18. FINDIK AĞAÇLARI...

2986 Words
Yıldız'dan... Eve geri girdiğimde içim rahat etmemişti. Günahını almak, gözümle görmeden inanmak istemiyordum. Ondan yarım saat sonra evden gizlice çıkarak kaldığı otele doğru geçtim. Keşke sadece varsayımlar ihtimalinde ilerleseydim. Otelin bahçesinde Baran ile Berfu'yu birbirine sarılmış halde bulmayı hiç tahmin etmiyordum. Aslında Baran'a da suç bulmuyordum. İnsan sevdiğinden bir an da nasıl vazgeçebilirdi ki? Ama vazgeçmiyorsa beni de kandırmasın! Madem ikimizi de aynı an da idare ediyor, o zaman parmağımdaki yüzüğün parmağımda kalmasına pekte gerek yoktu. Berfu'nun gidişinin ardından Baran'ın arkasına geçip sadece bekledim. Zor olan neydi? Zor olan evleneceğin adamın başka kadına aşık olması mıydı? Kalbim tam 30 yerinden bıçaklanmış gibi acıyordu. Baran "Berfu..." diyip arkasını döndüğünde beni görmeyi planlamıyor olacak ki, irkilerek geri çıktı. Yaptığım fedakarlıklara mı yanayım yoksa abimin beni soktuğu iğrenç duruma mı? "Yıldız..." dediğinde Baran'ın gözlerinin içine bakarak yüzüğü parmağımdan çıkarıp avucunun içine koydum. "Bitti Baran. Belki ben yanlış anladım, belki Berfu ile buluşmaya gitmemiştir diye düşündüm ama sen yine şaşırtmayarak ayaklarının altında beni çiğnedin! Gururumu, kadınlığımı çiğnedin! Ben daha fazla bu şekilde devam edemem! Ne olacaksa da olsun. Ben o kurşunun önüne kafamı da dayarım; ama bu kadar saygısızlığa katlanamam." Fazla söze ne hacetti? Gururum, silahın namlusuna alnımı dayatacak kadar büyüktü. Madem ki beni istemiyor, ben de aynı şekilde onu istemezdim. Arkamı dönüp giderken, gözyaşlarım bağımsızlığını ilan ederek yanağımdan aşağı süzülmeye devam etti. Suç sende aptal Yıldız! Aklı beş karış havada Yıldız! Belki birbirimizi severiz, alışırız diye düşünmüştüm ama gösterdi bana alışmayı. Çalan telefonumu elime alarak kimin aradığına bakmadan direk açtım. "Ne var ne oldu?" derken sesim biraz fazla yüksek çıkmış olabilirdi. "Sen nerdesin Yıldız? Odanda yoksun, nerdesin?" Yutkundum. Saat gecenin kaçı ve ben evde yokum. "A-abi. Abi ben şeye çıkmıştım." "Bana bak! Beni dellendirme ve hemen eve dön!" Kuzey abimden pek korkmazdım ama sinirlenince gözünün hiçbir şey görmediğini iyi bilirdim. "Abi sahile inmiştim." diyip aklıma gelen ilk yalanı söyledim. Çok sıkıldığım zamanlar sahile inip denizin karşısında bir mühlet oturur kafamı dinlerdim. "Ben sana kaç defa dedim Yıldız? Gecenin bu saati dışarı çıkma, her yer it kopuk dolu! Hava mı almak istiyorsun? Beni uyandırsana! Ben seni götürürüm biliyorsun." Doğru söylüyordu. Ne zaman bir şey istesem sorgulamadan yapardı. "Abi ben iyi değilim." dediğimde sesim istemeden de olsa titremişti. "Ben hiç iyi değilim. Her şey üstüme üstüme geliyor." "Tamam... Tamam kızmıyorum bak. Sen şimdi arabayı kenara çek, bana konum at tamam mı güzelim?" "Tamam." dedikten sonra telefonumu kapatmamamı söyleyerek onun gelmesini beklememi istedi. Ağlamayı sevmezdim ama içim dolduğu zaman da kimse beni durduramazdı. "Yıldız tamam kızım ağlama. Bir kaç dakikaya ordayım. Bak ağlamaya devam edersen passolig kartını almam sana." dediğinde sustum. Aylardır alsın diye köpek gibi yalvarıyordum. Gözyaşlarımı silerek "Passolig mi?" diye sordum. "Evet..." dedi kelimenin sonunu uzatarak. "Ama ağlarsan almam bak. Aha geldim, arkandayım." dediğinde dikiz aynasından selektör yakan arabayla gözlerimi kırpıştırdım. Telefonu kapatarak gelmesini bekledim. Kendi arabasını kitleyip hızlı adımlarla yan koltuğuma oturdu. Üstündeki montun çıkarttığı sesten hep nefret ediyordum. "Ya yine mi bunu giydin." dedim. "Abiyle düzgün konuş. Hem anlat bakalım derdin ne?" Uzaklara daldı gözüm. Hangi derdimi anlatsam? Furkan'ın yaptığı pisliği mi, Baran'ın sadakatsizliğini mi? "Evlilik mevzusu abi." "Yıldız istemiyorsan hemen bozalım bu işi. Bak... Biz 3 abin senin ardındayız." Şimdi gel de bu adama yüzüğü attım de! Anında beni başka ülkeye kaçırır hatta hepimizi. Ama atmıştım da yüzüğü. "Abi..." diyerek lafa başladığımda telefonum çaldı. Gözüm ekrana kaydığında 'Baran' yazıyordu. Anında abimle göz göze geldik. "Yıldız..." diyerek telefonu eline aldı. "Bu salak gecenin 1'in de seni niye arıyor?" Vereceğim cevabım dahi yoktu çünkü cidden saat 1'di. "Bilmiyorum." dememle telefonu açıp kulağına dayadı. "Ne var lan? Gecenin bu saatinde benim bacımı niye rahatsız ediyorsun. Kes! Töre dediniz, kabul ettik! Habu kızı bilama da olsa üzdüğünü duyarsam, Karadeniz'in hırçın dalgalarının arasında kıvırcık saçlarunu sallandururum!" dedi abim. Baran'ın söylediği cümleleri duymasam da, yüzük attığımızı abime demediğimi anlamıştır diye düşünüyorum. "Abi tamam... Bırak o üzmüyor beni." dedim son çare. İlla ki duymuştur dediğimi. Telefon Baran'ın suratına kapanmıştı. Rahat nefesle konuyu değiştirmek amaçlı "Maç kartımı çıkar, Fener maçına gitmek istiyorum bak! 2 ay sonra maçımız var." dedim. "Bu lavuk seni böyle sık sık arıyor mu?" Hey yavrum hey! Ben ne diyorum adam ne diyor? Konuyu değiştirmeyi bu sefer becerememiştim sanırım. "A-aramıyor tabii ki de abi." "Emin misin?" "Ay eminim! Sıkma beni ya!" "Tamam lan, gel buraya!" diyerek beni kolunun altına aldı. Benim için en güvenli yer; ailemin yanıydı. Üç abiyle büyümenin bütün avantajlarını da dezavantajlarını da kullanmıştım. Şımarık büyüdüğümü kabul ediyorum. Prenses gibi büyümüştüm, ne dersem de olmuştu. Gerçi pekte prenses görünümlü olmasam da... Abimle eve geçtiğimizde yatağa yatırıp, üstümü örttükten sonra başıma öpücük kondurarak "İyi geceler benim yeşil gözlü cadım." dedi. "Ya abi ya..." "Sus! Cadısın işte cadı!" dediğinde daha fazla uzatmayarak yatağın içine iyice sokulup "Sana da iyi geceler King Of The North!" dedim. Kapı kapandıktan sonra gözlerimi tekrar açarak tavana baktım. Yüzümdeki gülümseme bir an da solmuştu. Dertler derya olmuş üstüme üstüme geliyordu. Bildirim sesiyle komodinin üstündeki telefonumu aldım. BARAN - Yüzüğü verdin ama abine hiçbir şey dememişsin. Fırsatçı! Öğrendi ya bir kere, koz olarak kullanacak tabii. - Gece gece dayak yeme, gündüz gözüyle daha iyi olur diye düşündüm. Öyle laf sokulmaz böyle sokulur Baran bey! BARAN - Yıldız, yemin ediyorum ki Berfu ayrılmaya gelmiş. Yani ben ondan ayrılmıştım ama o son kez gelmek istemiş. Mesajı okuyunca yataktan doğrularak masa başı ışığımı açıp tekrar tekrar baktım. Ayrılmışlar mı? - Ayrılan insanlar birbirine sülük gibi yapışırlar mıymış? BARAN - Ben de beklemiyordum ama oldu işte. Yarın gel de yüzüğünü geri al. Koydun avucuma gittin. Ne yapayım ben tek taşı kızım? Parmağıma taksam anam prensesim diye sever beni. Mesajını okuyunca kıkırdadım. Ben nasıl bir gün yaşıyordum böyle ya? Hem ağlıyordum hem gülüyordum, hem üzülüyordum hem de seviniyordum. - İyi geceler Baran Ağa! Yüzükte sende kalsın! Son mesajımı da yazdıktan sonra telefonu uçak moduna alarak komodinin üstüne geri koydum. Gece 3'e geliyordu ve ben hâlâ ayaktaydım. Üstelik sabah bahçelere bakmaya inecektik. Dün yağan sağanak yağmurun ardından, arazilerde kayma var mı diye bakacaktık. Cidden Karadenizli olmak fazlaca zordu. Sabahın erken saatinde kalk bahçeye bak, hayvanlar ekinleri yemiş mi diye kontrol et... Bir de yazın bu işlerimiz iki katı olurdu. Senenin üç zamanı çay, bir kere de 10 dönümlük fındık arazisini toplardık. Çayımız fazla yoktu. Ben bazen gider, bazen de gitmezdim. Zaten Trabzon'da da çoğunlukla fındık yetişirdi. Gerçi bi Giresun fındığı kadar olamazdı ya... Yine de insanın kendi fındık bahçesinin olması harika olaydı. Sabah erkenden uyanıp herkesten önce fındık bahçesine inip araziyi incelemeye başladım. Neyse ki hiçbir fındık ocağında kayma yoktu. Sinorlarda yerindeydi. İyi ki ayağıma çizme giymiştim çünkü her yer baştan aşağı çamurdu. Arazimiz dik olduğu için, inerken de çıkarken de zorluk çekiyordum. Alışmıştım ama yine de zordu. Bir de çamur olunca, düşe kalka gittim. Hatta babam tek başıma buraya indiğimi görseydi çok pis bozardı beni. Son dik yere geldiğimde biraz yukarıda ki ağaca tutunayım derken ayağım kaydı k.ç üstü sert şekilde düştüm. Düşmekle de kalmamış, bir kaç metre aşağı yuvarlanmıştım. En son fındık ağacına çarparak durdum. "Of anam! Anam gittim anam! K.çım gitti, belim gitti, her yerim gitti of!" diye bağırdım fındık arazisinde. Canım öyle pis yanmıştı ki, kıpırdayacak halim kalmamıştı. Yattığım yerden "Baba!" diye seslendim fakat duymayacaklarını biliyordum. Yine de umuttu bende ki de... "Baba, anne, abi! Ay birinizde duyun beni! Of gittim ben! Ölüyom! Oy eliyrım da kimse duymay sesumi!" Bir kaç dakika ağlaya ağlaya yerimde yattıktan sonra yavaş yavaş gücümü toplayarak ayağa kalktım. Sol ayağım çok fazla acıyordu, bir de sağ bileğimi incitmiştim sanırım. Bunların hepsi Baran'ın ahı olsa gerek. Onun bileğini kırdım, aynısı başıma geldi. Ben ne edeceğim? Fındık arazisi bana, ben fındık arazisine bakıyordum. Ee şimdi nasıl çıkacaksın evin önüne Yıldız? Bizimkilerin uyanmasını beklesem, 1 saat daha burda kalırdım. Adım atmayı denedim ama canım cok acıdı. Fındık ağacına yaslanıp bir kaç dakika da öyle durdum. Sonunda niyet ederek ilk adımı ters yöne attım. Kestirmeden gitmek için seçtiğim yol dikti. Diğer yol daha düzdü, bu yüzden ordan ilerlemeye başladım. Adım attıkça ayağıma iğne batıyormuş gibi hissediyordum. Sağ bileğimle de dallara tutunmakta zorlanıyordum. Yavaş yavaş, ağlaya ağlaya yukarı kadar zor da olsa çıktım. Bahçedeki masaya kendimi atar atmaz bağırmaya başladım. "Yetişin! Eliyrım lan yetuşun! Anam çok acıyo! Her yerim kırıldı!" Bağırtılarım Sürmene'nin her karesine ulaşmıştır. "Baba! Ula kimse duymay mi beni?" Ve sonunda nihayet birisi sesimi duyup aşağı inmişti. Abim Trabzonsporlu pijamalarıyla karşıma çıkınca gülmek istesem de acımdan ötürü gülemedim. "Yıldız! Yıldız ne oldu sana?" "Abi düştüm..." diyip ağlamaya başladım. "Of abi! Her yerim kırıldı!" Kuzey abim doktordu ve hemen yanıma gelip vücudumda kırık var mı diye bakmaya başladı. "Kırık yok Yıldız. Bileğin incinmiş, ayağın da aynı şekilde ama yine de film çekmemiz lazım. Hadi hastaneye geçelim. Mesai saatime daha var ama yardımcı olurum sana." Abim kucağına almak istediğinde öyle bağırdım ki korkup geri çekildi. "Sen fındıklığa inmiştin dimi?" diye sinirle sordu. "Yıldız sana kaç kere dedik, şuraya tek inme diye?" "Abi derdim bu mu? Her yerim kırılmış benim..." Ağlamam devam ediyordu. Canım öyle acıyordu ki, bir yerlerimde kırık olduğunu düşünüyordum. "Ula noliy?" Sonunda çifte kumrular yanıma teşrif edebildiler. "Ne olacak? Sizin kızınız yine fındıklığa inmiş, gördüğünüz üzere de düşmüş." Babamla annem hemen yanıma koştu. "Oy anan gurban! Her yerun çamur olmiş. Kuzey kop oğlum, arabayu getur daa! Kardeşin eliy." *** Tam da tahmin ettiğim gibi, incinen elimin baş parmağı kırılmış. Belim de sıkıntı yoktu ama ayağım da çatlak vardı. "Yıldız çatlağın iyileşmesi 1.5 ay falan sürer. Kırığın da ortalama aynı zaman diliminde iyileşir. Yerinde durmuyorsun ki! Neyse ki belinde bir şey çıkmadı. Sana mı kaldı fındıklığa bakmak? Ben bakacaktım zaten." Gel de şimdi bunları dinle! Nerden indim oraya dedirteceklerdi bana kesinlikle. "Erken uyandım, bir bakayım dedim abi." "Abin hakli Yılduz. Ya daha fenasi olsaydu? Başunu da vurabilurdun." "Of anne, olmadı işte daa! Ayrıca babam nerde?" "Dışarıda ağlıyor." dedi abim ve ben şok oldum. "Ağlıyor mu? Neden ki?" derken ses tonum yavru kediler gibi çıkmıştı. "Seni koruyamamış diye." "Babanu bilmey misun Yılduz? Konu sen olunca gözunun yaşu habu kenarda bekley." Herkesi dışarı yollayıp babamı içeri çağırdım. Onun derdinin başka olduğunu çok iyi biliyordum. "Baba iyiyim işte, niye ağlıyorsun?" dedim, kafası yere eğik olan babama. "Ağlamayrum yav! Gözume toz kaçti." Gururuna da yediremiyor ağlamayı. Derin nefes alarak "Baba! Baran çok iyi birisi ve beni mutlu ediyor." diye yalan söyledim. İdris Reisi böyle görmek ağrıma gidiyordu. Kafasını yerden kaldırmadan "Yalan diysın." dedi. "Baba ben sana ne zaman yalan söyledim? Hem ben mutlu olmadığım yerde kalır mıyım hiç?" "Sen Trabzon'dan başka memlekette edemezsun." Bazen beni bu kadar iyi tanıdığı için ona kızıyordum. "Of baba! Dert ettiğin şeye bak? Ben Üniversiteyi İstanbul'da okudum. Öyle düşün." "Sen isteysın yani evlenmak?" Kafamı salladığımda kapı ardına kadar hızla açıldı. "Çekil Çınar! Hamileyim ben ya!" Eyvah geldi bizim ateşle barut! Yatakta aşağı doğru kayarak örtüyü kafama çektim. "Hamile olduğunu biliyorum karıcığım!" "Artık bana karım deme Çınar! Boşanacağız unutma!" "Boşanma yok Ela, unut onu!" "Susun ula! Haburda benum olduğumu unuttunuz herhalde!" Babam yerinden kalkarak "İyi dinlen kızım, habulari da az sonra dişari at!" diyerek odadan ayrıldı. "Yıldız! İyi misin güzelim?" "Çekil Çınar! İlk baş ben soracağım. İyi misin canım görümcem?" Örtünün altından yavaşça çıkarak bir yengeme baktım bir abime. Bunların kavgaları sittin sene bitmezdi. Gözlerimi kapatarak "Uyuyorum." dedim. "Hii! Aşk olsun Yıldız! Yeğenin seni görüyor, aşk olsun!" "Oy baba yer onu! Oğlum, sen halana bakma tamam mı? Ona sakın çekme! İnatçı olduğu için bu hâle düştü. Neyse... Şaka falan bir yana nasılsın güzelim? Yıldız..." dedi abim ve ellerini bana doğru uzatarak "Annem haber verince elim ayağım birbirine dolandı. Bak, hâlâ titriyor ya! Senin ne işin var sabahın köründe orda?" "Abi lütfen sık boğaz etmeyin beni ya! Olan oldu işte. Kuzey abim ilgileniyor zaten bizzat." Ela yengem yanıma oturarak "Ben de çok korktum Yıldız." dedi. Dolan gözlerini farkedince sağlam elimle elini tuttum. "Yenge sen gebesin. Kendini bu kadar üzme. Bak iyiyim işte. Bana bir şey olur mu he? Arazide ilk kez düşmüyorum ya..." diyip güldüm. "Doğru!" diyerek lafa atladı abim. "Geçen sene de sağ ayağını kırmıştın dimi?" diyip sinirlenince yengemle ikimiz güldük. Abim, yengemin yumuşak yüzünden yararlanarak baş ucuna oturup saçlarıyla oynamaya başladı. Yengem bana bakarak gözleriyle abimi işaret etti. "Hastaneden çık, biz de yengenle nikah tazeleyeceğiz." Ulan abi! Karnı burnunda kadına söylediğin cümlelere bak! "Sen beni erken doğurtturmaya mı çalışıyorsun Çınar? Hastanedeyiz diye sesimi çıkartmıyorum ama haddini aşma! Onu o fuşkileri etmeden önce düşünecektin!" "Kavganızı sonraya saklayabilir misiniz? Başım ağrıdı valla!" diyip ikisini de susturdum. Dinlenmek istediğim için odadan çıktıklarında daha uykuya dalalı 5 dk olmadan, kapı yine açıldı. Perihan ve abim bana doğru yürüyorlardı. Şimdi bu hastane odası beni gerdikçe kalmak isteğim iyice kaçıyordu. Hadi abimi anladım, ne de olsa aynı kanı taşıyoruz ama bu kadın hangi yüzle geliyordu buraya? Abim, Perihan'ın elini bırakarak hızla yanıma geldi. Elimi tutup öpmeye başladı. "Çok korktum Yıldız! Ne işin vardı senin yine orda? Geçen sene de aynı şeyi yaptın!" Geçen sene, geçen sene, geçen sene! Ya orda ne işin var diyene kadar siz niye inip bakmıyorsunuz ki? Merak ettim de indim işte. Sizin olduğu kadar benim de arazimdi orası. Benim de emeğim, işçiliklerim vardı orda. Bakmak istemekte mi suç olmuştu artık? Bunların hepsini içimden geçirmiş, yüzüne karşı cümle kurmak istememiştim. Perihan yüzünden sürekli beni itip kakıyordu ve unutmamıştım. Kafamı diğer tarafa çevirerek kibar yoldan kovdum. Abimin eli elimden kayınca koltuğa oturup Perihan'ı dışarı çıkarttı. "Yıldız... Yıldız yüzüme bakmayacak mısın?" Küçük çocuklar gibi omuzlarımı silktim. Ne olursa olsun abime kızamıyordum. Kinci değildim ve bu huyumu bazen hiç sevmiyordum. "Sana kim haber verdi?" dedim sadece. "Kim mi haber verdi? Kuzey haber verdi tabii ki de. Sen unutmuşsun herhalde ama ben de abinim senin." "Abim olsaydın, beni bu duruma sokmazdın." "Pişmanım Yıldız ama olan oldu. Beni affetmeyecek misin?" dediğinde sesinin titrediğini farkettim. Yüzümü ona döndüğüm an kapı bugün bilmem kaçıncı kez açıldı. Bu sefer hiç tahmin etmeyeceğim kişi, babamla içeri girdi. Abim ayağa kalktığında Baran ile birbirlerine düşman gibi kitlenerek baktılar. Babam öksürdüğünde abim odadan çıktı ve Baran'da zor da olsa bakışlarını bana çevirebildi. "Geçmiş olsun Yıldız. Nasıl oldun?" Babam olmasaydı gösterirdim ben sana nasılı Baran Ağa! Gözlerimi çevirerek "İyiyim dedim." Babam ise camdan dışarı bakmak için kafasını çevirdiğinde nasıl olduğunu anlamadan Baran hızla sol elimi tutup, yüzük parmağıma elindeki tek taşı geçirdi. Tam ayağa kalkıp dövecektim ki, babam arkasını döndü ve yatağa geri yaslandım. Burnumdan soluyordum. Fırsattan istifade yüzüğü parmağıma takacak vakti kolluyordu. İçeride yaklaşık 10 dakika kaldı. Bu süre zarfında babamla sohbet etmişlerdi. Sinirim yatışmamış şekilde onları izlerken, izin isteyip kalkınca bana göz kırptı. "Müsaadenizle İdris amca." diyip pantolonunun yukarı çıkan paçalarını aşağı indirdi. Babam ise omzundan tutup "Ben çıkayrum, siz bilama konuşun." diyip yanımızdan ayrıldı. Kaldık mı yine Mardin'in öküzüyle baş başa? O bana bakıyordu ben ona... En son 'Ne?' dercesine kafamı sallayınca "Dikkatli ol biraz Yıldız, çocuğumuz olmaz ileride yoksa." dedi. Ağzımı açtım, geri kapattım. Açtım, geri kapattım. O kadar fazla sinirlenmiştim ki, ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Yataktan ayaklarımı sarkıtıp "Şimdi sana göstereceğim çocuğu da beş kardeşi de!" dememle "Tamam tamam!" diyip geri kaçtı. Yerimde durmuştum. "Özür dilerim, saçma şaka oldu." diyince 'Aferin!' dercesine kaşımı kaldırdım. "Şaka tabii ki de yani, çocuğumuz demeyecektim ben, çocuklarımız diyecektim!" dediği an bu sefer ayağa kalktım. Koşarak odadan çıkmış, ben de sonunda tek kalmıştım. Bu nasıl şakaydı böyle? Çocuk mu bekliyordu benden? Daha evlenmeden laf mı işittiriyordu ki acaba? Deli ederdi bu adam beni! *** Mihriban'dan... Evlilik teklifini kabul ettiğim adamla buluşmamız vardı bugün. Gerçi pekte teklif sayılmaz, tehdite kayan söyleme biçimi olmuştu ama neticesinde kabul eden bendim. Öyle de pişman edeceğim ki seni adam! Daha adını bile bilmiyordum ve kocam olacaktı! Cidden şaka gibi! Babamları ikna etmek zor olsa da, yalvara yalvara kabul ettirmiştim. 'Yıldız sahip çıkar bana orda.' demiştim. Benim gibi deliyi soyadına aldığına binbir pişman edecektim onu. Buluşma yerine geçtiğim de oturmuş beni bekliyordu. Derin nefes alarak yanına gittiğimde beni farkederek karşı sandalyeyi gösterip "Otur!" dedi. İyi ki söyledin paşam! Yoksa ben oturmayı henüz keşfetmemiştim. Sandalyeyi sertçe çekip aynı sertlikle oturdum. "Ne var, niye çağırdın beni?" diyerek konuya direk dalış yaptım. Elindeki çay bardağını masaya bırakıp bir mühlet yüzüme baktı. Sanki beni inceliyordu, her santimime tek tek bakıyordu. "Sana diyorum şey bey..." dememle güldü. "Diyar! Adım Diyar küçük hanım. Sen Mihriban olmalısın." dedi ve mırıldanarak "Adın gibi, pek güzelsin." dediğini de duydum. Ne istiyordu benden? Konuyla alakam bile yokken ucunun bana dokunmasıyla hayatım tepetaklak olmuştu. Ama ben ona tepetaklak olmayı iyi gösterecektim! "Sadede gel!" diyip masaya vurunca "Kendine gel!" diyerek yüzünü ciddileştirdi. "Yüz verdik, hemen astar isteme! Düğünü konuşmak için çağırmıştım." Düğün kelimesini duyar duymaz ben de tüm devreler yandı. Kabul etmiştim de, böyle yüzüme karşı pat diye söyleyince tuhaf olmuştum. Ayrıca dalga geçtiğini, korkutmak amaçlı dediğini düşünüyordum. "Evlenmek mi? Sen ciddi misin?" diye sordum. "Yok şaka yapıyorum. Ordan bakınca sulu adama mı benziyorum ben ufaklık?" "Ufaklığına başlarım senin! Git kendine kendi memleketinden kız bul! Benden ne istiyorsun ya?" dememle güldü ve masanın üstüne kollarını koyup iyice yüzüme yaklaştı. "Belki ben Trabzonlu seviyorumdur." Bir de üstüne göz kırpınca sinirlerim tepeye çıkmadı, sinirlerim direk bedenimden çıktı. Boğazına yapışmamak için kendimi tutarken, bana olan bakışları fazla rahatsız ediyordu beni. " 'Kabul ediyorum!' diyerek ortaya atlayan sendin küçük hanım." "Ben... Ben onu eski sevgilime inat söyledim!" Ağzımdan kaçan cümleyle gözlerimi yumarak içimden 'Siktir! Aferin sana Mihriban! Adama dediğin cümleye kocaman bir alkış!' dedim. Olayı Arap saçına çevirmek için ayrı çaba sarfediyordum. "Ne için?" diye sorduğunda sağ ayağı yerinde durmadan sallanıyordu ve elini yavaş yavaş masaya vuruyordu. "Sana sordum!" dediğinde yumruğunu vurmuştu. Beklemediğimden ötürü yerimden sıçradığımda kalkmak için çantama uzandım. "Otur yerinde!" sözüyle tekrardan ürktüm. Yutkunmakta dahi zorluk çekerken, göz teması kuramıyordum. "Az önce ne dedin Mihriban?" Bağırmamak için kendini sıkıyor ve bunun sonucunda da dişlerini birbirine bastırıyordu. Niye bu kadar sinirlenmişti ki? "Ben... Ben bir şey demedim!" "Dedin dedin! Eski sevgilime inat falan bir şeyler dedin, duydum." Bakışlarından tırsmakla kalmayıp, kaçmak için zaman kolluyordum. Bu adamla asla evlenemezdim! Öfkeli insanları, hayata karşı soğuk olanları ve ciddi kişileri asla sevmezdim! "Sonra görüşürüz iyi günler!" diyerek çantamı alıp koşarcasına yürümeye başladım. "Yarın yüzük takılacak, 1 haftaya da Mardin'de düğünümüz olacak! Kendini hazırla küçük hanım ama en çokta benim sert yüzüme hazırla!" Yerimde durduğumda etrafıma bakındım. Tüm insanlar bana bakarken, arkamdaki adamın yüzüne dönmeden koşarak kaçtım. Kader ağlarını örmüştü ve ben, bana aşık olan adamın aşkından bir haber, her gün ama her gün sabrını zorlayarak sınırı aşacaktım...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD