Yıldız'dan...
Masaya oturduğum an Baran parmağıma baktı. Artık bu hareketleri komik gelmeye başlamıştı. Yüzüğü gözüne doğru götürerek "Parmağımda korkma!" dedim. Çaktırmadan bakmaya çalışması da ayrı cabasıydı.
"Zaten göstermeye gerek yok ki. Ben burdayım diye bağırıyor yüzük." dedim. Sahiden de öyleydi. Taşının büyüklüğü bizim fındıklarla yarışırdı. Fındık demişken, Kuzey abimin tavırlarında değişiklik olduğunu açık şekilde sezmiştim. Ayağa bile kalkmama kızan adam, 180 derece dönüş yapmıştı.
Yoksa o da mı aşık oluyordu? Yok yok! Bir abi evliliği daha kaldıramaz bu bünye. Otursun oturduğu yerde.
"Sana diyorum Yıldız..." cümlesiyle irkilerek bulunduğum ortama geri döndüm. "Daldın gittin öyle uzaklara."
"He... Yok ya! Ee söyle bakalım, ne konuşacağız?" dediğim an derin nefes aldı Baran. Evliliğin onun için de zor olduğunu biliyordum. O da haklıydı, ben de. Sonuçta ikimizin de kalbi başkaları için atıyordu. Ben Furkan'ı bitirmiştim ama o sevdiği kadını bitirebildi mi hiç bilmiyorum.
"Düğünü konuşacaktım. Mardin'de nasıl düğün istiyorsun?" Durdum ve düşündüm. Düğün istiyor muydum ki? Olacaksa da neden Mardin'de oluyordu?
"Trabzon'da demek istedin herhalde." dedim diklenerek.
"Düğünü erkek yapar Yıldız. Ben Mardinli'yim ve orda yapacağım."
"Burda olacak!"
"Mardin'de olacak."
"Burda olacak dedum sağa!"
İkimizde kollarımızı masaya koymuş, dikleşmenin alasını yapıyorduk.
"Ben de Mardin'de olacak dedim Yıldız! Sen nişanı burda yaparken biz 'Niye Mardin'de yapmadın?' dedik mi sana he?"
Mantıklı mantıklı konuşarak beni köşeye sıkıştırıyordu ama maksadım inatlaşmak değil mi? Sonuna kadar haksız da olsam, o inat yapılacaktı.
"İstiyorsan orda da yaparım, sıkıntı yok." dedim duruşumu düzelterek. Kimse Yıldız Kurt'un karşısında laf cambazlığı yapamazdı.
"Of Yıldız of! Seninle başa çıkamıyorum ben!" demesiyle arkama yaslanıp çayımdan bir yudum daha aldım. Geldiğimizden beri bardakların biri gidiyordu biri geliyordu. Hatta bir an yarışıyoruz sanmıştım ama ben bi bardak öndeydim.
Of! İçtim o kadar çayı, başladım yine kıvranmaya. "Ben hemen geliyorum." diyerek ayaklanmamla Baran "Nereye?" diye sordu. "Lavaboya."
"Hmm..." diyip baştan aşağı beni süzünce "Habu bardağu kafana fırlatırım, önüne bak!" dedim ve koşarak lavaboya girdim. Biraz daha kalsaydım altıma kaçıracaktım herhalde. Fermuarımı çekmiş, kapıyı açıyordum ki o acı dolu cümleler beni durdurdu.
"Gördün mü?"
"Neyi gördüm mü kızım?"
"Oha Yeliz! Bir de Mardinli'yim dersin. Mardin'in en köklü aşiretlerinden olan Şahoğlu aşiretinin son numarası içerideydi."
"Yuh! Baran Ağa'yı mı diyorsun? Sen nerden tanıyorsun onu kızım?"
"Babamlarla ortaktılar bi ara."
"Sizinle mi? Ee siz Karadenizli'siniz. Mardin ne alaka?"
"İş işte Yeliz. Bunun Doğu'su Batı'sı mı olur? Hem baksana... O kadar Mardin'e gidip geldim ama karşılaşmak burda nasip oldu."
"Boşuna bilenme Baran'a. Onun çocukluktan beridir sevdiği var."
"Hıı görmüştüm o kızı ama ayrılmışlar sanırım."
"Nasıl?"
"Yanında başka kız vardı az önce. İkisinin de parmağında yüzük vardı."
"Oha! Biraz memleketten ayrıldım, neler olmuş öyle?"
"Aman! O kızı bırakıp bunu mu almış cidden?"
"Nasıl? Kızın yüzünü gördün mü? Güzel miydi?"
"Ay yok be! Yanakları kırmızıydı, gözleri yeşil sanırım ama ben pek beğenmedim. Boyu da bacağım kadardı. Bence diğeriyle daha çok yakışıyorlardı. Ayrıca hareketleri de erkek gibiydi. Baran'ın yanına hiçte yakışmıyordu. Attan inip eşeğe binmiş yani uzun lafın kısası." dedikten sonra ikisi de gülüşerek lavabodan çıktılar.
Ben de dışarı çıkıp ellerimi yıkadıktan sonra aynadan kendime baktım. Yanaklarım harbiden de kıpkırmızı duruyordu ama elimde olan bir şey değildi ki. Yüzümü iyice inceledim. Gerçekten de Berfu benden daha güzeldi. Boyum da kısaydı ve hareketlerim erkeğe benziyordu. Damlalar gözümden aşağı akarken, onları yerinde tutamıyordum. Biri damlamadan diğeri peşine diziliyordu.
Bu kadar mı çirkin duruyordum dışarıdan? Yüzümü yıkayarak Baran'ın yanına geri döndüğümde "Neden geç kaldın?" diye sordu. Suratına bakmadan "Sıra vardı." diyip geçiştirdi. Baran sahiden çok yakışıklıydı. Esmer, kirli sakallı, keskin bakışlı ve uzun boylu. Bir kadın neden başka bir kadını böyle aşağılardı ki?
"Yıldız... Bir sorun mu var?" diye sordu. "Yok ya, ne sorunu olacak?"
"Sen... Sen ağlamışsın." demesiyle tuhaf oldum. Yüzümü iyice yıkamıştım ve pekte belli olmuyordu. Nerden anlamıştı?
"Saçmalama Baran."
"Ağlamışsın işte. Sen ne zaman ağlasan burnun kıpkırmızı oluyor ve gözlerin kızarıyor. Yıkayarak kapatmaya çalışmışsın ama pekte becerememişsin."
Hangisine şaşırsaydım? Beni kısa sürede bu kadar tanımasına mı yoksa kızların dediği onca cümleye mi? Yerime oturunca çantamda ki küçük aynayı çıkararak yüzümü incelemeye devam ettim. Acaba dışarıdan çok mu çirkin duruyordum?
"Daha yeni çıktın lavabodan. Ne inceliyorsun yine Yıldız?" demesiyle aynayı çantama atarak "Ben çirkin miyim Baran?" diye sordum. Sormasam içimde kalırdı. Beni nasıl görüyordu acaba?
"Yıldız..." diyerek güldü. "Bu nasıl cümle böyle?"
Ama cevap vermemişti. Onun gözünde de mi çirkindim ben? Çantamı sandalyenin kenarından alarak ayaklandım. Yerimde durmuyordum ki! Ayağımın üstüne basmaktan hastanelik olacağım kesindi zaten...
"Yıldız... Yıldız bir an da ne oldu?"
Hiçbir kadın kendisini çirkin hissetmeyi haketmiyordu. Hepimiz ayrı ayrı güzeldik. Kiminin boyu, kiminin gözü, kiminin göz rengi, kiminin fiziği... Sonucunda hepimiz güzeldik işte...
"Yıldız dursana kızım!" diyen adam, kolumdan tuttuğunda "Bırak beni!" diyerek bağırdım. Sarsılmış hâlde benden çekildiğinde yürümeye devam ettim. Lokantadan dışarı çıktığımız an, Baran arkamdan "Çok güzelsin Yıldız!" diye bağırdı. Yerimde durdum.
"Öyle çok güzelsin ki, dünya üzerinde böylesi güzelini görmedim." Göz pınarlarımdan aşağı akan yaşlar yere damlarken, bu duruma düştüğüm için kendimden tiksinmiştim. Ne oluyordu bana? Hani neredeydi o dik başlı, başına buyruk Yıldız?
"Yeşil gözlerinde yeşermiş fidanlara tutunmak istiyorum Yıldız." dediğinde ağlamayı kestim. Bu da ne demekti? Kolumla yaşlarımı silerken, arkamı dönüp gözünün içine baktım. "Ne diyorsun Baran?"
Hızla yanıma vararak "Diyorum ki, sen çok güzel bir kadınsın. Bu düşünceye nasıl kapıldın ki bir anda? O lavaboda bir şey oldu dimi? Sana laf mı attılar? Kim söyledi? İsim ver bana Yıldız!" diyip kendi kendini sinirlendirmeyi başardı.
Başımı yere eğip "Kimsenin söylemesine gerek mi var?" diyerek elimle aramızdaki boy farkını gösterdim. "Şuraya bak ya! Bizim aramızda uçurumlar var. Sen ağaçtaki dalsan, ben yerde biten papatyayım." dememle "Papatya olmak kötü bir şey mi? Düşünsene... İnsanlar senden başlarına taç yapıyorlar."
"Ama kökümden kopararak!" diyerek bağırdım. Kimse yadırgamazdı yüksek çıkan sesi. Biz Karadenizlilerin, normal şekilde konuşurken bile sesimiz yüksek çıkardı.
"Bence sen delirmişsin, başka açıklaması olamaz."
"Kısa boylu deli ama dimi?"
"Ya Yıldız, sen o kadar da kısa değilsin ki. Niye bunu bu kadar kafaya taktın şimdi?"
"Bak! Yüzüm de kıpkırmızı! Yayla uşakları gibi peşinde dolanırım evlenince he!" dediğimde yüzü bi tuhaf oldu.
Yanıma yaklaşarak saçlarımı elledi. "Her kadın güzeldir Yıldız ama sen farklısın." dedi fısıldar ses tonuyla. "Çok farklı bir güzelliğin var. Gözlerin mesela... Yeşilin hangi tonunda olduğunu hâlâ anlayamadım. Hani bazen şaşırıyorsun ya da sinirleniyorsun ya... İşte o zaman gözlerimi gözlerinden alasım gelmiyor. Zaten iriler, öyle bakınca iyice iri oluyorlar. Sadece onlar bile yeterli güzelsin dememe."
Büyülü sözcükler kulağımdan içeri sızarken, ilk kez böyle iltifatlar alıyordum. Furkan bana daha önce hiç böyle konuşmamıştı.
"Şimdi ikna oldun mu güzel olduğuna?" dedi son olarak ve ben hâlâ salak gibi bakıyordum. İyice mala bağlamıştım zaten. "Oldun mu Yıldız?" dedi tekrardan. Yutkunarak "Oldum." dedim, benden epeyce uzun olan adama bakarak.
"O zaman içeri girelim yoksa bir kaç kişi hesabı ödemedik diye peşimize düşecek. Bak ben girmem bulaşıklara!" diyip ellerini havaya kaldırınca güldüm.
"Ayrıca boyun kısa değil senin. Dilinden ekleme yaparsak, arada sorun kalmaz diye düşünüyorum." demesiyle koluna vurdum.
Masaya geri dönerek tüm evlilik detaylarını konuştuk. Elbette belli başlı şartlarım vardı. Ne kadar anlaşabiliyormuş gibi dursakta, bu evliliği gerçeğe çevirmeyi, ömür boyu sürmesini istemiyordum. Ela yengemin verdiği aklı devreye sokarak bazı isteklerde bulundum. Baran; yerimi sağlamlaştırmak için yaptığımı düşünse de, hepsini boşanabilmek için istemiştim. Elimde koz olması işime gelirdi.
***
Ve tüm hazırlıklar bitmiş, ben evden beyaz gelinliğim ile çıkacaktım... Sabah erkenden kalkıp Mihriban ile kuaföre geçmiştik. İlk düğün Trabzon'da, ikincisi Mardin'de olacaktı. Gelinliğimi sade ve naif seçmiştim. Kabarık giyme gibi bir düşüncem olmamıştı.
"Makyajı çok hafif yapın lütfen." dediğimde Mihri bana ters ters baktı ve kuaföre dönerek "Gelin makyajı olsun lütfen." dedi.
Mihri benim tam tersimdi. Ben ne kadar sadeysem, o da bir o kadar süslü. Sanki bayılarak evleniyormuşum gibi davranılmasından hiç haz etmiyordum. Zorla tâbi tutulduğum bu durum, beni sadece hüsrana uğratıyordu. Oysa ne gerek vardı böyle saçma sapan şeylere? İki genç birbirini sevmiş ve evlenmiş yani... Ne gerek vardı bir başka iki genci üzmeye?
Kuaförden çıkışta Baran alacaktı bizi. Zaten kapıda bekliyordu. İşimiz biter bitmez kuaför parasını ödemeye geçtiğimde Tuğba önümü kesti. "Gelin makyajı erkek tarafından olur Yıldız." Evet, bizde de öyle olurdu ama gururum buna izin vermiyordu.
"Ya senin benim lafı mı olur Tuğba? Ödeyeyim işte."
"Olmaz Yıldız! Adetler böyle." İlk kez inatlaşmak yerine kenara çekilmeyi seçtim. İçim de anlam veremediğim heyecan ve korku vardı. Düğünden hemen sonra Mardin'e gidecektim ve hayatım tamamen değişecekti.
Tuğba ödemeyi yaparken, ben de Mihri ile dışarı çıktım. "Of! Of Mihri çıkartacağım şu gelinliği en sonunda. Sürekli ayağıma takılıyor of!"
"Bi o kalmıştı kavga etmediğin dimi Yıldız?"
"Sus Mihriban! Çok gerginim lütfen sus!" dediğimde Baran arabadan inmiş, yanımıza doğru geliyordu. "Bi sorun mu var hanımlar?" derken, önündeki düğmesini iliklemişti.
"Karına sor Baran! Gelinlikle bile kavga eden karına sor!" demesiyle dondum kaldım. Karısı olacaktım dimi? Saatler sonra soyadımı bırakacaktım. Baran susmayı tercih ederek kapımı açtı ve binmemi bekledi. Ön koltuğa otururken kulağıma doğru eğilip "Çok güzel olmuşsun." dedi.
Ve yine yüzüm kıpkırmızı olmuştu. "Ben Diyar'la gidiyorum." diyerek göz devirdi Mihri. Kendimi toplayıp "Diyar nerde ki?" diye sordum. Kafasıyla arka tarafı göstererek "Görmüyor musun? Gardiyan gibi dikilmiş beni bekliyor." demesiyle güldüm. Bence Diyar, Mihri'ye aşıktı.
Herkes arabasına bindiğinde Baran ile baş başa kalmıştık. Araba kullanıyordu ama bakışlarının üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Aramızda konuşma geçmiyordu. Baran kravatını gevşetince istemsizce yüzüne baktım. Onun da istemediği bariz belliydi.
"Of Yıldız, ne yaptın bana?" diye mırıldandığını da duymuştum. Arabayı kenara çekerek üstündeki ceketi komple çıkarmış, arka koltuğa fırlatmıştı. "Sıcak bastı of!" Kendi kendine konuşuyordu ve ben sadece dinleyiciydim.
Telefonu çaldığında açarak kulağına dayadı. "Ne var lan şerefsiz? He a.ına koyayım, evleniyorum ne oldu? Sana ne lan benim karımın güzelliğinden!" demesiyle telefonu kapatarak kırarcasına torpidoya koydu.
"A.ına koduğumun p.zevenki! Seni s.kmezsem, seni eşek sudan gelinceye kadar s.kmezsem bana da Baran demesinler lan!" dediğinde eliyle direksiyona vurmaya başladı.
Her darbesinde korkuyla sıçrarken, sonunda dayanamayarak "Yapma!" diye bağırdım.
"Sen sus! Hepsi senin abinin b.k yemeleri, sus!" dediğinde bir an da ne değiştiğini anlamadım. Telefonda kimle konuşmuştu? Karşıdaki kişi ona ne demişti bilmiyorum ama adeta sinir küpüne dönmüştü.