"Shellmi uyan tatlım! Hey orada kimse var mı? İksir bir acayip oldu sanki." diyen Zyra'nın sesiyle kapıdan içeri giren egoist pislikten gözlerimi alarak kaynayan kazana başımı çevirdim. Ah gitti güzelim iksir! Rengi morumsu siyahımsı balçık gibi bir şey olmuştu ve ben hala kurbağa bacağını eklememiştim. Bunun bir şans iksiri olması gerekiyordu! Ne yazık ki ne yaratacağı
veya neye yarayacağı hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı, basit bir çamura dönüşmüştü...
"Ooo, yine neler kaynatıyorsunuz?" diyen pisliğe zoraki olduğunu belli edecek şekilde, yarım ağız gülümsedim. Yine karşımdaydı...
Fazlasıyla kendine güvenen duruşu, sinir bozucu gülümsemesi ve gereksiz ısrarları ile beni çileden çıkartmak için yaratılmıştı sanki. Fazla mükemmel fiziğine inat sorunlarla dolu kişiliği ile bu dünyada en çok nefret ettiğim kişi olarak uzun süredir nefes alıyordu.
Yüzündeki gülümsenin silinmesini beklemek yerine "Aşk iksiri denemek ister misin?" dediğimde burun kıvırıp, yavaşça yüzünü sağa sola çevirerek, ciddiyetle yapıyormuş gibi hafifçe havayı kokladı. Kokuları dilinde çözünüyormuş gibi rahatça tadabildiğini biliyordum. Ancak onu azıcık tanıdıysam, yaptığı hareketin ciddiyetle alakası olmadığını söyleyebilirim. Ciddiyetsizliği fazla sinir bozucuydu. Zaten ne yaparsa beni sinirlendirmek için yapıyordu.
"Bana aşkı tattırmak yerine ölümü tattıracakmış gibi geldi niyeyse."
Kurduğu cümle beni yine sinirlendirdi. Sinirlenmem için bir şey yapmasına bile gerek yoktu gerçi varlığı yetiyordu. Gözlerimi kısıp ne elde etmek istediğini çözmeye çalıştım. Phill, hantal ve yavaş adımlarla, bize doğru, salına salına yürümeye devam etti. O yürürken Zyra, bir kaç adım gerilemişti. Ah evet bir doksandan fazla boyu ve iri cüssesiyle korkutucu duruyordu pislik, ama bende ondan korkacak göz yoktu. Göz ucuyla Zyra'nın da Phill'in hareketini dikkatle takip ettiğini fark ettim ve onu savunmak için bir adım önüne geçip sinirle aklımda dönüp duran soruyu dillendirdim.
"Yine mi sen? Bu kez nasıl geri döndüğünü merak ediyorum?" dediğimde yüzü asıldı.
Belli ki son görüşmemiz aklına gelmişti. Onu en son bir sineğe çevirip kavanoza hapsetmiştim. Öldüremiyordum ne yazık ki... Ne onu, ne de herhangi bir canlıyı... Öldürebilsem, bu dünyada aldığım ilk can olacaktı. Tüm güçlerimin gideceğini bile bilsem hiç düşünmeden öldürecek kadar nefret ediyorum bu pislik ejderden!
"Ah, o konuya hiç girmeyelim istersen! Senin için hiç de iyi olmaz Shellmi!" dediğinde gözlerimi kıstım.
"Bu kez ne istiyorsun?" dediğimde gülümsemesi hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. Tüm yüzüne yayılan gülümsemesi ile Zyra'ya kısa bir bakış atmış hatta onu ürkütmek için çapkınca olduğunu düşüneceğiniz ama tehditvari bir bakış salıvermişti gözlerinden.
"Ne isteyebilirim ki; seni tabii ki." dediğinde etrafımda üzerine atmak için bir şey arandım. Fazla olmuştu artık bu koca, kanatlı kertenkele.
Duvarda dizelenmiş şişelere göz atıp içlerinden birini gözüme kestirdim. Avcumu açtığımda yeşil renkte sıvı ile dolu olan şişe elimdeydi. Şişeyi zarifçe kavrayarak ona doğru yavaş bir adım attığımda artık gülümsemiyordu. Kaşını çatmıştı bile.
"Sakın! Aklından bile geçirme!" diyerek olduğu yerde dik bir şekilde dikilmeye devam etti. Şimdiye kadar çoktan kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçması gerekiyordu!
"Evimden defolup gitmen için sana iki saniye veriyorum!" dediğimde yeniden koşunca cesaretine hayran kaldım.
"Şu lanet olasıca iksirlerin ve güçlerin olmadan seninle karşılaşacağımız gün yakındır. Ben olsam şimdiden selamlama teknikleri üzerinde çalışırdım Shellmi. Yakındır önümde diz çökeceğin gün bebeğim." dediğinde şişeyi fırlattım kafasına. Şişeyi havada yakalayan Phill, elindeki şişeyi hafifçe çevirip ne olduğunu anladığı için sırıtarak cebine attığında yutkundum. O, o bir itaatkârlık iksiriydi ve ben kendi ellerimle ona vermiştim!
"O şişeyi bana ver Phil! Konsey üyesi Syandra'nın siparişi o." dediğimde omuz silkti.
"Yeniden kaynat o zaman. Yoksa bunun yerine benim için yemek kaynatmayı mı tercih ederdin? Söz veriyorum ocağı senin için severek yakarım! Hiç de zahmet olmaz." dedi ukala bir şekilde.
Bakışları yüzümde kısa süre gezinip tüm vücudumda ayrıntılı bir gezintiye çıkınca ensemde hissettiğim karıncalanmaya küfürler ederek yutkunup gözlerimi kapattım. Nefesim sıklaşırken kararlı bir ifade yerleştiğini umduğum gözlerimi aralayarak tehditkar bir sesle daha yüksek perdeden konuşmaya başladım. Bunu yaparken ellerimi öne uzatmış Phill'in şişeyi vermesi için bir fırsat sunuyordum.
"Şişeyi ver ve buradan defol! Senin için kaynatacağım tek şey lanetlemek için mezar toprağı olur ancak." diye bağırdığımda arkasını dönüp ısrarından vazgeçti. Tek bir kelime etmeden yanında şişem ile birlikte kapıdan çıkıp gitti. Bu kadar kolay pes etmesi şüphelendirse de arkasından gitmek veya onunla uğraşmaktan daha önemli bir işim vardı. O gittikten sonra aklımda dönüp duran meseleyi açığa kavuşturmak için hırsla Zyra'ya döndüm.
"Zyra, acaba bu pisliğin nasıl serbest kaldığı ile ilgili söylemek istediğin bir şey var mı?" dediğimde yüzü bir acayip olmuştu. Belli ki bu iş yine onun başının altından çıkmıştı.
"Şey, ben bir kavanoz kırmış olabilirim!" diyerek yeşil saçlarını avuçladığında bezgince bir nefes verdim.
Zyra iyiydi, hoştu ama bazen fena halde sakar oluyordu. Bu sakarlıkları nedense hep Phill'in özgür kalmasına neden oluyordu. Bazen bilerek yaptığından şüphe etmiyor değildim. Gözlerimi kısıp üzerine yürümeye başladığımda ev hafiften sallanmaya başlamıştı bile. Işıklar gidip gelirken Zyra'nın üzerine yürümeye devam ettim. Saçlarımın elektriklendiğini hissedebiliyordum. Etrafımda çatırtılar ve şişelerin birbirine vuran sesleri yankılanırken elimi uzattığımda, Zyra korkuyla bir nefes verdi. Sakinleşmek için hızla arkamı döndüm. Bu aralar çok çabuk sinirlenir olmuştum! Yine de yaptığı şey sakince konuşmama izin verecek derece hafif bir şey degil, haksız mıyım?
Bir gün onu da bir evcil hayvana çevirecektim ama hayvan olduğunda bile sakarlık yapacağından kuşkuluydum. Acaba bir sandalyeye mi çevirseydim?
"Cidden kazaydı Shell!" diyerek inlediğinde fazla abarttığımı biliyordum.
"İksiri yarın hallederiz. Sen kazanı temizle benim biraz hava almam gerek." diyerek odadan çıktım.
Bir kadına en iyi gelen şey alışverişti! Ben de üzerime bir deri ceket giyip ayağıma da botlarımı geçirdikten sonra alışverişe çıkmaya karar verdim. Kapıdan çıktığım an arabaların sesleri beni resmen vurdu. Evimi bu sesten korumak için yaptığım büyüye şükür ederek mor saçlarımı elimle toplayıp başıma şapkamı geçirdim. Hafta sonlarını seviyordum ama trafik fena halde yoğun oluyordu. Motoruma binip şehrin en büyük mağazalarının olduğu yöne doğru ilerlemeye başladım.
Pazartesi işe gideceğimi düşünmemeye çalıştım. Evet bir işim var ne yazık ki. Paraya ihtiyacım olduğu için değil. İksirlerden çok da güzel para kazanıyorum. Bir gazetede çalışıyorum; normal gözükmek için. Yani pek de normal gözüktüğüm söylenemez aslında. Doğal olarak mor saçlara sahip biri nasıl normal gözükebilir ki?
Çalıştığım gazetede köşe yazarlığı yapıyorum. Evet kendi köşem var! Cadıdan sihirli öğütler isminde hemde. İlginç olan verdiğim öğütlerin işe yarıyor olması. Çok fazla takipçim ve sevenim var. Bu işe başladığımda bu kadar sevileceğimi tahmin etmiyordum ama gazetenin satışları ben yazmaya başladığımdan beri yüzde yedi oranında artmıştı ve artmaya devam ediyordu. Bu yüzden tuhaflıklarım ve aykırılıklarım görmezden geliniyordu patronlarımca. İyi bir para veriyorlardı elbette ama verdikleri para benim bir iksirimin malzemesini almaya yetmezdi. Sizin eski ölü toprağı ne kadar haberiniz var mı?
Alışveriş merkezinin önünde durup motorumdan indim. Park sorunu yaratmadığı için motor kullanıyordum ama bana sorsalar ilk tercihim kesinlikle süpürgem olurdu. İçeri girip hangi mağazadan başlayacağımı düşünürken siyah bir elbise gördüğümde gülümsedim. Kesimi duruşu, dökümlü eteği ve kat kat dantelleriyle tam benim tarzımdı. Elbiseye doğru bir kaç adım attığımda kızın birinin elbiseyi aldığını gördüm. Sonra duyduklarımla epeyce sıkkın olan canım daha da sıkıldı. Konuşan kişi bizim gazetede magazin bölümünde çalışan Maria'dan başkası değildi.
"Ah demek bundan bir tane var! Ne kadar hoş!" dediğinde gözlerimi açtım. O elbise benim olmalıydı. Yavaşça ilerlemeye başlayıp içeri girdim. Tabii ki beni görür görmez o sahte gülümsemelerinden birini yüzüne yerleştirdi.
"Ahh, kimleri görüyorum?" dediğinde ben de sahte bir gülücük attım.
"Selam, Maria." dedim donuk bir sesle.
"Biz de Frank ile birlikte Gazete'nin yardım gecesi için kıyafet bakıyorduk. Bu elbisenin bana çok yakışacağını söylediğinde hemen aldım tabii ki. Biliyorsun Frank moda editörüdür." dediğinde başımı salladım.
Zevzek nişanlısıyla bana hava atmaya çalışıyordu ama ben sadece elindeki elbiseyle ilgileniyordum. İstesem kendim de pekâlâ aynısını yapardım ama onun da aynı elbiseye sahip olması fikri beni sinirlendiriyordu.
"Yardım gecesi cadılar bayramına denk geldiği için bu elbise mükemmel uyacak!" dediğinde sahte bir gülücük daha attım.
"Benim için yılın en önemli zamanı cadılar bayramıdır ve bunu bir faninin hatırlatmasına ihtiyacım yok!" diyemedim. Onun yerine başımı sallayıp elbiseyi çenem ile işaret ederek şu sözleri söyledim:
"Ah evet! Çok iyi bir seçim."
Frank'a sarılıp nispet yapar gibi koluna girdikten sonra bana dönüp konuşmaya devam etti. Hiç şanslı günümde değildim galiba. Bu yapay sarışının gitmeye niyeti yoktu.
"Biz geceye Frank ile katılacağız. Sen kiminle geleceksin? Ah dur söyleme! Yine geçen senelerde olduğu gibi yalnız mı?" diyerek kahkaha attığında dişlerimi sıktım. Sanki bu yıl Frank'ı kafalamadan önce kendisi 'Prens bilmem neyle' geliyordu! O da yalnız geliyordu.
"Ay yoksa Zyra'yı mı getireceksin? Kesin partide yangın çıkartır." dediğinde elbiseye doğru çaktırmadan parmak uçlarımla ufak bir kıvılcım göndermeyi düşündüm. Sonrasında yangın alarmı ve her yerde olan şu aptal kameralar aklıma geldiğinde derin bir nefes alıp sakinleştim. Yıllar beni yaşlandırmıyordu ama bu kadın ruhumu yaşlandırıyordu! Zyra bir miktar sakar olabilirdi ama eskisine nazaran çok daha iyi durumdaydı. Bazen öyle sakarlıklar yapıyordu ki beni bile şaşkına çeviriyordu ama bu sakarlıklar belirttiğim gibi 'bazen' oluyordu. O yüzden yürüyen bir felaketmiş gibi ondan bahsedilmesini sindirememiştim işte...
"Hayatım demek buradaydın!" diyen sesi duyduğumda inlememek için zor tuttum kendimi. Derdi neydi bunun? Son bir kaç aydır sabrımın sınırlarını fena halde zorluyordu ayarsız ısrarları...
"Ah, merhaba!" diyen Maria yanındaki Frank'ı unutup Phill'e gülümsediğinde Phill, yanıma gelip kolunu omzuma atmıştı bile. Fazlasıyla yakın duruyordu! Bedeninden yayılan enerji ve sıcaklıkla bir an için eskiye dönsem de hemen ardından kendime geldim çünkü onlara kendisini tanıtıyordu!
"Ben, Philippe Louis Amoureux . Shellmi'nin... " hızlı ve sert bir dirsek darbesiyle lafını böldüm.
"Ah eski bir dostum!" diyerek aceleyle onun sözünü bölsem de güçlü bir kahkaha atıp umursamazca konuşmaya devam etti.
"Ahh, bence artık saklamaya gerek yok tatlım. Shellmi benim sevgilim." dediğinde hem benim hem de Maria'nın yüzü aynı anda düştü.
Maria'nın yüzü düşmüştü çünkü Phill cidden yakışıklıydı. Esmerdi, uzun boylu ve oldukça karizmatikti. Duruşu, konuşması ve aptal aksanıyla karşısındaki kadınların Maria'da olduğu gibi aptalca sırıtmasına sebep oluyordu. Baygın, ölü yeşili gözlerini ona diken Maria nişanlısını unutmuş gözüküyordu.
Frank, Phill'in yanında, açık kahve gözleri, yer yer seyrelmiş saçları, iyi bir beslenmemesi gerektiğini gösteren ince yapısı ile ciddi anlamda sönük kalıyordu. Frank'ın uzun burnuna yüzümü buruşturarak sinirle Phill'e döndüm.
Phill siyah bir kumaş takım giymişti. İçindeki gölek de takıma uyumlu bir kumaştan yapılmıştı. Kravatı mat bir kırmızıydı ve elinde bir evrak çantası taşıyordu. Tıraş olmuş, saçlarını özenle arkaya taramış ve bir kısmının alnına dökülmesine izin vermişti. Kolundaki saatine kadar her şeyi klasik milyoner iş adamı görüntüsü çiziyordu. "Rolex saatler hala üretiliyor mu?" diyen Maria'nın kısık sesini duyduğumda onun da benim gibi Phill'i süzdüğünü anlamıştım. Gözlerimi kısıp Phill'in bir sonraki hamlesini beklerken Maria atıldı:
"Siz gazeteyi alan şu yeni patronsunuz?" dediğinde bu kez içinden alev çıkartacak olan kişi bir ejder değil cadıydı! Fena halde yanıyordum. Sinirden alev almak üzereydim ve bu alevlerin kimi yakacağını umursamadan etrafa fışkırtmam an meselesiydi.