Yağmur dahi üşütmemiştir onun gözleri kadar beni. Şimdi ise ev sıcak olmasına rağmen resmen donuyordum.
Akif Han Erdemoğlu, tam karşımdaki koltukta ürpertici bakışlarıyla bana bakıyordu. Sanki kafamın içerisi yarıp beynimi oradan almak ister gibi... Ne diyeceğimi bilmeyerek dik dik yüzüne baktım, mutfaktan gelen sesler ile Deniz’in benim için bir şeyler yaptığını anladım. Akif Han’ın gözleri üzerimde, yağmurun ıslattığı bedenimde dolandı. Göğüslerim de fazla oyalandığını gördüğümde kaşlarım çatılacak gibi oldu ama çaktırmadan yüzüne bakmaya devam ettim ve nihayet ağzımı açabildim. “Hoş geldiniz Akif Han Bey, kusura bakmayın burada olduğunuzu bilmiyordum.” Dedim kısık sesimle.
“Bilsen ne değişecekti?” erkeksi ses tonu... Bir kadını öyle güzel mest ederdi ki sesini duyduğumda istemsizce kasıklarıma ağrı giriyordu ve bu beni utandırıyor, kendime kızmama sebebiyet veriyordu. Gözlerimi elime indirdim, “En azından karşınıza böyle ıslak çıkmazdım.” Diyerek ıslak çoraplarımı da havaya kaldırdığında hiç elime bakma gereği duymadı.
“Mühim değil.”
Her zamanki gibi kısa cevaplar ve uzun bakışlar. Yaptığı tek şey dik dik bakmak oluyordu. Açıkçası onunla konuşmaya çekiniyordum. Daha fazla diyecek bir şey bulamadığından, “Müsaadenizle.” Diyerek yanından ayrıldım ve bir hışım odama geçtim. Neden olduğuna anlam veremediğim şekilde kalbim adeta ağzımda atıyordu ve ben şu an ona kızmakla meşgulüm. Akif Han ile ilk tanıştığımda ona nasıl hayran kaldığımı çok iyi hatırlıyordum, gözleri bana döndüğünde sanki dünyadaki en güzel kadın benmişim gibi hissetmiştim. Oysa ki sıradan birine bakar gibi bakıyordu. Hatta başlarda ondan biraz etkilenmiş olabilirdim, tabi sonra babama benzeyen yönlerini keşfetmeye başladığımda bu düşünceden çabucak kurtulup kendimi pençelerinden kurtarmayı seçtim.
“Aptal kalp, bir sus!” Diyerek kendi kendime konuştum. Neyse ki beni dinledi ve kısa süre içerisinde yatışarak eski haline döndü. Rahatlayarak üzerimi değiştirdim ve kendimi ılık duşun altına bıraktım. Kasıldığını yeni fark ettiğim bedenim gevşemeye başladığında rahatlığın verdiği etkiyle mayıştım. Parmaklarım buruş buruş olana dek duştan çıkmadım. Ne zaman ki parmaklarım buruştu, işte o zaman çıktım. Hızlıca kurulanıp iç çamaşırı takımımı üzerime geçirdim ve giysi dolabına kısaca bakarak bir tayt ve göbeği hafif açık kırmızı tüylü kazağımı giydim. Saçlarımı kurutmadan, alel acele odamdan fırladım. Zaten duşta yeterince oyalanmıştım daha fazla ayıp etmesem iyi olurdu. Salonun girişine gelip içeri göz attığımda Akif Han hala aynı yerde oturuyor, tek fark bilgisayar ile uğraşıyor olmasıydı. Zaten geldiğinde hep o köşede otururdu. Sanki orada oturmazsa ilham perileri kaçıyormuş gibi asla başka yere geçmiyordu. Yüzünde Her zamanki ciddiyeti, kaşları ise hafif çatıktı. Dudakları bir kızın dudaklarını kıskandıracak kadar güzel ve pembeyi. Daha fazla ona bakmayı reddedip mutfağa, Deniz’in yanına gittim.
“Bana abinin geldiğini neden söylemedin?”
Deniz gözlerini devirdi. “Telefona baksaydın haberin olurdu canım benim.”
Bu tamamen aklımdan çıkarken gözlerimi kırpıştırdım, “Bir telefonum olduğu sen söylemesen aklıma gelmezdi.” Kafasını bana çevirdi, yüz şeklim hoşuna gitmiş olmalı ki kıkırdadı. “Meri, bazen fazla saf olabiliyorsun.”
Onu umursamak yerine yaptığı yemeklere göz attım. Fırında tavuk, yanına pilav yapmıştı ve şimdi salatayı hallediyordu. “Sen birtanesin!” dedim tavuğu koklarken. “Bende gidip masayı kurayım o zaman.” Dedim ve elime temiz bir bez aldım. Önce masayı silip sonrasında yeni örtülerimizi üzerine serecektim. Mutfaktan çıkıp salona girecektim ki bir şey bunu engelledi. Kafamı çarptığım sert beden nedeniyle kaşlarım çatılırken o, düşmemem için elini belime koymuştu. Kafamı kaldırdım, yeşil gözlerine bakakaldım...
Ve işin kötü tarafı kasıklarımdaki yanmayla baş edemiyor olmamdı.
Ateşten kıyafetlerim olsa sanırım bu kadar yanmazdım.