RUHUMDAKİ YARA

1366 Words
BORAN ASAF "Ne var Salih? Ziya'nın ağzını dağıtmaya gidiyorum, yine ne var!" "Abi ortalık biraz karışmış. Yenge güzelce hazırlanıp dışarı kaçmış." Bu kız beni dellendirmeden rahat nefes vermeyecek. Gittiğim yolu geri dönerek nereye kaçmış onu öğrenmeye koyuldum. Mekana gitmiş! Bu kadının buralarda ne işi var, kafayı yiyeceğim. Mekana vardığımda üstünde gördüğüm elbise sınırı aştığının kanıtıydı. Canını yakmak istemiyordum ama öfkemle harlanan ateşim beni rahat bırakmıyordu. ... Sabaha kadar ürkek bir ceylan gibi bana sarıldı. Ne yalan söyleyeyim, aşırı derece de hoşuma gitti. Burnuma vuran o güzel kokusu, yüzüme savrulan saçları... Bedenim bu kadını neden böyle arzuluyordu? Uyandığında utanarak benden kaçmak istese de ilk baş bırakmadım ama midesi falan bulanır diye hemen ayrıldım. Kadın beni hem deli ediyordu, hem de divane... Aslında bu kaçışım sinirimden değildi, ona olan zaafımdandı. Gözünün içine bile bakmam tüm cesaretimi kırmaya yetiyordu... Banyodan çıktığım gibi telefonu da alarak hızla odadan ayrıldım. Kapıyı kapattım ama gidemedim... Aynı hızla odaya girip yatağın üstüne oturdum. Artık bir şeyleri konuşarak halletmemiz gerektiğini düşünüyordum. Dolunay yüzüme değişik şekilde bakarak şaşkınlığını belli etti. "Ne bakıyorsun kızım? Derdin ne anlatır mısın? Kaç gündür bir şeyler ima ediyorsun?" "Sıla'nın koynundan çıkıpta yanıma gelirsen her zaman bu surat ifademle karşılarım seni." İşte şimdi bu küçük öğretmenin karın ağrısı anlaşıldı. "Bunu nerden çıkarttın?" "Attığı mesajı gördüm Asaf." Yine Asaf olduk iyi mi? "Mesajı ben de gördüm ama ben o gece Sıla'nın yanına değil, kesilmesi gereken hesabı kesmek için başka bir yere gittim." Kafasını yerden kaldırarak zümrütlerini üzerime dikti. "Nasıl yani gitmedin mi?'' Sesi küçük çocukların sesini andırıyordu. "Hayır gitmedim Dolunay. Artık evliyim ve hayatımda sadece sen varsın. Tabii hayatına girmeme izin verirsen." "Ben... Ben... Çok özür dilerim Boran. Sıla'ya gittiğini sanmıştım." Hay benim aklıma... Demek ki onu her öptüğümde bu yüzden midesi ağzına geliyor kızın. Elinden tutup yatağın üstünden kaldırdım. Yüzüne düşen saçlarını geriye iterek boynundan öptüm, yine midesi bulanacak mı diye bekledim... Usulca geri çekildim ama hiçbir tepki yoktu. Gözlerini açıp gözlerimin tam içine dikti. Bu sefer diğer tarafını öptüm. Sıklaşan nefesiyle birlikte kendimi geri çektim. Kalkıp gidecekken kolumdan tutup kendine çevirdi, çevirdiği gibi dudaklarıma yapıştı. İlk kez bu kadar istekli öpüşüyordu. Elimle uzun saçlarını kavrayıp bedenini bedenime bastırdım. Kadının bir öpücüğü bile tüm kimyamı alt üst etmeye yetiyordu. İleri gitmek istemiyordum. İlk kez bir kadının önceliğini ruhunu iyileştirmekte gördüm. Ve ben Dolunay'ın ruhunda açacağım yaralardan bir haber sarmaya çalışacaktım... Kendimi geri çekerek kafamı kafasına yasladım. "İlk önce ruhunu iyileştirmek istiyorum Dolunay." Gözünden akan yaşları elimle sildim. "Bana izin ver, ruhunun derininde sakladığın yaralarını görmeme izin ver." Bu kadını bu denli ağlatan şey neydi, kafayı üşütmek üzereyim! "Banyoya gidebilir miyim Boran?" Hıçkırıklar içinde kalmasını geçtim, kaçmak istiyordu... Geçmişinden kaçmak istiyordu. Yol vererek gitmesine ses etmedim. Banyoda açtığı su sesi bile ağlamasını bastıramıyordu. Çıktığı zaman kızarmış gözleri dikkatimi çekti. Üstünü giyinmeden çıkmıştı. Bornozuyla beraber giyinme odasına geçti ve sanırım orda giyindi. Yanıma geldiğinde gözümün içine baktı. Bir şey demek istiyordu ama ne? "Bir şey mi istiyorsun?" "Saçımı kurutabilir misin?" Hemen ayağa kalktım ve çekmeceden saç kurutma makinesini aldım. Makyaj masasının önüne oturdu. Islak saçları parmaklarımın arasından kayıp gidiyordu. "Taramama da izin verir misin?" Aynadan zümrüt zümrüt baktı bana. Cevabını bile beklemeden tarağı elime aldım. Uzun saçlarını hiç sıkılmadan günlerce tarayabilirdim. "Biliyor musun saçımı ilk tarayan kişi sensin." Durdum... Sadece durdum ve baktım... Anne babası yok diye amcasının göz bebeği olarak düşündüğüm kadın çoktan gözden çıkarılmış. "İlklerin olmak istiyorum." diyerek dizlerinin önüne çöktüm. "Geçmişini bana anlatır mısın?" Kalkıp kaçmak istedi. "Kaçma benden artık Dolunay." "Her şeyin bir zamanı var Boran. Geçmişim pek parlak sayılmaz. Ben senin gibi pamuklara sarılarak büyütülmedim. O yüzden biraz zaman..." Mekanlarda racon kesen Boran Kozcuoğlu küçük bir öğretmenin önünde diz çökmüş, ağlamamak için direniyordu... "Tamam, sen ne zaman hazır hissedersen. Hadi kalkta kahvaltıyı dışarıda yapalım." "Sadece ikimiz mi?" Heyecandan elim ayağım birbirine dolanıyordu. Nefesim kesilmek üzereydi. Saçlarını kenara çekip, boynunun kokusunu içime çektim. Yavaşça geri çekilip dudaklarına yaklaştım. Artık bana güveniyordu. Gözleri kapalı, sadece öpmemi bekliyordu. Ufak bir buse kondurup geri çekildim. Yüzünün aldığı şekli görünce gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Devam edersem farklı yerlere gidecek konu. Kalk hazırlan." Tek bir itiraz bile etmeden kalktı giyindi. "Çok güzel olmuşsun karıcığım." Etrafında bir tur dönerek muhteşem fiziğini baştan aşağı süzdüm. "Ben her zaman güzeldim, sen şimdi farkediyorsan benim suçum ne?" Cilveli kadın... Şimdi onu yatağa atmak vardı ama ilk önce ruhundaki yaraları iyileştirmem lazım... "Hmm... Öyle mi diyorsun karıcığım? Hadi gidelim artık." Bileğinden kavradığım gibi peşimden sürükledim. "Oğlum haydi kahvaltıya gelin." Annem yakalanmamız pekte iyi olmadı sanki. "Biz dışarıda yapacağız ana." Geliyor azar... "İki günde hanım köylü mü oldun Asaf?" "He anne aynen öyle oldum!" "Püü sana Asaf! Bu konuyu sonra konuşacağız!" Aslında sabahta yüzümü yıkamıştım ama olsun... "Boran annene ayıp oluyor ama!" "Sen bana ayak uydur Dolunay." Arabanın yanına geldiğimde duraksadı. "Ben sürebilir miyim?" Bu sefer de ben duraksadım. "Ehliyetin var mı ki?" "Tabii var. Amcamdan gizli çabalarımla 1 sene önce aldım." Anahtarı fırlattığım gibi diğer koltuğa yayıldım. Aslında pekte yayılmış sayılmazdım bence. Emniyet kemerimi bağlamış, sıkıca tutunmuştum. "Manuel mi yoksa otomatik mi?" "Her ikisi de." diyerek göz kırpıp bir an da gaza yüklendi. "Araba yol alıyor yol! Hey Maşallah!" Onu mutlu gördükçe ben de mutlu oluyordum. Arabayı sürdükçe rahatladım. Kadın benden dikkatli ve hızlı kullanıyor. "Şuradan sağa gireceksin Dolunay." Mekana vardığımızda en sakin ve ücra köşeyi seçtim. Kimsenin bakışlarının Dolunay'a kaymasını istemiyordum. "Sen neymişsin öyle ya! İçinden asfalt canavarı çıktı." Güldü... Gülünce yanağındaki kocaman çukur dikkatimi çekti. Elimle orasına dokundum. "Senin gamzen mi var?" Utangaç tavırla kafasını salladı. "Bilmem var mı?" Kimse kusura bakmasın! Benim için zaman ve mekân hiç fark etmiyor. Sandalyeyi çeke çeke yanına kaydım. "Şu gamze'den bahsediyoruz sanırım." diyerek tam gamzesinin üstünden öptüm. "Kocaman mafya adamını soktuğun hâle bak!" "Ben bir şey yapmıyorum ki!" İşaret parmağımı dudaklarına götürdüm. "Biraz daha konuşursan herkesin içinde seni vahşice öperim." Gözlerim küçük dudaklarına kaydı. Sahiden ne kadar küçük ağzı var bu kızın? Bir yudumda yutarım. "Ne yemek istersin?" Sandalyemi geri çekip menüyü önüne uzattım. Garson geldi ama Dolunay'dan ses çıkmadı. "Ne istiyorsun güzelim?" Gözlerimin içine baktı sadece. "Bana her zaman ki menüden getir, yengene de öyle aslanım." Giden garsonun ardından dikkatimi karıma verdim. "Niye bir şey seçmedin?" Utanarak önüme doğru eğildi. "Ben menülerde ki hiçbir şeyi bilmiyorum ki Boran. Rezil olurum diye de sesimi çıkartmadım." Acısı gözlerinden belli oluyordu bu kadının... Keşke gözlerinden o acıyı çekip atabilseydim. Keşke onu o evden önceden kurtarabilseydim... "Bu rezil olunacak bir şey değil ki güzelim." Gelen servisle beraber yemeğe öküz gibi giriştim. Kuş kadar bir şey yiyerek doyduğunu söyleyen karıma ufak bir uyarı yaptım. "Ben zayıf kadın sevmem Dolunay. Kadın dediğin ele avuca gelecek." Masanın altından ayağıma vurarak ufak çaplı uyarısını yaptı. "Midem almıyor fazlasını." "Sahiden senin miden niye bu kadar hassas?" "Artık yemekleri yemekten." Başını öne eğerek mazlum bir kişiliğe büründü. İçime alsam, bağrıma bassam... Tek bir damla gözyaşını ellerimin arasında tutsam da yüreğine serpebilsem... İntikam ateşiyle çıktığım bu yolda artık hiçbir şey umurumda bile değildi. Belki aşık olmayabilirdim ama hoşuma gidiyor. Ortada kurulmuş bir yuva varken neden hiç suçu ve günahı olmayan bir kızı kurban vereyim? Masanın üstündeki örtüyü sıkıp sinirimi atmak istesem de yapamıyordum, o Ziya itini elimden kimse alamazdı. Hayvan herif! Zaten iyi bir b*k olsa yeğenini satmayı kabul etmez. Ömrümde ilk kez böyle huzurlu bir kahvaltı yaptığımı hissediyordum. "Ben öküz gibi yerim, sen de alış bu halime." dedim ağzım dolu bir şekilde. "Şaşırdım aslında. Vücudun gayet fit ve kasların da var." "Bu kaslar yalnızca senin için." Göz kırpmamla yanaklarının kızarması bir oldu. Tam lunaparka gidelim mi diye soracaktım ki, Salih'in araması telefonuma düştü. "Ne var lan en güzel anlarımın içine s*çan Salih!" "Abi Ziya haber yolladı. Dolunay'dan vazgeçmiş, küçük kızını seninle evlendirmek istiyormuş." Yandaki peçeteyi alıp ağzımı sildim. "Ne demek lan küçük kızı?" Dolunay'dan izin isteyerek dışarı çıktım. "Lan manyak mı bu herif? Zaten evlenmişim, ne küçük kızı Salih?" "Abi elinde ses kayıtları varmış. Dolunay'ı boşayıpta küçük kızımı almazsa polise veririm diyor." "Ne kayıtıymış bu?" "Yeğeni ile konuşurken ki kayıtlarıymış abi. Hatta bana da attı. Yenge asla evlenmem, beni zorlayamazsınız falan diyor. Giderim polise, tehdit yoluyla yanında tutuyor derim, hem yeğenimi alırım hem de Asaf'ı hapse attırırım diyor." Hay ben böyle işin içine... Adam kurt çıktı ya resmen! Tabii gördü yağlı kapıyı, en iyisi kızımı vereyim de daha yakın olayım diye düşünüyor. Şimdi çölün ortasında kalmış bedeviler gibiydim... Ne yapacaktım bilmiyorum ama Dolunay'ı kaybetme gibi bir niyetim yoktu...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD