CESARETİN VAR MI AŞKA?

1543 Words
SALİH Gamze, Dolunay'ın yanına gittiğinden beri içimde bir boşluk hissediyordum. Tamam kabul ediyorum biraz kafamı dinledim ama bu kadarı da yeter bence. Şu an ne yaptığımı ben de bilmiyordum. Adım adım Gamze'nin odasına çıkarken buldum kendimi. İçeriye girer girmez oda konuşmaya başladı sanki. Hafif bir tebessüm ile yatağına oturdum. "Saçmalama Salih! Fıstık gibi kadın baka baka sana mı bakacak? Ama bir kere öpebilirim dedi." Sabaha kadar odada oturup sigaramın dumanını içime çektim. O dumanla beraber ne dertler girdi içime, ne sıkıntılar doldu ciğerime. 6-7 arası patronun araması ile ayağa dikildim çünkü kesin gel Gamze'yi al diyecekti. "Efendim abi?" "Gel al şu kadını başımdan!" Benim zaten canıma minnet. Villaya vardığımda Gamze'nin gelmesini beklemek biraz canımı sıkmadı desem yalan olur. Asaf abinin olduğu bir odada ne yapıyordu ki bu kadar uzun zaman? "Ay Salih! Yine mi sen ya? Başka birisi yok mu, sen çok sıkıcısın." Kırılan kalbimin çıt sesini duymaması imkansızdı. "Ya şaka yaptım şaka!" Yanağımdan makas alarak arabaya doğru ilerledi. Kemeri bağlayıp yola çıktık. Çıktığım bu yol Gamze'nin gözleri de olabilirdi. Çünkü her gördüğümde rengi bir farklıydı. Yeşil desem yeşil değil, bal rengi desem o da değil... Bir farklı gözleri var bu kadının. "Önüne mi bakacaksın yoksa arabayı ben mi süreyim?" "He, ne?" "Gözlerin diyorum, üstümden ayrılmıyor. Tamam muhteşem güzelliğe sahip bir kadınım kabul ediyorum ama yaşamamız için yola bakman lazım." Soluma dönerek hafif güldüm. "Güldüğünü görebiliyorum Salih." Bir şeyi de görmese şaşardım. "Asaf dün gece nerdeydi?" Soruyla beraber ciddiyetim geri döndü. "Bakın Gamze Hanım, çok merak iyi bir şey değil. O yüzden fazla soru sormayın." "Sıkıntı yok, ben nasıl olsa öğrenirim." Cidden doğru söylüyor. İstediği zaman ulaşamadığı hiçbir konu yok bu kadının. Havaya kalkan eli ile kalbim çarpmaya başladı. Salak Salih! Elini kaldırıp elimi tutacak hâli yok ya! "Saçım başım iyice dağılmış. Aynı cadılara benzemişim." Boşta olan elimle ağzımı kapattım. "Ağzını kapatmana gerek yok. Sen zaten cadısın diyebilirsin yakışıklı." Yakışıklı mı? Bu kadın beni kalpten götürmese iyidir. "Geldik Gamze Hanım." Asaf abi bu zamana kadar bana bir sürü görev vermişti. Yeri geldi görevden dolayı bir kadını yatağa kadar götürdüm, yeri geldi başka bir adamı sabaha kadar dövdüm... Ama en zoru da bu görevimdi. Gamze'ye ne uzak kalabiliyordum, ne de yakın. Biraz yaklaşsam yanıyor, biraz uzaklaşsam donuyordum. Aynı Güneş'in Dünya üzerindeki konumu gibiydi... Zaten uzaktan bakan bir insan bile bizi hiç yakıştırmazdı ki... En iyisi eski Salih'e geri dönüp araya mesafe koymak. Gerçi aramıza ne kadar daha mesafe girebilirdi bilmiyorum... YAZARDAN İnsan yalnız doğar da yalnız ölmezmiş... Hayat yaşadığımız sürece birilerini bize hep partner olarak seçer. Kiminin karşısına Tahir Kaleliler, kiminin karşısına Vedat Sayarlar çıkar. Şansımız yaver giderse Tahirler'le karşılaşırız zaten. Dolunay ve Gamze henüz kimle karşılaştığını bilmiyorlardı. Tek istedikleri şey; adam gibi sevilmekti... DOLUNAY Sıla'nın yanına giderken bir şey diyecek miyim diye dönüp bakıyor birde. Keşke Gamze kadar cesaretli olsam da kalksam vursam ağzına bir tane. "Ay gideceksen git işte, ne diye şov yapar gibi bakıyorsun?" "Kapıyı kalkta kilitle. İşim uzun sürer, akşama da nikahı kıyarız." "Tamam." Değişik şekilde yüzüme bakıp öylece çıkıp gitti. Ne bekliyordu ki? Sıla'nın koynuna gidiyorsun, aferin benim kocama dememi mi bekliyor acaba? Sinirli şekilde pikeyi kafama kadar çektim. "Ama yok yok! Ben buna boyun eğdikçe beni iyice pısırık sandı." Giyinme odasına girdiğim gibi çok şık bir elbise giyindim. Sırt ve göğüs dekolteli, dizimin üstünde, askılı simsiyah bir elbise. Belki de hayatımda ilk defa bu kadar açık giyinecektim ama bunu yapacaktım. Hafif makyaj ve dalgalandırdığım saçlarımla beraber bileğimi kavrayan ince topuklu ayakkabılarla dışarı çıkmaya hazırdım. Tek engel korumalardı. Yemek saatini kollayıp bir çırpıda kendimi dışarı attım. Neyse ki geçen ay aldığım maaşı amcamın eline sayamadan beni sattı. Aklıma gelen gerçek yine ve yeniden canımın sıkılmasına neden oldu. "Sen misin beni sürekli küçük gören? Şimdi gör bakalım neler yapıyorum Kozcuoğlu!" Bir mühlet yürüdükten sonra en yakın yerden bir taksi çağırıp en lüks mekana gittim. Gamze kaç sefer gidelim diye ısrar etse de ben kabul etmemiştim. "Bir şeyler içmek ister misiniz efendim?" "He yok, sağolun. Ben bir su alayım." Garson gözüme o kadar değişik baktı ki... Sanki kanını akıtta onu içeyim dedim. Ortam çok sesli ve görüntü kirliliği üst düzeydeydi. Her yer ayı gibi adamlarla doluydu. Aşırı derece de içki kokuyor, midem istemeden de olsa bulanıyordu. Ben Boran'a ceza vereyim derken kendimi cezalandırdım sanırım. "Naber güzellik!" Duyduğum ses tam arkamdan geliyordu ama dönmeye cesaretim yoktu. "Duymuyor musun güzelim?" Omzuma dokunarak sorusunu tekrarladı. Yüzümü döner dönmez küfür etti. "Vay a**na koduğum! Hatun taş lan!" "Kimmiş o taşşş..." Beni görmesiyle sondaki ş harfini olabildiğince uzattı. "Sen buralarda yenisin sanırım." Birisi elini omzuma attı, diğeri saçlarımla oynamaya başladı. Cidden kırk yılın başı baş kaldırayım dedim, onda da kendi bacağıma sıktım. "Çekin elinizi kolunuzu!" "Benim bu güzellikten mahrum kalacak halim yok. Sen de naz yapma da bize uzayalım." Tüm cesaretimi toplayıp kolumdaki çantayı bunun kafasına geçirdim. "Edepsiz köpek! İnsan gibi eğlenmeye gelemeyecek miyiz biz?" "Sen kimsin ki bana vuruyorsun?" "Dolunay Kozcuoğlu!" Sesini duyar duymaz kulaklarımı tıkamak istedim. Boran tam karşıdan öfkeli bir şekilde yanımıza doğru geliyordu. Herkes Boran'a bakarken, ben etrafıma göz gezdiriyordum. Boran'ın yanımıza varmasıyla adamın gözünün yumrukla buluşması bir oldu. "Tipini s.kt.ğ.m şerefsiz! Benim karıma, benim kadınıma elini sürersin he!" Kendime kaçacak delik arıyordum. Muhtemelen bu öfke beni de saracaktı. Ama kaçacak tek bir boşluk bile yoktu. Bir sürü insan kalabalığının içinde kalmıştım. Boran adamı o kadar pis dövüyordu ki, güvenlikler zorla ayırıp, ikisini de yaka paça dışarı attı. Ağzından ve kaşından kan akan Boran, ayağa kalkıp elinin tersiyle kanlarını sildikten sonra kızgın bir boğa gibi bakışlarını bana çevirdi. Kafasını sallayarak yanıma kadar gelip kolumu sıkıca kavradı. "Boran rezil oluyoruz lütfen yapma!" "Biraz daha konuşursan herkesin içinde o giymeyi unuttuğun elbiseyi paramparça ederim!" "Tamam bari yavaş ol! Elbise çok açık, her yerim açılıyor yürürken." Yerinde durdu ve aşağıma baktı. "Ben böyle elbiseyi s*kerim Dolunay!" Bu sesle herkes dönüp bize baktı. Üstündeki ceketi çıkartarak apar topar bacaklarıma sardı. "Sen beni deli edeceksin deli!" Sesinin ayarını hiçbir şekilde düşürmedi. Arabaya biner binmez, camlar siyah olmasına rağmen perdeleri çekti. Şimdilik sessizlik hâkimdi ama her an bomba patlayabilirdi. Elini sımsıkı yapıp, önündeki küçük cam masaya yumruğunu geçirdiği gibi masa paramparça oldu. "Sen hangi cesaretle dışarı çıkarsın!" "Ben sadece-..." "Hem de bu kıyafetle!" Tamam kıyafetim bir tık fazla açıktı ama bunu sonuna kadar hak ediyordu. Cebinden telefonu çıkarttığı gibi birisini aradı. "Salih .... mekanda ki kameraları incele ve o pezevenki bul!" Kapanan telefon ile Boran tekrardan sinirle soluyordu. Eli çok pis kanıyordu ama bir şey demeye de korkuyordum. "Elin kanı-..." diyemeden tekrardan kırılmış masaya vurdu. "Kapa çeneni Dolunay!" "Ama elin çok fena olmuş." Eline bakmak istediğimde fena ters tepti. "Çek elini kolunu üstümden." Eve varana kadar kedi gibi bir köşeye sindim. "İn arabadan!" Kolumdan tutarak odaya kadar sürükledi. Gözü ne annesini gördü ne de babasını... Fırtına öncesi sessizlik... "Git şu elbiseni çıkar Dolunay!" "Tamam çıkaracağım ama ilk önce eline bakalım. Bak hâlâ kanıyor." "Git elbiseni çıkar!" Sesinin yüksekliği ile irkilerek geri çekildim. İlk kez kafama göre bir şey yapmak istedim, onu da yüzüme gözüme bulaştırdım. İster istemez elimle elbiseyi sıkıyordum. "Git çıkarsana Dolunay!" Nefesi yüzümdeki saçları geri itiyordu. "Şu haline bak! Giyinmiş g*t kadar elbise, mekânlara gidiyor. O itler sana dokundu mu Dolunay?" Gerçeği diyemezdim ki... Geri geri gitmeye başladım. "Sana diyorum lan!" Kafamı yerden kaldırmadan geri geri giderek duvara tosladım. Ellerini başımın üstünde hizalayıp kaçma payı bırakmadı. Sessizliği dikkatimi çektiği için kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Sol gözünden akan gözyaşı dikkatimi çekti. Gözleri kapalıydı ve sanki diz çöküp ağlamamak için direniyordu. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp boynuma doğru nefesini üfleyerek konuştu. "Niye yapıyorsun Dolunay? Bunu bana neden yapıyorsun? Amacın beni delirtmek mi, başardın evet!" Gözleri hâlâ kapalıydı ve kendinden geçmiş gibi duruyordu. "Benim sabrımı bir daha sakın sınama!" Bir anda geri çekilip kapıya doğru yöneldi. "Ben kötü bir şey yapmadım Boran. Kaç gündür bu odanın içinde hapsolmuştum ve biraz eğlenmek istedim. Niye bana karşı bu kadar kötüsün?" Durdu... Bekledi ve geri döndü. Hızlıca yanıma tekrardan vardı. Elini elbisemin göğüs yerine attığı gibi ortadan ikiye ayırdı. Çığlık atsam da yırtmaya devam etti. "Bu elbiseyle mi gidiyorsun eğlenmeye lan, bu elbiseyle mi!" Parça pinçik elbise ile karşısında zor duruyordum ama artık yeter dememin vakti gelmişti. Tüm gücümle göğsüne vurmaya başladım. "Ne istiyorsun benden ne! Yetmedi mi çektiğim bu acılar, yetmedi mi ordan oraya bir yaprak savrulmam!" Hiç karşılık vermiyordu ve ben vurdukça geriye doğru gidiyordu. "Yoruldum Boran, anlıyor musun yoruldum." Tek seferde kollarımdan kavradığı gibi dudaklarıma yapıştı. Bu sefer ben de karşılık verdim ve soluksuz 4-5 dakika öpüştük. Boran bir anda benden ayrıldığı gibi hiçbir şey demeden odadan çekip gitti. Yorgun adımlarla giyinme odasına gidip üstüme kıyafet aldım ve kendimi direk suyun altına bıraktım. 1 saattir duşun altındaydım. "Dolunay hoca geldi abdestini al öyle çık." Duyduğum ses ile kendimi toplayıp abdestimi alarak aşağı indim. İmam nikahımızın da ardından odaya çıkınca ikimizin de bitik enerjisi göz önündeydi. Boran tek kelam bile etmeden yatağın örtüsünü kaldırıp içine uzandı. Ben de ondan 5 dakika sonra çekine çekine yatağın en ücra köşesine geçip örtüyü başıma kadar çektim. Biz karı koca yatakta iki yabancı gibi yatıyorduk. O kadar çok yorgundum ki, başımı yastığa koyar koymaz uyumuşum. Gözümü açtığımda Boran'a ahtapot gibi sarılmış olmam beni utandırdı. Geri çekilmek istesem de Boran bırakmadı. Yavaşça aralanan gözlerinin arasından bana bakarak derin bir nefes aldı ve kendinden uzaklaştırıp banyoya doğru gitti. Aramızdaki bu soğukluk buz dağlarını aratmayacak türdendi. Güzel bir duşun ardından odaya gelerek tek bir çift laf bile etmeden telefonunu da alarak gitti. Yine yalnızlığım ve ben baş başa kalmıştık...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD