SIRA BENDE

2728 Words
Serap Ateş, Bozcaada'nın en lüks restoranlarından biri olan Salda restoran – barda işletmeden sorumlu müdür olarak çalışıyordu. Buraya, üç yıl önce üniversiteden arkadaşı olan Sedat'ın ricası ile gelmişti. Hedefine göre bir yıl kadar burada kalacak, işleri düzenleyecek ve İstanbul'a geri dönecekti. Fakat, gelin görün ki yarın itibari ile tam üç yıldır bu adaya resmen çivi çakmıştı. Bir şeylerden sorumlu olmayı ve insanlara emir vermeyi sevmesi iyi bir şeydi. Çünkü bu sektörde çalışmaya devam edebilmesi, kendini kabul ettirebilmesi ve daha büyük yerlere geçiş yapabilmesi bu yeteneğine bağlıydı. Bu meslek sertlik, otorite, düzen ve organizasyon kabiliyeti içeriyordu. Tabi hızlı düşünme, sorun çözme işlerine fazlasıyla vakıf olunmalıydı. Serap, burası için fazlasıyla emek vermiş, planlar yapmış ve hepsini başarıya ulaştırmıştı. Kurduğu düzen her anlamda işe yarıyor olmalıydı. Fakat, Salda restoranın üst katında kendine ait olan odasında evrakların içinde resmen kaybolmuştu. Haftalık hesapların içinden çıkmak için çabalıyordu fakat, fazladan artan masraflar karşısında neredeyse beyni patlamak üzereydi. Restoranın barı her gece ful çekiyordu. Birçok müşteri yemek yemekten çok içki içmeye geliyordu. Tamam, bunun nedeni kesinlikle barmenimiz Dağhan Kaya olabilirdi. Bunu kabul ediyordu. Mükemmel bir müşteri kitlesi vardı. Çoğu seksi kızlardan oluşsa da. Çünkü barmen, resmen yürüyen testosteron gibiydi. O yeşil gözlerinin çekimine yakalanman, ateş dağının içine atlamakla eş değerdi. Vücudundaki kasların gözlere sunduğu şölen ise tarif edilemezdi. Serap'ta bunun farkındaydı. Genç kadın, onun yanına herhangi bir konuyu konuşmak veya tartışmak için gittiği zamanlarda beyninin ters bir şekilde çalışmasına neden olduğunu pek çok kez deneyimlemişti. Bir adam bu kadar az konuşup, hiç ilgilenmediği halde bedenine nasıl bu kadar değişik hissettiriyordu henüz çözememişti. Elindeki kağıtlara bakarken masanın üzerindeki cep telefonu titredi. Şahsi telefonu olduğu için biraz şaşırsa da arayanın Sedat olduğunu görünce gülümsedi. Şahsi telefonu kimse de yoktu. Sedat haricinde. Şirket telefonunu ise saat 21:00'da restoranı terk ederken ofisine bırakıp giderdi. Bir sonraki mesai saatine kadar kimse ona ulaşamazdı. Sonuçta dinlenmek onun da hakkıydı. Bu iş konusunda en büyük prensiplerindendi. Sedat, salda restoranın genel muhasebesinden sorumluydu. İşinde çok iyi olmasının yanı sıra genç ve ultra yakışıklı serserinin tekiydi. Dışarıdan bakan biri sporcu, atlet, boksör sanırdı. Mesleğini duyanlar ise kesinlikle şok olmadan geçemezdi. Barda yolunda gitmeyen bireyler vardı. Stoklarda 200 olması gereken viskilerden 100 tane kalmıştı. Yapılan satışları incelendiğindeyse bu rakamın 140 olması gerekiyordu. Bu sayı Serap'ın dikkatinden kaçmadığı gibi Sedat'ın da dikkatinden kaçmamıştı. Çünkü Sedat, genel muhasebeden sorumlu olduğu gibi restoranın iki ortağından biriydi. Salda restoran, Sedat ve Dağhan ortaklığında kurulmuş 5 yıllık bir işletmeydi. Sedat ve Dağhan ise çok uzun yıllardır dosttular. Genç kadın, ikisinin dostluğunun temellerinin nereden geldiği hakkında bilgi sahibi değildi fakat, onların arasındaki dostluğu da kıskanmıyor değildi. Dağhan, serbest, boş vermiş, umursamaz biriyken Sedat, tedbirli, düzenli, dikkatli bir adamdı. Fakat bu iki zıt kutbun böylesi mükemmel dostluğu nasıl yürüttüklerini genç kadın 3 yıldır anlayamamıştı. Sedat keskin bir sesle, "Viski stoklarındaki garipliği fark ettiğini söyle bana?" Diye sorduğunda genç kadın adamın sesindeki alaycı tınıyı atlamamıştı. Dişlerini sıkarken gözlerini devirmeyi de ihmal etmemişti. Derin bir nefes alıp zaten bildiği sorunu nasıl çözeceği konusunda zaten kısa bir süre önce onu aramaya karar vermişti. Fakat genç adam ondan hızlı davranmıştı. Serap, bu durumun neyden kaynaklı olduğunu tabi ki tahmin ediyordu. Çünkü Dağhan, barda çalışacak olanları kendi seçiyordu. Buda fazla disiplinsiz oluyordu. Seçilen elemanlar ya alkol problemi olduğu için satmaktan çok içiyor, ya da gelen arkadaşlarına bedava içki dağıtıyorlardı. Üstelik bira da değil, VİSKİ. Genç kadın, aklından geçenleri muhtemelen tahmin eden ve telefonun diğer ucunda pis pis sırıtan Sedat'a, "Bu konu hakkında o barmen bozuntusu ile konuşmam gerekecek" dediğinde genç adam telefonun diğer ucunda durumdan memnun olmadığını belirten bir homurtunun ardından "Siz ikiniz karşı karşıya gelmeden önce izin verinde restoranı boşaltayım bari." Demişti. Genç adam söylediğinde ciddiydi. Çünkü bu iki geç karşı karşıya geldiğinde üçüncü dünya savaşı her an Bozcaada'da çıkacakmış gibi hissediyordu. Henüz tartışmada, ikisinden biri delirmeden bir konuyu sonlandırmayı başaramamışlardı. Serap, sinsi bir sırıtma ile duraksadı. Gerçi Sedat'ın bu gülümsemeyi görmemesi onun yararınaydı. "Kavga olmaması için çabalarım" Sedat'ın, genç kadının ağzından çıkanlara güvenmesi gerekiyordu. Fakat güvenemiyordu. O ikisi herhangi bir konuda karşı karşıya geldiğinde bulundukları yerde resmen kıvılcımlar çıkıyordu. Her an yükselecek olan alevler ise olay yerini yakıp küle çevirebilirdi. Aralarındaki bu çekimi sadece onların görmüyor oluşu da gerçekten büyük bir ayrıntıydı. "Sedat, ben sadece işimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Ve bu çalışma Dağhan Kaya'yı da kapsıyor. Adam umursamaz ve karşısındakini sessizliği ile deli ediyor." Diye net bir şekilde konuşması Sedat'ın sırıtmasına neden oldu. Çünkü arkadaşını biraz bile olsa tanıyorsa bu kadının, sadece bu dik başlılığından hoşlanıyor olduğuna yemin bile edebilirdi. Her ne kadar ciddi konuşmak istese de gülümseyen bir sesle "Evet teknik olarak öyle fakat, biliyorsun bar ona ait. Tüm zararı veya kârı onun sorumluluğunda. Biz sadece onun defterlerini tutuyoruz." dedi ve Serap, dişlerini tekrar sıkmak zorunda kaldı. Çünkü genç kadın elemanlarının ondan çaldığını ve bunu nasıl oluyor da görmezden geldiğini anlamakta güçlük çekiyordu. "O zaman, o kendini beğenmişe 1 yıl içinde o barı kapatmak zorunda kalacağını birinin söylemesi gerekecek." Dediğinde telefonun diğer ucunda gözleri kocaman açılan Sedat, bunu söyleyenin kesinlikle kendisi olmayacağından emindi. O bar, hiçbir şekilde batmazdı. Dağhan, umursamaz olabilirdi. Fakat her ikisinden de daha deneyimli, zeki bir işletmeciydi. 40 viskinin yarattığı açığı mutlaka biliyordu ve onun için b planı mutlaka vardı. Fakat, bu bilgiyi genç kadına söyleme taraftarı olmadı. Çünkü birbirlerini yemeleri hoşuna gidiyordu. Arkadaşının, bu kadında bir şeye tutunduğunu biliyordu ve onun olmayan o kalbinin tekrar atması için Serap'ı onun üzerine salması gerekiyorsa bunu yapardı. Onun için sırıtarak, "Kesinlikle yanmaz bir şeyler giymeden karşısına çıkma. Ya da çık ama restoranın tamamen boşaltıldığından mutlaka emin ol" diyerek telefonu kapadığında Genç kadın telefonun diğer ucunda neredeyse şok olmuş bir şekilde suratına kapatılmış olan telefonun ekranına bakıyordu. Sonrasında ise gözlerini sıkıca yumdu ve içinden 10'dan sıfıra doğru yavaşça saymaya başladı. 5'e geldiğinde ise "5 dudaklarına sakın bakma!" Çünkü o dudaklara baktığı her an kendini hipnoz olmuş gibi hissediyordu. Dudaklarının tadını merak ediyor ve bunun için kendini engellemeye çalışıyordu. Her ne kadar gece rüyalarında birçok acıdan dudaklarının tadına bakıyor olsa da bunu gerçekte yapmayacağını zaten biliyordu. Yani en azından tekrar yapmayacağın biliyordu. Çünkü yaza giriş adı altında bar tarafında bir maskeli parti düzenlenmişti. Nasıl giyineceğin önemli değildi fakat ne olursa olsun bir maske takmak zorundaydın. Maske, yüzünün büyük bir çoğunluğunu kaplıyordu. Sadece gözlerinin içi ve dudakların görünebiliyordu. Genç kadın, o zaman normalde giydiği kıyafetlerin aksine fazla parti havasında bir elbise giyip, sarı saçlarını tamamen kapatan siyah bir peruk takarak bara gitmişti. Parti esnasında gözlerini Dağhan'dan hiç ayırmamıştı ve sigara içmek için barın arka tarafına gittiğinde Dağhan'ı orada görmüştü. Partini en ilgi çekmeyeni olsa bile Dağhan'ın dikkatini çekmişti. Her nasıl olduysa onu orada öpmüş ve dudaklarının ateşinde yanmıştı. Sonrasında ise gelen garsonun yarattığı boşluktan faydalanarak kaçarak kaybolmuştu. Dağhan, onun kim olduğunu kimi öptüğünü bilmiyor olabilirdi fakat Serap, kimi öptüğünü gayet iyi biliyordu. O günden sonra Dağhan'ın karşısında dudaklarına bakmadan konuşması gerekiyordu. Bunu başardığı da pek söylenemezdi. "4 kaslarına bakma" diyerek kendine emir verdi. O an adamın vücuduna doladığı sıkı, taş gibi kaslarını hissettiği ana gittiğinde gözlerini bedenine yayılan hazla kapadı. O an inlememek için kendini resmen tutmak zorunda kalmıştı. Çünkü Dağhan'ın iri vücudunu aklına getirirken bile büyük harfler kullanıyordu. İRİ, KASLI, UZUN ve SIKI lanet olsun bu vücut saygıyı kesinlikle hak ediyordu. "3 kahrolası, aptal, seksi gülümsemesini dikkate alma" çünkü genç kadın, ne zaman onunla tartışmaya girse Dağhan'ın dudaklarında nefesini kesen bir sırıtma olurdu. Sanki her an onu, o muhteşem dudakları ile yakacakmış hissini bedenine yayıyordu. "2 sana yaklaşmasına izin verme "Genç adam, her kavgada onu mutlaka kapı, bar taburesi, duvar ve benzeri birçok alana iki kolları arasında hapsediyor ve konuşmasını bu yakın mesafeden devam ettirmesini istiyordu. Genç kadın aklından geçen sahnelerle tekleyip neredeyse ne söyleyeceğini unutuyordu. Dağhan, sanki kadının aklından geçenleri biliyormuş gibi. Bunu yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. "1. Sakın gözlerine bakma! Bu kesin emirdir" diye kedi kendine söylendi. Çünkü yosun yeşili bakışlarının tüm bedenini eritmesine kesinlikle engel olamıyordu. Hatta erittiği kalbine ve bedenine sakin kalması için herhangi bir emir bile veremiyordu. Bu 5 maddelik listeye tamamıyla yerine getirebildiği bir karşılaşma olmadığını da biliyordu. ........... Dağhan, lüks barının diğer tarafında geceye hazırlık yapıyordu. Burada olmayı ve bunun havasını sevdiğini de biliyordu. Tabi bildiği bir diğer şeyde buzlar kraliçesi dişi aslan için tüm bedenin ve aklının ona işkence etmesiydi. Kadın resmen beynini yakıyordu. Onun karşısındayken düşünmekten vazgeçiyor bir mağara adamına dönüşmek istiyordu. Tabi bunda kadının mükemmel fiziği, her gece aklından çıkmayan gözleri ve dudaklarının da büyük bir rolü vardı. Eline aldığı bardağı kurulama bezi ile silerken kulaklarına ulaşan topuklu ayakkabı sesleri ile gözlerini yumdu. Kimin geldiğini görmek için bakması gerekmiyordu. Bu ayakkabıların sesi, gelenin kendinden emin ve kesinlikle seninle tartışmaya geliyorum diye bağıran Serap'a aitti. Bakışlarını yavaşça sesin geldiği yöne çevirdiğinde sessizce "Siktir" diye bir küfür savurdu. Muhteşem siyah-beyaz bir elbisenin altında uğrunda ölünecek kadar güzel topuklu ayakkabılarıyla değil bu restoranı, dünyayı bile yönetmeye hazır göründüğünü düşündü. Tabi bir de onu üzerinde sadece o topuklu ayakkabıların olduğunu. Kesinlikle kalbi için zararlı bir kadındı. Serap, barın diğer ucunda Dağhan'ın tam karşısında durduğunda kendini toparlamak adına birkaç saniye sadece durdu ve geçen saniyeler Dağhan'ın toparlanmasına olanak sağladı. Genç kadın kesinlikle senin canına okuyacağım bakışları atarken, kavgaya nereden başlayacağını düşünüyordu. Dağhan hala düşünen kadına seksi bir sırıtma göndererek, "Ne düşünüyorsan söylemeyi dene çünkü saçlarından dumanlar çıkmaya başladı." Dediğinde genç kadın gülümsedi. İşte bu gülümseme Dağhan için günün ödülüydü. Onu nadiren gülümserken görürdü. Nadiren gözlerinin, gözleri ile buluşmasına izin veridi. Sahi o geceden sonra gözlerine hiç bakmamıştı. Restoranın arkasında, maskeli parti yapıldığı için fazla kalabalıktan kaçmak istemişti ve buzlar kraliçesi yanına gelmişti. Dağhan, onun biraz fazla içmiş ve kendinde olmadığını düşünmüştü. Ayakta durmakta biraz fazla zorlanıyordu. Onu tanıdığı günden bugüne hiç görmediği kadar fazla gülümsüyor, hatta kahkaha atıyordu. Dağhan karşısında duran kadını Afrodit'e benzetiyordu. Sanki eros bir yerlerde nişan almış ve aşk tanrıçasına onu aşık etmek için okunu fırlatmaya hazırlanıyordu. Genç kadının bakışlarında o an arzu gördüğüne yemin bile edebilirdi. Bir an giydiği topuklu ayakkabıdan düşer gibi olmuştu ve Dağhan onu düşmesin diye tuttuğu anda o lezzetli dudaklarının tadına bakma şansını elde etmişti. Tamda o anda Eros 'un okunun tam kalbine saplandığını hissetmiş ve bedeninin kontrolünü kaybetmişti. O günden sonra da hala o dudakları tekrar tatma umudu ile yanıyordu. Tabi gece o öpücük ile sınırlı kalmazdı kadın, fırsatını bulunca kaçarak kaybolmasaydı. Buzlar kraliçesi, o geceyi sabahında hatırlamadı. Ya da yaptığına pişman olduğunu düşünmüş olacak ki tam 5 aydır kendisinden kaçtığını düşünüyordu. Onu utandırmak veya üzülmesini istemediği için konuyu hiç açmıyor ve o gece kendisini öpenin o olduğunu bildiğini anlamaması için üstün çaba sağlıyordu. Fakat bu tekrar o dudakların tadına bakmak istemediği anlamına gelmiyordu. Çünkü bunu fazlasıyla istiyordu. Hatta daha fazlasını... "Söyleyeceklerimden sonra senin de saçlarından duman çıkmasını umuyorum" dediğinde Serap, buz mavisi bakışlarını Dağhan'ın bakışlarından bir an olsun ayırmamıştı. Oysaki kesin emir verdiği son madde buydu. "5 sakın gözlerine bakma! Bu kesin emirdir." Diye beyni ona hatırlattı fakat çoktan yosun yeşili bakışlara yakalanmıştı. Kalbi içinde ona sırıtıyordu ve bu gidişatın artık kontrolünde olduğunu fısıldıyordu. Dağhan, bakışları ile buluşan deniz mavisi bakışlara birkaç saniye baktı ve kalbinin neredeyse ağzında attığını hissetti. Bu bakışların bir maske olduğunu biliyordu. Öyle bir buz kütlesi ile ona bakıyordu ki ardında yanan ateş, onu eritmeye yetmiyordu. Bu kadını biri fena halde incitmişti. Ve Dağhan hissettiği öfke ile o kişinin ağzını burnunu dağıtma isteği ile dolup taşmıştı. Bu öfkenin nereden geldiği hakkında bir fikri yoktu fakat, bu kadının her bir noktasını anlamak, her bir anını hissetmek istiyordu. Üstelik adını haykırarak inlemesini de. Hatta bunu her şeyden çok istiyordu. Bakışlarını, genç kadından çekmeden elindeki bardağı ve kurulama bezini bir kenara bıraktı ve kadının oturduğu tabureye barın uzun masasının üzerinden yaklaştı. Aralarında fazla mesafe kalmamıştı ve Serap çoktan alev almaya başlamıştı. Dağhan, kalın ve seksi olan sesi ile sanki kulağına onu sevdiğini söylercesine "Bugün ki yapılacaklar listemde seninle kavga etmek yok dişi aslan" dedi ve yine karşısındaki kadının kalbini hoplatacak sırıtmasını dudağına yerleştirdi. Ona, her konuşmanın ardından Dişi Aslan diyordu. Çünkü onu gerçekten dişi bir aslan olarak görüyordu. Sürüsü için gözünü kırpmadan av peşinde koşan, hiçbir avdan korkmayan, sert, yırtıcı bir o kadar asil ve güzel. Bu düşünceleri nefesinin daralmasını sağlıyordu. Serap, "Süper. O zaman bana bardaki eksik 40 lüks viskinin nereye kaybolduğunu açıkla?" diye sorduğunda genç adam onun dikkatini bir kere daha taktir etti. Fakat bu kavga edilmeden kapatılacak bir konu değildi. Çünkü o viskilerin nereye kaybolduğunu çok iyi biliyordu. Barında çalışan çocuklardan biri hayatta bir başına olan talihlilerdendi. Kıs kardeşi onun sorumluluğundaydı ve üniversitede okuyordu. Kendisinden 2 yaş küçük olan kız kardeşi hayatta başarılı olsun diye tüm hayallerinden vazgeçmiş olan genç çocuk, hala birilerinin ona yardım edebileceğine inanmıyordu. Onun için bu küçük hırsızlığına göz yumuyor fakat kısa süre sonra onunla konuşmaya hazırlanıyordu. Bu çocuğu kaybetmek istemediği için konuşmayı da sürekli erteliyordu. Biliyordu ki hazır olmadığı bir anda onunla konuşursa ertesi sabah burada olmayacaktı. Tanrı bilir ki nasıl bir tercihte bulunacaktı. Onun için, "Onları ben alıyorum. Barımdan aldığım içkilerin hesabını vereceğimi bilmiyordum. Yeni bir kural daha mı?" diye sordu. Konuşmayı uzatmasını ve bu konuyu didiklemesini istemediğinden surat ifadesi netti. Bakışlarını, deniz mavilerden bir saniye olsun ayırmıyordu. Kadınları çok iyi tanırdı. Mesleği gereği birçok kadının bakışlarına maruz kalırdı. Her birinin bakışlarından ne istediğini bir çırpıda anlardı fakat bu kadının bakışları kara bir kutu gibiydi. En yakın arkadaşının söylediği bir cümle aklına geldi "Bazı kadınların kullanma kılavuzu basılmalı" buna şu anda kesinlikle katılıyordu. Serap, bu bakışın yarattığı tutulma ile neredeyse bayılacaktı. Kalbinin içinde deli gibi atmasına gözlerini devirmek istiyordu fakat neden böylesi deli gibi attığını kesinlikle anlamıyordu. Karşısındaki adam her gece biri ile birlikte olan kadınlar yüzünden aşka saygısı olmayan bir adamdı. Her gece barın peçetelerine sayısız numara bırakılıyordu ve hiçbir gecesinin boş geçmediğine emindi. Kendisinin de aşka inancı yoktu. Hatta bir erkeğe inancı yoktu. Çünkü bir erkeğe inanmanın, güvenmenin, sevmenin acısını en sertinden yaşamıştı. Kalbinin bunu biliyor olması gerekiyordu. Yaşadıklarının acısıyla kavrulan oydu. Yine de korkmamaya karar verdi. Onun için net çıkarmaya çalıştığı sesi ile "40 tane lüks viski?" diye sordu. Dağhan barmendi. Evet içki ile arası iyiydi fakat alkolik değildi. Onu kendini kaybetmiş bir şekilde içerken bir kere bile görmemişti. Gerçi üç yıl içinde onun kendini kaybettiğini bir kere bile gördüğünü sanmıyordu. Adam yine kadının aklını kaybedeceği şekilde sırıttı ve "Kaliteyi severim" dedi ve genç kadına daha çok yaklaşarak zaten kesmiş olduğu nefesi daha da çok kesmeyi hedefleyerek, "Her şeyde" diye belirtti. Birbirlerine fazlaca yakındılar. Sabahın ilk saatleri olduğu için henüz personeller gelmemişti. Kahvaltı için hazırlık yapan mutfak personelleri de sanırım bir yarım saat daha mutfakta kalacaklardı. Bakışları, Serap'ın dolgun ve lezzetli dudaklarına kaydığında kadının yutkunduğunu gürdü ve bu onu daha derine çekti. Lanet olsun oda etkileniyordu ve neden yakınlaşmak yerine araya buz kütleleri salıyordu? Bunun için kafa yormak istiyordu. Nedenlerini, saklanmasını, bu buzları neden seçtiğini bilmek istiyordu. Fakat şu anda istediği tek şey o lezzetli dudakların tadına tekrar bakmaktı. Yosun yeşili bakışlarını, deniz mavilerine kararmış bir arzu ile dikti ve "Hadi şunu bir daha yap" diye fısıldadı. Serap, daha önce hiç yanmadığı bir ateşin içinde kaldığını hissetti. Kalbi göğüs kafesinin içinde zıplıyor ve düzensiz bir nefes almasını zorlaştırıyordu. Onu tanımış olamazdı. O gece aynada o bile kendini tanımamıştı. Lanet olsun zihni birden bulandı ve kendini biraz geri çekmeyi başararak, "Neyi?" diye sorabildi. Genç adam yerinden hiç oynamadı ve yüzüne yerleştirdiği seksi gülümsemesini kadının kalbini durduracak şekilde daha da büyüttüğünde, Serap kesinlikle kalp krizi falan geçirdiğini zannetti. Dağhan, "Maske seçimin yanlıştı. Gözlerin seni tanımam için yeterliydi "dediğinde neredeyse oturduğu bar taburesinden düşecekmiş gibi oldu. Fakat Dağhan, atik refleksler sayesinde onu kolundan yakaladı ve birkaç saniye gözlerine baktı. İçindeki arzuya ve isteğe engel olamıyordu. Bu kadında onu çeken bir şey vardı. Ona baktığında veya sesini duyduğunda canlanıyormuş gibi hissediyordu. Sanki üzerindeki ölü toprağı silkeleniyormuş ve yaşıyormuş gibi hissediyordu. Onu istiyordu. Hayatının neresinde olması gerektiği konusunda emin değildi fakat onu şu anda, hemen, şimdi istiyordu. İçinden bir küfür savurup, "Tamam, sıra bende" dedikten saniyeler sonrasında özlemle ateşe dönmüş dudaklarını, Serap'ın dudaklarına örttü. Kadının, onu kabul etmesi için birkaç saniye bekledi ve genç kadın ne hissettiğini bilemeden onu kabul etti. Muhtemelen birkaç dakika sonra bu yaptığına bin pişman olacaktı. Dağhan, susuz kalmış ve hayatta kalma dayanağı kadının dudaklarıymış gibi ona tutunuyordu. Dudaklarının yaydığı sıcaklığı tüm bedeninde hissediyordu. Sonunda nefes almak için dudakları ayrıldığında kadının gözleri hala kapalıydı ve Dağhan onu bırakmadan kendine daha çok çekti. Çünkü kalbi onu bırakmak istemiyordu. İmkânı olsa onu kalbinin içine sokardı ve kadın gözlerini açtığında yosun yeşilinin huzurunda kaybolduğunu hissetti. Genç adam gülümseyerek, "Kesinlikle sendin" diye fısıldadı. Bundan bir şüphesi yoktu fakat hayatta emin olduğu birkaç konuda fena duvara toslamıştı. Kadının bakışlarındaki utanç, kaçma isteğini gördüğünde onu bırakmak istemese de bıraktı. Serap, resmen buhar olup uçmak istiyordu. Eriyip kaybolmak, parçalanıp kaybolmak hangi yöntemle kaybolacağı önemli değildi. Sadece kaybolmak istiyordu. di. Sadece kaybolmak istiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD