GÖKÇE
“Vazgeçelim bence,” dedi Firuze teyzenin kızı Nazlı abla. İki dakika önce beni aramış ve Kardelen’in ruh halinden bahsetmeye başlamıştı. İçimizde Kardelen ile tek akrabalık bağı olan şu an Nazlı'ydı. Kardeşi Uygar da vardı ama henüz teşrif etmemişti.
“Buraya doğum gününü bizlerle kutlamak için gelmedi mi? Neden vazgeçiyoruz acaba? Millet bu doğum günü için uçağa bindi, yollara düştü farkında mısın?”
Kafede harıl harıl çalışan ekibe baktım. Sabahtan beri dört koldan akşam olacak doğum günü için uğraşıyorduk. Urfa'dan, Mardin’den herkes yola çıkmıştı. Hatta Kağan bile iş çıkışına uçak bileti almış buraya gelecekti. Bunca hazırlığı çöpe atıp, millete uçaktan atlayın mı diyecektim? Hayatta olmaz!
“Biliyorum, bir sürü hazırlık yapıyorsunuz orada ama kız da bir haller var diyorum. Nesini anlamıyorsun?”
“Ben düzeltirim onun hallerini abla! Valla Ezman amca benden bol bol resim istedi. O yüzden iptal etme işini düşünmeyin bence. Her ne oluyorsa valla şüphelenir!”
Ezman amca resim istemişti ama şüphe konusunu ben abartmıştım. Onca hazırlığın boşa gitmesine izin verecek değildim. Zaten kırk yılın başı bir araya geliyorduk. Hem Kardelen Urfa'dan ve Mardin'den gelenleri bilmiyordu. Doğum günü olayı ondan çıktığı için sürprizi olmazdı ama gelecek olanlar sürpriz olacaktı işte. Emeklerimin boşa gitmesine nasıl izin verirdim? Hem hepimiz bir arada olunca Kardelen'in keyfi yerine gelirdi. Tanımıyor muydum ben arkadaşımı?
“Off Gökçe ya! Kardelen hiç hazırlık yapmayın dedi. Kırılma diye söylemedim. Uçak bileti bakıyor. İlk uçakla gitmek istiyor. Kızı bağlayayım mı?”
“Bağlamana gerek yok. Telefonu ona ver yeter.”
“İyi,” dedi huysuz bir sesle. Bana niye trip atıyordu acaba? Ben mi sokmuştum Kardelen’i tuhaf hallere?
“Efendim?” Kardelen’in sesini duyunca tüm gardımı aldım. Onunla anlaşmak bazen çok kolaydı bazense imkansızdı. Şu an imkansız olduğu belli olan bir ruh haline girmişti bile. Yine kesin Selim abiyle ilgili bir şey olmuştu. Onu bu hallere anca Selim abi sokardı.
“Gitmek de nereden çıktı Allah aşkına? Bak sabahtan beri senin için uğraşıyorum burada? Geldin daha görüşemedik bile! Ben Urfa'ya geldiğimde öyle mi yapıyorum?”
“Gökçe. Üzgünüm canım gerçekten. Ama hiç parti havasında değilim.”
“Ben seni sokarım parti havasına. Ben anlamam ya! Bak hepimiz seferber olduk senin için. Hem babandan doğum günü için izin almadın mı? Doğum günü yapmadan dönersen Ezman amca ne düşünür? Seni bir daha bu şekilde sözüne güvenip gönderir mi sanıyorsun?”
Elimde ne kadar kart varsa hepsini sıraya dizmiştim.
Bir süre sessizliğe büründü. Kumsal ‘ne oluyor?’ dercesine bana bir bakış fırlattı. Kumsal ve Deniz ikizlerdi. Berkay amca ve Yeliz teyzenin çocuklarıydı.
Buradaki birçok kişinin bir biriyle kan bağı vardı. Gökmen abimle ben ise can bağı gibiydik. Çünkü babam ve annem , Berkay ve Berkan amcanın çocukluk arkadaşıydı. Birlikte büyümüşlerdi.
Sırıttım ve her şey yolunda dercesine bir işaret çaktım. Sabahtan beri yakaladığım herkesi kafeyi süslemeye ikna etmiştim. Şimdi bir sorun çıktığını anlarlarsa ellerinde kalan ben olurdum vallahi!
Hayal teyzemin kızı Simla dayanamayıp yanıma doğru yürüdü. Benim sitemli sesim hepsinin dikkatini çekmişti.
“Neler oluyor?”
“Asayiş Berkemal,” derken hala Kardelen’den gelecek bir kelimeyi bekliyordum.
“Bu kız babamla fazla takılıyor,” diyerek gözlerini devirdi Yaman. Berkan amcanın yüzünü gördüğüm vardı sanki. Karısı bile zor görüyordu, ben nereden görecektim? Yaman ve Kağan, Berkan amcanın çocuklarıydı. Allah Berkan amcanın dualarını kabul etmiş ona kız çocuk vermemişti. Sonrasında bu duadan pişman olduğunu duymuştum ama Asuman teyze iş işten geçti diyerek üçüncü bir çocuk istediğinde ona veto koymuştu. Annem bazen fazla konuşuyordu ve bunca bilgiyi onun bu çok konuşmalarına borçluydum.
“Bak duyuyor musun herkes burada,” dedim Kardelen’e. Bu da ikna etmezse ne ederdi bilmiyorum. “Herkes seni görmek için toplanıyor Kardelen, doğum günü bahane!”
“Tamam,” dedi sonunda. “Ama geceye bilet bakarım.”
“Sabaha bak biletini. Sabahlarız zaten. Hep birlikte havalimanına götürürüz seni söz.”
Güldü. Sonunda gülümsemesini duyduğuma memnun olmuştum. “Tamam, tamam.”
“Geç olmadan gelin,” dedim fikir değiştirmesine fırsat vermeden.
“Şansını zorlama!”
“Özledim.” Özlemiştim gerçekten. En son abim Gökmen’le babasının mezarına gittiğimizde gitmiştik Urfa’ya. Sosyal olarak sürekli beraber olsak da yüz yüze sürekli gelemiyorduk.
Sonunda Kardelen’i ikna edip telefonu rahatlamış bir şekilde kapattım.
“Ne oldu?” diye sordu Kumsal.
“Bilmiyorum ki,” dedim omuz silkerek. Şimdi suçu doğrudan Selim abiye atsam, Kumsal korumaya geçerdi. Adam kuzeniydi sonuçta.
Deniz ile Uygar o sırada içeriye girdi. “Kolluk kuvvetleri de geldi.” Kuzenler bir araya gelmeye başlamıştı. Asude abla henüz ortalarda yoktu ve Selim abi gelecek mi acayip merak ediyordum. Toprak amca ve Akasya teyze Asude ve Selim'den sonra yeniden çocuk istemişler fakat kardeşleri olmamıştı. İkizlere de zor hamile kaldığını duymuştum. Kaynağım yine annemdi tabiki...
“Ya tabi,” dedi Yaman. “Her iş bittikten sonra gelin siz.”
“Hediyeleri hallettik oğlum. Bu da senin sipariş,” diyerek Yaman’a bir paket uzattı.
Tüm hazırlıkları bitirip oturmuştuk. Kafeyi kapattığımız için yabancı da yoktu.
Birkaç saat sonra Nazlı abla ve Kardelen sonunda içeriye girdi. Asude abla da yanlarındaydı.
“Hoş geldiniz,” diyerek hızlıca yanlarına doğru gidip Kardelen'e sıkıca sarıldım. Simla’dan sonra en yakın dostumdu. Uzakta da olsa onunla rahat bir şekilde her derdimi, her sıkıntımı paylaşıyordum. Belki de bunda Berfin teyzenin annemin en yakın arkadaşı olması etkiliydi.
“Hoş bulduk güzelim. Gönlün oldu mu?”
İyi görünmüyordu. Yani iyi gibiydi de ama değil gibiydi de… Kardelen'in gözlerini hiç bu kadar mutsuz gördüğüm olmamıştı daha önce. Ne olduğunu merak etsem de bu kadar kalabalıkta soracak değildim.
Eksik çoktu ama olduğumuz kadarı da yeterince kalabalıktı. Bu kadar insanın içinde ne olduğunu sormak kabalık olurdu. Israr etmekle hata mı etmiştim acaba?
“Senin gönlün olsun istiyorum Kardelen. Şu an benimkinin bir önemi yok,” dedim gülümsemeye çalışarak. Doğum gününün bir faciaya dönüşmemesi ve Kardelen'in gün sonunda gerçek bir gülümseme sunması ve mutlu olması için dua ettim.
Kaç kez, kaç kişi demişse de Selim aşkından hiç vazgeçmemişti. Benim hatırlamadığım zaman diliminden beri Selim de Selim diyordu.
Herkes yani hemen hemen çoğunluk onun Selim'i takıntı haline getirdiğini düşünüyor, hatta endişeleniyorlardı. Fakat ben öyle olduğunu düşünmüyordum. Takıntı haline getiren insan sabırla bir köşede bekler miydi? Bence beklemezdi.
“Burası çok güzel olmuş,” dedi etrafa göz gezdirirken.
“Yaptık bir şeyler,” dedim saçlarımı geriye atarak. Övünmek gibi olmasın anlardım organizasyon işlerinden. Severdim bir yerleri süslemeyi…
“Gökmen gelmiyor mu?” dedi abimi göremeyince.
“Kağan’ı almaya gitti.”
“O da mı geliyor? İşi gücü olan adamı da buraya mi sürüklediniz?” Asude abla sitem edercesine cık cıkladı. Kendisi şirkette yedi yirmi dört çalıştığı için herkesi işkolik sanıyordu.
Kağan üç yıl önce mezun olduktan sonra ani bir kararla, anne tarafından dedesinin mirası olan şirketin başına geçmişti. Berkan amca bu durumdan pek hoşnut olmasa da Kağan babasını ikna etmiş ve buralardan uzaklaşmıştı. İzmir'in kızları için gittiğine bahse girsem de kanıtlayamazdım.
“Kafasına silah dayayıp gel demedik ya Asude abla!” diye carladım. “Abim öyle söylemiş, o da gelirim demiş. Gelince kendisine sorarsın iş durumlarını? Benim ilgi alanıma girmiyor.”
“Kesmiyor muyuz pastayı?” diye sordu Kardelen birleştiğimiz masaların bir ucuna otururken.
“Eksikler de gelsin, keseriz. Acelen ne?”
“Canım tatlı istiyor,” dedi omuz silkerek.
“Evde bir paket çikolatayı gömdün Kardelen,” dedi Nazlı abla. Tatlıyla arası hiç olmayan biri olarak bir paket çikolatayı düşününce midem çalkalandı. Ben bir dilimini bile zar zor yiyen biriydim. Bu yüzden bir büyük pasta yerine iki pasta söylemiştim. Biri meyveliydi.
“Ablaaa,” diye cırlayan Karmen’in sesini duymamla başımı kapıya çevirdim. Gülerek gelenleri karşılarken bakışlarım Karahan’ın üzerinde fazlaca oyalandı.
O sırada saçımda hissettiğim acıyla yan tarafa döndüm.
“Tokan çözülmüştü,” diyerek asabi bir sesle konuşan Kağan ile göz göze geldim.
“Sen de hoş geldin,” dedim huysuz bir sesle. Kağan gitti gideli saçım rahat etmişti ve şimdi yine gelir gelmez saçımla uğraşmaya başlamıştı.
Tokamı elinden alıp saçlarımı gelişigüzel topladım.
“Siz nereden çıktınız?” diyen Kardelen şaşkın şaşkın kardeşlerine ve Mardin'den gelen kuzenlerine baktı.
“Bizsiz mum üfleyebileceğini kim söyledi?”
Karahan’ın derinden gelen tok sesiyle bakışlarım yine ona döndü. Berfin teyze oğlu için özel çalışma yapmıştı bence. Karahan'a hamileyken ne yiyip içtiyse evlendiğimde tarifini almam şarttı. Koca adayı Karahan olursa tarife gerek yoktu aslında da, Karahan Bey'in beni gördüğü yoktu maalesef.
“Aman eksik kalma sen!” dedi Kağan. “Ağa olmadan olur mu?”
“Farkında olmadan tavuğuna kışt dedim galiba,” dedi Karahan alaycı bir sesle.
“Dikilecek miyiz?” diyen abimdi. “Geçin içeriye.”
“İyi ki geldiniz,” diyen Kardelen, kardeşleri ve kuzenleriyle sarıldıktan sonra abimle ve Kağan ile de sarıldı. O sırada kapıdan içeriye giren Selim abiyle, gelmesi gereken kadro neredeyse tamamlanmıştı.
Beklemiyordum ama gelmişti. Beni şaşırtan ise Kardelen'in, Selim abiye uzaktan hoş geldin deyip daha fazla göz teması kurmadan arkasını dönmesi oldu. Tam da tahmin ettiğim gibi ne olduysa Selim abi yüzünden olmuştu. O bile Kardelen'in tavrına şaşırıp arkasından bakmakla yetinmişti. Her ne halt olduysa bir fikri yok gibiydi. Ama en kısa zamanda Kardelen'den ne olduğunu öğrenecektim.
***
KARDELEN
Gelmişti. Derince yutkunmak zorunda kaldım. Sabahki yaşananlardan sonra onu burada göreceğim aklımın ucundan geçmezdi.
Tamam, her ortak buluşmada muhakkak olurdu ama bugün de burada olması benim için şaşırtıcı bir durumdu. Sindirmek gerekiyordu fakat buna bile fırsatım olmamıştı.
Yanımda destek kuvvet gibi gördüğüm Karahan ve Karmen’e bir bakış atıp güç almak istedim.
Selim'e önemsiz bir şekilde hoş geldin dedikten sonra doğrudan kardeşlerim ve kuzenlerimle birlikte kalabalık masaya yönelmiştim. Yıllarca Selim'in olduğu her ortamda dibine giren benim için, ona sırtımı dönmek oldukça zordu. Buna rağmen başarmıştım ve bence gerçekten bir ödülü hak ediyordum.
Rüzgar bir sorun olduğunu anlamış gibi “iyi misin?” diye sordu.
“İyiyim,” dedim çok fazla göz teması kurmadan.
Onların burada olması gerçekten benim için sürpriz olmuştu. Hele Rüzgar ve Pelin’i görmek, herkesin benden habersiz olarak ikinci bir plan yaptığını anlamamı sağlamıştı. Acar eniştemin oğlunu nasıl azat ettiğini henüz çözememiştim çünkü hep birlikte önemli bir projeye hazırlanıyorlardı.
Fakat kalabalık iyiydi. Kalabalık kendimle başbaşa kalıp halime acımamı imkansız kılıyordu.
Oturduktan beş dakika sonra Gökçe elinde pastayla masaya doğru yürüdü. Yüzüme bir gülücük yapıştırıp Selim hariç herkesle sırasıyla göz göze geldim. Ne kimsenin şüphelenmesini istiyordum ne de gereksiz sorularla beni zor durumda bırakmalarını… Bu yüzden en neşeli halimi takınmaya çalıştım.
“İyi ki doğdun Kardelen,” sesleri eşliğinde Gökçe pastamı önüme kadar getirdi. Sanırım yirmi beş yıllık hayatımda en berbat doğum günüm buydu. Aslında en güzeli olmasını amaçlamıştım ama hayaller ve hayatlar çoğunlukla birbirine eşlik etmiyordu.
Önüme koyulan pastayla ellerimi çenemin altında birleştirip gözlerimi kapattım.
“Allah’ım onu kalbimden söküp al,” diyerek dilediğimi diledikten sonra mumları üfledim.
Hepsi etrafıma doluşup hem kutluyor, hem de hediyelerini veriyorlardı. Bir anda kendimi sevgi yumağının içinde bulmuştum.
“Bence bunu sürekli yapalım ya,” dedi Asude sarılırken.
“Bir doğum günü istanbul, bir doğum günü Urfa derken bence daha sık bir araya geliriz.”
Bu saatten sonra İstanbul’a adım atar mıydım çok da emin değildim. Bir an önce buradan kaçmak istiyordum. Hepsini çok seviyordum ama olanları unutmam, sindirmem için uzun bir süre gerekiyordu.
“Harika olur,” dedim gülerek. Yalandan kimse ölmemişti sonuçta.
“İşimiz gücümüz var,” dedi Kağan. “İçimizde en işkolik olan kişinin de bunu önermesi oldukça şaşırtıcı.”
“Arada nefes almak iyidir,” dedi Gökçe.
“Deneriz en azından. Bakarız şartlara göre.” Gökmen her zamanki gibi uyumluydu. Selim ise sadece dikkatle beni izlemekle yetiniyor, arada kaşlarını çatıyordu. Ne kadar göz göze gelmemeye çalışsam da gözlerimin odağı uzun yıllardır o olduğu için bakışlarım arada ona kayıyordu. Alışkanlık işte…
“Eh, bakarız. Ben sıramı savdım. Artık sizi beklerim.”
“Eminim beklersin.” Nazlı’ya gülümsedim. Keyifleri bilirdi. İsteyen gelsindi. Selim hariç! Öyle bir hata yaparsa bu kez onu kovalayan babam değil, ben olurdum.
Hem sohbet ediyor, hem de bir yandan pastayı kesip dağıtıyorduk. Nazlı üflediğim çikolatalı pastayı keserken, diğer köşede Gökçe meyveli pastayı kesiyordu. Bir insanın çikolatadan nasıl uzak durduğunu asla anlayamacaktım. Şu an bile canım çikolatalı bir şeyler hissediyordu.
Tam önüme pastayı alıp oturacakken Selim dibime kadar girdi. Bakışlarım bir kez daha gözleriyle kesişirken “Biraz konuşabilir miyiz Kardelen?” diye sordu.
“Hayır,” dedim direkt. Onunla bir kez daha aynı şeyleri konuşmak istemiyordum.
“Çok vaktini almayacağım Kardelen!”
Herkesin susup bizi dikkatle dinlediğini fark edince derin bir nefes aldım. Selim’in çoğunlukla sağı solu belli olmuyordu. Herkesin içinde saçma bir şey söylemesin diye dişlerimin arasından “peki,” diyerek ayaklandım.
Karahan, Selim’e bir bakış attı.
“Yanımızda söyleyemeyeceğin ne konuşabilirsin Selim abi? Bir de sen?” Şaşırması kadar doğal bir şey yoktu. Çünkü Selim kaçar, ben kovalardım. Ve bu gece herkes benim kaçıp, Selim’in kovaladığına şahit oluyordu.
“Sana altyazı geçme ihtiyacı hissedersem gelince geçerim.”
“Burada konuşmanız daha kolay olurdu. Altyazı geçmene gerek kalmazdı.” Karahan inattı ama Selim ondan da inat biriydi.
“Beş dakika,” dedim ortamı sakinleştirmek için. “Beş dakika içinde döneceğiz.”
“Beş dakika başladı,” dedi Karahan gözlerini Selim’den ayırmadan. “Beş dakika sonra yanınızda biterim.”
Selim, Karahan’a hitaben bir şey demeden kapıya doğru yöneldi. Bana doğru döndü.
“Bu küçükken de böyleydi.”
Yüzümde kırgınlıkla birlikte yapmacık bir gülümseme oluştu.
“Ne garip! İşine geldiğinde hafızanın maşallahı var.”
Kapının önünden sağ tarafa dönüp kafenin bahçesine geçtik. Selim bir elini cebine atıp sigarasını çıkardı ve yaktı.
“Beş dakikamız var,” dedi alaycı bir sesle. “Şu hatırlamadığım yemin yüzünden mi böyle davranıyorsun yoksa dün gece bir şey mi oldu? Sen bu değilsin Kardelen?”
“Benden kurtulmak isteyen biri için fazla meraklı değil misin?”
“Yıllardır dibimden ayrılmayan biri için fazla çelişkili davranıyorsun. Merak etmem normal değil mi?”
Hiçbir şey hatırlamıyor muydu gerçekten? Benimle o konuşmalar? Gitme demeler? Hayal değilsin demeler?
“Sana dokunmuş olamam,” dedi ardından. Nefesim kesildi. “Dokunmuş olsaydım hatırlardım.” ‘O zaman neden hatırlamıyorsun?’ diye çığlık atmak istedim. Benimle oyun mu oynuyordu? Ne yapmaya çalışıyordu?
“Eğer seni öpseydim hatırlanmaya değer olurdu. Demek ki öpmedim.” Hatırlamadığına göre değmemiş miydi?
Hatırlıyor da kötü davranıyor diye düşünürken kalbimi kırması bir yana, hatırlamazken dahi kalbimi kıran cümleler kurmasını iyi beceriyordu. Yoksa ondan iyice ümidi kesmem için tıpkı yıllar önce yaptığı gibi sahte oyunlara mı başvuruyordu?