42. MUSTAFA & ZELAL ~ OZAN & GÜL. Aşkta gurur yoksa ben de asilik var! Sevmek yükse eğer ben de terazi var...

2253 Words
Mustafa'dan... "İstanbul'a geldin, bizi iyice unuttun hayvan herif!" Ne diyeceğimi bilmeden öylece sap gibi duruyordum. "Özledim lan hala oğlu!" diyerek kolunu omzuma attı. Ne diyecektim? Bunun izahını nasıl yapacaktım? "Dilini mi yuttun lan manyak? Bana bak Mustafa!" dedi ve önüme doğru eğildi. "Zelal'de buralardaymış lan." Eliyle yakasını düzeltip, ışıltıdan parlayan gözlerini bana çevirdi. "Ne zamandır buralarda zaten... Valla çok özledim kızı ya... Hele o iri gözleri..." dedi ve dudağını ısırdı. "Harbi burnumda tütüyor zalımın kızı!" 'Lütfen... Lütfen arabada kal Zelal! Lütfen sakın aşağı inme!' İçimden sürekli tekrar edip edip duruyordum. Ve o kapı ben istemesem de açıldı... O bacak ben istemesem de dışarı çıktı... Mahir'in yüzü hâlâ bana dönüktü. Görmemesi için yönünü çevirip, arabaya doğru yürüttüm. "Ne oluyor lan? Derdin ne oğlum? Hee... Senin arabada kesin biri var dimi? Tamam lan... Ben gidiyorum zaten. Sizin gibi daldan dala konmayı sevmiyorum. Bana Zelal'im yeter!" demesiyle o ses kulaklarımızı doldurdu. "Mustafa!" Mahir duraksadı... Gözlerini benim gözlerimin içine dikerek 'sakın Mustafa!' bakışı attı. "İki saattir seni bekliyorum Mustafa. Nikah tarihi almayacaksak eğer baştan söyle!" demesiyle beraber Mahir'in eli omzumdan aşağı düştü. "Mustafa kime diyorum?" Ses artık tam olarak arkamızdan geliyordu. Gözüm Mahir'in sıkılı olan yumruğuna kaydı. Gözleri de dolmuştu. Ben yüzümü Zelal'e dönerken o da aynı şekilde döndü. Gözleri kapalıydı çünkü bir ihtimalde olsa böyle bir şeyin olmamasını istiyordu. "Aa Mahir abi miymiş?" dedi Zelal... Onu çocukluğundan beri seven adama... Mahir yavaşça gözlerini açıp Zelal'in deniz mavisi gözlerine baktı. "Siz evleniyor musunuz?" sorusu ile kendimi ezilip büzülen bir çöp gibi hissettim. "Evet!" diyerek bir iç çekti Zelal ve bakışlarını ayakkabılarına indirdi. "Senle Mustafa... İkiniz evleniyorsunuz... Sen de evleniyorsun yani?" sorusunun üstüne ilk biletle buralardan çekip gidesim geldi. "Mahir valla gördüğün gibi değil hiçbir..." demeden elini havaya kaldırdı. "Size mutluluklar... Benim bir kaç işim çıktı." demesiyle arkasını dönüp arabasına bindi. Onu böyle bırakırsam eğer, bu kızgınlıkla her şeyi yapabilirdi. Zelal'i peşimizdeki adamımla yollayıp, Mahir'in yanına koştum. *** "Dayı oğlu hadi aç kapıyı lan!" diyip cama vurmaya başladım. Camı indirip, bağırdı. "Ne lan ne! Ne istiyorsun!" "Konuşmak!..." "Konuşmak?" dedi alay eder tavrıyla. "İyi o zaman gel konuşalım hadi..." Diğer kapıyı açarak içeri davet etti. Arabaya binmemle dikiz aynasının üstündeki Zelal'in fotoğrafıyla bakışmam bir oldu. Çekip alasım gelmişti onu ordan ama yapamadım... Karıma başka heriflerin bakışları dahi değmemeliydi. "Çek gözünü onun üstünden!" diyerek fotoğrafı ordan alıp, kalbinin üstündeki gömleğinin cebine koydu. "Anlat... Neler saçmalayacaksın bakalım!" Her şeyi baştan sona eksiksiz şekilde anlattım ama Mahir yine de bana hak vermiyordu. "Kabul etmeyebilirdin Mustafa! Vay be... Sevdiğim kadın herkesle evlenmişte bir benimle aynı cümle içine girememiş." Cebinden çıkarttığı fotoğrafı eline aldı ve bakmaya başladı. "Hepiniz ama hepiniz... Karı kız peşinde koşarken... Ben hep onun beni fark etmesini bekledim. Ama meğersem o çoktan başka limanlara demir atmış..." "Mahir ben de istemeyerek..." Sözümü kesti. "İstemeseydin evlenmeyebilirdin. İstemeseydin ne yapar ne eder bana ulaşır, sevdiğin kadına sahip çık derdin! Ama yok... Sen istedin Mustafa! Sen Zelal'le evlenmek istedin!" Her cümlesinde sesinin yükseklik ayarı artıyordu. "Bu yüzden s.ktir git şimdi!" Diyilecek söz kalmamıştı... Mahir sonuna kadar haklıydı. İsteseydim ona haber verebilirdim ama yapmadım. "Ha bu arada..." diyip beni inerken durdurdu. "Zelal asla senin gerçek manada karın olmayacak!" demesiyle sağ ayağım dışarı çıkmış pozisyonda bir kaç saniye bekledim. "Hani istemiyorum dedin ya... Zamanı gelince eniştemi ikna ederek Zelal'i ben alacağım ve buralardan gideceğim! Sende eşek gibi boşanacaksın ondan! En azından bunu reva gör bana!" demesiyle beynimden vurulmuşa döndüm. Ne demek karımı alıp buralardan gidecek? "Ağzından çıkanı kulağın duysun Mahir! Kimi nereye götürüyorsun sen?" "S.kerim geçmişini ha! Daha bir kaç ay önce beni arayıp baba olacağını söylemedin mi lan sen? Neyin koruma içgüdüsü bu? Evliliği de istemiyorum dedin. Derdin ne senin lan?" Aferin bana! İyi demişim! İyi b.k yapmışım! "O, o zamandı Mahir. Zelal öyle ya da böyle benim karım olacak ve hepte karım kalacak!" dememle o da aşağı indi. "İyi o zaman! Şimdi... Hep beraber gidiyoruz ve Berzan Ağa'ya başka bir kadından bebek beklediğini söylüyoruz! Madem bu kadar cesursun... Hayde düş önüme!" *** Mustafa hiç hesaba katmadığı Mahir'in gelişiyle hayatının şokunu yaşayarak, karısı olacak kadının elinden kayıp gidişini izleyecekti. Zelal ise günden güne daha güçlü bir karaktere dönüşecek ve sevilmenin ne olduğunu Mahir'in siyah gözlerinde görecekti. Ama... Ama Zelal zincirlerini kırarak Mustafa'nın onu her defasında küçük görmesine baş kaldırı mı yapacaktı... Yoksa kendini o zincirlere mahkûm ederek yaşamını bir çöpe mi dönüştürecekti? Dışarıdan her şey kolaydı da... İçeriye girince çıkmaz sokaklarla doluydu mahalle... *** Ozan'dan... "Kuzey!" demesiyle beraber durdum... Durdum çünkü bu adamın adını nerden biliyordu? Yavaşça üstünden kalkıp, kenara geçtim. "Sen nerden tanıyorsun bunu?" dedim yerdekini göstererek. Dediklerime cevap vermeden öylece yerde yatan adama bakıyordu. Yanına gittim ve kolundan tuttum. "Kime diyorum? Bana bak Gül!" diyerek silkeledim. "Ne yaptın Ozan?" Kolunu boş bir bakışla benden sıyırdı ve az önce soluksuz dövdüğüm adamın yanına koştu. "Kuzey! Kuzey uyan..." Kafayı yedirmek için bütün çabalarını gösteriyordu şu an bana. "Kuzey!" Son seslenişiyle beraber adam gözlerini açtı ve benim bile doya doya bakamadığım o mavilere uzandı. "Gül! Sırf şu gözlerini bir daha görebilmek için geldim onca yolu." dedi. Şimdi beni durduğum yerde kim tutabilirdi? "Ne diyorsun lan sen?" diye bağırarak dövmek için koşmaya başlamışken, Gül beni koluyla tutup itti. "Yeter artık yeter!" Çığlığı kulaklarımda yer edinmişti. "Yeter Ozan!" diyip ayağa kalktı ve göğsüme vurmaya başladı. "Ne istiyorsun benden? Yetmedi mi yaptıkların? Yetmedi mi eze eze çektirdiklerin? Bıktım... Bıktım Ozan... Senden de Aslanlar'dan da bıktım!" diyerek elleriyle yakasından çekiştirmeye başladı. "Ben nefes alamıyorum! Nefes alamıyorum artık! Boğuluyorum o evde! Gözümün içine baka baka karınla oynaşmalarından sıkıldım! Canımı mı istiyorsun?" dediği gibi bir çırpıda belimdeki silahı alıp elime tutuşturdu ve kendi eliyle de destek verdi. "Sık o zaman kafama! Sık Ozan! En azından her gün ölmektense bir gün ölürüm!" Zaten insan olan herkes dayanamazdı buna... Ve Gül'de dayanamamıştı. Silah kafasına dayalı bir şekilde dururken, ben sadece bana ilk kez bu kadar yakın olan mavilerine bakıyordum. Okyanus gibiydi... Tüm canlıları içine alabilecek kadar derinken, ben o okyanusu bir kaşık suya çevirmiştim. Şimdi de o su birikintisinde kendimi bulabilmek için çırpınıyordum... Ama o gözler artık eskisi gibi bakmıyordu bana... Eskisi gibi aşkla... Eskisi gibi özenle... Yan taraftan gelen darbeyle elimizdeki silah düştü ama ben hâlâ bir çift mavi gözde takılı kalmıştım. Kirpikleri o kadar uzundu ki... Sanki makyajla özenle uzatılmış gibi... Ne olduysa bir an da oldu... Gül hızlıca benden uzaklaşıp, o herifin yanına kaydı. Evet... O it yerden kalkarak Gül'ü benim yanımdan çekip almıştı. Elleriyle yüzünü tutup bakmaya doyamadığım mavilerine baktı. "Bir daha böyle bir şey sakın yapma! Çok korktum..." demesiyle Gül'ü bağrına bastı. Benim olana el sürdü! Benim olana dokundu... Hırs ve öfke gözüme perde indirmişti. Çenemin seğirmesiyle beraber, ani refleksle yumruğum adamın yüzüne geldi. Zaten dayak yemekten zorla ayakta duran it, tek yumruk darbemle yine yeri boyladı. Ben onu döverken Gül ise gözü yaşlı bir şekilde ilerlemeye başladı. Nereye gidiyordu bu kız? Üstünden kalktığım gibi peşinden koşmaya başladım. "Nereye kaçıyorsun? Daha sorularımı cevaplamadın?" Ben koştukça o da koşmaya başladı. "Koşturma beni güzelim... İkimizde seni yakalayacağımı iyi biliyoruz! Hadi... Lütfen yorma bizi... Bak sen de kaç gündür yoruldun..." Laf dinlemez inatçı keçi! İlla koşturacak beni... Aradaki mesafeyi kapatmak adına bir tık daha hızlı koşmaya başladım. En son belinden kavrayarak kendime doğru çevirdim. Çevirmemle beraber, yüzlerimizin arasında bir kaç santim kaldı. "Püü... Kızım toplasana şu saçlarını ya... Ağzıma girdi hepsi." "Bırak beni! Ne seninle ne de başkasıyla evlenmem ben! Gerekiyorsa o ipten aşağı asın beni ama sakın evlenmemi istemeyin!" demesiyle elektrik akımına kapılmışım gibi hissettim. Aşk bu değildi... Dar ağacına gitmeyi kabul etmek değildi sevmek... Ve Gül artık beni sevmiyordu... Pekiyi ben? Ben Gaye'ye hâlâ aşık mıydım? ... "Onu zamanında kabul edecektin! Baban sana sordu... Sahipte çıktı ama senin aklında nasıl bir plan varsa... Benimle evlenmeyi seçtin." "Mecbur bırakıldım!" diyerek bağırdı. "Hem ayağımın altındaki sandalyeyi çekiyorsunuz... Hem de beni kendimi öldürmekle suçluyorsunuz! Bu mudur benim hakettiğim muamele?" Haklı serzenişe sesimi çıkartamazdım ama yaptığı planları düşündükçe ona üzülemiyordum. "Aynen budur! Çünkü başka hiçbir şeye layık değilsin! Gören de seni sütten çıkmış ak kaşık falan sanar!" Tam tartışma alevlenecekti ki, Ömer'in sesiyle durduk. "Ne oluyor burda?" "Gül, iyi misin bacım?" Bu kızda mı gelmiş? Eksik kalsa şaşardım! Dili ayakkabım kadar vardı. O konuşmaya başladığı zaman bırakıp kaçasım geliyordu, o derece yani... "Gonca götür beni burdan." diyen kadına baktım. "Fuşki yiyen sağa bir şey mi ettu?" dediği gibi yanıma gelip, yakama yapıştı. "Ulan hayvan! Ulan pislik! Habu kızdan ne isteysın lan? İlla alnunun çatundan mi vurayim seni? Pişman olmadan geri dön Ozan!" demesiyle beraber kapıların ardı ardına yüzüme kapatılmasını izledim. Gül'ün bana olan bakışları her bir kapıyı yüzüme kapatıyordu ya da ben kapatmak zorunda bırakıyordum. Yakama yapışan kadını Ömer benden zorla ayırdı. Gözlerim hedefini şaşmamak üzere denizlere dikilmişti. Uçsuz bucaksız bir mavi... Gökyüzünün yansıması gibiydi. Ben ise o gökyüzündeki kara bulutlardım... Her defasında onu içime çekmeye çalışan kara bulutlar... "Gonca az dur kızım ya! Daha yeni iyileşti dikişlerin az dur!" "Bırak beni Ömer! Baksana hâlâ afkuruyor! Hâlâ bir şeyleri yıkmanın peşinde koşuyor. Sevmek mi ağır geliyor lan sana? Bu kızı sevmek mi ağır geliyor Ozan? Adam mı değilsin yoksa cesaretin mi yok bu aşka?" Gonca konuştukça ben yerin dibine giriyor gibiydim. Cımbızla seçip aldığı kelimeleri beni kalbimin orta yerinden vuruyordu. "Şerefsiz! Haysiyetsiz! Cibiliyetsiz!" Tamam yani bir kaç bir şey demesine göz yummuştum ama bu kadar da değil yani! "Ağzından çıkanı kulağın duysun lan!" diyerek üstüne doğru atıldım ama Ömer koluyla beni tuttu. "Geri bas Ozan! Almayayım façanı!" "Sahip çık o zaman şu lafını bilmeze! Elimde kalacak en sonunda!" dememle beraber Ömer'i öfke ele geçirdi. "Kim kimin elinde kalıyor lan! S.ktirme kendini bana! Laflarına dikkat et!" Yakama uzanan elini iterek, tartışmayı burda sonlandırmak adına Gül'ün yanına gittim ve kolundan tuttum. "Kimse ama kimse... Ardımızdan gelmeye kalkmasın! Herkes yolunu seçti ve bu evlilik öyle ya da böyle olacak! Gül benim karımdır! Bu da böyle biline!" dememle beraber ikisini de ardımda bırakıp arabaya doğru yürümeye başladım. Çaresiz şekilde ardımdan gelen kadının ses çıkarmaması dikkatimi çekmişti. Ama bu sessizlik fazla uzun sürmedi. Ömerler gözden kaybolduktan sonra kolunu benden hızlı şekilde çekip, yüzüme tükürdü. "Sana yazıklar olsun Ozan! Sana olan aşkımı görmüyorsun ya... Sana yazıklar olsun! Karım karım diyip duruyorsun da... Niye zamanında sana edilen teklifi kabul etmedin de beni günlerce stres altında yaşattın? Ben her gün ama her gün... O pislik kardeşin bana elini sürecek diye korkuyla yaşadım." demesiyle güldüm. "He yani korkuyla yaşadın öyle mi? Elini sürecek diye korktun öyle mi? Altına kendi isteğinle yatmadın öyle mi?" dememle beraber ağır bir tokat yedim. Ardından darbeler peş peşe geldi. "Sen ne diyorsun be? Ne diyorsun Ozan? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Pislik herif! Hayvan herif! Allah belanı versin senin... Allah belanı versin!" O vurdukça ben daha da sinirleniyordum. "Vurma bana!" desem de hiçbir şekilde beni duymayıp, bela okumaya devam ediyordu. Gözlerim kapalı şekilde bir defa daha "Vurma bana!" dedim ama yine durmadı. "Allah belanı versin! Belanı versin..." son sözü bu oldu çünkü ben günlerdir sadece bakıştığım o pembe dudaklarına yumulmuştum. Sükutu sağlamak adına yapmak istemiştim ama birbirine değen dudaklarımızdan sonra aldığım o tat... Gözlerimi kapatıp, anı yaşamama fırsat verdi. Öptükçe öpesim, bedenini kendime bastırdıkça bastırasım geliyordu. Bir elimle kafasını, diğer elimle de belini tutuyordum. Bu an hiç bitmesin istemiştim. Belki de eksik yanımın tamamlandığını hissettiğim için bu anın bitmesini istememiştim... Her ne kadar benden nefret etse de, bu hareketimden sonra onun da duyguları depreşmişti ve karşılık vermeye başlamıştı. Çok acemiydi. Yoksa ilk kez benimle mi öpüşüyordu? Evet... O bana hâlâ aşıktı... Beni hâlâ seviyordu... Bunun verdiği rahatlıkla beraber gülümsedim ve gözlerimi açtım. Mavileri kapalıydı... Kendinden geçmiş gibi duruyordu. Bir öpücükle aklımı başımdan almıştı hatun... Ya gerçekten karı koca olduğumuz gün... O gün ne yapacaktım ben? Aslında korkuyordum... Gaye'den başkasına aşık olacağım diye korkuyordum. Hele ki bu kişi; ardımdan hain planlar kuran kişi olunca daha çok korkuyordum. Elimi belinden çekip, kalçalarına doğru indirdim. Kendimi durduramıyordum resmen... Yolun ortasında yatak olsa da oraya yatsak diye geçiriyordum içimden. Kalçalarını sıkmamla beraber gözlerini bir anda açtı ve ne yaptığımı daha yeni fark ediyormuş gibi benden uzaklaştı. Sahiden ben az önce ne yapmıştım? "Ne yapıyorsun sen ne?" diyerek üstüme vurunca yine güldüm. "İki saattir öpüşüyorsun, şimdi mi aklına geldi ne yaptığım?" dediğim gibi dilimle dudaklarımı yaladım. Gözü bir anlık dudaklarıma kaydı ama hemen bakışlarını kaldırdı. "Bir daha beni sakın öpme Ozan!" diyerek arkasını dönüp arabaya doğru yürümeye başladı. Arkası dönük olsa da güldüğünü görebiliyordum. Ben ne ara bu kızı bu kadar çok tanımıştım? "Fazla gülme! Yoksa yine öperim bak!" dememle beraber yüzünü bana döndü. "O bir kere olur Ozan Aslan! Seninde dediğin gibi... Benden sakın kadınlık bekleme! Bu öpücüğü de benden çaldıklarına say!" dedi ama ne anlatmak istediğini anlamamıştım. "O zaman biraz daha mı öpüşsek?" dedim ve koşar adımlarla yanına vardım. Açtığı arabanın kapısını kapatıp, iki elimi arabaya sabitledim. Şu an tam da kollarımın arasında kalmıştı. "Ne dersin bu işe? Öpüşelim mi güzelim biraz daha? Ben daha doymadım da..." dedim arzu dolu sesimle. Bu daha iyi günleriydi. Ona her gün bu işkenceyi yaşatıp, gecesinde Gaye'min yanı başında uyuyacaktım. Her gün ama her gün umut vererek Gaye'nin varlığıyla onu rahatsız edecektim... O kurduğu planlarını onun boynuna dolayacaktım... "Kapat gözlerini..." dedim nefesimi boynuna üfleyerek. Oysa ki o zaten çoktan kendinden geçmişti. Şimdiden hoşuma gitmeye başlamıştı bu olay... "Şimdi kendini bana bırak güzelim. Rahatla... Ben seni rahatlatacağım..." diyerek elimle omzunu okşamaya başladım. Bedeni kendini salmış, gözleri derin bir yolculuğa çıkmak adına kapanmıştı. Yaklaştım ve dudağına bir buse kondurdum. "Şimdi gözlerini aç çünkü gerisi gelmeyecek!" dedim sert sesimle. "Bu evliliği kabul ettiğin her gün benden daha fazla nefret edeceksin! Çünkü benim evde bir karım zaten var!" dedim dudağımı yukarı kıvırarak. Açılan gözlerinin arkasında hayal kırıklığı vardı. O öpüşmeden sonra belki olabiliriz diye düşünmüştü ama ben onu o hayal kulesinin üstünden tepetakla düşürerek yere çakılmasını sağladım. Oysa ki bilmiyordum... Çakılan o olsa da, bu aşkın uğrunda ölecek olan bendim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD