Genç kız sarı saçlarının yüzünü dövmesine aldırmadan koşmaya devam etti. Arkasında kendisini kovalayan adamları atlattığına emin olunca ara sokaklardan birine girerek sırtını duvara dayadı ve elleriyle dizlerinden kuvvet alarak derin ve hızlı nefesler almaya devam etti.
Nefesini düzene soktuğunda sokağın sonuna doğru ilerledi ve yeni bir caddeye adım attı. Sokaklarda olmayı, özgürlüğü seviyordu. Karşıdan gelen mavi arabanın durmasını ümit ederek el kaldırdı ve bekledi. Önünde duran arabayla yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Hiç düşünmeden ön kapıyı açıp koltuğa yerleşti. ''Arabanıza aldığınız için teşekkür ederim. Gittiğiniz yere kadar beni de götürürseniz sevinirim.'' dediğinde şoför koltuğunda oturan orta yaşlardaki adam arabayı hareket ettirdi.
''Bu genç yaşta otostop çekmeye korkmuyor musun?'' diyen adam yanındakine kaçamak bakışlar atıyordu.
Kumsal oturduğu koltuğa biraz daha yerleşti. ''Hayır, yani bazen evet başım belaya giriyor ama halledemeyeceğim şeyler değil. Ayrıca özgür olmak çok güzel.''
''Nereye gidiyorsun?''
''Siz nereye gidiyorsanız.'' diyen Kumsal yanındakinin şaşkın bakışlarıyla oldukça eğleniyordu.
''Şehir dışına çıkıyorum. Eviniz yol üstündeyse bırakayım ama değilse yolunuzu uzatmış olursunuz.''
''Hayır, siz nereye gidecekseniz beni de orada indirirsiniz. Ben bu şekilde seyahat ediyorum gideceğim yeri bilmeden özgürce kanat çırparak ve siz de şuan beni uçuran rüzgârsınız.''
Şoför bu sözlerle susarken genç kız hâlinden oldukça memnundu. Özgürce gezmek, yeni yerler görmek ve sınır tanımamak.
Hayalsiz yaşanmaz kuralı onun için geçerli değildi. Aynı yaşamda sıkışan insanlar tüm bunalmışlıklarının içinde kurdukları hayallere tutunurlardı ama Kumsal için durum tam tersiydi. Bir saat sonrasını düşünmeden, hayal kurmadan sadece anı yaşardı. İnsanlar ölürken bile gerçekleştiremedikleri hayaller için üzülürdü ama o hayata meydan okuyordu. Yine insanların dayattığı yaş sınırına aldırmadan sadece on yedi yaşında evi terk ederek bu yola çıkmıştı. Asla pişman olmadan girdiği bu yaşamda ilerlemeye kararlıydı.
Radyoya uzanıp açtı ve çalan müziği içine doldurdu. Arabanın camını indirdiğinde başını camdan dışarı uzatarak saçlarını savurdu ve bağırarak şarkıya eşlik etmeye başladı. Bir yandan dudaklarından şarkı sözleri dökülüyor diğer yandan eliyle kapının soğuk metalinde ritim tutuyordu.
Geçen birkaç dakika sonunda müzik son bulurken tekrar koltuğa kuruldu. ''Çok garip bir kızsın.'' diyen şoföre baktı.
''Sadece anın keyfini çıkarıyorum. Siz insanlar gibi kendimi robotlaştırmıyorum.'' dediğinde deniz mavisi gözlerini kısarak gülümsedi ve yanağındaki gamzesi çukurlaştı.
Bütün gün ve gece yol aldıklarında araba sahibi yola devam edebilmesi için uyuması gerektiğini söyleyerek kenara park etmişti. Sıkılıp arabadan inen Kumsal karanlık ve sapa yolda yaya olarak ilerlemeye devam etti.
Uyku onun için gereksizdi. Çoğu zaman uyumadan günü bitirir yine aynı şekilde pek yemek yemezdi. Gün geceden ayrılana kadar yürüdü. Güneş gökyüzünde yükselirken bambaşka bir şehre adım attı. Hiç bilmediği bu yer onu heyecanlandırmıştı.
Yeni uyanmaya başlayan şehir yavaş yavaş hareketlenirken genç kız ne tarafa gideceğini düşünüyordu. ''Sıcak simit!'' diye bağıran bir satıcı yanında durduğunda yaklaşan yabancı satıcıdan simit istedi.
Hiç düşünmeden yabancının yanına yaklaştı. ''Bana da bir simit alsana.'' dediğinde genç adam garipsese de belli etmeden ikinci bir simit daha satın aldı ve genç kıza verdi. ''Teşekkür için simidin yanına çay ısmarlamama izin verin lütfen.'' diyen Kumsal az ileride elindeki termostan çay satan satıcıya yaklaştı. ''Merhaba, size elimdeki simidin yarısını versem bana iki bardak çay verir misiniz?'' dedi.
Satıcı kadın ''Sadece bir bardak.'' diyerek karton bardağa koyu çayı doldurdu.
Kumsal elindeki simidin yarısını kadına vererek aldığı bir bardak çayla geri döndü. Kendisine simidi alan genç adam oturduğu bankta genç kızın yaptıklarını hayretle izliyordu. ''Çayı paylaşacağız.'' dediğinde elindeki yarım simitten bir ısırık aldı ve sıcak çaydan bir yudum içerek çay bardağını yanındakine uzattı.
Genç adam içinde bulunduğu bu durumdan memnundu. Yanındakinin rahatlığı oldukça bulaşıcıydı ve payına düşeni alıyordu. Sessizce bir süre ellerindeki simitleri yediler ve aynı bardaktan çaylarını içtiler. Elindeki simidi biten genç kız karnını ovarak keyifle arkasına yaslandı. ''Adın ne?'' diye yanındakine soru yöneltti.
''Mert, senin?''
''Kumsal.''
Mert, ''Çok garip birisin.'' dediğinde Kumsal gülmeye başladı.
''Bu sözü günde kaç defa duyduğumu bilemezsin. Aslında sana garip gelen olay çok basit. Bir simit on lira, bir bardak çayda on lira. Sen bir bardak çay ve simide yirmi lira vermek yerine iki tane simit aldın. Sen gidip ikinci simit yerine bir bardak çay almış olsaydın çaycı kadın o parayla simit alacaktı ve sonuç olarak yine aynı para simitçiye gidecekti ve çaycı kadın simidini yerken yine bir bardak çayı eksilmiş olacaktı. Yani tüm bunlar yine oldu sadece fazladan el değiştirdi ve ben de karnımı doyurdum.''
Mert bir süre söylenen sözleri mantığında yer edinmesi için bekledi. Kendini bir an için kullanılmış gibi hissetse de yanındakinin düşünce tarzını sevmişti. ''Seninle sohbet etmek gerçekten büyük bir zevkti küçük hanım ama artık işe gitmem gerek.''
Kumsal oturduğu bankta ayaklarını bir ileri bir geri sallıyordu. ''İş mi? Yaşın benimkine çok yakın görünüyor.''
''Liseyi bitirip işe girmek zorunda kaldım.'' diyen Mert gitmek için ayağa kalktı. ''Yarın sabah burada olursan şu para akışını yeniden düzenleyebiliriz.''
''Bilemem yönümü esen rüzgâr belirler.''
Genç adam son kez başıyla selam verip uzaklaştı. Kumsal bir süre daha bankta oturup sokaklarda telaş içinde koşturan insanları izledi ve bundan sıkılınca kalkıp bilmediği yollarda ilerlemeye başladı. Birkaç dönemeç sonra şehir onu deniz kenarına götürmüştü. Denizin maviliğini ve beton kıyıya vuran dalgaların sesini büyük bir aşkla sahiplendi. Üzerine serpen dalgaların damlacıklarıyla kalbinde mutluluk tohumları yeşerdi. Sıkılana kadar karşısındaki bu görsel şöleni izlemeye devam etti. Zaman kavramı onun için sadece gece ve gündüzden ibaretti. Saat dilimini hiçbir zaman kullanmayı sevmemişti. Bildiği tek şey; bu dünyada sadece yaşadığın kadar var olduğundu, sonrası ve öncesi koca bir hiçti.
Hararetli ayak sesleriyle arkasını döndüğünde gelenleri tanımıştı. Hiç düşünmeden koşmaya başladı. Nereye giderse gitsin bir şekilde buluyorlardı. Tanımadığı bu adamlar bir anda ortaya çıkmıştı ve kendisinden ne istediklerini bilmiyordu.
Her gördüğünde sadece kaçıyordu. Belki de durup ne istediklerini sorsa kaçmasına gerek kalmadan çözülebilirdi ama içinde oluşan his ona 'Sadece kaç' diyordu. Bazen bilmek için öğrenmeye gerek yoktu. Öylesine bilirdiniz. İşte bu da böyleydi. Tanımasa da tehlikeyi hissediyordu.
Duraksamadan koşmaya devam etti. Koştukça ayakları onu geri itiyor gibiydi. Aldığı nefesler göğsünü sıkıştırmaya başlamıştı. Arkasından gelenlerle arasındaki mesafeyi açmaya çalıştı. Güneş gökyüzünde yükselmeye devam ederken önüne yüksekliğini kestiremediği bir uçurum çıktı ve adamlardan kurtulabilmek için düşünmeden uçurumdan atladı.