Sabahın ilk ışıklarına kadar gecenin sessizliğini dinlediler. Tuttukları bir tane balık karınlarını doyurmayacaktı ama ruhları doymuştu.
-Ece, güneş doğmak üzere, gidelim mi?
-Gidelim.
Eşyalarını topladıktan sonra güneşin ilk ışıklarıyla otele vardılar. Tuttukları balığı mutfak görevlisine verip, akşam onlar için pişirmesini söyledikten sonra odalarına geçtiler.
Ece, uykusuzluktan baygın bir halde kendini yatağa attı. Hakan'da odaya taşıdığı koltuğa oturup başını arkaya yasladı. Ece, onun bu halinden rahatsız oldu. Gece ikisi de uykusuz kalmış, ikisi de yorulmuştu. Kendisinin rahat yatakta olması adaletsizlik gibi geldi. Kalkıp Hakan'ın önünde duran sehpaya oturdu. Hakan'ın gözleri kapalı, her an uyuyacak durumda idi.
-Hakan?
-Hıı
-Hadi kalk yatağa yat
-İyiyi böyle Ece, sen rahatına bak
-Sen koltukta uyurken ben rahatıma bakamıyorum, hadi kalk
-Hayır, o zaman ben rahat edemem. Uykumu kaçırıyorsun Ece ya
Hakan'ın gözleri kapalı, çocuk gibi dudaklarını uzatarak söylenmesi Ece'nin komiğine gitti. Gülmeye başladı. Kıkırtılarının arasında dizini dürtüp "hadi kalk" dedi "tamam bende yatakta yatacağım". Hakan tek gözünü açıp baktı.
-Emin misin?
-Sarılıp uyumayacağız her halde Hakan. Sen bir uçta ben diğer uçta
Hakan kalkıp yatağın sağ tarafına attı kendini, yastığı ezerek altına alıp sarıldı.
-İstediğin yerde yat Ece, yeter ki beni uyandırma.
Ece, üzerini değiştirip yatağın sol yanına yattı. Uykuya teslim olacağı sırada arkadan gelen horlama sesi ile gözleri kocaman açıldı. Hakan ciddi ciddi horluyordu. Uzanıp omzunu dürtükledi. Uyanmadı ama horlama kesilmişti. Üç dört saatlik uykuları boyunca Hakan her horlamaya başladığında Ece yarım gözle onu dürtükleyip susmasını sağladı.
Hakan gözlerini açtığında, yatağın diğer ucunda sakince uyuyan Ece'yi gördü. Güneşten yer yer açılmış kumral saçları yastığa dağılmış, yüzü huzurluydu. Hakan bir süre onu izledi. Hayatında yaşadığı darbelere göğüs germiş, ayakta kalmış bu kadın sanki onları hiç yaşamamış gibiydi.
Yüzünde ne bir çizgi, saçında ne bir beyaz tel vardı. Dış görünüşü yaşını hiç göstermiyordu. Akşam otuz dokuz yaşında olduğunu öğrendiğinde bu yüzden çok şaşırmıştı.
Gözü bacağındaki dövmeye kaydı. Kalçalarından beline doğru vücudunu okşar gibi ilerliyor, onu sarmalıyor ve oldukça seksi duruyordu. Gerçek anlamda ondan etkilendiğini hissetti. Vücudunun bu etkilenme karşısında verdiği tepkiyi Ece'nin görmesini istemedi. Ona güvendiğini söyledikten sonra bu güveni sarsmak asla kabul edilemezdi. Belki ilerleyen zamanlarda ilişkileri şekil değiştirirse o zaman duygularını açabilirdi.
Ece uyandığında Hakan'ın dövmesine baktığını gördü.
-Sarmaşık. Seni aşkla sarıyorum ve aşkına sadığım demek.
-Güzel duruyor.
- Ve seksi
-Kesinlikle
-Saat kaç bay horultu?
-Horladım mı? Özür dilerim. Çok yorgun olduğumda horluyormuşum.
-Problem değil, dürtükleyince susuyorsun
Hakan gülümserken baş ucundaki telefonunu aldı. Öğlen olmuştu. Sudem'in mesajı yanıp sönüyordu. 'Amcaaa, burada bana eziyet ediyorlar, ayaklarımdan tavana asıyorlar, aç bırakıyorlar, su bile vermiyorlar. Odaya kapattılar, zincire vurdular. Kurtar beni'
Hakan mesajı okuyup sesli gülmeye başladı. Sudem'in sıkıldığı belli oluyordu. Annesinin yeni ailesine bir türlü alışamamıştı. Orada sıkılıyor, gitmek istemiyor, zorla gönderildiği için her türlü acitasyonu yapıyordu. Annesi onu rahat ettirebilmek için ne kadar uğraşsa da başarılı olamıyordu.
Hakan ona geri mesaj gönderdi 'Prensesim, biraz abartmışsın, sadece bir haftalığına gittin'. Sudem'in mesajı gecikmedi.
'Bana bir ömür gibi geliyor'
'Dört gün daha sabret, annene ayıp etme'
'Dedem gibi konuşma yaa'
'Oğlu olduğum için olabilir mi?'
'Amca seni çok özledim'
'Bende özledim ama bana vicdan yapma küçük hanım, işe yaramayacak'
'Off birazda babamın üzerinde çalışayım bari olmadı Bora amcamı denerim. Öpüyorum seni, harika adam'
Hakan bir kolunu aşının arkasına alıp, tavana dikti gözlerini. Sudem'i düşünüyor ve farkında olmadan yüzü gülüyordu.
-Hakan seni gören az önce sevgilinle konuştuğunu sanır.
-Gel sana sevgilimi göstereyim.
Telefonundan galeriyi açıp Sudem ile çekilmiş resimleri göstermeye başladı. Her yerde beraberlerdi, bir sürü anıları vardı. Beraber çok eğlendikleri belli oluyordu. Sırası geldikçe Doğan ve Bora'nın resimlerini de gösterdi.
-Sudem çok güzel bir kızmış.
-Annesine benzer, o da güzel bir kadındır.
-Neden ayrıldılar?
-Aslında belirli bir nedeni yok. Birbirlerine uyum sağlayamadılar. Abim deli doludur, o sakin. Abim hep dışarıda olmak isterdi, o evde olmayı severdi. Çok zıt karakterleri vardı, orta noktayı bulamadılar.
-Peki Bora, o evli mi?
-Değil. Bahanesi, onu anlayan bir kadın bulamamış.
-Uzun zamandır mı arkadaşsınız?
-Kendimizi bildik bileli beraberiz. Bizimkisi arkadaşlıktan çok öte. Doğan'la bile bu kadar beraber olmamışızdır.
Hakan gözünü resimlerden ayırıp başını yana çevirdi. Ece ile burun buruna geldiler. İçinden deli gibi onu öpme arzusu uyansa da kendini tuttu. Eğer öperse duramazdı ve her şey mahvolurdu. Bu etkiden kurtulabilmek için konuyu değiştirmesi gerekiyordu.
-Hadi sıra sende, arkadaşlarının resimlerini göster.
Ece "peki" diyerek telefonunu aldı. Hakan'ın çekim alanından kurtulduğu için biraz rahatladı. Bir tarafı deli gibi Hakan'ın onu öpmesini isterken bir yanı 'arkadaşlığını bozar, yapma' diyordu. Kendi çelişkisi içinde kıvranıp, vücudunun aşağıdan yukarıya ısınması ile baş etmeye çalışırken yine Hakan onu kurtardı.
Telefonundan resimleri açtı. Önce bahçesini gösterdi. Küçük çırağı Onur'un kapı önünde kitap okurken ki resmine baktılar. Sonra arkadaşları ile grup halinde çekilmiş resmi gösterdi.
-Bu Gonca, içimizde tek evli ve çocuklu olan. Bu Funda, özel bir şirkette yönetici asistanı. Bu da Aynur, hemşire. Bu, Gonca'nın eşi Selim ve küçük kızları Aslı.
-Siz nasıl tanıştınız?
-Gonca hamileyken tanıştık. Gonca ve ben daha eski arkadaşız. Kontrole gideceği gün, Selim'in işi çıktı ve beraber gittik. Gonca'nın doktoru, Aynur'un çalıştığı hastanenin doktorlarındanmış. Funda'nın da o dönem doktor bir sevgilisi vardı, onu ziyarete gelmiş. Aynı gün hepimiz aynı hastanedeydik ve tanıştık. O günden sonra iyi arkadaş olduk, hiç ayrılmadık. Zavallı Selim'de karısının hatırına hepimizle uğraşmak zorunda kalıyor.
-Birde kızı eklenmiş
-Aynen. Gonca, çalışmıyor, ev hanımı. Selim bu durumdan çok memnun, kendisine daha çok zaman ayırabiliyormuş. Funda, enerjisi çok yüksek bir kadındır. O da eşinden ayrılmış. İlişkilerini çok uzun sürdüremiyor en uzun ilişkisi üç ay sürdü. Aysun ise flörtözdür. Flört eder ama hiç erkek arkadaşı olmadı, kimseyle çıkmaz. Beni biliyorsun.
-Bu kadar farklı karakterler nasıl anlaşıyorsunuz?
-Selim'de hep aynı soruyu soruyor bize ama bilmiyorum. Birbirimizin açığını tamamlıyoruz herhalde.
-Resimlerden beraber çok eğlendiğiniz belli oluyor.
-Çookk. Benim yerimde Aysun olsaydı, birinci günün akşamı, evine dönmüştü. Funda olsaydı, ikinci gün seni yatağa atmıştı. Gonca, çoktan böreklerinin tadına baktırmıştı.
-Sen?
-Ben seni arkadaşım olarak seçtim ve mutluyum.
-O zaman arkadaşım, gidip yemek yiyelim mi? Karnım çok acıktı.
Ece zıplayarak yataktan çıktı ve doğru banyoya gitti. Hakan az önce onu öpmediği için bir kez daha kendini tebrik etti. Eğer yapsaydı, onu kaybedecekti, bunu istemiyordu. Ece'den ne kadar etkilense de ne kadar onu arzulasa da belli etmemeye karar verdi.
Birlikte yemek yiyip sahilde zaman geçirdikten sonra Hakan ona akşam ne yapmak istediğini sordu. Ece, dudağının bir yanını havaya kaldırarak lunaparka gitmek istediğini söyledi. Hakan , her ne kadar çocuk olmadıklarını, kırk yaşında insanlar olduklarını söylese de bir türlü Ece'yi vazgeçiremedi. Ece'nin içindeki çocuğu durdurmak imkansızdı. Hakan pes etmek zorunda kaldı.
En yakın lunaparkın nerede olduğunu öğrenip yola çıktılar. Ece, ne yiyeceklerinden hangi alete bineceklerine kadar heyecanla anlatırken Hakan, gerilmeye başladı. Bu geceyi sağ salim atlatabilmek için dua etti.
Lunaparkın kapısında arabayı park etti. Daha ilk girişte kocaman dönme dolap görünüyordu. Hakan derin bir nefes alıp yutkundu. Ece, çekiştirerek onu içeri soktu.
Ece, birinci kuralın pamuk şeker yemek olduğunu söyleyerek, pamuk şekerciden iki tane, biri mavi biri pembe şeker aldı. Mavi olanı Hakan'a uzattı. Hakan bir şekere bir Ece'ye baktı, onu kırmamak için aldı.
Önce küçük, tehlikesiz aletlerden başladılar. Hakan itiraz etmeden Ece'yi takip ediyordu. Dönmedolabın önüne gelince durdu. Ece çekiştirse de hareket etmedi. Hakan'ın nefesi hızlanmaya, alnında terler birikmeye başladı. Ece ondaki değişimden endişe duydu.
-Hakan neyin var?
-Ece, ben ona binemem
-Neden?
-Ben yüksekten pek hoşlanmıyorum.
-Yükseklik korkun mu var?
-Ben ona hoşlanmamak demeyi tercih ediyorum.
Ece yanaşıp, tam Hakan'ın önünde durdu. Başını biraz kaldırması, onun gözlerini görmek için yeterliydi.
-Ben sana güveniyorum Hakan, sende bana güven.
Hakan gözlerini sıkıca kapatıp başını öne eğdi.
-Ece yapma, ne olur. Sen bin ben seni burada beklerim.
-Ne ben seni nede sen beni yalnız bırakmayacağız. Sen bunu yapabilirsin. Ben sana yardım edeceğim.
Ece, Hakan'ın elini tutup çekiştirmeye başladı. Hakan "Ece" diye çaresizce inlese de, Ece onu duymadı. Kabine girip oturdular. Ece hala onun elini tutuyordu.
Kabin hareket etmeye başlayınca, Hakan gözlerini kapattı ve Ece'nin elini sıktı. O kadar çok sıkıyordu ki kızın parmakları birbirine yapıştı. Hakan'ın korkusu çok kuvvetliydi. Kalbi deli gibi atıyor, alnından terler akıyordu.
Bulundukları kabin en üst noktaya gelince durdu. Asıl amaç insanlara biraz manzara seyrettirmekti ama Hakan ecel terleri döküyordu. Ece onun iki elini birden tuttu.
-Hakan, bana bak
-Yapamam Ece
-Sadece bana bak, gözlerime bak. Bunu yapabilirsin.
Ece parmaklarını onun parmaklarına kenetledi. Güven vermek için sıkıca tuttu. Hakan gözlerini biraz açıp tekrar kapattı.
-Ece, çok yüksek
-Bana bak, sadece bana
Hakan derin bir nefes alıp alt dudağını ısırdı. Yavaşça gözlerini açıp Ece'nin gözlerine baktı. Yine ışıldıyordu. Ona destek vermek için elinden geleni yapıyordu ama Hakan'ın içindeki korku azalmıyordu. Öylece durup bakıştılar. Ece parmaklarını biraz gevşetti, Hakan daha çok sıktı.
-Bırakma, bırakırsan başaramam, düşerim.
-Bırakmam, düşmeyeceksin, yanındayım.
Diz dize, el ele, göz göze bir süre durdular. Konuşmadan sadece bakıştılar. Hakan için çok zor bir durumdu. (Bana öyle bakma Ece, sana aşık oldum. Allah kahretmesin, yerden bilmem kaç metre yükseklikte bunu kendime itiraf ediyorum)
(Gözlerini ayırma benden Hakan, ellerim ellerinin sıcaklığında kalsın, aşkımı hisset. Sevgini ver bana, ona ihtiyacım var)
İçlerinden birbirlerine olan aşk itiraflarını sadece kendileri duydu. Kabin hareket edince Hakan tekrar gözlerini kapattı. En alta inene kadarda açmadı. Dönmedolap durduğunda, görevli kapıyı açtı ve indiler.
Hakan'ın gömleğinin arkası terden sırılsıklam olmuştu. Yükseklik korkusunu atlatabilmek için çok uğraşmıştı ama başarılı olamamıştı. Hayatında iki defa uçağa binmek zorunda kaldığında abisinin yaptığı sakinleştirici iğne sayesinde yolu uyuyarak bitirebilmişti.
Ece çantasından kağıt mendil çıkartıp Hakan'ın alnındaki teri sildi.
-Ece...
-Hepimizin zayıf noktası var Hakan. Galiba seni çok zorladım.
-Sen çok farklı bir kadınsın, insana güç veriyorsun. Senden başka kimse beni bu alete bindiremezdi.
-Ben sadece elini tuttum
-Sadece elimi tutmadın, çok daha fazlasını yaptın (Sen kalbimi de tuttun, aldın Ece. Kalbim sana ait oldu.)
İçinden geçenleri dışa vuramamanın sıkıntısı ile yürümeye başladı. Arabanın yanına geldiklerinde, Hakan arabaya yaslandı.
-Şimdi ne yapmak istersin?
-Otele dönelim.