Zelal'den...
"Miran ne olurdu beni sevseydin?" diye mırıldanırken, bir araba direksiyonu önüme kırdı. Ben ve hayatımın dinmek bilmeyen aksiyonları...
Araba tam önümde duruyordu ve adımımı nereye atacağımı şaşırdım. Sonra kapı açıldı... Bir adam... Yavaş şekilde ilk önce sağ ayağını dışarı attı. Bu ne böyle? Kendini naza çeken kızlar gibi...
Her şey ağır çekim ilerlerken, bir anda hızlıya geçip, adam aşağı indi. "Miran!" dedim tüm şaşkınlığımın ses tellerime yansıyan haliyle.
"Ne demek halledemiyorsunuz? S.ktirmeyin şimdi bana beceriksiz tarafınızı!" demesiyle telefonu kapatarak cebine koydu ve bakışlarını bana çevirdi. "Zelal sen ne arıyorsun buralarda tek başına?" diyerek sol gözünü kırptı.
Ona karşı olan duygularımın büyük bir kısmı körelse de, hâlâ ufakta olsa kalıntıları mevcuttu. "Kız dondun mu ne yaptın? Cevap versene!"
Zihnimi meşgul eden düşünceleri şimdilik kenara bıraktım. "Alışverişe çıkmıştım abi." dedim. Evet... Miran benden yaşça büyüktü ve bu yüzden abi demek zorundaydım. "Tek başına!" dedi kaşlarını yukarı kaldırarak.
"Evleniyormuşsun kızım. İnsan amca oğluna haber vermez mi ya?" diyerek elini omzuma attı. "Hayır yani... Buralara gelmesek haberimiz bile olmayacak. Atla da bari birlikte gidelim."
Daha buraya nasıl geldiğini bile idrak edememişken, omzumda hissettiğim eli ile dumura uğradım. Hayat benim için hep sürprizlere peyda olmuştu ve hâlâ bu sistem devam ediyordu.
"Zelal!" gibi kükreyen adam ile ikimizde arkamıza döndük. Hızını alamayan kamyon gibi üstümüze doğru yürüyordu. Miran'ın eli... Olamaz!
"Yavaş gel aslanım! Ne oluyor?" diyerek Mustafa'yı diğer boşta kalan eliyle durdurdu Miran. "Asıl size ne oluyor? Sen kimsin ve kolunun..." diyerek gözleriyle Miran'ın kolunu işaret etti. "Kolunun benim karımın omzunda ne işi var?" demesiyle yumruğu yüzüne indirdi.
"Miran!" diyerek elimle ağzımı kapatıp çığlık attım. Mustafa ne anladı bilmiyorum ama 'Miran' kelimesiyle yerinde öylece durup kaldı. Sendeleyerek geri geri gitti. Miran ise düştüğü yerden kalkıp Mustafa'ya dayağın karşılığını vermeye giderken, kendimi önlerine attım.
"Dur Miran! Sen de dur Mustafa! İkinizde olayları yanlış anlıyorsunuz durun!" diyerek ortalarına geçip, iki elimle göğüslerinden tuttum. "Miran benim amcamın oğlu." diyerek Mustafa'ya kaydırdım bakışlarımı. Sonra içime derin bir nefes çektim. Dünyanın tüm oksijenini çeksem de değişen bir şey olmayacaktı ya...
"Bu da benim sözlüm!" diyerek bu sefer Miran'a döndüm."
"Miran!" dedi Mustafa sinirden deliye dönen ses tonuyla. "Miran bu yani!"
Neyden bahsediyordu bu adam? Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine baktım ama duygu karmaşasından başka hiçbir şey göremedim. "Kardeş sen yanlış anladın." diyerek söze girdi Miran. Çünkü Mustafa'nın niye böyle yaptığını anlamıştı.
"Zelal benim amcamın kızı. Biz aynı konakta, kardeş gibi büyüdük." demesiyle evrende oksijen bırakmayacak kadar derince soludum. Zaten kardeşi olarak görmeseydi şimdiye onun çocuğunun annesi ben olurdum ya...
"Ne olursan ol! Benim karımın omzuna bir daha kolunu attığını görmeyeyim yoksa bu sefer tek yumrukla kurtulamazsın!" diyerek beni kolumdan tuttu ve çekiştirmeye başladı. Niye böyle yaptığını anlayamıyordum.
"Bana bak lan! Yumuşak yüzümü gördün diye kendini bir b.k sanma! Bırak kızın kolunu!" dedi Miran, tüm heybetiyle...
"Alışverişimiz bitmemişti, onu yapacağız. Tabi senin içinde sorun yoksa Miran Bey." diyerek dişlerini sıktı Mustafa.
Miran bakışlarını bana çevirerek, onay vermemi istedi. "Miran sen git, ben akşama gelince konuşuruz." dememle Mustafa'nın kolumu tutan bileği sıkılaştı. Eğer acıdığını belli etseydim Miran rahat durmaz ve çok büyük kavga çıkardı.
Peşinden sürüklenirken bile sesimi çıkartmadım. Ta ki Miran'ın arabası uzaklaşana kadar. "Bırak kolumu canım acıyor!" dedim artık acısına dayanamadığım için. "Ben senin canını yakacağım az kaldı. Miran demek ha! Meşhur Miran bu yani! Adımı karıştırdığın adam bu! Bir şeyler var... Bir şeyler var sende."
Arabanın içinde ben Mustafa'ya Miran demiştim dimi? Allah kahretmesin! Nasıl unutmamış bunu?
"Bin şu araca!" demesiyle bir hayvan gibi beni içeri fırlattı. Tam kapımı kapatacaktı ki, bir şeye gözü kaydı. "Arabaya ne olmuş lan? Lan biri arabamı çizmiş." demesiyle sinsi bir gülüş attım. Güldüğümü mü gördü bilmiyorum ama namluyu bana çevirdi.
"Sen yaptın dimi? Benden intikam almak için arabamı boydan boya çizdin!"
Evet yapmıştım ve inkâr edecek halim de yoktu. "İyi o zaman! Bunu hakettin!" demesiyle şoför koltuğuna oturup hiç bilmediğim sokaklara soktu bizi. "Otel diğer yolda kalıyordu."
"Otele gittiğimizi kim söyledi? Sizinkilerin memlekette işi çıkmış, herhalde Miran'la seni aynı evde bırakacak değilim. Bugünlük benim evimde kalacaksın. Hem elinden bir kaç parça bir şey yerim. Görelim bakalım... Şu Mardin'in öve öve bitiremediği yemeklerini..."
Tam benimle anlaşmaya çalışıyor diye düşüneceğim... Aklıma öptüğü o kadın geliyor ve gülüşüm anında soluyor.
***
Eve girdiğim anda büyük bir zevkle döşenmiş olması dikkatimi çekti. Her detayıyla özellikle ilgilenilmiş gibi... "Çok güzelmiş." demekten ağzımı alıkoyamadım. "İncelemen bittiyse mutfağa girde yemek yap. Midem kazındı."
Mutfağa girmemle yemek yapma isteğim artmıştı. O kadar genişti ki... Mustafa bana malzemeleri göstererek, köşedeki sandalyeye oturdu ve beni izlemeye başladı. Birilerinin bakışları altında yemek yapmaktan nefret ederdim...
"Kaburga dolması yapsana!" diyerek sandalyeye daha fazla yayıldı. "Bu saatten sonra mı?"
"Aynen öyle. Seni bekliyorum hadi."
Tam tamına 4 saattir ayaktaydım. Bu kadar geç sürede pişen bir yemeği bana neden yaptırdı anlamıyorum. Sonunda piştiğini haber veren fırın ile derin bir nefes aldım. Bir dakika soluk vermedi bana. Onu yap, bunu yap, şunu yap... Aşeren hamile kadınlar gibiydi...
"Bir de oturmadan pilav da yapsana. Ama arpa şehriyeli olsun."
"Ay yeter Mustafa! Orduya yemek yapmıyorum. Altı üstü bir sen yiyeceksin."
"Ben belki çok aç bir insanım... Belki doymak bilmeyen bir midem var!" diyerek ayağa kalkıp üstüme yürümeye başladı. "Hadi sofrayı kur artık. Pilavı da başka gün yaparsın."
Odaklandığım yerden gözlerimi alarak, sofrayı kurmaya başladım. Şu an yaptığımız şey çok saçma geliyordu bana. Sanki evlenmişizde, ben kocama yemek hazırlıyordum. Tamam... Mustafa kocam olacaktı ama dediğim gibi; olacak!
Her şeyi eksiksiz şekilde masaya koyduktan sonra, Mustafa yukarı çıkacağını söyledi. Herhalde üstünü değiştirecek ya da ellerini yıkayacaktı. Eksik bir şey var mı diye son kez göz attım. Sandalyeyi çekerek oturmamla beraber, tuzun olmadığını farkettim. Merdivenlerden gelen ayak sesiyle Mustafa olduğunu anladım ve çekinerekte olsa ayağa kalktım.
Ellerim önümde, başım yerde masaya oturmasını bekliyordum. Annemden böyle görmüştüm çünkü. Sofraya erkek oturur, kadın ayakta beklerdi. Eşi sofraya oturduktan sonra da o otururdu.
"Gel güzelim!" sesiyle başımı yerden kaldırdım. Gördüğüm manzara bana daha ne kadar küçük düşürülebilirim diye veryansın ediyordu. Mustafa otelin önünde öpüştüğü kadınla tam da bana doğru geliyordu. Adımlarım ben istemesem de geri geri götürüyordu beni.
Bunu bana yapamazdı... Bu kadarını bana reva göremezdi... Neden?... Neden?... Ne ya neden?...
Ben ona ne yaptım ki bana bu kadar öfkeli? "Gel güzelim, şöyle otur sen." Kadın sanki ağrısı varmış gibi hareket ediyordu. "Mustafa yoksa ayarladığım dediğin hizmetçi kız bu mu?" demesiyle yerin yedi kat dibinin de yedi kat dibine geçtim.
'Ağlamamalısın Zelal! Sakın! Kendini daha da küçültmemelisin!'
Mustafa gözlerimin içine bakarak konuşmasına devam etti. "Evet yavrum. Bundan sonra yardımcın Zelal'dir. Sen ne dersen yapacak, her isteğini yerine getirecektir. Ama işine tam manasıyla 1 ay sonra başlayacak."
Gözlerini gözlerimden ayırmadan zehir zemberek sözlerini saçtı. Sanki onun düşmanıymışım gibi hissediyordum kendimi. Bakışları... Duruşu... Konuşma tarzı... Hepsi birer kurşun gibi üstüme geliyordu. Birinden kaçsam diğerine mutlaka yakalanıyordum.
Her yaptığı hareketi bana bakarak yapıyordu. O kadını sandalyeye oturttuğu gibi, isminin hakkını vererek hem renginden hem de görünüşünden deniz gibi akan gözlerime bakarak dudaklarını kadının dudaklarına sabitledi. Eliyle de bana 'Git!' işareti yaparak çekilmemi istedi. Gitmekten başka çarem mi vardı ki?
Akan yaşlarımı silip arkamı döndüm ve çıkış kapısına doğru ilerledim. "Dur! Daha gitmene var Zelal! Hamile haliyle sevgilim mi yapacak servisleri?"
Elimdeki telefon yere düşerek paramparça oldu. Dakikalardır tutunabilmek için verdiği mücadeleyi o da kaybetti.