Baran'dan...
Tipini bilmem ne ettiğim bu p.ç benim numaramı nerden bulmuştu? Zaten üstümdeki ağırlık yeterince büyükken, şimdi de bu eklendi. Çıldıracağım cidden!
***
BERDEL KONUSUNUN İLK GEÇTİĞİ GECE...
~ Yazardan...
Şahoğlu ailesi bir araya gelmiş, öfkeden yerinde duramıyorlardı. Baran, kardeşinin kaçacağını tahmin ediyordu ama bu kadar erken olacağını o da kestiremiyordu. Mehmet Ağa avlunun ortasında bir o tarafa bir bu tarafa gidip dururken, Baran stresten tırnaklarını kemiriyordu. Ne olursa olsun Berivan onun kanından, onun canındandı.
Babasının öfkesinin sonucunu bilerek, korkuyla geriliyordu.
"İkisini de geberteceğim!" diyip konağı kükreten Mehmet Ağa ile herkes sessizliğe büründü. Hepsi eli kalbinde cümlenin devamını bekliyordu.
"Gülayşe! O kızını elime bir geçireyim... Onu bir elime geçireyim bak ne yapacağım! Benim başımı yere eğdi! Gitti Trabzonlu adama kaçtı!" diye kükremeye devam ediyordu Mehmet Ağa.
Kimse araya girmeye cesaret edemezken, Baran'ın amca oğlu Vedat olaya el attı.
"Amca dur hele, biraz sakin ol." dedi zekâ abidesi!
"Nasıl sakin kalayım oğlum? Kızım kaçmış kaçmış! Yok yok! Bu işin tek çözümü ikisini de vurmam! Gülayşe... Hemen silahımı getir!" diye bağıran Mehmet Ağa'nın cümlesine Gülayşe hanım ağa kayıtsız kalmıştı. Bir tarafta kocası, bir tarafta kızı vardı.
"Kime diyorum hanım!" diye son kez bağırdığında Vedat araya girdi.
"Amca dur! Vurupta ne yapacaksın sanki? Onlar mezara sen hapse gireceksin."
"Namusumu temizleyeceğim."
"Namusunu temizlenen için illa öldürmen gerekmez amca." diyen Vedat'a, tüm kızgınlığı ile bakan Baran... Oldu olası nefret ederdi ondan. Pislik herifin tekiydi onun gözünde.
"Açık konuş Vedat!" dedi Mehmet Ağa.
Vedat gözünü Baran'a saniyelik olarak çevirip "Berdel al amca!" dedi. Ve bu cümle ile ortam buz kesmişti. Mehmet Ağa ise aklına dahi gelmeyen bu fikirle yerinde durdu.
"Yok mudur bu şerefsizin bacısı falan? Alın onu, mesele kapansın."
Durdu ve düşündü Mehmet Ağa. O da kıyamazdı ya kızına... Öfkesi sadece yaptığı düşüncesizce hareketineydi. Baran'a çevirdi bakışlarını çünkü şu an tek bekar oğlu oydu.
"Yo... Yo baba! Benim sevdiğim var sakın!"
"O zaman kardeşin canından olur Baran." dedi Mehmet Ağa.
"Ya da ben alayım Yıldız'ı." diyip ortaya atladı Vedat. Ondan bu hamleyi kimse beklemiyordu, Baran bile. "Ben evlenirim Yıldız'la. Nasıl olsa soy aynı soydur amca."
"Baran istemezse..." dediği an, Baran öfke ile ortamı terk etti. Fırsatçı kuzeni bu fırsatı da kaçırmak istemiyordu.
Sevdiği varken, hiç tanımadığı bir kızın günahına girmek istemiyordu Baran. İki kadının vebalini kaldıramazdı kalbi. Ama bir tarafı da Yıldız'ı, şerefsiz kuzeninin eline bırakmaya razı gelmiyordu.
Sabahlar olmuyordu bizim Mardinli'ye. Gece 3 gibi eve döndüğünde, avluda tek başına oturan Vedat dikkatini çekti. Bu saatte birisiyle konuşmasına mı şaşırsaydı yoksa kahkahalar eşliğinde gülmesine mi? Gizlenerek dinlemeye başladı.
"Bu evlilik olursa varya... Düşünemiyorum oğlum. Kadını görsen, tam Karadenizli. Gözler, ten rengi... Hele bir hırçınlığı var Asım... Of! Tam aradığım kadın modeli. Dik başlı, dediği dedik... Gözleri öyle güzel ki, yeşillik görmek için Karadeniz'e gitmeye ihtiyacın olmuyor. İşte o kadın bu kadın dedim! Normalde böyle olan, yatakta nasıl olur dedim?"
Gizlice dinleyen Baran her duyduğu cümle ile kuduruyordu. Yerinden çıkarak ilk önce elindeki telefonu yere fırlattı ardından da yüzüne bir yumruk indirdi. "Seni adi şerefsiz! Seni uçkur düşkünü p.ç!"
Baran, öldüresiye dövdüğü adamın kendinden geçtiğini dahi anlamamıştı. Konak halkı aşağıya indiğinde olayı anlamasa da, kavga ayrılınca Baran'ın ağzından tek bir cümle çıktı karşısında ki babasına karşı. "Evliliği kabul ediyorum baba!"
***
ŞİMDİKİ ZAMAN...
Baran'dan...
Yıldız'ın uyarısı bile işe yaramamıştı. Tüm kuvvetimle önümdeki direksiyona vururken, o itin her bir kelimesi beynimde dönüp duruyordu. Benim karımı, az sonra benim karım olacak kadını ağzına almasına dahi dayanamıyordum.
Şeytan diyor, sık başına dünya bir pislikten kurtulsun...
"Baran... Baran korkuyorum." diyen Yıldız'a bakarak "Karışma her şeye Yıldız!" diyerek bağırdım. Onun tek suçu da güzel olmaktı bu hikâyede.
"Ben ne yaptım ki?" diyip ağlayan kadınla gözlerimi sıkıca yumdum. "Özür dilerim Yıldız. Özür dilerim ama bana sakın soru sorma! Sadece sessiz ol, bana soru sorma!" diye bilmiştim yalnızca. Kalbini kırmak istemesem de, Vedat'a olan öfkemi ona kusmaktan alıkoyamıyordum kendimi.
"De-li-re-ce-ğim!" Her hecemin arasında direksiyona vurmuştum ama yine de kızgınlığım tek diş bile düşmemişti. "Seni öldürmezsem..." dediğimde işaret parmağımı ileri doğru sallıyordum. "Seni öldürmezsem bana da Baran demesinler Vedat! Benim karıma... Benim soyadıma giren karıma baktığın o gözlerini kendi ellerimle oyacağım lan! Onun adını ağzına alarak söylediğin her pis cümleyi senin g.tüne sokacağım oğlum!"
"Yeter tamam sus! Pis pis konuşma benim karşımda yeter! Ne anlatmaya çalışıyorsun? Kimle konuştun sen?"
"Sana ne lan sana ne!" diye bağırdığımda Yıldız'da aynı tonla "Seni mahvederim oğlum!" diyerek bağırdı. "Benimle konuşurken o sesinin tonuna, sarf ettiğin cümlelere dikkat et Baran! Beni deli Yıldız'a sakın bağlama anladın mı?" demesiyle sustum. Küçücük Karadenizli 1.90 adamı susturmuştu. Ne derse desin onun benim sol yanımdaki değeri artıyordu. Git gide Yıldız'a bağlanıyor, onu erkek sinekten dahi kıskanır hâle geliyordum. Farkında dahi değildim ama ben bu yeşil gözlü cadıya aşık oluyordum.
Aşık olmasam dahi o benim karımdı ve ben karımı başkasının pis konularına meze yapacak kadar gavat adam değildim.
"Konuyu kapatalım tamam mı Yıldız? Sadece düğünde yanına uzun boylu, siyah gözlü bir şerefs... yani adam gelirse asla muhatap olma."
"Neden ki?"
"Nedenini sorma, sadece dediğimi yap!" dediğimde itiraz etmemiş, başıyla beni onaylamıştı. Yol boyunca çaktırmadan ona bakmaya çalışsam da beni her seferinde yakalamıştı. "Önüne bak artık Baran. Kaçmıyorum, burdayım."
Kaçma gibi bir şansa sahip bile değildi ki zaten. Yıldız'ı eve bırakmadan şahitleri de alarak imam nikahımızı kıydırmıştık.
Hocanın odasından çıkarken yanımdaki kadına dikkatlice baktım. O artık benim helalimdi... Her şeyiyle bana helaldi... Gözlerine bile bakmaya çekindiğim kadın, gökler katında benim karımdı. Elini tuttuğum an gözlerini bana dikti. Neden yaptığımı bilmiyordum, sadece içimden geçeni yapmıştım.
"Biz şimdi karı koca mı olduk?" diye sorduğumda benden anında uzaklaştı. Neydi onu benden iten şey?
***
Yıldız'dan...
Korkuyordum... Sevdiğim adam tarafından hançer yaralarıyla kaplıyken, başka birisini sevmekten korkuyordum. Baran nikah için abdest almaya gittiğinde Mihri aramıştı beni. Yıllarca sevdasını kalbimde taşıdığım adamın bugün sevdiği ile nişanı varmış. Yani herkese öyle diyormuş. Senelerce beni, o kızı unutmak, yerini doldurmak için kullanıyormuş. Bu yüzden tüm erkeklerden uzak durmaya karar vermiştim.
"Biz sadece formalite icabı evlendik." diyebildim sadece. Yüküm omuzlarıma ağır geliyordu. Kullanılmak, can sıkıntısı gidermek için harcanmış olmak kalbimi delik deşik etmişti. Ben artık hangi yaramın üstüne tuz basacağımı bilmiyordum. Haykırmak, avazım çıktığı kadar içimdeki öfkemi dışarı vurmak istiyordum.
"Ben..." dedi ama durdu Baran. Sanki bir şey diyecekti ama sonradan vazgeçti... "Haklısın Yıldız." diyerek başını yere eğdi. Ah Baran... İçimde kopan fırtınaları bir bilsen... Bir bilsen yediğim kazıkları, aşağılandığım durumları... Ağlamak istesem de ağlayamıyordum! Kendimi öylesine sıkıyordum, öylesine zorluyordum ki, ellerim bembeyaz olmuştu.
"Zamanı gelince her şey rayına girer." dedim sadece. O da kafasını sallayarak önüne bakmaya devam etti.
***
Başıma atılmış duvak ile evden çıkmak üzere abimin kolunda ilerliyordum. Memleketim, ailem, sevdiklerim... Hepsini arkamda bırakarak yeni şehre gelin gidecektim.
Kendimi bildim bileli yayla ile köy arasında mekik dokurdum. Çay zamanı geldi mi çay toplar, fındık zamanı geldi mi fındık dallarından asılırdım.
3 abiyle birlikte büyümüş olmama rağmen hiçbirisinin karakteri benim ki kadar baskın değildi.
Çınar abim hüngür hüngür ağlarken ben nasıl duygusuz durabilirdim?
"Şimdi vazgeç, kaçırayım seni Yıldız." dedi abim kulağıma doğru. Hâlâ vazgeçmemişti. "Abi Allah aşkına yapma. Kolumu kanadımı kırma."
"Kalbinde başkası olan adama eş gidiyorsun Yıldız." demesiyle ağlamam şiddetlendi. Belki ben de onu sevmiyordum ama Furkan'ı da kalbimden söküp atmıştım. Hele ki yara bandı olduğumu öğrendiğim an, benim için tam manasıyla bitti Furkan. Belki zor olacaktı, belki o yaram her gün kabuk bağlayıp tekrardan kanayacaktı ama olacaktı, olmaz zorundaydı!
"Belki bir gün birbirimizi severiz abi..." dedim son çare. Belki olurdu bir gün sahiden. Olur muydu ki? Daha evlenmeden bile bu kadar yıpranmışken, aynı çatı altında hangi sorunlarla karşılaşacaktık acaba?
Abim dertli dertli içine oksijen çekip yürümeye devam etti. Kapıda davul zurnaya eşlik edip halay çeken insanlar vardı. Sanki hepsi bir an da silinip yerine Furkan ve ailesi gelmişti. Beynim bu hayalî kurmak istercesine şansını zorluyordu. Son kez düşündüm onu... 'Gözlerinde denizi gördüğüm sevdam' derdim ona. O da bana 'Gözlerinde yeşerdiğim' derdi. Şimdi ise yeşerdiği daldan kopmuş, beni de kökümden koparmıştı. Toprağa saldığım köklerim elime verilmişti...
"Bundan sonrası sana emanettir Baran. Bacımı değil üzmek, gözünden tek damla yaş akıtırsan sana Mardin'i dar ederim anladın mı?" tehdidiyle bulunduğum masallar diyarından ayrılıp gerçek hayata geri dönüş yaptım.
Baran'a baktığımda bana baktığını, kolunu önüme uzattığını farkettim. Abim yavaşça kolumdan çıkıp beni Baran'ın yanında bıraktı ve usulca geri geri gitti. Son kez dönüp baktım evime... Gelin arabasında ben, Baran ve iki kız kardeşi vardı.
"Yenge çok güzel olmuşsun." diyen Tuğba'ya döndüm. "Yenge kelimesi hariç tüm iltifatlarını kabul ediyorum."
"Oha! Senin gözlerin lens mi?" dediğinde şaşırarak kaşlarımı çattım. Bir soru kaç kere sorulabilirdi acaba? Sorusunu yanıtsız bırakmayı tercih ederek önüme geri döndüm. Önüme koyduğum parmaklarımla oynarken arkada konuşan iki kızdan başka ses yoktu.
"Heyecanlı mısın Yıldız?" diyen Helin'e odaklandım. "Ne için?"
"Düğün için, evlilik için..." Durdum ve düşündüm. Sahiden de heyecanlı mıydım? Zerresi yoktu bence.
"Ya da gece için..." diyip kıkırdayan Helin, sinirden yüzümü kıpkırmızı etmişti. Sorun çıkmasın diye sessiz kalmayı tercih etmiştim ama içimdeki Yıldız'ı çıkartmasınlar!
"Sussana Helin. Çok boş konuşuyorsun." dedi Tuğba.
Baran sükutunu hâlâ sürdürüyordu.
"Camı açar mısın biraz?" diyerek dikkatini dağıttım. Sersem hâlde yüzüme baktı ve 'anlamadım' bakışı attı. "Kendi camını da açar mısın?" diye soruyu tekrar etmemle direksiyonu sol eline alıp camı indirdi.
"Yeter mi bu kadar?" diye sorduğunda benim aklım memleketime kaymıştı. Daha şimdiden özlemiş, burnumda tütüyordu. "Yıldız sana soruyorum, yeter mi?"
"He... Yeter yeter!" Kafamı tekrardan cama çevirdim. Bu düğünün bir de Mardin'de olacağını düşününce gerilmeye başlamıştım. Burdakine zor dayanmışken, bir de Mardin'de olmasına katlanamazdım herhalde.
Sonunda içimdeki biriken hüzün dışarı çıkmaya başlamıştı; ama ben gururumdan ağlamak yerine gülmeyi tercih etmiştim. "Ay sinirlerim bozuldu!" diyerek elimle kendime yelpaze yapıyordum.
"Yenge iyi misin?"
"Bir şeyin mi var Yıldız?"
Bu nasıl soruydu Allah aşkına? Daha ne olması lazımdı acaba, ölmem falan mı? Omzumda hissettiğim elin Baran'a ait olduğunu biliyordum. "Dokunma bana!" diye bağırınca "Sesinin tonuna dikkat et!" dedi. Oysa benim sesimin yüksek çıkması ona değildi. Kendime, sevdiğimi sandığım adamaydı.
Şimdi ben bir erkeğe bir daha nasıl güvenebilirdim ki? Dışarıdan bakınca sert gözüküyordum dimi? Oysa ki ben de her kadın gibi kırılgan ve hassas kalpliydim. Kendimi sıktıkça kalbim sıkışıyordu. Hızla inip kalkan göğsüm sinir krizi geçireceğimin habercisi olsa da kendimi zor topladım. Camı sonuna kadar açıp temiz havayı çokça içime çektim.
Sahil boyu ilerlerken, denizin esintisi yüzüme çarptıkça eski Yıldız geri gelmeye başladı. Güçlü durmak ve gözükmek zorundaydım.
***
Düğün bitmiş ve beni Mardin'e getirmişlerdi. Ailemden ayrılmak öyle zordu ki, yol boyunca sessiz gözyaşlarımın ıslattığı ruhum çırpınıp durdu. Araba konağın önüne gelince kalbim hızlanmaya başladı. "Geldik Yıldız." diyen Baran'a baktım.
Kapımı açarak arabadan inmeme yardım etti ve koluma girdi. Konaktan içeri girmemizle bir kaç kadın zılgıt getirerek bizi yukarı kadar yolcu etti. Yukarı kata çıkıp, en sondaki odaya girdiğimizde etrafı inceledim. Küçük çocuklar gibi oturup 'annemi istiyorum' diye ağlamak geliyordu içimden.
Ve kapının kapanıp kilitlenme sesi ile irkilerek geriye döndüm. "Korkma Yıldız!" diyen Baran üstündeki ceketi çıkarıp kenara fırlattı.
Ellerim gelinliği sıkarken, Baran'ın tepkisini merak ediyordum. Ne olursa olsun o bir erkekti ve ilk gece muhabbetini her an açabilirdi. Kendini yatağa atıp bacak bacak üstüne attı ve çalan telefonunu açtı.
"Noldu lan lavuk? Bu saatte yeni evli adam aranır mı şerefsiz?" demesiyle nefesimi hiç bırakmamak adına tuttum. Öyle ya da böyle biz artık devlet kurumunda da resmi olarak evliydik ve elbet bir gün bunlar olacaktı... Yerimden salınarak çekmeceyi açtım ve elime ilk geleni alıp havaya kaldırdım.
"Oy ağzuna habu nedu?" dememle korkarak Baran'a baktım çünkü aşağı doğru sallanan kıyafet pekte bir şeye benzemiyordu. Telefon hâlâ kulağında, gözü ise elimdeki gecelikteydi. Gülmemek için birbirine bastırdığı dudaklarını görebiliyordum. Kıyafeti buruşturup yerine koydum ve iyice araştırmaya başladım.
Sonunda eşofman bulunca altın bulmuş gibi sevindim. "Kapat lan işimiz var!" dediğinde çekmecelerin kapaklarını birbirine vurarak ayağa kalktığımda "Yavaş ol! Bu odada tek sen yaşamıyorsun!" lafını duymamazlıktan gelerek kendimi banyoya kilitledim. Daha fazla dayanamıyordum. Musluğu açarak iki kolumu da lavaboya koyup ağlamaya başladım.
Aynadaki Yıldız'a ilişti gözüm. Bitik durumdaydım. Aylar öncesine kadar yeşil gözlerimde fidanlar büyürken, şimdi ise kurak topraklar gibiydi. Umudum, inadım, her şeyim tükenmişti. Kendimi bile ağlarken görmek gururuma dokunurken, aynadan gözlerime baka baka ağlıyordum.
Gitsem bu diyardan, herkesi, her şeyi bırakıp gitsem ne olurdu ki?
Yapamazdım! Annem, babam, abilerim için yapamazdım! Hikâyenin yananı ben olmuştum ve yana yana küle dönmüştüm. Saatler önce 'evet' dediğim adam dalga geçer gibi ilk gece şakaları yapıyordu. Amacı benim canımı acıtarak abimi yakmaksa, yanan kişinin tek ben olduğunu haykırmak istiyordum ama artık onu bile yapmaya mecalim kalmamıştı...
Ağlayarak gelinliğin iplerini açmaya başladım. Ben böyle bilmiyordum. Gelinliğini kocan açar, sen de sabırla beklerdin. Kollarımın yettiği yere kadar açarken, yüksek çıkan sesimi bastırmak için duşa kabinin içine girerek soğuk su ayarını açarak üstümden akıtmaya başladım. İpler yarıya kadar açılmış, gelinlik hâlâ üstümdeydi.
Kimine göre gelinlik, kimine göre kefen... Benim gelinliğim kefenim olmuştu. Duvar boyu aşağı kayarak soğuk suyun altında ağlamaya devam ettim. Dışarıdan kolay duruyordu dimi? Hiç bilmediğin memlekete, sevmediğin adama gelin olarak gelmek kolaydı dimi?
Üstüne sevdiğin adamdan hançer ye, terk edil... Hayalim kursağımda kalarak bana en büyük hayat dersimi vermişti. Ellerimle saçlarımı iki yandan tutarken, soğuk vücuduma işlemeye başlamıştı bilene.
Yürek yangınımı bir nebze de olsa söndüremeyen su sabaha kadar başımdan aşağı aksa ne olurdu ki?
Duşa kabinin içinde iki büklüm duvarın dibinde dakikalarca durdum. Belki de yarım saati geçmiştir. Artık titremeye başlamıştım. Gelinlik bile hâlâ üstümdeydi.
Gözlerim yarı kapalıydı fakat zihnim açıktı. Uyumak istiyordum, babamın omzunda sabaha kadar deliksiz uyumak istiyordum. Kapı açıldı ama ben tepkisiz duruyordum. Baran koşarak yanıma gelip ilk önce suyu kapattı. Ardından beni kaldırmaya çalıştı ama yüküm öyle ağırdı ki terazi bile tartamıyordu artık.
"Yıldız niye yaptın?" sesini işitti kulağım. Kucağına almak istediğinde ellerimle gelinliği tuttum çünkü yarıya kadar çözüktü. Banyodan çıkarıp yatağın üstüne yatırınca bıraktığı gibi kalmıştım. Yardımını bile istemiyordum ama karşı koyacak takatim yoktu.
Banyodaki ayarladığım kıyafetleri alarak yanıma geldi ve gelinliği üstümden çıkartmaya çalıştı. İzin vermedim çünkü bunu bana yapmaya hakkı yoktu. Tüm gücümü toplayarak kendimden itip zor da olsa ayağa kalktım.
"Düştüğüm de kalkmasını bilirim Baran Ağa!" diyerek kıyafetleri alıp banyoya geri döndüm. Ayakta bile duramazken, gelinliği zorlayarak bedenimden çıkarttım. Eşofmanı ve kazağı giyerek odaya geri döndüm. Öyle çok üşüyordum ki, yalnızlığım mıydı içimi soğutan yoksa soğuk kıyafetler mi bilmiyordum.
Baran odada bile yoktu. Bu hâlde mi bırakmıştı sahiden beni? Yatağın üstüne yatarak pikeyi üstüme alıp uyumak için çabaladım. Aslında çaba sarf etmeme bile gerek yoktu çünkü ben, tüm benliğimle çok yorgundum.
Gözlerimi açtığımda başımda uyuya kalan Baran'ı görünce korktum ama kolumu kıpırdatacak dermanım yoktu. Bir kaç karış öteye giderek uzaklaşmak istediğimde başımda duran eli boşluğa düştü ve sıçrayarak kalktı.
"Uyandın mı? İyi misin, nasıl oldun Yıldız?"
"Sana ne!" dememle güldü. "Belli oldu, kendine gelmişsin."
"Uzak dur benden Baran! Senin merhametine ihtiyacım yok benim!"
Durdu ve dolu gözlerle "Neden yaptın Yıldız? Normal şartlarda evlenmediğimizi ikimizde biliyoruz ama neden yaptın? Sen de başka bir şeyler var. Bak eğer sana aşık olmamı falan..." dediğinde cümlesini bitiremeden kapı çaldı ve Baran küfür etti. "Hay s.ksinler sizin çarşaf kontrolünüzü..." demesiyle kaşlarımı çattım. Çarşaf kontrolü mü? Yok artık! Hangi devirde yaşıyoruz acaba?
Baran kapının önünde durup "Müsait değiliz." dedi. "Oğlum adetleri bilirsin, istediğimizi ver gidelim."
"Anne müsait değiliz diyorum sana dimi? Ayrıca karım benim karım, namus benim namusum! Kusuru var olsaydı şu an odamda olmazdı herhalde dimi? Bir daha sakın bunun için kapıya gelme!" diye bağırdığında ses kesilmişti.
Geri dönerek tam önümde durdu. "Ben az sonra aşağı inerim, sen de peşimden gel, el öpelim."
"El falan öpmem ben!" dememle gözlerini kapatıp sabır çekti. "Bir kere de karşı çıkma be kadın! Bir kere de itiraz etme!" diye bağırdığında ben de aynı tonla "Bağırma bana!" diye bağırdım.
"Senin karşında Berfu yok Baran! Beni yüksek çıkan sesinle bastıramazsın! Kendine gel yoksa ben getiririm!"
Tam dibime gelip yüzüme fazlaca yaklaştı. "Getirsene Karadenizli! Bekliyorum hadi getir!"
Dalga geçmesi sınırı aştırdı bende. Tokat atmamla yüzü sola döndü. "Ben en kısa zamanda senden boşanacağım." diyerek tek kaşımı kaldırdım. Son cümlem ile arkasını dönerek tek hamlede makyaj masasını dağıttı. "S.kerim lan boşanmanı Yıldız! Burası Karadeniz değil, sen de bekâr kadın değilsin! Burada seni koruyacak koruyucu meleklerin de yok, hırçınlığını alacak denizinde!"
Yalnızlığımı bu derece yüzüme vurmasıyla dudaklarım titredi. Neden benim de bir kadın olduğumu unutuyordu ki? "Sen kurban ol Karadeniz'e!" dedim başımı dik tutarak.
"Seninle çok işim var belli oldu. İlk önce sivri dilini törpülemekle mi başlasak acaba?" demesiyle yeniden dibime kadar girdi. Dev gibi duruyordu karşımda.
Yüzüne bakacağım derken boynum ağrımaya başlamıştı. "Seni hizaya getireceğim Yıldız Şahoğlu! Sen bir Şahoğlu'sun Yıldız. Adımlarını ona göre at, cümlelerini ona göre seç! Şimdi ben aşağıya iniyorum, sen de hazırlan ve peşimden gel!"
Ve benden uzaklaşarak odadan çıktığında her yeri dağıtmak istesem de bir konuda haklı olduğu gerçeği yüreğimi delip geçti. Burası Karadeniz değildi! Kendi odamı bu zamana kadar 100'den fazla dağıtmış olsam da burası da baba evim değildi. Abimin yaptığı hatanın bedeli olarak gelmiştim ve daha ilk dakikadan burnumdan fitil fitil gelmeye başlamıştı. Üstümü değiştirerek aşağı indiğimde Baran ayakta beni bekliyordu. Sanırım el öpecektik.
Bende de ne sağlam bünye varmış be! Soğuk suyun altında kalmama rağmen dimdik ayakta duruyordum. Ee zamanında Trabzon'da yağmurun altında az durmadım, az ağlamadım! Bünye alışmış tabii...
Mehmet Ağa aşağı indiğinde herkes saygı duruşuna geçmiş gibi başını yere eğdi. Ben de hepsine ayak uydurarak aynısını yaptım. Önümüzde durunca Baran babasının elini öptü, ardından da ben. Sofraya geçerken, herkes gözümün içine baktı. Ay daha fazla dayanamıyordum! Sonuçta ben Yıldız'ım yani!
"Oturmakta mı yasak?" diyerek serzenişte bulundum. "Erkekler yesin, sonra biz yeriz kızım." diyen kadına baktım. İçimden kendimi sakinleştirerek şimdilik cevap vermedim.
Hepsi yiyip kalkarken Gülayşe hanım ağa bana kaş göz yaptı. 'Ne!' dercesine kafamı sallamamla sofrayı toplamam gerektiğini anladım. "Yok artık! Onların yediği sofrayı mı toplayacağım?" dediğimde Mehmet Ağa ve Baran, hatta hepsi bana baktı.
"Topla kızım." diyen Gülayşe teyzeye dönerek "Herkes işin ucundan tutabilir bence." dedim ve gözlerimi belerttim. "Dil pabuç kadar!" demesiyle ağzımı açıp bir şey diyecektim ki Baran "Sesini kes Yıldız!" diyerek sinirli adımlarla yanıma gelip kolumdan tuttu.
"Canım acıyor ne yapıyorsun sen ya?"
"Yürü!" dedi sadece. Odaya girmemizle kapıyı kapatıp tam önümde durarak bağırdı. "Senin dilinin kemiği yok mu Yıldız?"
Gayet rahat bir tavırla "Yok!" dedim gülerek. "Sana uymayacağım! Ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyorum Yıldız ama yemezler! Beni canımdan bezdirip evliliği bozmamı istiyorsun dimi?" demesiyle yutkundum. Nasıl farkına varmıştı ki?
"İster kabul et ister etme ama sen artık bir Şahoğlu'sun ve ölene kadar da Şahoğlu olarak kalacaksın!" diyerek eliyle yatağı gösterip "Ve elbet bir gün bu yatakta benimle olacaksın!" dedi. Nefesimi geri vermemek adına tutmuştum sanki.
"Sen iğrenç bir adamsın Baran." diyerek yüzümü ekşittim.
"Sen iğrençlik görmemişsin Yıldız! İğrenç olan adam dün gece seni altına alırdı." demesiyle tokatım yine yüzüyle buluştu.
"Mide bulandırıcısın sadece! Bırak seninle aynı yatağa girmeyi, beni öpmene dahi izin vermem." derken yüzüm nasıl hâle bürünmüştü bilmiyorum ama gözlerinin dolduğunu görmüştüm.
"Bitti mi?" dedi sadece.
"Bitti Baran Ağa!"
"İyi o zaman. Ben şimdi gidiyorum, akşama beni bekleme. Annemin zıttına gitme sakın! Bunu senin iyiliğin için diyorum çünkü tersi fenadır. Kendini ezdir de demiyorum ama bak! Yerini ve konumunu iyi bil, ona göre hareket et!"
Cümlelerini art arda sıralayıp yatağın üstündeki telefonunu da alarak çıktı. Kocaman oda bana küçücük gelmişti. Sanki birisi boğazıma yapışmış, nefesimi kesmeye çalışıyordu.
'Bu hikâyenin kurbanı sensin... Bu hikâyenin kurbanı sensin...' cümlesi beynimde dönüp durdukça çığlık atasım geliyordu. Ben yapamayacaktım! Bu evcilik oyununa daha fazla katlanamazdım! Bavulu elime alarak sadece kendime ait olan eşyaları toplayıp içine koydum.
Yeter artık! Daha ilk günden canımdan bezmiştim yeter! Bir ömür nasıl katlanabilirim bu adama?
Bavulla aşağı indiğimde kimseyi görmemek işime gelmişti. Kapıyı açmamla kendimi dışarı atmam bir oldu. Yıllardır tutsak kalmış kuşun gökyüzüne ilk kanat çırpışındaki mutluluğu gibi hissediyordum kendimi. Sadece konaktan kaçmak değil, bana kendi memleketime geri dönmekte iyi gelecekti. Ailemin beni anlayacağını düşünüyordum.
Ee kapıda arabam yok, ne yapacağım ben? Tabii ya! Çınar abimin çaktırmadan cebime soktuğu kartın aklıma gelmesiyle çantamı karıştırdım. Çok görüldüğüm evin duvarlarına özgürlüğümü altın harflerle kazımıştım!
***
Baran'dan...
Kızın dilinin ayarı henüz bulunmamış sanırım. Aklından geçen her kelimeyi diline vuruyordu. Ne çekinmesi vardı ne de millet ne der'i... İlk günden çıldırtmayı da başarmıştı küçük Karadenizli!
İş yerindeki odama geçip kapıyı üstüne vurdum ve yakamı gevşettim. Koysunlar böyle işin bilmem neresine! Önümdeki dosyalar yığın halindeydi ama benim aklımda sadece o cümle vardı.
'Mide bulandırıcısın sadece! Bırak seninle aynı yatağa girmeyi, beni öpmene dahi izin vermem.' Yüzünün şekli bile iğreniyorum senden diyordu bana.
Işığı yanan telefonun ekranına bakınca bizim evden sorumlu Kenan'ın ismini gördüm. O arıyorsa mutlaka yolunda gitmeyen, rayından çıkan olaylar vardır.
"Ne oldu Kenan?" diye sordum direk.
"Yenge elinde bavulla çıktı gitti abi." demesiyle sandalyeden sertçe ayağa kalktım. "Ne demek çıktı lan?"
"Çıkmış işte abi."
"Lan... Lan kadın evden kaçarken siz ne yapıyordunuz he? Sizi boşa mı diktim oraya Kenan? Kapat! S.ktirme işini de kendini de kapat!"
Önümdeki dosyaları umursamadan kendimi dışarıdaki arabanın içine attım. Ne kadar çabuk pes etti böyle. Tek elimi başıma koyarak dün geceden beri dinmeyen ağrımı bastırmak istedim ama olmuyordu. Onu isteyen bedenimi zaptetmek öyle zor olmuştu ki benim için... Çok güzeldi...
Elimden gelenin en iyisini yaparak onu çarşaf muhabbetinden kurtarmıştım. O istemiyor diye yapmıştım yoksa benim nezdimde kolaydı, işini hallet ve kenara çekil.
Son gaz süratle eve giderken, yolda gördüğüm kadınla durdum. İnatçı! Keçi gibi inatçı bu kadın! Almış eline bavulunu sanki turistik geziye çıkıyor. Korkmasın ve kaçmaya kalkmasın diye usulca arabayla yanına yaklaşıp camı araladım.
"İstediğiniz yere kadar atayım mı güzel bayan?"
Korkuyla döndü yüzüme ve adımlarını sıklaştırdı. "Yıldız uğraştırma beni de bin şu arabaya."
"Binmeyeceğim! Evlilik falan umurumda değil tamam mı?"
"İlk günden seni yollardan toplayacaksam oo, desene işimiz var!"
"İyi ya işte, bir daha yüzümü görmeyeceksin çünkü Trabzon'a geri dönüyorum."
Sıkmıştı bu tavırları. Arabayı kenarda durdurup aşağı indim. Kolunu kavradığım gibi kendime çevirdiğimde öfkeden parlayan yeşil gözleriyle dumura uğradım. Sanki ateş çıkıyordu yeşillerinden.
Afallayan bedenimi toplayarak "Eve gidersen abin ölür Yıldız, biliyorsun dimi?" diye sorumu ve kuralları tekrar ettim. Hatırlatmakta fayda vardı ama bu kadın bundan anlar mıydı ki?
"Polis var, kanun var! Beni tehdit edemezsiniz artık!"
"Bizde de töre var güzelim." diyip göz kırparak elindeki bavulu hızlıca alarak yanıma çektim. "Karım oldun, bunun dönüşü yok! Seni kendime bağlamak için illa şey mi yapmamı istiyorsun?" dediğimde ağzı açık şekilde yüzüme baktı. Çok güzeldi...
"Ne o, yanlış bir şey mi dedim sanki? Dün gece eline aldığın geceliği görünce bir an korktum biliyor musun? Bu kız acaba şeyi mi istiyor diye?" Amacım ortamı yumuşatmak olsa da, Yıldız'ın Karadeniz damarı tutmuştu bir kere!
Onun için ne kadar zor bir karar olduğunu biliyordum. Benim içinde zordu ama eminim ki onun katındaki zorluk daha fazlaydı.
Kendini silkeyeleyip "Bavulumu verir misin?" diyerek elini uzattı. Uzattığı elinden tutarak arabanın içine soktum ve hızlı adımlarla bavulu bagaja attım. Kilitlediğim kapıyı açarak şoför koltuğuna geçtim. Kapıları kilitlememle gaza yüklendim. "Ya sen beni nerden buldun? Ben ne güzel geri dönüyordum evime."
"Senin evin az sonra gideceğimiz yer Yıldız. Şımarık çocuklar gibi davranmaktan vazgeç artık tamam mı?"
Kulağıma gelen ağlama sesiyle sustum. Sustum çünkü Yıldız kolay kolayına ağlayan bir kız değildi. "Şımarıklık mı bu yaptığım Baran? Niye kimse beni anlamıyor? Neden kimse bana ne hissettiğimi sormuyor? İki kişinin günahını çekiyorum ben resmen."
Eliyle yüzünü kapattığında ağlaması şiddetlendi ve arabayı kenara çektim. Ne desem teselli olurdu ki ona? Hayal kırıklığının en alâsını yaşıyordu.
"Yıldız bak... Hepimiz zor bir süreçten geçiyoruz ama biraz sabretmemiz lazım. Ben de bu evliliğe ayılıp bayılmıyordum ama mecbur kaldım, mecbur kaldık. Bazen insan mecbur kalıyor işte. Sen de alışmaya, hayatın olumlu tarafından bakmaya çalış."
"Olumlu mu?" diyerek bu sefer de güldü. "Ben ömrüm boyunca iki yabancı gibi yaşayacağım bir adamla evli kalmak istemiyorum. Böyle hayal etmemiştim." Her genç kız gibi onun da hayalleri vardı elbette.
"Nasıl hayal etmiştin?"
"Sevdiğim adamla evlenecektim, onunla aynı yastığa baş koyacaktım, onun göğsünde uyanaca..." diyemeden "Yeter!" diye bağırdım. Bu kadarı da fazlaydı ama cidden!
Kocası olduğumu unutuyordu sanırım çünkü az önce dediklerinin başka bir telafisi olamazdı! "Yeter Yıldız! Ne dediğinin farkında mısın sen? Yanında kocan duruyor senin! Kabullen artık anlıyor musun? Ben senin kocanım kocan!"
Arabayı kenara çekip "Gitmek mi istiyorsun? Trabzon'a mı dönmek istiyorsun?" diyip yüzüne doğru bağırdım. Ağlaması artmıştı ama iyi bir derse ihtiyacı vardı.
"Sana soruyorum Yıldız! Gitmek istiyor musun?"
"İstiyorum." dedi kısık sesiyle. Kapıyı açarak "İyi o zaman git. Nereye istersen oraya git... Ama şunu unutma ki; seni her yerde bulur, yine buraya getiririm. Çünkü sen benimsin Yıldız benim!" Son cümlem ses tellerimi bile zedeleyecek derece de şiddetle dökülmüştü dudaklarımdan.
"Sana iyilik yaptım, dokunmadım!" Bu sefer içime doğru bağırıyordum. Yüzümdeki damarları hissedebiliyordum. "Ya sana dokunmadım Yıldız dokunmadım! Benden daha ne istiyorsun sen? Berfu'yu sildim... Hayatımın merkezine seni koydum be kadın!" dememle kırmızıyla boyanmış gözlerini bana çevirdi.
O öyle baktıkça içim gidiyordu adeta...
"Daha ne istiyorsun? Sert geliyorum olmuyor, yumuşak geliyorum yine olmuyor! Ne istiyorsun benden be kadın?" diyerek haykırmamla küçük çocuklar gibi "Babamı istiyorum." diyip ağlamaya devam etti. Yıldız 22 yaşındaydı ama hâlâ büyüyememişti. Sert gibi gözükse de o göğüs kafesinin içinde kırılmaya her an hazır olan kalbi vardı.
"Tamam... Tamam haftaya gideriz Trabzon'a. Eğer istediğin buysa gideriz tamam mı?" dedim mecburen. Burnunu yukarı çekerek "Gider miyiz sahiden?" dedi. Masum bir tebessümle "Gideriz." dedim.
O gün Yıldız'a biraz Mardin'i gezdirdim, kafası dağılsın istedim. Akşam 9 gibi eve dönerken yorgunluktan uyuya kaldı. Onu ikinci kez uyurken izliyordum. Çok tatlı görünüyordu. Sanki o sert ve haşin tabiatlı kız gidiyor, yerine prenses gibi yeşil gözlü biri geliyordu.
Dengesizliğim beni bile yoruyordu çoğu zaman. Ona yaklaşmak isteyen yanımı, sert davranarak engellemeye çalışsam da, günün sonunda süpürgesiz cadı kazanıyordu. Evet evet... Onun lakabı buydu artık. 'Süpürgesiz cadı'
Eve vardığımızda Yıldız'ı yavaşça uyandırarak koluna girdim. "Nerde o namussuz kız?" sesiyle ikimizde yerimizde durduk. Halamın burda ne işi vardı? Cidden ama yeter ya!
"Demek geldin ha or.spu! Şahoğlular'ına kakalanan or.spu!" diyen halam Yıldız'ın saçlarına yapıştığında olayın şokuyla dondum.
"Ne yapıyorsunuz siz?" diyip acıyla bağırmaya başladı Yıldız. Kendimi toplayarak engel olmaya kalkışsam da, babamın adamları beni tutuyordu.
"Ben sana dedim Gülayşe yenge! Çarşafı biz serelim, serdiğimiz çarşafı biliriz dedim dimi? Bak! İyi ki de dediğimi yapmışız. Seni or.spu! Çarşafa baktım, tek leke dahi yoktu."
Şeytan gibi kadındır benim halam. İğrenç bir karakteri vardı. Bunu düşünebilecek kadar iğrenç bir zihniyeti de aynı zamanda...
"Bırakın lan karımı!" diye bağırsam da serbest kalamıyordum.
"Valla öyle biri değilim ben." diyerek acıyla ağlıyordu Yıldız. "Baran'ın eli elime bile değmedi daha." dedi bir de. Ama halam bu... İnanır mı hiç?
"Bulmuş bizim salak oğlanı, kandırıyor! Eli eline bile değmemiş ha!"
"Doğru söylüyor hala!" desem de halam kendi bildiği doğrudan şaşmıyordu.
Yıldız'ın saçlarını elinde doladıkça doluyordu ve bunu tüm ev halkı sadece izliyordu. "Bırakın saçımı! Canım yanıyor bırakın!" çığlığının ardından Yıldız halamın elinden kurtulabilmişti.
"Pislik kadın! Namus bekçisi misin lan sen he? Sen kimsin ki benim namusumu diline doluyorsun?" Nasıl oldu bilmiyorum ama bu sefer roller değişmişti. Halamın saçlarını, Yıldız yoluyordu. "Seni parçalarım kadın! Seni öyle bir parçalarım ki, her bir parçanı Mardin'in topraklarına savururum! Duydun mu beni?" Yıldız'ın sesi konağı inletirken, babam aşağı inmişti.
"Ne oluyor burda? Gelin! Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diyen babamın sesi konağı inletmişti.
Öfke hepimizi ele geçirmiş olsa da, kendini ezdirmeyerek herkese haddini bildiren karım, günün kazananı olmuştu. Bu konak artık asla eskisi gibi olmayacaktı! Öyle dolaplar dönüyordu ki bu duvarlar arasında, sessizlik en büyük çığlık olacaktı...