41. EZELDEN BERİ...

1323 Words
Mustafa'dan... Acı içinde yerde kıvranmaya başladım. Ufaklığımın başına gelenlerin haddi hesabı yoktu artık. Birisi üstüne basar, birisi dizini geçirir, diğeri de sıcak çay döker... "Zelal! Seni elime geçirirsem çok pis yapacağım!" diyerek ardından bağırdım. Suzan'da ölüm uykusuna mı yatmıştı? Bu kadar sese nasıl aşağı inmiyordu? Zorla da olsa tüm gücümü topladım ve ayağa kalktım. "Zelal! Kaçışın yok!" diye bağırdım ardından ama uzaklaştığı kesindi. "Hadi ama... Eninde ya da sonunda bulacağım seni Zelal! Kaçma bak... Daha döktüğün çayın hesabını vereceksin. Dosyan kabarıyor." Ani frenle önümde duran araca şaşkınlık içinde baktım. Camı indirdi ve yüzüme baktı. Bu... Bu Miran'dı! Yandan uzanan kafa ile şaşkınlığım ikiye katlandı. Miran gitmemiş... Zelal ise ilk fırsatta arabasına atlamış. "Oo karıcığım... Keyfi sefalarınız, rahatınız yerindedir umuyorum ki..." dedim dalga geçer ses tonumla. "Altına mı işedin lan?" diyen Miran'ın yüzüne baktım. "Ne saçmalıyorsun sen?" dediğim gibi gözleriyle işaret ettiği yere baktım. Zelal'in sinsi gülüşü elbette ki gözümden kaçmamıştı. "Çay döküldü!" diyerek kılıçtan keskin bakışlarımı arkadaki kadına çevirdim. Kıza sessiz sakin diyorduk ama içinden yıllarca sakladığı canavarını çıkartmıştı. Yani durmuş durmuş, o canavarın çıkış vaktini bana mı denk getirmişti? "Geçmiş olsun kardeş! O zaman ben Zelal'i evine bırakıyorum! Sen gönderdim demiştin ama kadınları şaşırmışsın herhal! Harem mi kuruyorsun mübarek?" demesiyle beraber camları yukarı kaldırdı ve Zelal'i almama fırsat bile vermeden çekip gitti. "Miran... Miran... Senin geçmişini dürücem Miran... Benim karımı benim evimden nasıl alıyorsun... Bunun hesabını vereceksin Miran!" Hızlı şekilde eve dönüp, yine aynı hızla üstümü değiştirdim ve Zelal'in kaldığı otele doğru yola çıktım. Sabah açar açmaz nikah işlemlerini halletmemiz lazımdı. Zelal'in, Miran'a olan bakışları tuhaftı. Ilık ılık bakıyordu... Bakarken içi titriyor gibiydi... Aşık gibi bakıyordu. Bu şerefsiz belki evliydi ama erkek çocuğu olmadığı için bir evlilik daha yapabilirdi. Zelal'de biraz salaklık vardı. Şimdi gider bu adama kuma olmayı falan kabul eder... Sonra ayıkla pirincin taşını... Otelin önüne vardığımda oda numarasını bildiğim ve otelin sahibiyle ortak olduğumuz için, hiç açıklama bile yapmadan direk yukarı çıkmıştım. Kapının önüne gelmemle birlikte yumruklarım ardı ardına sıralandı. "Aç şu kapıyı Zelal!" diyerek bağırdım. "Zelal aç kapıyı! Yaptıklarının hesabını vereceksin aç!" dememle kapının açılma sesini duydum ve geri çekildim. "Oo Zelal hanım! Siz başkalarını..." sözüm askıda kaldı. Çünkü karşımda Zelal değil, Berzan Ağa vardı. Böyle işi s.kiyim! Ne ara gelmiş bunlar? "Ne oluyor Mustafa? Kapımı kıracak kadar öfkelenmene sebebiyet veren şey ne oğlum?" diyerek hafif şekilde sesini yükseltti. "Siz beni yanlış anladınız efendim. Ben..." "Baba onun kusuruna bakma! Dün biraz sınırlarını zorladım, o yüzden sinirlendi." Arkadan gelen sesi sahibi 'Hakimiyet benim elimde' der gibi bakıyordu bana. "Nikah tarihi alacağız Berzan Ağa. O yüzden gelmiştim." Berzan Ağa saatine baktı ve ardından çatılı olan kaşlarını havaya kaldırarak bana baktı. "Bu saatte mi oğlum? Açılmış mıdır ki?" Güzel soruydu... Aslında ilk işim, Zelal'i pişman etmek olacaktı ama Berzan Ağa'yı gördüğüm ilk an ben pişman olmuştum. "Sen eyi misin oğul?" diyerek eliyle alnımı kontrol etti. "Hasta falan mısın? Hele doğruyu söyle bana! Bir derdin mi vardır?" demesiyle gözlerim doldu. Ben onun kızı için neler düşünürken, o ise evladıymışım gibi halimi hatrımı soruyordu. "Bundan sonra benim erkek evladım sensin oğlum. Bunu sakın unutmayasın iyi mi?" Yutkundum... Aklımda kızı için kurduğum planları hesaba katarak yutkundum. "Çok sağolun efendim. Şimdi sizin de izniniz olursa, ilk önce Zelal'le kahvaltıya gideceğiz." diyerek çok iyi niyetliymişim gibi kafamı yere indirdim. Zelal gittikten sonra Berzan Ağa kapıyı usulca çekti ve yüzünü yüzüme sabitledi. "Zelal benim tek evladımdır Mustafa. Onun kılına zarar gelse değil iki aşireti birbirine kırdırmak... Gerekiyorsa tüm Mardin'i ateşe veririm... Ve emin ol ki, bunu yaparken asla ama asla kimseden çekinmem! Ne senden... Ne de babandan... Ucunda ölüm dahi olsa yaparım bunu!" Berzan Ağa gemileri çoktan yakmış, limanı da ateşe vermişti. Kızını bize böyle kakalamaya çalışmasının ardından ailesinin gözünde değersiz olduğunu düşünmüştüm. "Zelal benim bu dünyadaki tek yaşama sebebimdir! Onun gözünden akan tek damla yaşta, onu üzeni hiç çekinmeden boğarım! Kızım iyi yere gelin gitsin... Ardı sağlam olsun diye size gelmesini istedim. Ama sakın... Sakın bu düşüncemin ardında başka bir şeyler aramayın! Verdiğim gibi çekip almasını da bilirim! Yok öyle gelinlikle girdiği evden kefeniyle çıkar sözü! İstemediğini, üzüldüğünü söylediği ilk an onu çeker alırım yanından!" diyerek eliyle yakamı tuttu. "Değil eşin olması... Değil gebe olması... Değil başka bir şey! Hiçbir şey kızımdan daha önemli değildir! Kendine çeki düzen ver Mustafa! Adımlarım gölgen gibi ardında! Geçmişini geçmişte bırakmayacaksan, evliliği kabul etmeyeceksin anladın mı?" demesiyle dondum kaldım. Berzan Ağa her şeyi biliyor muydu yoksa? "Bir çatı altına iki kadın sokmaya çalışırsan seni o evin çatısına gömerim!" Berzan Ağa'yı hayatım boyunca ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum. Dediklerine karşı bir şey diyemiyordum çünkü bir kız babasıydı. Babamın Gül için yaptıklarını düşününce her kız babasının böyle olduğunu düşünüyordum artık. "Emanetin emanetimdir Berzan Ağa!" diyip gerilmekten kopacak olan ipi ucundan da olsa tutmaya çalıştım. "Baba!" lafıyla Berzan Ağa elini yakamdan çekti. "Geldin mi güzel kızım? Hayde şimdi gidin de şu nikah işlemlerini halledin." Sözlerinin hedefinde Zelal olsa da, bakışlarının ucunda ben vardım. "Kızım sana emanettir Mustafa!" diyerek içeri girdi ve kapıyı kapattı. Çok pis gerilmiştim. Berzan Ağa'nın tehditleri değildi beni geren... Kızına verdiği değerdi. "Bir şey mi oldu Mustafa?" diye sordu Zelal. "Yok ya... Öyle dertleşiyorduk." Arabayı çalıştırdım ve en yakın restorana sürdüm. Sanki Zelal bugün daha özenli giyinmiş gibiydi. "Elbise yeni mi?" diye sordum. "Yok ya... Miran almış gelirken." demesiyle sinirden direksiyonu sıktım. "Ona mı kalmış sana elbise almak." Göz ucuyla üstüne baktım. S.ktiğimin herifi tam da bedenine uyanını almış bir de... "Bedeni de tutturmuş yani ha!" diyerek alayla karışık sinirli şekilde güldüm. "Bilmem... Hiç bu taraftan bakmamıştım." dedi gayet sakin şekilde. Sakin tavrı öfkemi harlayan ateş gibi üstüme üstüme geliyordu. Niye bu kadar sakindi bu kız? "Bir şey mi oldu?" diye sormaktan geri duramadım. "Yoo... Bir şey olmadı. Niye sordun ki şimdi bunu?" "Pek bir durgun geldin de gözüme. Hayır yani... Gören de seni dün gece ufaklığıma sıcak çay döken kişi sanmaz! Hâlâ yanıyor kızım... Bu kadar gaddar olmak zorunda mıydın?" diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştım ama Zelal'de tık yoktu. Burnundan soludu ve sükutuna devam etti. "Susmaya mı geldin yanıma?" "Ne bekliyorsun Mustafa? Bana yaptığın onca şeyden sonra yüzüne gülmemi mı bekliyorsun? 'Aa tebrik ederim canım kocacım! Başkasından bir bebeğin olacakmış, hayırlı olsun!' dememi falan mı bekliyorsun?" diyerek sitem etti. Haklıydı ama ben şu an çok ayrı bir kelimeye takıldım. 'Kocacım...' "Bir daha desene." dedim arsız şekilde. Gözüm yoldaydı ama kafasını çevirip bana baktığını görebiliyordum. "Algın da karakterin gibi çürük yani!" diyip lafını da soktu. Köyün en sessiz kızı bu muydu? Bu kadınların dili de sadece bana gelince mi açılıyor anlamıyorum arkadaş... "Kocacım dedin ya... Bir daha söyler misin?" dememle bir anlık bakışımla ağzının açık kaldığını gördüm. "Kapat kapat sinek kaçacak." diyip dudağımın tek kenarını kaldırarak güldüm. "Ağzımdan yanlışlıkla kaçmış olmalı herhalde. Yoksa ne sen bana koca olacaksın bu evlilikte... Ne de ben sana karı! Ayrıca o kadın da hayatından çıkacak!" demesiyle arabayı kenara çektim. Kemeri çıkarıp, bedenimi ona döndürdüm ve 'Hadi ya!' bakışı attım. "Suzan benim evladımı taşıyor Zelal! Eğer benimle evlenmek istiyorsan, sen bunu kabul edeceksin!" "Biliyorsun dimi?" dedi gözlerini kısarak. "Bu evliliğe mecbur olduğumu bildiğin için bana bunu koşul koyuyorsun. İyi o zaman... Sen evli olduğun hâlde o kadınla konuşmaya devam edersen, ben de aynı şekilde başka erkeklerle konuşmaktan, ilişki yaşamaktan geri durmam!" demesiyle belimdeki silahı alıp ateş edesim gelmişti ama kendimi zor da olsa tuttum. Çenemi sıkarak, dişlerimin arasından konuştum. "Ne dedin bir daha söyle?" dememle hiç çekinmeden tekrar etti ama daha yüksek sesle. "Diyorum ki! Sen o kadınla ilişki yaşamaya devam edersen, ben de aynısını yapmaktan geri durmam! Namus bir tek bize gelince mi kalıp içinde kalmaktan çıkıyor? Sizin namusunuz yok mu? Sen yaparken iyi de ben yapınca mı göze batacak? Göze göz, dişe diş Mustafa Karanlık!" diyerek 'hodri meydan' demek istedi. Tam ağzımı açtım bir şey diyecektim ki, korna sesiyle kafamı çevirdim. "Görmüyor musun lan dörtlüleri yaktım!" dememle beraber kornaya basmaya devam edince arabadan indim. Arabanın yanına gidip, camına vurdum. Kapı açıldı ve görmek istemeyeceğim o kişi aşağıya indi. "Vay it! Nerelerdesin lan sen?" diyerek boynuma atladı. Dayımın oğlu Mahir... Ezelden beri Zelal'e aşık olduğunu bildiğim Mahir... Neydi benim bu yaptığım? Kahpelik değilde neydi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD