''Bu anlattıklarınız çok sıradışı. Dinlerken bile tüylerim diken diken oldu. İnsanlar sizi hayranlıkla takip ediyor ama hayatınızı hep gizli tutmuştunuz. Sonrasında nasıl oldu? Gerçek dünyada uyandığınızda neler yaşadınız? Hayatınıza nasıl devam ettiniz?''
Karşımdakinin sözleriyle tebessüm ettim. Bu yaşadıklarımı dile getirmek benim için çok zordu. Birçok röportaj yapmak isteyen gazeteci olmuştu ama hep geri çevirmiştim. İlk defa birini kabul etmiştim.
''Kleine-Levin Sendromu'nu hiç duydunuz mu?'' Karşımdaki hayır anlamında başını salladı. Anlatmaya devam ettim.
''Gözlerimi açtığımda hastanedeydim ve annemle babam yanımdaydı. Bazı ilaçlarla uyumamı sağlayan hormonları baskılamışlardı. Tam bir haftalık uykunun ardından uyanmıştım. Hala bendim ama içimde bir şeyler değişmişti. Artık eskisi gibi değildim.
Tamamen kendime geldiğimde ne olduğunu kimse söylemiyordu. Yemek yiyip, dinlenmemi beklediler ve sonra hazır olduğumu düşündüklerinde babam sandalyesini çekip tam yüzümü görecek şekilde yakınıma oturdu ve ellerimi avuçlarının içine aldı.
"Haberimiz olup yanına gelene kadar tam bir haftadır uyuyordun. Bu sürede yemek yemek, tuvalete gitmek gibi temel ihtiyaçlar dışında hiç uyanmamıştın ve o anları hatırlamadığına da eminim.''
''Baba neler oluyor? Neden hastanedeyim?''
''Birçok araştırma yapıldı. Konulan teşhisten emin olmak için farklı şehirlerdeki birçok hocama danıştım. Kleine-Levin sendromu.''
''Ne?'' dedim. ''Ne sendromu? Tıp dilini bırakıp anlayacağım şekilde söylesen.'' Annem sözlerimle ağlayarak odadan dışarı çıktı.
''Yani halk arasında uyuyan güzel hastalığı olarak biliniyor. Çok nadir bir hastalık. Seni günlerce, haftalarca uyutur. Kişiliğini, davranışlarını değiştirir. Yaz boyu gösterdiğin davranışlar çok garipti ama hep sınav stresine bağladık, Hande'yi suçladık. Hepsi bu yüzdenmiş.''
Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Babam karşıma geçmiş ben de nadir görülen bir hastalık olduğunu söylüyordu. Bir insan böyle bir şeye nasıl tepki verirdi ki?
Sadece ''Şimdi ne olacak?'' diyebildim.
Babam yaşlarla dolan gözlerini akmasına izin vermeden sildi. ''Hastalığın bir tedavisi yok. Sadece gelen atakları en aza indirgemek için semptomatik tedavi uygulanıyor.''
İyice afallamıştım. ''Ne tedavisi? Lütfen baba tıp kazanmış olabilirim ama dilinizi anlamıyorum.''
''Yani hastalığı tedavi edemiyorlar sadece belirtilerini en aza indirmek için bazı ilaçlar kullanıyorlar.''
''Peki ama şimdi ne olacak?'' Bir insan tedavisi olmayan bir hastalıkla nasıl yaşardı ki?
''Öncelikle bizden uzakta tek başına yaşayamazsın.'' Yutkundu ve konuşmaya devam etti. ''Seni strese sokacak hiçbir şey için zorlamayacağız bu tıp okumayacağın anlamına gelse bile. Yaşından dolayı ilaçlara rağmen ataklar olacaktır. Bu yüzden hep gözetimimizde olacaksın ama yaşın ilerledikçe bu ataklar azalacak ve ilaçlarla belki de tamamen ortadan kalkacak.''
Söylenenleri sindirmek için zamana ihtiyacım vardı. Babamdan beni yalnız bırakmasını istediğimde anlayışla yaklaştı ve odada tek kalınca örtüyü başıma kadar çektim ve o anda ortadan kaybolmak istedim.
Birkaç gün sonra bir sürü ilaçla eve dönmüştüm ama benim aklım hala Kumsal'daydı. İnternetten bulduğum her yazıyı incelemiştim ama rüyalarla ilgili bir şey bulamamıştım. Hastalıkta Rem süresinin kısaldığı yazıyordu ama bilim değişebilir. Ben bunun bir örneğiydim.
Daha sonra bir psikologla düzenli görüşmeler yaptım. Bana söylediği tek şey bu hayattan kaçmak için rüyaları kullandığımdı.
Hande özgürdü ve bir kadındı, ben ise ailesinin isteklerine boyun eğmiş kendisini tutsak hisseden bir erkektim. Sanırım zihnim bu durumda cinsiyetçi bir ayrım yapmıştı ve bu hastalığa bağlı uyku atakları esnasında kendimi Kumsal olarak görmüştüm ve yaşamak istediğim özgürlüğü yaşamıştım.
Hande'yi Han olarak rüyalarıma dahil etmiştim ve o gittikten sonra bile rüyalarımda onunla birlikte olmuştum. Biri beni her uyandırmaya çalıştığında rüyamda gölge adamlar belirmişti. Eğer hastalığım ortaya çıkmasaydı belki hala rüyalarımda Kumsal yaşıyor olacaktı.
Karşımdaki gazeteci dikkatle dinliyordu. Anlattıklarımdan etkilenmişti. ''Peki, daha sonra hiç uyku ataklarınız oldu mu? Kumsal tekrar hayat buldu mu?''
Gülümsedim. ''Uyku ataklarım son iki yıla kadar hep oldu. Hala hastalığın bazı etkileri oluyor. Bazen nerede olduğumu unutuyorum, bazen sinirleniyorum, bazen sadece yemeklere gömülüyorum, bazen de bir çocuk gibi saatlerce ağlıyorum. Burada devreye yardımcım Anıl giriyor. Son on yıldır benimle ve ben nereye gidersem o da benimle gelerek bu durumlarda beni zor durumda kalmaktan kurtarıyor.
Kumsal'a gelince o günden sonra bir daha hiç görmedim çünkü ailem üstümdeki baskısını geri çekmişti. Tıp fakültesini bıraktım ve tekrar sınava girdim. Kendi şehrimdeki mimarlık bölümünü kazandım ve istediğim bölümü ailemin yanında onların gözetiminde okudum. Yirmi beş yaşıma geldikten sonra hastalığın şiddeti azalmaya başladı ve ilaçlar da etkiliydi. Hayallerimi gerçekleştirmek için ailemi ikna etmem zor oldu. Yanımda bir yardımcı olursa kabul edeceklerini söylediler ve böylece Anıl ile yollarımız birleşti.
Sonrası işte bildiğiniz gibi dünyanın birçok yerinde değişik tasarımlarda binalar yaptım. Bazen bir inşaata başlandığında ortadan kaybolduğuma dair haberler yapılıyordu sonra bir anda ortaya çıkıyordum. Sebebi buydu. Uyku atağı geliyordu. Bazen günler sürüyordu ve bu süreçte ya bir otel odasında ya da kiraladığım bir evde oluyordum, Anıl sürekli yanımda bekliyor ve aksi bir durum yaşanmamasını sağlıyordu.
Söylediklerimi kaydettiği kayıt cihazını biraz daha yaklaştırdı. ''Biraz özel bir soru sormak istiyorum. Hande ile hiç görüştünüz mü? Rüzgar sizden yana esti mi?''
Bu defa gülümseyemedim. Elim gömleğimin sol üst cebinin üzerine gitti. Orada hala o parkta çekildiğimiz fotoğraf vardı. ''Rüzgar bizden yana hiç esmedi. Şu an nerede, ne yapıyor bilmiyorum. Yıllarca telefonuna her sabah 'günaydın' mesajı ve her gece 'iyi geceler' mesajı gönderdim ve bir gün attığım mesaja cevap geldi. Artık numarayı tanımadığım biri kullanıyordu ve onunla kalan son bağımda kopmuş oldu.'' Oturduğum koltuktan kalktım. Karşımdakide benimle birlikte kalktı.
''Artık otuz beş yaşımda yolu yarılamış, saçlarına aklar düşmeye başlamış hasta bir adamım ve hala yapılmayı bekleyen proje halinde muhteşem tasarımlara sahip binalarım var. Sizinle görüşmek keyifliydi ve anlatacaklarım bu kadardı. Artık Kerem Işık'ın kim olduğunu biliyorsunuz.''
Elini uzatınca hemen sıktım. ''Hem sizinle hem Kumsal ile tanışmak çok güzeldi. İnanıyorum rüzgar bir gün sizden yana esecek.''
''Rüzgar bu ne taraftan eseceği hiç belli olmaz.''
Elimle veda işareti yapıp odadan ayrıldım. Anıl dışarıda bekliyordu. ''İyi misin?'' dediğinde evet anlamında başımı salladım.
''Şu yeni başladığımız binanın inşaatına bakalım sonra yemek yemeye gidelim. Fena halde açım.''
Anıl hemen çantasından bir sandviç çıkarıp uzattı. ''Öfke tsunamisi başlamadan bunu yiyin. Ve birde.'' Çantasından meyve suyu çıkardı. ''Bunu için kan şekeriniz yükselsin açlık hissinizi bir süre bastırır ve bize yemek yemek için bir restorana gidene kadar zaman tanır.''
Sandviçten bir ısırık aldım ve sonrasında meyve suyundan içtim. ''Sen mükemmel bir hasta bakıcısın biliyorsun değil mi?''
Güldü. ''Benim kadar şanslı insan çok az bulunur. Hem para kazanıyorum hem dünyayı geziyorum.''
İnşaatına başlanan binaya geldik ve ustalarla konuştuk. Bazı detayları halletmek uzun sürmüştü ve Anıl durmadan elime çikolata, kek falan tutuşturup duruyordu. Bu açlık atağı tam gelecek zamanı bulmuştu.
Sonunda işleri bitirdim ve gitmek için hazırdım. İnşaat alanından dışarı adım attığım an karşımdakiyle olduğum yerde donup kaldım. Saçları her zamanki gibi güneşin altın ışıkları altında parıldıyordu. Sırtında o gün birlikte aldığımız çantası vardı. Hiç değişmemişti ama aynı zamanda çok değişmişti.
Birkaç adım daha attım ve biraz daha yaklaştım. O bilindik kokusu burnuma doldu. Uyumadan rüya mı görüyordum? Bu gerçek miydi? ''Seni biliyorum.'' dediğimde gülerek yüzüme baktı.
''Ne kadar büyük bir keşif Top Çocuk.''
Bu sözü ile gülümsedim ve daha da yaklaşıp saçından bir tutamı parmağıma doladım. ''Tanıştığıma memnun oldum Ponpon Kız, bunun şerefine gidip bir yemek mi yesek?''
Parmağıma doladığım saçını geri çekti. ''Sen ısmarlayacaksan bir hamburgere hayır demem.''
Birlikte yürümeye başladık.
~SON~