Hakan ve Ece beraber yemek salonuna indiler. Açık büfenin karşısına geldiklerinde birbirlerine "afiyet olsun" diyerek ayrıldılar.
Ece, tabaklarını tıka basa dolduran insanlara hayretle baktı. Bütün yemekler ve tatlar birbirine karışmış olan tabaklar içini bulandırdı. Böylesine karmaşık bir tabaktan asla yemek yiyemezdi. Kendi tabağını daha çok sebze yemekleri ile, yiyebileceği kadar doldurup boş bulduğu masaya oturdu. Etrafındaki insanları inceleyerek sakince yemeğini yedi.
Her masada ayrı bir tiyatro oyunu sergileniyordu. Çocuklu aileler, sürekli hareket halinde olan yavrularına bir iki lokma yemek yedirebilmek için adeta savaş veriyorlardı. Baş başa gelen çiftlerde vardı. Onlar daha sakindiler, sohbet edip gülüşüyorlardı. Kimisi çocuklu ailelere imrenen bakışlar atıyordu.
Eğer kendisininde düzgün bir evliliği olsaydı şimdi o da o aileler gibi çocuklarına yemek yedirmeye çalışıyor olabilirdi. İçini kaplayan hüzünle çatalını ve bıçağını tabağının yanına bıraktı. Ellerini çenesine dayayıp camdan dışarıyı seyretti.
Otuz dokuz yaşında, hayatının bir kadın olarak en verimli döneminde idi. Kendine yeten bir işi ve babasından kalan bankada hatırı sayılır bir parası vardı ama yalnızdı. Annesi babasının ölümünden sonra, ablasının yanına Amasya'ya yerleşmişti. O zamandan beri kendi hayat mücadelesini veriyordu. Boşandığı dönemde yanında sadece arkadaşları vardı, iyi ki de varlardı yoksa bu süreci tek başına atlatamazdı.
Aklına gelen tatsız anılar iştahını kaçırdı. Suyunu içip masadan kalktı. Resepsiyonun önünden geçerken yatak aklına geldi.
-İyi akşamlar, 102 numaraya ek yatak istiyorum.
-Tabii efendim, yatak durumunu kontrol edip sizi hemen bilgilendireceğiz.
-Tamam, ben odadayım.
Ece bu işi çözmenin rahatlığıyla odaya girdi. Terasa çıkıp tekli koltuğa oturdu ve ayaklarını sehpaya uzattı. Gecenin serinliği ürpermesine neden oldu ama şikayetçi değildi.
Ağustos böceklerinin sesini dinledi. Çoğu zaman rahatsız eden bu ses şu an kulağına şarkı gibi geliyordu. Dalgalar kıyıya vururken suyun şıkırtısı da şarkıya eşlik ediyordu. Büyülü gece ona şarkısını mırıldıyor, üzüntü ve sıkıntılarını tek tek zihninden silmeye çalışıyordu.
Hakan, Ece'nin yemekten erken kalktığını görmüş ve yorgun olduğunu düşünerek odaya gittiğini tahmin etmişti. Onu rahatsız etmemek için biraz sahilde dolaştı sonra otelin barına giderek bir kadeh içki içti. Saatin geç olduğunu fark ettiğinde yorgunluğunu da hissetti.
Hakan odaya girdiğinde odayı sadece yatağın başındaki küçük gece lambası aydınlatıyordu. Loş odada Ece'yi göremeyince banyoya baktı ama orası karanlıktı. Terasa çıktı. Ece tekli koltukta uyuya kalmıştı. Onu uyandırmak için koluna değdiğinde buz gibi olmuş teninden üşüdüğünü fark etti . Burada uyumaya devam ederse hasta olacaktı. Korkutmadan uyandırmaya çalıştı. Adını söyleyerek hafifçe dürttü.
Ece gözlerini açıp üzerine eğilmiş adamı görünce hemen toparlandı, kollarını kendisine sardı.
-Burada uyumaya devam ederseniz hasta olacaksınız.
-Ben... uyuya kalmışım.
-Hadi geçin yatağa yatın.
-Ek yatak istemiştim.
-Odada sadece bir yatak var, siz yatın ben yarın ilgilenirim.
-Siz?
-İdare ederim, hadi
Ece odaya girip bavulundan şort ve askılı atletini aldıktan sonra banyoya girip üzerini değiştirdi ve yattı. Pencereden baktığında Hakan terasta ellerini korkuluklara dayamış denize bakıyordu. İçinden 'geri zekalılar bir ek yatak getiremiyorlar ama bir odayı iki kişiye satabiliyorlar' dedi. Ece otel yönetimine bildiği bütün küfürleri saydırırken esnemesine engel olamadı sonunda göz kapaklarının ağırlığına dayanamayıp uykuya daldı.
Hakan, Ece'nin uyuduğuna emin olduktan sonra terastaki koltuğu içeri taşıdı. Dolaptan yedek yastık alarak kafasının altına yerleştirerek kendine olabildiğince rahat bir pozisyon aldı ve uyudu.
Hakan sabah uyandığında belinin acısıyla yüzünü buruşturdu. Eğer odada yalnız olsaydı kesin acı bir çığlık atardı. Sanki biri beline bıçaklar saplıyordu. (eğer bu yatak işini çözemezsem geri döndüğümde abimin ameliyat masasında yer ayırtmam gerekecek) Acıdan neredeyse gözünden yaş gelecekti.
Ece büyük ve rahat yatakta sere serpe uyuyordu. Ona bakınca kendi haline daha çok acıdı. Sessizce banyoya gitti. Banyodaki işini bitirip üzerini değiştirdikten sonra kitabını yanına alarak odadan çıktı.
Kahvaltı henüz başlamıştı. Günün en sevdiği öğününü hiç bir zaman atlamazdı. Bazen evde yalnızken akşam yemeği yerine kahvaltı yapardı. Her zamanki gibi doyurucu bir kahvaltı yapıp salonun teras bölümüne geçti ve az şekerli bir kahve söyledi. Buranın erken saatleri akşamı kadar güzeldi.
Kahvesini içip kitabını okudu. Arkasından terasa girip çıkan insanların seslerini duysa da oralı olmadı. Kitabını kapatıp sesli bir nefes verdi.
-Böyle oturmakla bu tatil geçmez Hakan Bey.
Arkadan gelen sesin sahibine dönünce Ece olduğunu gördü. Arka masasında oturmuş, çayı defteri ve kalemi önünde duruyordu.
-Peki sizce bu tatili nasıl geçirmeliyim?
-Eğlenerek, canınızın istediği her şeyi yaparak.
-Şu anki halinden memnunsam
-Sıkıcı bir adamsınız yani
Hakan sandalyesini Ece'ye döndürdü, ellerini birbirine kenetleyip masanın üzerine yasladı. Enteresan bir sohbetin başladığını düşünerek konuşmanın devamını merak etti.
-Sizce nasıl bir adamım, yani karşıdan nasıl gözüküyorum?
Ece gözlerini kısıp başını yana eğdi. Kafasında analiz yapmaya çalıştı. Kısa bir düşünmenin ardından aklından geçenleri söylemeye başladı.
-Avukat olduğunuza göre gününüz davalar ve hukuk kitapları arasında geçiyor. Bu da ister istemez sizi ciddi bir adam yapıyor. Etrafınızdaki insanlar yani çevrenizde sizin gibi. İyi bir semtte hatta müstakil bir evde yaşıyorsunuz. Evli değilsiniz çünkü yüzüğünüz yok ve burada yalnızsınız. Takıldığınız kadınlar sizin gibi ekonomik seviyesi yüksek, kalem etekli, beyaz gömlekli ve pahalı ince topuk ayakkabı giyenlerden. Gittiğiniz mekanlar ona keza yine öyle. Paranızı yatırımlarla değerlendiriyorsunuz. Çok fazla hobiniz yok çünkü buna vaktiniz yok.
Hakan dikkatle Ece'nin kendisi hakkında yaptığı yorumları dinledi. Yüzde yüz olmasa da yüzde doksan doğru tahmin etmişti ki bu da yüksek bir başarı oranıydı.
-Demek bu kadar sıkıcı bir adamım.
-Bilmem, öyle misiniz? Ben sadece tahminde bulundum.
Garson yanlarına gelip boş bardakları alırken Hakan "Bir çay daha?" dedi. Ece memnuniyetle kabul etti. Hakan ile sohbet etmeye başlamaktan mutlu olmuştu. İnsanı rahatlatan, yormayan bir tavrı vardı.
-Aslında tahminlerinizin çoğu doğru. Mahkeme salonları içinde geçen bir hayat insanı ister istemez ciddi olmaya zorluyor. Çevremdeki insanlar aynı benim gibi yani doğru tahmin. Evet paramı yatırımlarla değerlendiriyorum, bu da doğru. Sadece bir tane hobim var, ona bile çok zaman ayıramazken bir ikincisine gerek duymadım. Evim, boşanmadan önce sizin de dediğiniz gibi müstakil bir evdi ama şimdi şehrin içinde bir aile apartmanında yaşıyorum ve bundan çok mutluyum.
-Pardon, boşandığınızı düşünmemiştim.
-Bende boşanacağımı hiç düşünmemiştim. Ta ki karımı ve iş arkadaşımı yatak odamda basana kadar.
Hakan uzun zaman bu cümleyi kendine bile söyleyememişken hiç tanımadığı bir kadına bir çırpıda rahatlıkla söylediğine inanamadı. Bir anda ağzından çıkmıştı ama iyi hissettirdi. Sanki midesini bulandıran zehirli maddeyi dışarı atmış gibi rahatladı.
Ece yeni gelen taze çayını garsondan aldı ve şaşkınlıkla Hakan'a baktı. Kadındaki cesarete bak diye düşünürken kendi yaşadığının bir farkı olmadığını fark etti.
-Benden daha şanslıymışsınız. En azından karınızı karşı cinsten biri ile basmışsınız.
-Nasıl yani?
-Bir gün eve erken geldim. Kapıda eşimin ayakkabıları ve yanında yabancı bir erkek ayakkabısı vardı. İçeriden sesler geliyordu. Yatak odama girdiğimde kocamı, yani eski kocamı, başka bir adamla yatakta buldum.
Hakan duyduğu hikayenin dehşetiyle gözleri kocaman açıldı sonra durumun iğrençliğini düşünerek yüzünü buruşturdu. Neden Ece'nin ona şanslı dediğini anladı.
-Peki ne yaptınız?
-Sizin yaptığınızı. İyi bir avukat buldum, boşandım.
Ece, Hakan'ın yüzündeki dehşet ve iğrençlik arasında gidip gelen ifadesine güldü.
-Bende ilk zamanlar, şu anda sizin yüzünüzde değişen ifadeler gibi duygular arasında gidip geldim. Yataktaki bir kadın olsaydı inanın daha kolay olurdu. Bağırırdım, ortalığı yıkardım, belki kadını parçalardım ama karşımdaki erkek olunca bunların hiç birini yapamadım. Yani tüm duygular içimde patladı. Tek celsede boşandık. Ben yalnızlığım, kırılmış kalbim baş başa kaldık.
-Ne zaman oldu bütün bunlar?
-Neredeyse iki sene olacak.
-Nasıl atlattınız peki? Yaşadıklarınız bir kadın için oldukça ağır bir durum Ben Bir erkek olarak bile 'bende ne eksik vardı' diye düşündüm.
-Ben kendimde bir eksiklik var mı diye düşünmedim. Sonuçta eşimin tercihi, bendeki eksiği açık olarak ortaya koyuyor.
Hakan, bu cevap karşısında gülümsedi.
-Arkadaşlarım el birliği ile beni psikoloğa gitmem için ikna ettiler. Bir kaç ay düzenli olarak gittim de. Sonra duygu ve düşüncelerimde hiç bir değişiklik olmadığını fark ettim. Hala kabuslar görüyordum, hala rüyalarımda bilmediğim bir el boynumu sıkıyordu. Artı olarak her seans o kadına bir ton para ödüyordum. Bir gün o lüks muayenehaneye gittim, ağzıma ne geliyorsa kadına saydım ve çıktım. Başarısız psikolog maceramdan sonra kendimi işime adadım. Yani az önce size anlattıklarımı, bir ton para ödediğim doktora anlatamadım.
-Vizite ücretini sonra alırım.
Ece, kahkahasını attı. Anlatmanın, içini boşaltmanın verdiği rahatlık vardı. Gerçekten içten gülüyordu, samimiydi. Hakan'da onun gülüşü karşısında kayıtsız kalmadı.
-Peki siz anlatın bakalım avukat bey, ne zaman boşandınız, nasıl atlattınız?
-Benim boşanmam sizinki gibi kolay olmadı. Karşı taraf anlaşmalı boşanmayı kabul etmedi. Benden para kopartmak için her yolu denediler. Daha iğrenci, eşimin avukatlığını, üzerinde yakaladığım adam yaptı.
-Oha! Ay pardon, yüzsüzlüğün böylesi de görülmemiş.
-Maalesef
-Siz kendi kendinizi mi savundunuz?
-Hayır. Ortağım Bora'ya tüm vekaleti verdim. Hiç bir davaya katılmadım. Dava aylarca sürdü. Daha da sürerdi ama bir kaç hafta önce Bora, tüm açıklığı ile delilleri ortaya dökünce boşandım. Tek bir iğne bile vermeden.
-Ortağınız iyi bir avukatmış.
-Öyledir. Birbirimizin en özel hayatını öğrendikten sonra sizli bizli konuşmasak olur mu? Biraz garip duruyor.
-Haklısınız, yani haklısın.
-Sen ne iş yapıyorsun?
-Yazıyorum.
Hakan bezgin bir suratla Ece'ye baktı.
-Yani para kazanmak için ne yapıyorsun?
-Neden? İnsan yazı yazarak para kazanamaz mı?
-Ayda iki kitap satıp, kiranı, eklektiğini, suyunu mu ödüyorsun?
-Ama sen şimdi tüm yazarlara hakaret ettin
-Hayır, yazarlara hakaret etmiyorum. Onlara saygı duyarım, hatta hayal güçlerine hayran olduğum insanlardır. Bununla beraber hak ettikleri değeri almadıklarını düşünüyorum.
-Çiçekçi dükkanım var ama ben oraya dükkan demiyorum, bahçe diyorum.
-Bahçenin adı ne?
-Papatya. Temiz bir kalp, içten ve samimi duyguları ifade eder.
-Yoksa sende çiçekleri ile konuşan kadınlardan mısın?
-Hem de en sohbetlisinden.
-Peki yazmak için neden bilgisayar kullanmıyorsun?
-Öncelikle bunların şarjı bitmiyor ayrıca kağıt ve mürekkep kokusunu seviyorum.
-Çok romantik bir yaklaşım.
-Belki de
-Şimdi konunun başına dönelim. Bu tatili nasıl geçirmeliyim?
-Şu sözünü ettiğin hobin ne?
-Balık tutmak
-Böğğ
Hakan, Ece'nin tepkisine şaşırarak baktı.
-Ne demek böğğ
-Allah aşkına bana bunun eğlencesi nerede, söyler misin? Aşağıda balık, yukarıda alık duruyorsun, saatlerce. Sonuç, belki bir tane balık.
-Bunu bana çiçeklerle konuşan kadın mı söylüyor?
-O başka
-Tamam, akşam seninle balık tutmaya gideceğiz. Ne kadar zevkli olduğunu yaşayarak öğreneceksin.
-Başka işkence yöntemlerin var mı? Bunu soruyorum çünkü nasıl bir adamla aynı odada kaldığımı öğrenmek istiyorum.
Ece'nin bu ciddi sorusu karşısında gülmeye başladı. Karşısında, duygularını rahatlıkla ifade eden, aklındaki dilinde olan bir kadın vardı. Ece ile konuşmak çok eğlenceli idi. Tatilleri boyunca bunu sık sık yapmaya karar verdi.