4. Bölüm #Mahremiyet #

1709 Words
Abim ile birlikte eve geldiğimizde evde bir yas havası vardı. Sanki cenaze eviydi. Ama ölen yoktu, hepimiz yaşayan ölü gibiydik. Kimsenin söyleyecek tek bir kelimesi yoktu. Ne en iyisini yaptın kızım diyen bir anne, yada neden böyle bir şey yaptın diye hesap soracak bir baba. Herkes neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemez bir haldeydi. Kimsenin, kimseye verecek aklı yoktu ve en kötüsüde bundan sonra her şey düzelip iyi olacağını düşünen kimse yoktu. Bundan sonrası tufan, bundan sonrası yangındı. Kimin ateşi, kimi yakacak belli değildi. Bildiğim tek şey ben doğru olduğuna inandığım şeyi yapmıştım. * * * * * Bir hafta sonra "Artık hem Allah katında, hemde devlet katında karımsın. Bundan sonra aileni unut, bu evden çıkmayı, gitmeyi unut. Şerefsiz abinin yaptığının bedelini ödemeye hazır ol." diyerek yanımdan çıkıp giden Fırat'a içimden ettiğim beddualardan başka yapacağım, söyleyeceğim hiç bir şey yoktu. Bunu bile, bile bu eve gelmiştim. Nikah dairesinden çıktığımızda ailemle vedalaşmama bile izin vermeden beni eve getirmişti. Oysaki abim o pis cadıya bile saygılı davranırken, Fırat cadı kız kardeşinden daha vicdansız çıkmıştı. Her şeyi yapan Gülbahar iken cezasını abim ile biz çekiyorduk. Abim ile son gece konuşmamız aklıma geldiğinde gözlerim hala dolu, dolu oluyordu. "Yasemin'im bak hala geç değil, bırak git buradan. Ben sana her koşulda yardım ederim, ablamın yanına git sana orada kimse bir şey yapamaz. Lütfen benim için kendini yakma. Ben o Fırat denen adama güvenmiyorum. Sana yapacaklarından korkuyorum." diye ağladığında bende onunla birlikte ağlamıştım. Ama her şey için çok geçti artık. En önemlisi de bende abime bir şey yapmasından korkuyordum. Ona asla bir şey olmasını istemiyordum. Beni kapattığı odanın içinde bir sağa, bir sola giderken kapının sesi ile olduğum yerde durdum. "Yasemin müsaitsen gelebilir miyim?" diyen ses tanıdık olmasına rağmen kim olduğunu anlamamıştım. "Müsaitim gelebilirsiniz" dediğimde kapı yavaşça açılmış ve içeri girmişti. Yanıma yaklaşıp bir anda sarılmasına şaşırsam da bende sarılmasına karşılık vermiştim. "Ay güzelim gelinlik bile giyinmemişsin, kesin Fırat istemedi değil mi?" dediğinde "Hayır ben istemedim. Fırat gelinlik alıp getirmişti, ama ben giyinmek istemedim" dediğim de anlamsız bakışlarına maruz kalmıştım. Gelen kişi okuldan tanıdığım benden iki dönem önce okuyan Sevda'ydı. "Neyse artık düğünde yapmadınız? Yoksa düğün olmasınıda mı sen istedin?" diye sorduğunda sesinde ki imayı anlamıştım. "Sevda bizim ne için evlendiğimizi bütün köy biliyor sanıyordum, meğersem sen bilmiyormuşsun." diyerek aynı şekilde bende ona sordum. "Yok canım sizin neden evlendiğinizi bilmeyen mi var? Abinin Gülbahar'a yaptığını duymayan mı kaldı? Ama sende haklısın böyle bir durum olmasaydı Fırat asla seninle evlenmezdi. Olan garibim Gülbahar'a oldu" dediğinde o yılan dilini koparmamak için kendimi zor tuttum. "Abimin yaptığına bu kadar emin olma istersen. Benim abim kimseye bir şey yapmadı. Hem ...." dediğimde devamını söyleyemeden kapı açılmış ve içeri Fırat girmişti. "Senin burada ne işin var Sevda, annen aşağıda seni bekliyor." "Şey.. Fırat yani Fırat abi ben hayırlı olsun demeye gelmiştim." diyen Sevda'yı şaşkınlıkla izliyordum. Biraz önce yılan dili şimdi bir anda değişmişti. "Hayırlı olan bir şey yok Sevda, anneni daha fazla bekletme." diyerek Sevda'yı odadan göndermişti. Sevda odadan çıktıktan sonra "Sen ne halt yemeye içeri aldın lan. Yatak odasının mahremiyet olduğunu bilmiyor musun sen ?" diye bağırınca ne diyeceğimi bilmediğim için cevap vermedim. Hem vereceğim bir cevap da yoktu ki. Odanın içindeki kanepenin üzerinde öylece oturmaya devam ettim. "Kimmiş diyorum lan ben, cevap versene?" diye tekrardan bağırır gibi konuşunca "Ben kimseye gel demedim. Hem ben nereden bilirdim Sevda ablanın sizin evin her odasını bildiğini" diyerek imalı bir şekilde konuştum. "Ne demek istiyorsun sen lan, neyi ima ediyorsun?" "Benim bir şey ima ettiğim yok." diyerek sustum. Oturup Fırat ile tartışacak halim yoktu. Madem istemiyordu bundan sonra kimseyi almazdım odaya. Odanın içinde benim biraz önce yaptığım gibi bir sağa, bir sola dönüp duruyordu. Hayır yani sanki içeri adam almıştım, bu tavırlar neydi gerçekten anlamıyordum. Saate baktığımda akşam sekizi geçiyordu. Ben bu eve geleli tamı tamına beş saat olmuştu, ve ben bu odadan başka hiç bir yere çıkmamıştım. Getirip beni bu adaya fırlatır gibi atıp gitmişti. Şimdi ise gelmiş bana saçma, sapan bir şeyin hesabını soruyordu. Ben neyin mahremiyet olduğunu gayet iyi biliyordum ama bunu bu öküzle tartışacak değildim. "Tuvalet nerede? Benim tuvalete gitmem gerekiyor?" dediğimde sanki çok tuhaf bir şey söylemişim gibi yüzüme bakıyordu. "Merak edip kapıyı açsaydın, görürdün." diyerek odanın içindeki kapıyı açıp "Burası banyo ve tuvalet. Aşağı katta da var ama orayı kullanmana gerek yok. Aşağıda bir sürü insan var şimdi" dediğinde kalkıp yüzüne bakmadan içeri girip kapıyı kapattım. Ben ne bu evin içini nede senin içini merak ediyorum pislik herif. Acaba sabaha kadar burada mı kalsaydım, çünkü yüzünü dahi görmek istemiyordum. Belki on, belki onbeş dakika öylece klozetin üzerinde oturup bekledim. İçeri girdiğimde başıma neler geleceğini az, çok tahmin ediyordum. Aslında bundan deli gibi korkuyordum. "Sabaha kadar orada mı bekleyeceksin?" Evet bekleyeceğim ne var. İnan burası senin yanından daha iyi diye bağırasım vardı. Ama sadece "Çıkıyorum be" diye seslendim. Allahım lütfen yardım et bana ne olur, güçlü olmam lazım benim güçlü. O pislik adamın karşısında güçlü durmam gerekiyordu. Bir kaç dakika daha bekledikten sonra çıktım. Odanın içinde kimse yoktu, iki dakikada nereye gitmişti acaba? Umarım hiç gelmezdi diye düşünürken odanın kapısı açıldı. Elinde yemek tepsiziyle girip "Bir şeyler ye annem getirdi." "Aç değilim yemeyeceğim" diyerek kanepeye oturdum. Elindeki tepsiyi komidinin üzerine sinirli bir şekilde bırakıp "Geç otur şuraya ye bir şeyler. Sana aç mısın diye sormadım. Biraz sonra yapacağım şeylerden sonra kollarımda bayılıp kalmanı istemem. Sonra birde senle uğraşamam" dediğin de ağlamak istedim. Gerçektende çok korkuyordum. Gözlerim dolsa da kendi kendime, güçlü ol kızım, sen çok güçlüsün diyerek tepsinin yanına yere oturup bir kaç lokma yemeye çalıştım. Tepsinin içindeki yemekleri görünce gözlerim bir kez daha doldu. Yeni evlenen çiftlere akşamında bu tepsi yapılıp odalarına konulurdu. İçinde yedi çeşit yemek olurdu. Bulgur pilavı olurdu, bol bereketli olsun diye. Baklava konurdu bir ömür ağızları tatlı olsun diye. Ama şimdi biliyordum ki bu evlilik ne bereketli, nede ağız tadı olacaktı. Bir kaç lokma daha yedikten sonra ayağa kalkıp "Ben hazırım, ne olacaksa olsun artık" diyerek ayağa kalktım. Ben öylece beklerken sanki beni duymamış gibi tepsiyi alıp dışarı çıktı. Ben artık ne olacaksa olsun derdindeyken onun tepsiyi götürmeyi akıl etmeside ayrı bir şeydi. Önce kanepenin üzerine geçip oturdum bir süre bekledikten sonra yatağın üzerine geçtim. Bembeyaz serilmiş nefresime inat simsiyahdım. Getirdikleri gelinliği giymediğim gibi siyah bir elbise giyinmiş ve nikaha öyle gelmiştim. Ne gelinliğim diye nede kefenim olsun diye beyaz giymemiştim. Benim için bu kara bir lekeydi. Abime atılan kara bir leke ve abim aklanmadan asla beyaz giymeyecektim. Ben bu evliliği sadece abim ölmesin diye değil, ona atılan iftirayı da aklamak için kabul etmiştim. Nasıl olacaktı, nasıl yapacaktım bilmiyorum ama o kara lekeyi üzerimizden silecektim. Yatağın üzerinde ne kadar süre bekledim ne kadar düşüncelere daldım bilmiyorum, bildiğim tek şey gözlerimin açılmasına sebep olan güneş ışıklarıydı. Gözlerimi ışıklardan korumak için döndüğümde yatağın sağında olan beden ile irkildim. Ben ne zaman uyuya kalmıştım? Fırat ne zaman gelip yatmıştı? Madem yatmıştı bu adam niye böyle üstü çıplak yatmıştı. Hani mahremiyet vardı? Madem vardı kendisi neden uygulamıyordı. Aklıma gelen şey ile hemen kendi üzerime baktım. Ben uyurken bana bir şey yapmış olabilir miydi? Neyseki üzerimdeki elbise aynı duruyordu, sadece bacaklarım biraz açılmıştı o kadar. Zaten üzerimde ki yorgandan onlarda gözükmüyordu. Ama ben en son üstündeydim, hangi ara içine girmiştim ki? Brn öylece düşüncelere dalmışken bir anda kapıya tak, tak vurulmaya başladı. "Fırat oğlum müsait misin?" diye. Sabahın köründe kapıya dayanmak da neydi? Tekrardan "Fırat!!" diye ses gelince mecburen uyuyan öküzü uyandırmak bana kalmıştı. Koluna dokunarak "Heyy uyan kapıya vuruyorlar, Fırat diye sana sesleniyorlar." diye koluna yavaşca vurarak uyandırdım. "Ne var be sabah, sabah niye uyandırıyorsun?" "Kapıya vuruyorlar sabah, sabah. Git onlara sor ne varmış bu saatte?" dediğimde kapıya tekrar vurulmuştu. "Fırat!!! uyanmadınız mı daha. Tabi sabaha kadar uyumadıysanız." diye konuşan kadının sesini duyunca utançtan ne yapacağımı şaşırdım. Söylediği şeyler normalmiş gibi birde gülüyordu. Fırat üstüne giydiği tişört ile hızla kapıya doğru gidip kapıyı açıp çıktı. Öyleki kapının açılması ile kapanması bir olmuştu. Dışarıda kim vardı görmemiştim bile. "Ne oluyor hala sabah, sabah odamın kapısında ne işin var?" "Oğlum ne sabahı öğlen oldu neredeyse. Saat dokuza geliyor. Biz gideceğiz de gitmeden çarşafı da görelim de öyle gideriz diye düşündüm." diyen konuşmayı duyunca ağlamaya başladım. Birde böyle bir şey vardı değil mi? Şimdi ne olacaktı? Biz gece hiç bir şey yapmamıştık ki. "Hala her ne düşündüysen yanlış düşünmüşsün. Ben mahremiyetimi ortalığa saçacak kadar şerefsiz değilim. Hangi çağda kaldınız siz? Madem gidiyorsunuz size iyi yolculuklar." diye konuşan Fırat'ı duyunca biraz da olsa rahatlamıştım. "Öyle şey mi olur oğlum. Çarşafı vermezsen insanlar neler düşünür haberin varmı?" "İnsanların bu konuda ne düşündüğü hiç umrumda değil hala. Senin de olmasın bence." diyerek çıktığı gibi aynı hızla kapıyı açıp kapatmıştı. Yatağa tekrar gelip yüzüme bakarak "Kim isterse istesin çarşaf falan vermek yok. Bu kişi annem de olsa. Bu odanın içinde olan hiç bir olay dışarı çıkmayacak, anladın mı?" dediğinde "Anladım tamam" diyerek kafamı salladım. "Ha birde kurtulduğunu sanma dün bir şey yapmamış olmam, yapmayacağım anlamına gelmiyor. Beş dakikada uyuduğun için bir şey olmadı. Şimdi kalk duşa gir, sonrada hazırlan aşağı annemlerin yanına ineceğiz." "Duşa girmeme gerek yok ki, ben iki dakikada hazırlanırım." diyerek yataktan çıktım. Fakat sinirli bir ses tonuyla "Ne diyorsam onu yap, önce duş al, sonra hazırlan. Çok fazla uzatmadan hazır ol, onbeş dakikan var" dediğin de annemin hazırladığı küçük valizi alarak banyoya girdim. Tam bir öküz gerçekten, hayır yani bende ne bekliyorsam adam abini öldürmesin diye evlendin kızım, sanki severek mi evlendin. Bunlar daha iyi günlerim bence birde ailesi var kim bilir onlar nasıl davranacak. Olsun yinede her şeye razıyım başıma ne gelirse gelsin. Abim yaşıyor ya ona bir şey olmasın ben çekeceğim her çileye razıyım. Banyonun kapısını kilitledikten sonra beş dakikada duş alıp çıkmıştım. Sanırım hayatımın en kısa banyosu olmuştu. Normalda saçlarımı taramam bile beş dakikadan uzun sürerken şimdi saçlarıma tarak sürmeden çıkmıştım. Hala neden ısrarla duşa girmemi istediğini anlamamıştım. Üzerime diz altlarıma kadar gelen lacivert bir elbise giyip çıktım. Kesinlikle hiç bir adete uymayacaktım. Annemin ilk gün giymem için koyduğu beyaz elbiseyi lacivert elbiseyle değiştirmiştim. Başımı örtmem için koyduğu tülbenti bile almamıştım. Bu eve gelmem normal bir sebepten değildi ki, bende normal davranayım. Ben banyodan çıktıktan sonra Fırat girmişti. "Ben çıkmadan odadan çıkma birlikte ineceğiz" diyerek tembihlemiyi de unutmamıştı. Sanki ben çocuktum her sözü tembih, yada emir eder gibiydi. Aslına bakarsan çocuğum ben daha ya 18 ine gireli daha üç ay oldu. Üç ay da insan çocukluktan çıkıp büyür mü? Sanırım ben artık büyümüştüm, baksana büyüyüp evlenmiştim bile.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD