ve dudaklarının hafif aralığı... Sanki söyleyecek binlerce kelimeyi orada bekletiyordu.
İsmi boğazımda ağırlaşırken "Damien..." dedim. Acı her kelimede yankılanıyor, aramızdaki havayı ağırlaştırıyordu.
Anlamıyordum.
Neden yapıyordu bunu?
Bana kızgın değil miydi?
Öyle olmalıydı çünkü beni öpecek kadar yakınımda olmasına rağmen gözleri bir kış gecesi gibi serin ve mesafeliydi. Dudaklarımın hemen önünde hissettiğim sıcak nefesi bile içimdeki buzları eritmeye yetmiyordu. Fısıldadığında hafif bir meltem gibi ruhlarını okşayan kelimeleri dudaklarıma çarparak canımı daha da yaktı.
"Beni özlediğini biliyorum, Vanessa."
Dünyanın gürültüsü yerini sessizliğe bıraktı. O sessizlik sadece onun varlığıyla doldu. Bu anın gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu fark ettiğimde derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Böyle bir cümlenin onun dilinden döküldüğünü hayal etmek bile imkansızdı. Gerçek ile hayalin karıştığı, zamanın anlamını yitirdiği bir yerdeydim. Rüya görüyordum. Bunların hepsi bir düştü...
Gözlerimi açtım.
O an etrafımdaki dünya bir sis perdesi gibi dağıldı ve rüyanın büyülü diyarından kaybolduğumu fark ettim. Odamın soğuk ve sessiz gerçekliğine dönmüştüm. Yalnızdım. Damien'ın varlığı bir hayalden ibaretti. Kendi sessizliğimin içinde öyle kaybolmuştum ki, kafamın içinde yalnızca kalp atışlarımın yankısı ve nefeslerim duyuluyordu. Daha da kötüsü, gözlerim sızlıyordu. Ağlamak istiyordum. Hayatımda hiç bu kadar yalnız, hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Damien'a yaptığım şey için kendimden nefret ediyordum. Her hatırladığımda vicdan azabıyla boğuşuyor ve kendi kendime öfke duyuyordum. Tıpkı şimdi olduğu gibi...
Bedenim acının ve kaybın yükü altında büzüşürken yüzümü yumuşak, beyaz yastığa gömdüm ve kendini tutamayıp sessizce ağlamaya başladım.