Mustafa'dan...
Zelal'in arabada düşürdüğü bilekliğini geri vermek için direk kaldığı odanın anahtarını isteyerek yukarı çıktım. Odada kimse olmadığını biliyordum, bu yüzden rahattım. Şimdi Suzan arabaya binse, bilekliği görse büyük kavga çıkardı. Çöpe atsam, belki de onun için önemlidir.
Kapıyı açtım ve pat diye içeri girdim. Ağlamaktan kızaran gözleriyle bir kaç saniye bakıştık. "Bilekliğini unutmuşsun." diyerek yere fırlattım. Tam çıkacakken, aklıma gelen şeyi de söyledim. "Altını da anamlarla bakarsın. Benim çok önemli işlerim varda!" dediğim gibi odadan apar topar çıktım.
Aksi gibi Suzan'da burda kalıyordu ve karşı karşıya gelmemiz sadece bizi zora sokardı. Otelden çıkmamla, Suzan'la karşı karşıya gelmem bir oldu. "Aa aşkım... Senin burda ne işin var? Yoksa beni mi görmeye geldin çapkın?" dediği gibi dudaklarıma yapıştı. Özlediğim tat... Muazzam dudakları...
***
Zelal'den...
Babaannemin bana olan hediyesini bir çöp gibi yere fırlattı. Hiç getirmeseydi daha iyiydi ya! Sinirle yerden alıp, rahatlamak adına camdan dışarıyı seyretmeye başladım. Gözlerimi kapatarak havayı bir süre içime çektim.
Hava almak iyi gelmişti. Camı kapatmak için gözlerimi açtığımda, aşağıdaki manzaraya bakışlarım kaydı. Mustafa ulu orta demeden, bir kadınla öpüşüyordu. Bunu... Bunu nasıl yapardı? Adımlarım beni geriye götürmeye başladı.
"Hayır! Hayır! Bu kadarını kaldıramam!" diye diye duvarın dibine kadar ilerledim ve sırtım çarptı. Demek ki bu yüzden bana iğrenç şekilde bakıyordu. Sürekli beni hor görüyor, giyimime laf atıyor, pasaklılıkla itham ediyordu.
Belki yanılıyorumdur umuduyla tekrardan camın önüne gittim ama hayır... Sarı saçlı, uzun bacaklı, fiziği mükemmel bir kadınla öpüşmeye devam ediyordu. "Allah belanı versin!" diyerek camı sertçe kapattım.
Sürekli mi havanın puslu zamanı bana denk gelirdi? Hadi beni sevmiyordu... Hiçte mi düşünmüyordu? Ya ailemden birisi görseydi? Ya onu o hâlde görseydi?
Dağılmaktan beter olmuştum. Umudum bile yorgun düşmüştü. Belki mutlu oluruz demiştim... Belki zamanla birbirimize alışırız diye düşünmüştüm ama yine ve yeniden yanılmıştım. Beni hiç sevmeyen, sevmeyecek olan birisiyle evlenecektim ve bir ömür geçirecektim.
Öyle ya da böyle bu evlilik olacak ve ben Mustafa ile evlenecektim! Bir kaç gün sonra Gül'ün düğünü vardı ve bir çılgınlık yaparak, dışarı çıkıp kendime şık bir abiye alacaktım.
Girdiğim ilk mağazadan elbise bakmaya başladım. Hepsi çok açıktı. "Buyrun hanımefendi. Nasıl yardımcı olabilirim?" diyen çalışana döndüm. "Ben... Ben birisinin düğünü için elbise bakıyordum da..." dememle çalışan beni az ilerideki reyona götürdü. "Bunu deneyebilirsiniz. Fiziğiniz harika ve eminim ki size de çok yakışacak."
İlk kez birisinden bu derece iltifat alıyordum. Elime tutuşturduğu elbiseyi giyerek, dışarı çıktım. Bana göre çok açıktı. Çekiştire çekiştire bir hâl olmuştu.
"Merhaba!" diye içeri giren adama kaydı bakışlarım. Beni bu hâlde görmesini asla istemiyordum. Ayaklarım birbirine dolanmaya başlamıştı.
"Buyrun beyefendi."
"Orta yaşlarda kadın için elbise bakıyordum da." dediği gibi çalışan "Nasıl bir elbise?" diye sordu. Adam bana bakıp, eliyle üstümü işaret etti. "Böyle bir şey olabilir."
Ne kadar rahattı... "Hanımefendinin üstündeki gibi olsun lütfen. Hatta aynısı olsun."
"O elbiseden elimizde sadece o kaldı beyefendi."
"Hmm!" diyerek adam yanıma geldi. "Bu kadına da cuk oturmuş elbise. Neyse sen bana yeni bir tane göster."
Elbise bakıyordu ama gözü sürekli bendeydi. Koşar adımlarla kabine girip, eski elbisemi üstüme geçirdim. Dışarı çıktığımda o adamda hâlâ oradaydı. "Karar verdiniz mi hanımefendi?"
"Bunu alacağım ben." diyerek elbiseyi uzattım. "Doğru seçim. Karadenizli misiniz?" diye soran adama döndü bakışlarım. Cevap vermek istemedim. "Yanlış anlamayın lütfen. Karadenizlilere benziyorsunuz. Daha geçen hafta oradaydım. Harika yerler."
"Hayır, Mardinli'yim." dememle eliyle ağzını kapattı. "Hiç Doğulular'a benzemiyorsunuz. Fazla açık tenlisiniz. Ve ayrıca çok güzelsiniz. Elbiseyi almanıza da sevindim. Tam üstünüze oturmuştu."
"Seni s.kmekten oturamaz hale getireceğim ben!" cümlesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Mustafa buradaydı. Beni nasıl bulmuştu? Takip mi etmişti?
Öyle adım atıyordu ki, bulunduğumuz mekan titriyordu sanki. "A.ına koduğumun iti! Demek tam üstüne oturmuş ha!" demesiyle sağ yumruğunu adamın sol gözüne doğru salladı. Çığlık atarak, elimle ağzımı kapattım.
"Utanmıyor musun lan başkasının karısına laf atarken ha!" demesiyle şok etkim iyice arttı. Benden karısı olarak bahsetmişti. Adamı yere düşürerek dövmeye başladığında güvenliklerde gelmişti. Ben ise hiçbir şey yapamadan sadece izliyordum.
"Bir daha söyle! Söylesene lan! Demek çok güzel ha! Benim karım çok güzel öyle mi?"
"Beyefendi polisi çağıracağım artık lütfen durun!"
Mustafa hiç kimseyi, hiçbir şekilde duymuyordu. "Açık tenli öyle mi? Neresine baktın lan karımın? Neresine baktın da bu sözcükleri ağzına alabiliyorsun? Bu gözünle mi baktın ona?" demesiyle elini adamın gözüne doğru sokmaya başladı.
Artık bir şeyler yapmam gerektiğini anlamıştım. "Mustafa dur! Adamın gözünü çıkaracaksın dur!"
Duymuyordu... Adam resmen kimseyi duymuyordu! "Nasıl, şimdi de görebiliyor musun güzelliği? Yoksa diğeri gözüne de aynı işlemi uygulayayım mı?"
"Ağğ tamam yeter! Yeter daha karına falan bakmam yeter!" Adamın feryatları kulaklarımızı doldurmuştu.
"Mustafa yeter artık yeter!" diye bağırmamla durdu ve kafasını kaldırarak bana baktı. Hızlıca ayağa kalkıp, kolumu sıkıca tuttu. "Seni mahvedicem oğlum! Bu yaptığının hesabını vereceksin!" diyen adam, acıyla yerde kıvranmaya başladı. "Yapmazsan adam değilsin lan! Sen de yürü gidiyoruz! Abidin sende temizle şurayı, beni uğraştırma!"
Kolumu kopartırcasına tutarak çekiştiriyordu. "Kolum acıyor!" desem de oralıklı olmadı. Arabanın kapısını açıp, ön koltuğun içine doğru fırlattı ve elleriyle kemerimi bağladı. " Göstericem ben sana tek başına dışarılara çıkmayı."
İdrak seviyem kapanmış, kepenkleri indirmişti. Şoför koltuğuna oturduğu gibi kontağı çevirdi ve gaza bastı. "Ne aldınız hanımefendi? Beğendiniz mi hep beraber?" dedi imalı şekilde. "Beyefendiler üstünüzde çok beğenmişti. Ben de mi görseydim acaba ya?"
Sesi öfke ve alay barındırıyordu. "Ben... Ben hiçbir şey yapmadım. Ablanın düğünü için elbise bakıyordum." dememle direksiyona vurmaya başladı. "Ve bunu elin adamlarıyla yapıyorsun öyle mi? Lan..." dedi ve arabayı kenara çekti.
Ben ise ellerimle koltuğu sıkıyordum. Dibime kadar girip bağırmaya başladı. "Lan adam göz göre göre sana yavşıyordu lan!"
Sesinin şiddetinden rahatsız oluyordum artık. Gözlerimi kapattım ve ağlamaya başladım. "Ağlama! Bir de hiç suçun yokmuş gibi sakın ağlama! Elin adamlarıyla mağaza köşelerinde fingirdeyipte sakın duygu sömürüsü yapma!" demesiyle bendeki tüm kotası doldu. Gözlerimi açtım ve ona çevirdim.
"Sen kendine bak!" diyerek, kolumla yüzümü sildim. "Sen otelin önünde elin karılarıyla öpüşürken sorun olmuyor dimi?" dememle benden uzaklaştı. Bunu diyeceğim en ufak detayıyla bile aklına gelmemiştir.
"Ne oldu Mustafa? Bundan sonra sen bana nasıl geliyorsan, ben de sana aynı geleceğim. Bir gün beni de otel önlerinde başkalarıyla öpüşürken ya da farklı şeyler yaparken görürsen sakın ola şaşırma!"
***
Hiç gelmeyen cesaretim, bedenime birden hücum etmişti. Az önce dediğim kelimelere benim kulaklarım bile inanamıyordu. Ezik büyümüş olabilirdim fakat gerçeği göremeyecek kadar salak değildim. Mustafa benimle evlenip, eski hayatına devam edecekti.
Zelal bu yandan yıpransın ama paşamız her gün sevgilisiyle yataklarda zevki sefa sürsün. Yok öyle dünya! Hele öyle bir şey yapmaya kalksın... Onu hiç görmediği Zelal ile tanıştırırım. Saf bir yanım olabilir fakat ben de bir insanoğluyum ve benim de sabrımın tükenen noktası var.
***
"Az önce ne dedin bir daha söyle?" demesiyle yutkundum. Zaten bir anlık cesaretle söylemiştim... "Ben diyeceğimi dedim, sen de duyacağını duydun. Şimdi bırak beni de otele geri döneyim!" dememle elini saçlarıma götürdü.
"Salaksın falan ama güzelsin. Biraz bakım yapsan fıstık gibisin."
Nefesi boynuma çarpıyordu. "Az önce dediklerini uygulamaya geçirdiğin anda hiç görmediğin Mustafa ile tanıştırırım seni." Sesi tüylerimi ürpertiyordu. Biraz daha yaklaştı ve kafasını tam boynuma gömdü. Dalga geçiyordu biliyorum... Bildiğim içinde çok ağrıma gidiyordu. Kafamı, boynuma gömüldüğü yere doğru eğerek rahatsız olduğumu hissettirdim.
"Güzelsin ama tipim değilsin. Pısırıksın!" dedi tükürürcesine. "Pasifsin... Hmm sonra başka... Pasaklısın. Kaç günde bir duş alıyorsun sen?" diye sorduğunda yerin dibine girdim. Pis mi kokuyordum? Oysaki her gün duş alırdım. Ellerini başının arkasında hizalayarak, koltuğa yaslandı.
"Gidebilirsin!" dediğinde bir pislikmişim gibi eliyle kapıyı gösterdi. Sinirli şekilde kapıyı açıp, sertçe de üstüne kapattım. "Hayvan herif!" diyip, elimdeki anahtarla yürüyormuş gibi yaparak baştan aşağı çizdim.
O öylece giderken, ben öylece yolun ortasında kaldım. Poşetimi küçülterek çantama koydum ve otele doğru yürümeye başladım. Az geriden gelen Abidin abiyi hissetmeyecek kadar salak değildim. Sözde yolun ortasında bırakıyor ama adamını da peşime takarak haberdar oluyor. Ne çeşit bir öküze rastladığımı hâlâ anlamış değilim.
***
Otele doğru yürümeye devam ederken söylenmeye başladım.
"Miran ne olurdu beni sevseydin?" diye mırıldanırken, bir araba direksiyonu önüme kırdı.