“Ben size bir şey yapmadım. Kimsiniz siz? Bırakın beni!”
Bağırışlarım boşunaydı. Onun kim olduğunu biliyordum. Oydu işte. Neredeyse bir aydır köşe bucak kaçmıştım ama sonunda beni yakalamıştı. Beni bulacağını biliyordum. Yine de şansımı deneyip ondan kaçmıştım. Her yer karanlıktı çünkü kafama çuval geçirmişlerdi. Zangır zangır titriyordum. Gözlerimden de yaşlar akarken çuvalı kafamdan çekip çıkarttı. Tam karşımdaydı ve öfkeli gözlerle bana bakıyordu.
Kim mi? O işte… Demir Sertsoy… Namı değer Koyu…
Kendi ayaklarımla inine girdiğim, kendimi ona sunduğum ve bir gecede hayatımı değiştiren adam… O yer altının en tehlikeli ve acımasız mafyalarından biriydi. Onun inine girerek hayatımın en büyük hatasını yapmıştım ama başka şansım yoktu. Beni mecbur bırakmışlardı. Gözlerimiz onunla çakıştığında daha fazla korktum. Bana yaklaştı ve çenemi sertçe kavradı. Yemyeşil gözleri şimdi koyulaşmıştı ve ateşler fışkırıyordu.
“Kimim ben, Alya?” diye sordu.
“Ben neden buradayım?” diye sordum kekeleyerek.
“Sen neden burada olduğunu çok iyi biliyorsun Alya. Benden aldığını bana geri vereceksin!” dediğinde derdinin dosya olduğunu anlamıştım. Yutkundum.
“Yemin ederim ben sizden bir şey almadım. Bırakın gideyim. Polise falan gitmem!” diye yalvardım ama soğukça gülmeye başladı.
O gülmezdi. Aksine somurturdu. Yanındaki adama döndü. Tek değildi. Yanında en yakın arkadaşı Karanlığın Sahibi lakaplı o adam da vardı: Mirza Hanoğlu. Ben nasıl olur da onlara bulaşırdım?
“Duydun mu Mirza? Bir şey yapmamış!” dediğinde daha çok korkmuştum.
O beni kesin öldürecekti. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. Sonra yüzündeki o ifade yerini büyük bir öfkeye bıraktı. Onun bu duygu değişimleri beni korkutuyordu. Çenemi hâlâ bırakmamış, daha çok sıkıyordu.
“Yalan söyleyenleri hiç sevmem Alya! Benden çalıp Şahin denen şerefsize verdiğin o dosya nerede?” diye sordu.
Bunu tane tane sormuştu. Başıma ne geldiyse o dosya yüzünden gelmişti. O dosya yüzünden Demir’in inine girmiştim. O dosya şu an Şahin’in elindeydi. Ondan almam imkansızdı. Bunun karşılığında ablam Betül’ü o herifin elinden kurtarmıştım. Şu an ona yalan söylemekten başka şansım yoktu.
“Ne dosyasından bahsediyorsunuz? Ben bir şey almadım!”
Demir dişlerini sıktı. “Sen beni salak mı sandın? Sen o dosya için önce mekanıma girdin sonra da kendini becertmedin mi?” diye sordu.
Kafamı iki yana salladım. “Yemin ederim, ben dosya falan görmedim! O gece de siz çok sarhoştunuz.” diye yalvarmaya devam ederken çenemi daha fazla sıktı.
“O küçük aklınla beni kandırabileceğini zannediyorsan yanılıyorsun. Bakire bir kızın benim inimde ne işi vardı? Ben sana cevabını vereyim. Seni masum sanayım diye gönderdi ama ben bu oyunları yemem Alya! Şimdi bana gerçekleri anlat!”
Her şey bitmişti. İç sesim ona gerçekleri söyle diye bas bas bağırmaya başladı. Çok büyük bir gerçek vardı ama onu söylersem benim hayatım biterdi. Ona hala yalvarmaya devam etmeliydim.
“Demir Bey, gerçek falan yok! Ben sizden bir şey almadım. Ne olur bırakın!”
Demir çenemi sertçe bıraktı. Sağa sola gidip gelmeye devam ederken cebinden silahını çıkartıp alnıma dayadı.
“Şimdi son duanı et çünkü gebereceksin! O verdiğin dosyanın ne kadar önemli olduğunun farkında mısın? Bunun bedeli ölüm!”
Silahın soğuk namlusu şu an alnımdaydı. Demir tetiği çektiğinde “Dur! Size önemli bir şey söylemek zorundayım. Beni öldüremezsin!” dediğimde bunu yapmak zorundaydım.
Demir de kaşlarını çatarak bana baktı. “Ben hamileyim, bebeğini taşıyorum.”