Gonca'dan...
Eve döndüğümüzde annem didik didik niye hemen geldiğimizi araştırdı. Kendimi havalimanında magazincilere yakalanmış ünlüler gibi hissediyordum. Aklım yerinde yoktu ki cevap vereyim...
***
"Niye hemen geldunuz? Noldi Doruk?"
"Bir şeyi de merak etme tamam mı ana? Acil işlerim çıktı o yüzden geldik."
"Uuu sanki çalışiyda ettuğu laflara bak."
Annemle abim kavga etmeye durunca ben usulca odama kaçtım. Ömer ise bilmem kaçıncı kez arıyordu ama açmaya niyetim yoktu.
~Ömer:
• Açar mısın telefonu artık? Nişan için konuşmamız lazım Gonca.
Ben mi her şeyi çok kafama takıyordum yoksa insanlar mı fazlaca rahattı anlamıyorum? Öküzlük ettiğini anladığı için yanıma geldiğini sanıyordum ama o yaptığı öküzlüğü daha iyi bir öküzlükle kapatıp öyle gitti.
Nasıl bir insan olduğunu asla çözemiyorum. Bir gün iyiyse diğer gün kötü. Bir gün sıcaksa diğer gün buzdolabı kadar soğuk. Bu yola girdiğimizden beri bukalemun misali, her renge girdi. Bazen istemiyor mu diye düşünüyorum ama istemeyen insan herhalde etrafımda pervane olmazdı.
Zaten kendi derdimden Gül'ü de unuttum. Çantamdaki telefonumu alarak Gül'ü aradım. Ozan'ın durumunu hâlâ söylememiştim ama artık söylemem lazımdı.
"Heh! Nerdesin kızım sesin soluğun çıkmıyor?" dedim açtığı gibi.
"Bilmem, bence senin sesin çıkmıyor. Kabuğuna sinmişsin, bir şey saklıyormuşsun gibi." dedi imalı şekilde. İçine mi doğmuştu acaba ondan bir şey sakladığım? "Bende zaten senden bir şey saklamamak için aradım. Ozan.." dediğim gibi lafımı kesti. "Ozan'ın sevgilisi olduğunu biliyorum Gonca." demesiyle utancımdan yerin dibine girdim. Gül öğrenmişti ve ondan sakladığımı biliyordu.
"Ben diyecektim bak valla."
"Ne zaman diyecektin Gonca? Ozan evlenince falan mı? Ya ben seni kardeş bildim, evime aldım, ailemin içine soktum, Ömer abi ile olman için elimden geleni de yaptım. Pekiyi sen, sen ne yaptın? Sen beni arkamdan bıçakladın."
"Sence de biraz fazla ağır konuşmuyor musun Gül?" dedim titreyen sesimle. İnsanın en yakınından böyle cümleler duyması çok ağrına gidiyordu. "Böyle bir şey nasıl söylenirdi ki? Bende aynısını yaşadım, ne hissettiğini iyi bilirim ama.." sözümü tamamlamama fırsat vermeden kesti.
"Aması yok. Sen nasıl olsa Ömer abiyle sözlendin, mutlu da oluyorsundur. Salak Gül'de Ozan Ozan diye ortalıkta dolanır değil mi? Hatta en yakını bildiği dostu da onu öylece izler."
"Yüz yüze konuşalım Gül. Böyle telefondan olmuyor. Şu anda saçmalıyorsun ve farkında değilsin biliyorum. O yüzden yüz yüze konuşalım."
"Benim seninle konuşacak bir şeyim kalmadı Gonca. Şimdi abim geliyor, izin verirsen kapatmam lazım." demesiyle telefonu suratıma kapatması bir oldu.
Bu kız kafasında ne kurup ne yaşıyordu? Ben incinmemesi için elimden geleni yaparken o ise kalbimi kırmak için ağzına geleni saydı. Neden derdimi kimseye anlatamıyorum? Niye insanlar beni anlamamakta zorluk çekiyor?
Ömer'e tavır koymaya çalışıyorum, geliyor dudağımdan öpüyor. Gül'e derdimi anlatmaya çalışıyorum, ilk suçladığı kişi ben oluyorum.
Herkesin kırılan bir kalbi varken benimkini taştan, betondan falan mı sanıyorlar? Oysaki benim de duygularım var, ben de herkes gibi etten bir insanım.
Bazen çekip gitmek istiyorum bu İstanbul'dan. Zaten yeterince kalabalık olan kalbim, bu şehrin de kalabalığı ile iyice daralıyor. Kafamı nereye çevirsem insan ve beton yığınları. Acaba insanlar bu betonların arasında kalmaktan mı katılaşmışlardı? Sanki her birinin duygusu alınmışta yerine buzdan kaleler koyulmuş gibiydi...
***
Kapımın çalınmasıyla düşünceleri beynimden sıyırdım, ama şimdilik...
"Gel abi." İçeri girdiği gibi avına odaklanan aslan misali yanıma gelip parmağımı eline aldı. "Nerde yüzüğün?" demesiyle bunun ciddi olduğunu anladım. "Ne yüzüğü abi?" dedim safa yatarak.
"Galadriel'in yüzüğü. Tövbe ya! Kızım ne olacak söz yüzüğünü diyorum."
"Ne yapacaksın yüzüğümü abi ya?"
"Bitti bu iş Gonca! Gidip geri vereceğim." demesiyle ellerimi arkama koydum. "Hayır abi vermeyeceğim."
"Ne demek vermeyeceğim? Sende gururda mı yok?"
"Yeter! Gurur diye diye başımı yediniz artık yeter ya! Karadeniz kadını ağlamaz, Karadeniz kadını kimseye taviz vermez, Karadeniz kadını asla yorulmaz... Yeter artık ya! Bıktım sizin şu dayatmalarınızdan. Ben Ömer'le evleneceğim ve buna sen de dahil kimse engel olamayacak. Tek hatasında insan sileceksek, ilk baş senden başlamalıydım değil mi abi? Yağız'la sevgili olduğumu bile bile Batu'ya benim adıma mesajlar çeken abi!"
***
Abimin kalbinin doğruluğunu bilirdim de, beyninin olmadığını bir sene önce öğrenmiştim. Sırf Batu'nun kardeşini beğendiği için, benim adıma Batu'ya mesaj yazıp kızın fotoğrafını istemişti. Ben günlerce hatta haftalarca Batu'ya vermediğim ümidi vermekle suçlanmıştım. Abim yazdı da diyemedim...
Çocuk seviyordu ve doğal olarak ona yazdığım için heveslenmişti. Kalbini kırmak istemiyordum. Bunun içinde elimden gelen her şeyi yapmıştım ama yine de kırılmıştı biliyorum.
***
"Yüzüme vur tamam mı? Sen zaten yüze vurmaktan başka ne bilirsin?" demesiyle kapıyı sertçe üstüne vurup çıktı. Zaten onun çıkmasıyla telefonumun çalması bir oldu. Yabancı numaraydı, tereddütle açtım.
"Buyrun!"
"Gonca, kızım ben Ömer'in yengesi Hüsna." Gül'ün annesi deseydin de tanırdım zaten Hüsna teyze! "He buyur Hüsna teyze."
Arkadan sesler geliyordu ama tam duyamıyordum. "Nasılsın kızım?"
"İyiyim, sizi sormalı?" dedim şüpheyle. Hüsna teyze beni arıyorsa illa ki bir şey diyecektir. "Bende iyiyim kızım. Söz yüzüğünüzde takıldı artık." dedi ve durdu. Fısıltıyla karışıkta olsa bir kaç cümle duydum. "Yenge desene yemeğe gelsinler hadi!"
Ömer! Bu Ömer'in sesiydi. Hüsna teyze de fısıldadı. "Sen niye aramıyorsun oğlum?"
"Ya yenge hadi dediğimi de sen!"
Kendisi niye aramıyor acaba? Yaptığı hatanın farkında olduğu için olabilir mi?
"Kızım bu akşam ailecek yemeğe bekliyoruz sizi."
"Ben aileme sorar, size haber ederim Hüsna teyze."
Ah Ömer ah! Aramız kötü ya şimdi, illa ki arı foluna çomak sokacak. Abim gelmezdi ki. Benim katır inatlı abim bırak gelmeyi, bizimde gitmememiz için elinden geleni yapardı.
Aşağı indim, herkese haber verdim. Abim beni şaşırtarak gelmeyeceğini söylese de, bizim gitmemize bir şey demedi.
***
Akşam olmasıyla beraber hazırlanıp Karanlıklar'ın evine geçtik. Sıcak ve hoş bir karşılama ile direk sofralara oturduk. Gül bana karşı soğuk davranıyordu. Görende onun aşkına karşılık vermeyen kişiyi ben sanardı.
"Ozan'da geliyormuş şimdi." diyen Şiyar Ağa'nın sözünden herkes bir gerildi. Hadi Gül'ü anladım da, Yiğit ve Ömer niye gerilmişti ki?
"Amca." diye lafa girdi Ömer. "Amca Ozan baba oluyormuş bilir misin?"
Gözlerim şaşkınlıktan ne kadar açılacağını bile unutmuştu. Bakışlarım elindeki çatalı yere düşüren Gül'e kaydı. Elleri titriyordu... Duyduğu bu cümle ile benim bacımın elleri titriyordu! Ağzındaki lokmayı zorla yuttu ve bakışları kaymaya başladı.
Ben sofradan kalkıp yanına koşana kadar, o çoktan yere düşmüştü. Herkesin başına üşüşmesi ile ortalık karıştı. "Sakin olun! Birazdan ayılır. Ömer, Yiğit yardım edinde odaya taşıyalım."
"Kızım! Kızım iyi misin kızım?" Ailenin korkusunu anlıyordum ama bir ara tıp bölümüne merak salıp bir kaç doktorla randevu ayarlayarak böyle ufak çaplı şeyleri öğrenmiştim. "E gız kız bayuldi. Oy doktor yok mi? Yetuşun, yetuşun kız bayuldi. Gonca ambulansi ara kızım. Oy herif arabayu getur bir şey oldi!" Annem ve onun sanatsallaştırdığı abartmaları... "Anne önemli bir şeyi yok, sadece biraz dinlenmesi lazım."
Ozan'ın kapıdan içeri girmesiyle gözünün içine baka baka konuştum.
"Şu sıralar onu üzen bir şeyler olmuş sanırım. İnsan mı desem yoksa hayvan mı?" Son dediğim kelimenin farkına varmamla beraber konuyu hemen değiştirdim. "Hadi yukarı taşıyalım."
"Hayvan mi? Evde hayvan mi besleysunuz?" Anneme ters bir bakış atarak artık durması gerektiğini belirttim.
"Önemli bir şeyi yoktur umarım Şiyar Ağa. Ben doktorum bilirsin, istersen bakayım."
Ozan'ın uzanan eline bir şaplak indirdim. "Mesleğini devam ettirdiğin gün muayene edersin Ozan. Üstüne vazife olmayan işlere karışma!" Herkesin şaşkın bakışları arasında Yiğit, Gül'ü kucaklayıp yukarı çıkararak çatışmaya son verdi.
Bende Gül'ün peşinden giderken Ömer içeride kolumdan tuttu. "Senin bu Ozan'la münasebetin ne?" demesiyle dondum kaldım. "Anlamadım?"
"Aşağıda adama soktuğun lafları anlamamak için salak olmak lazım herhalde."
Kolumu aşağı doğru çekerek kurtardım. "Sen benden hesap soramazsın tamam mı? Bu akşam yemeğe gelmem seni ümitlendirmesin Ömer. En kısa zamanda bu yüzüğü atacağım."
Öyle bir planım yoktu ama amacım birazda olsa burnunun sürtmesiydi. Arkamı dönmüş giderken kolumdan çekip duvara yasladı.
"Bu yüzük parmaktan çıktığı gün seni mahvederim." Kollarımı kurtarmaya çalışıyordum ama gücüm yetmiyordu. "Sen ellerimi serbest bırak bakalım kim kimi mahvediyormuş?" Güldü. Son dediğim cümlem hiçbir komiklik barındırmamasına rağmen güldü. O gülünce daha bir sinirlendim. Bu sinirle de yüzüne tükürdüm ve kollarımın özgürlüğünü sağladım.
"Hiç utanmadan bir de yüzüme bakabiliyorsun. O kurduğun cümlenin anlamını bilmiyordum Ömer. Eğer bilseydim oracıkta sıkmıştım kafana."
Bu akşam Ömer'den daha önemli işlerim vardı mesela Gül gibi... Kız daha az önce Ozan'ın baba olduğunu öğrenmişti. "Dur nereye gidiyorsun?" diyerek tekrardan kolumdan tuttu.
"Yaptığım edepsizlik için özür dilerim Gonca." Özür diledi... Buz dağının prensi Ömer bey benden az önce özür diledi.
"Yaptığın şeyi hemen affedemem Ömer. Seninle konuşmak bile istemiyorum."
"Bak bu akşamdan beri ne yüzüme bakıyorsun ne de benimle konuşuyorsun. Sen sustukça ben daha kötü oluyorum bu yüzden susma."
Demek ki suskunluğum bir çok şey anlatabilmiş. Konuşarak anlatamadığım çoğu şeyi susarak anlatmış olmam doğru taktik geliştirdiğimin kanıtı. O zaman bu yoldan devam... Cevap vermeden yol almak isterken yine izin vermedi. Sertçe kendine çekip, yüzümüzün arasında santimler bıraktı.
"Bir şey demeyecek misin Gonca?" Yine sustum ve sadece gözlerinin içine baktım.
"Gonca kime soruyorum? Bak eğer konuşmazsan yine öperim." Yine sustum. "İyi sen bilirsin." diyerek tam öpmek için yaklaştığı sırada Şiyar Ağa'ya yakalandık.
Boğazını temizleyerek 'ben burdayım' izlenimini verdi. Rezil oldum. Ömer'in bu aptalca hareketinden dolayı yerin yedi kat dibine geçtim. Başımı yere eğerek, izin aldım ve ayrıldım. "Ömer bu arsızlık ne oğlum? Babası içeride farkındasın değil mi?" dediğini duydum ardımdan.
Gül'ün odasına çıktığım gibi kapıyı kapattım. Yiğit'te oradaydı. "Sen gidebilirsin Yiğit." dememle ayağa kalktı ve kalktığı yere bakmadığı için, kafasını çeneme vurdu. "Özür dilerim, acıdı mı?"
"Of! Niye kalkarken arkana bakmıyorsun? Dişimi kırıyordun Yiğit."
"Valla farketmedim Gonca. Bakayım bir şey oldu mu?" demesiyle gözünün içine baktım. "Doktor musun?"
"Yoo!" dedi ciddi bir tavırla. "O zaman bakınca ne anlayacaksın?"
Son sözümle beraber bir kaç saniye öylece yüzüme baktı. 'Ne oldu?' dercesine kafamı salladım. "Senin gözlerin çimen yeşili mi? Hayatımda ilk kez görüyorum."
Konumuza bakar mısın? Ozan baba oluyor, Gül bayıldı, ben Ömer'le Şiyar amcaya yakalandım, abim benimle konuşmuyor... Ama konumuz benim gözlerimin rengi. Alkış tutmamak için kendimi zor eyledim. "Ya ne bakıyorsun öyle kızım? Gözlerin dikkatimi çekti sadece." demesiyle Ömer odaya damladı.
"Güzel göz görmek istiyorsan, kardeşinin ayılmasını sağlayabilirsin Yiğit. Malûm Gül'ün de gözleri çok güzeldir ya!"
Öfkesinden burnundan soluyordu. Ve ben bu öfkeyi kendi lehime kullanmaktan beri durmayacaktım. "Teşekkür ederim Yiğit. Gözlerimin güzel olduğunu herkes söyler, biri hariç!" diyerek atıfta bulundum tabii anlayana...
"Neyse bacım da uyandığına göre benim çok önemli bir işim çıktı, hadi Gül size emanet." diyerek kaçarcasına çıktı.
"Gül, uyandın mı bacım? Nasıl hissediyorsun kendini?" dedim ama Gül bakışlarını Ömer'e çevirdi.
"Yalnız kalabilir miyiz Ömer abi? Kimseyi istemiyorum şu anda."
Gözümle Ömer'e çık diyerek çıkarttım. Ömer çıktığı gibi Gül ayağa kalkıp bana sarıldı. "Ben özür dilerim Gonca. Senin hiçbir suçun yokken tüm öfkemi sana kustum."
Ellerimle başını okşayıp bende onunla beraber ağlamaya başladım. "Bunun sırası değil bacım."
"Gonca, Ozan baba oluyormuş." diyerek bağıra bağıra ağlamaya başladı. Sesi o kadar yüksek çıkıyordu ki, her an odaya birisi damlayabilirdi.
"Gonca ben ne yapacağım? Bu acıya nasıl dayanacağım? Bana akıl ver, bana yol göster." Kafasını omzumdan kaldırıp gözlerimin içine baktı. "Sen..." dedi. Zaten 'sen' diyince anladım. Bana nasıl dayandığımı soracağını anladım...
"Sen bu acıya nasıl dayandın?"
***
Dayandığımı nerden çıkartmıştı ki? Bu acıya göğüs gerebildiğimi nerden çıkarttılar? Günlerce döktüğüm gözyaşının haddi hesabı yoktu ama artık elimden bir şey gelmiyordu. Sevmeyi bilen kişi vazgeçmeyi de bilecekti. Ben vazgeçtim ve önüme baktım. Belki ardıma defalarca kez dönerek önüme bakmaya çalışmıştım ama sonunda başarmıştım. Böyle diyordum ama acaba sahiden de başarmış mıydım?
Her konusu geçtiğinde dolan gözlerimle acı bir tebessüm bıraktım Gül'e. Omuzlarımı yukarı kaldırıp, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi sıktım. "Alışıyorsun." kelimesi çıkabildi ağzımdan sadece. Başka söze gerekte yoktu ya bence. Alışıyorsun cidden. Acıya, sızıya, yürek yangınına alışıyor insan. Alışmayacakta ne yapacak?
***
İçeri dan diye giren aileyi görünce ikimizde gözyaşlarımızı sildik. Hafifçe kenara çekilerek, onları baş başa bırakmak istedim. Hatta sonunda dışarı çıkmam gerektiğini anladım. İnsan bazen ağlayacak bir omuz olarak en iyisinin annesi olduğuna kanaat getirirmiş. Ben de Gül, annesinin omzuna yatınca dışarı çıkmaya karar verdim.
Ömer yine ve yeniden sülük gibi koluma yapışınca ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerimle sinirimi ona akıttım. Bakışlarım ne anlattı bilmiyorum ama ona bakmam ile kolunu kolumdan çekip irkilmesi bir oldu.
Derin bir soluk alarak yol almak istediğim de bugün bilmem kaçıncı kez izin vermedi.
"Gonca ne kadar daha böyle susacaksın? Bak öperim ha!" Gözlerimi kapatıp yumruğumu sıkarak diğer tarafa kaydım ama yine önüme geçti. Koyun can derdinde kasap et derdinde...
"Gonca yemin olsun ki yapışırım dudaklarına." Tehditlerine boyun eğecek kadar korkak değildim. Yine cevap vermeden geçeceğim sırada kolumdan kavrayıp hızlıca kendine döndürdü ve ulu orta yer demeden öpmeye başladı. Ama bu sefer donup kalmadım. Saniyeler içinde geri iterek tüm konağı ayağa kaldıracak seste tokat attım.
Konağın duvarları 'Ömer tokat yedi!' diye yankılanıyordu adeta... Ağzımı elimle sildim. "Bu yaptığın şey artık t.cize giriyor Ömer!"
Yediği tokatla sola savrulan yüzünü bana çevirmedi bilene. Öfkeden kasılmış çenesini görebiliyordum. Öfkelenmesi gereken asıl kişi benken onun öfkelenmesi ayrı bir komikti zaten!
"Ne istiyorsun benden? İkide bir öpünce eline ne geçiyor senin?" Bu seferde o bir şey demeden geçmeye çalıştı ama yol vermeme sırası bendeydi. "Nereye kaçıyorsun?"
"Bana attığın tokat değilde, o dediğin söz dokundu Gonca."
Sanki yanlış bir şey demiştim. Karşıdaki kişinin istemediği bir şeyi yaparak, ona izinsiz dokunmak o değilde neydi? Bu erkekler neden hep kendi pencerelerinden bakıyorlar tüm olaylara? Bir gün onların o tek taraflı penceresinin önüne duvar dikeceğim ve kendileriyle bakışmalarını sağlayacağım. Belki duvar duvara baka baka kendine gelirdi...
Ağzımı açtım cevap verecektim ki, telefonum çaldı. Hay ben böyle işin... Bu saatte niye arıyordu ki bu restoran? Ömer'e ters bir bakış atarak 15 adım falan ileri gittim.
"Buyrun Harun Bey!"
"Gonca hanım, yarın sizinle konuşmak ve denemek amaçlı restoranımıza bekliyoruz."
İşte bu! Sonunda güzel bir haber aldım. Burdan yol alırsam, dünya çapına açılabilirim. "Tamamdır, çok teşekkür ediyorum Harun Bey. Siz bu numaraya geleceğim saati yazarsanız eğer çok memnun olurum. Oldu o zaman, yarın görüşmek üzere... Size de efendim."
Yüzümdeki gülümseme ile arkama döndüğümde Ömer'i dibimde buldum. "Ay Allah seni kahretmesin!" diyip, baş parmağımla damağımı yukarı ittim. "Kiminle konuşuyordun sen? Harun kim?" Salak gibi sevincimi paylaştım. "Dünya çapında bir restorana aşçı olarak girebilirim Ömer." dedim parlayan gözlerimle.
"Bak sen! Böyle bir şey asla olamaz! Benim karım restoranlarda çalışamaz." demesiyle yüzüm düştü. "Sana soran oldu mu?"
"Biz bir yola girdik ve hayatlarımız birbirimizi yeterince ilgilendiriyor bence. Bu yüzden ara adamı, gelemeyeceğini söyle."
"Bir kilo domateste söyleyeyim mi? Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ne zamandır bunu bekliyorum ben. Şimdi çekil önümden!"
Yine yolumu kesti! Yine yolumu kesti!
"Ömer yeter!" diyerek çığlık attım. "Çık önümden artık yeter!" Çığlığımla beraber annemle babam hemen yanıma koştu.
"Gonca ne oldi kızım? Gonca habu sağa bir şey mi ettu?" Babamın sinirlenmesi gayet doğaldı. Bende olsam, bu duyduğum çığlığa karşı sinirlenirdim. "Bir şey mi ettun kızıma Omer? Çağurun polisleri! Oy ben habu uşaktan şikayetçuyum! Yetuşun komşular! Damat kızımı döviy!"
Döviy mi? Yav bu kadın bu akşam buraya gelmeden önce abartma sanatına mı çalışmıştı? "Kari dur daa! Ne dovmesu? O gada da abartma!"
"Dovmey da ne ediy? Kızım niye çığluk atiy o zaman? Gonca, anan gurban kızım. De bağa, niye bağurdun anan gurban?" Üstün yeteneklerimi kullanarak aklıma ilk geleni söyledim.
"Ya anne ne dövmesi ya? Böcek görmüştüm ben."
"Yalan diysın. Sen bocekten korkmazsun!" Bir şeyi de çakmasan ölürsün dimi anne? Kafa zehir bu kadının! Şimdi okula versek, yüksek lisansla bitirir. "Fareydi anne. Fareden tiksindiğimi biliyorsun."
"Fare bocek midur Gonca? Oy yetuşun komşular kızım aklunu yiturdu!" Yok yok! Bu kadın bizi rezil edecek. Ya bir insan her şeyi bu kadar mı abartır ya?
"Baba lütfen annemi götür. Bir şey yok, gördün işte. Hadi bizde kalkalım, zaten Gül'de uyandı."
"Uyandı mı?" diyerek duvarın arkasından öcü gibi çıkan Ozan'a baktım. "Ya sabır! Teker teker geliyorlar ya sabır!"
Ozan'ın yukarı çıktığını görünce sinirlerimin de aynı şekilde çıktığını anladım. "Sen nereye?" dedim tüm öfkemle.
"Doktorum ya, bir bakacağım."
"Sağa bir bakarum şimdu, feleğunu şasurursun! Bas git ula evune! Hayde, hayde!"
Kolundan tutarak kapıya kadar götürdüm. Ömer ise şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Ömer şu sözlünü al yoksa elimden kaza çıkacak."
"Neyim ula ben? Elimde kalacaksın yürü git! Ağa mısın ne fuşkisun yürü!"
Gerilen sinirleri daha da gergiye getirmek için mi gelmiş bu aptal? Her b.k olayda bir delikten çıkıyor hayvan! Ben Ömer'e öküz diyorum ama bu öküzlükte mastır yapmış.
Ya bir insan bakıştan bile anlar ya, tek bir bakıştan! Hiç mi görmedi Gül'ün bakışlarını? Hiç mi fark etmedi? Bu kadar mı kör bu adam?
***
Eve vardığımızda kendimi yatağa atarak dinlenmek istedim. Ama bu gün Gonca'ya dinlenmek haramdı.
𝙂𝙪𝙡 𝙖𝙧𝙞𝙮𝙤𝙧...
"Efendim Gül?" Nefes nefese kalmış sesi bir şeylerin ters gittiğini bangır bangır bağırıyordu. "Gonca!" dedi ve durdu. "Gonca Ozan evleniyor."
Farklı isimler, aynı kaderler... İkimizde sevdiğimizi başka kadınların koynunda görmeye mecbur bırakılmıştık. Bu kız daha ne yaşayacaktı? Daha bir kaç saat önce Ozan'ın çocuğunun olacağını öğrenmişken, şimdi ise evlilik haberi ile yıkılacaktı.
Gül çok seviyordu... O kadar çok seviyordu ki, aşkından kimseyi görmüyordu. O kasıntı adamda da ne bulduğunu asla bilmiyordum ya... Buzlar prensi Ömer, buzlar kralı ise Ozan'dı. Ama bence bizde bir alkışı hakediyoruz! Her seferinde kansız adamları bulduğumuz için bence yeterince tebrik edilmeyi hakediyoruz.
***
"Emin misin Gül?" dedim sanki olağan dışı bir şeymiş gibi. Adam çocuk bekliyor, tabii ki de evlenir!
"Adam davetiyesini bırakmış Gonca."
Ayıkla pirincin taşını Gonca Altun! Bunu burdan nasıl çevireceksin acaba? Top direğe vurmadı ki, top direk kalenin içine girdi. Penaltıya falan kalsa bir şansımız vardı ama o içine ettiğim top direk kaleye girdi. Ben o direkleri Ozan'ın müsait bir yerine sokmasını bilirdim ya ama neyse...
Zaten Ömer'in yeterince gözüne batmıştım, bir de bunu yaparsam iyice şüphe duyacak bana. "Düğününe gideceğim." demesiyle çok kötü bir örnek olduğumu anladım. Şimdi kıza nasıl gitme diyeyim?
"Saçmalama Gül."
"Sen saçmalarken iyiydi. Düğününe gideceğim ve gözlerinin içine bakacağım. Belki... Belki o kız ona büyü falan yapmıştır he Gonca?"
***
Umut insanı öldürürdü. Gül'ün umudu ise diri diri mezara koyardı. Bu nasıl umut kızım ya! Adam baba olacak, kadınla aynı yatağa zaten girmiş. Daha niye zorluyorsun be kızım?
Akıntıyı gördüğün halde niye dümeni ısrarla oraya çevirmeye çalışıyor bilmiyorum...
***
Gül'den...
Kafama dayanan silah ile kanım donmaya, ruhum bedenimden çekilmeye başladı. "Kardeşimi geri getir Şiyar Ağa!" sözüyle silah kafama daha sert bastırıldı. Canım acıyordu ama hissizleşmiştim. "S.çtınız düğünümün içine lan Karanlıklar!" bağırışıyla silah havaya doğru sıkıldı.
Ozan'ın kollarındaydım ama hiç istemeyeceğim bir pozisyonda. Bana karşı olan acımasızlığı ruhumu yeterince yaralamıştı. "Yerinde dur!" diye bana da öfkesini kustu. "Eğer kardeşimi geri getirmezseniz Gül'ü de alamazsınız!" diyerek geri geri çekilmeye başladı Ozan.
Beni de beraberinde getiriyordu. Babam, annem ve tüm Karanlık Aşireti... Biz iki aşiret, abimin yaptığı büyük hata ile karşı karşıya gelmiştik. Ve bu rekabette tek ezilen kişi ben olacaktım! Havaya sıkılan silahlar, bağırışlar ve feryatlar... Ben katilimin, duygularımın katilinin kollarında zindanıma götürülüyordum.
***
İçeri girer girmez beni yatağa fırlatıp, bir kaç saat önce evlendiği karısını güvene almak için başka bir eve yolladı. Kollarını yukarı sıyırarak gözlerimin içine baktı. "Madem düğün gecemi mahvettiniz, o zaman bana bunu sen telafi edeceksin küçüklük. Karımı koynumdan aldınız, o zaman sen gireceksin bu koyuna!" demesiyle nefesim sıklaşmaya başladı.
Bunu bana yapamazdı! Bir öfke uğruna bunu bana asla yapamazdı. Yatakta geri geri giderek kaçmaya çalışırken, sinirle yanıma gelip, parmaklarıyla bir çöpmüşüm gibi yatağa uzattı. "Hakkını vermenin zamanı geldi Gül." diyerek parmaklarını saçlarımda gezdirmeye başladı. "Biliyor musun aslında çok güzelsin!"
Ellerini saçlarımdan alıp, boynuma götürdü. Yavaşça kafasını eğerek, koklamaya başladı. " Çokta güzel kokuyorsun."
Ağlamak istiyordum... Sevdiğim adamın bana bu yaptığı şey için ağlamak istiyordum... Ben temizce severken, o üstündeki b.ku bana bulaştırmaktan korkmuyordu. Tek düşündüğü, sevdiği kadın ve bebeğiydi.
Bana daha fazla yaklaşınca gözlerimi sıkıca kapatıp ellerimle yatağın örtüsünü sıktım. Nefesi yüzüme değiyordu, hissediyordum. Sahiden bana dokunacak mıydı?
Daha fazla yaklaşıp, kulağıma fısıldadı. "Sana dokunacağıma, gider kendimi asarım daha iyi."
Sözüyle beraber neye uğradığımı şaşırdım. Benim kırık kalbimin sesini bu gece tüm İstanbul duydu da, bir karşımdaki adam duymadı... Ben Gül Karanlık... Sevdiğim adama kuma olarak gidip, hayatını zehir edecek olan Gül Karanlık...
ÜÇ HAFTA ÖNCE...