Mihriban'dan...
Söz günü gelmiş çatmıştı. Böyle bahsedince de insan aylar geçmiş gibi düşünüyordu dimi? Yok yok, daha dün söylemişti bizim dağ ayısı!
Annemin zoruyla elbise giymiştim ama ayağımda ucu yırtık çorap vardı. İlla bir yerlerden içimdeki öfkemi dışıma vurmam lazımdı. Herkes koştururken, ben umursamadan sarmalardan yuvarlıyordum.
"Gız dişlerunde lahana kalacak Mihri. Yeme daa kizum." dedi annem ve onun demesiyle kahkahayı patlattım. "Ay anne! Ay fena mı olur? Lahanayı görürlerde vazgeçerler belki he?" diyip kahkahama devam edince annem "Bak ki biri dilimden anlay mi?" diye söylene söylene gitti.
Şaka falan bir yana dursun, cidden rezil olurdum. 'Aman...' dercesine elimi sallayarak yemeye devam ettim.
"Yeme artık yeme!" diyen Yıldız, ceylan gibi seke seke geliyordu. Gelme dememe rağmen sözümü dinlememişti. "Sen de ye!" diyip ağzına bir tane tıkıştırdım. "Nasıl olsa aynı yere gidiyoruz, aynı sarmalardan da yiyelim dimi?"
"Ya sen ne zaman değişeceksin Mihriban? Evleniyorsun farkındasın dimi?" dediğinde parmağını elime alarak "Sen de benden farksız sayılmazsın." dedim.
"Sen benim gibi değilsin." diyerek sandalyeye oturdu. "Nasıl yani?" dediğimde elimdeki son sarmayı ağzıma atmadan masaya koyup parmağımı yaladım. "Değilsin işte Mihriban. Yani ben laf çekerim, sabrederim ama sen daha lay lay lomsun."
"Sen mi laf çekersin?" dedim gülerek. "Ben dalga geçmiyorum Mihriban. Bence vazgeç sen." Kafamı sallayıp "Vazgeçmem bundan sonra." dedim ve masadaki sarmayı alarak ağzıma attım. "Sen beni bırakta enişteden haber ver." diyerek göz kırpıp parmağındaki yüzüğü gösterdim.
Önüme doğru eğilerek sessizce "Habuni oğa yedureceğum!" dedi ve beraber güldük. Yıldız tam kafa dengiydi ama kafayı da dengeleyebilirdi. Yani anlayacağınız dilde diyeyim, damarına basılınca kafayı direk yüzüne gümletirdi. Bir kaç defa yapmışlığı da vardı zaten...
***
Misafirler gelince sürüklene sürüklene kapıyı açmam için başa tutturuldum. "Ben gitsem, yüzüğü siz kendi aranızda taksanız." dememle annem enseme şaplak indirdi. "Habu kız ne zaman akullanacak?"
"Hiçbir zaman..." diyip güldükten sonra kapıyı açtım. Diyar tam karşımda, elinde buket çiçekle duruyordu. Çok mu yakışıklı olmuştu bu adam? Çiçekleri bana uzattığında güldüğünü farkettim. Gözlerimi devirip yüzümü buruşturdum. Ağzımın içinden "Hoşgeldiniz." dedim ama demez olaydım. Sonu gözükmeyen bir kuyruk eve doğru giriyordu.
***
"68-69..." diyerek parmağımla sayıyordum. Yıldız elime vurarak "Ayıp Mihri!" diye uyardı. "Ordu gelmiş ordu! Yıldız ben bunlara yemek pişiremem." diye ağlama numarası yaptım. "Delisin sen Mihriban. Seninle evlenen cidden yaşlanmaz."
"Yaşlanmasına gerek yok, zaten kartlamış bu adam, şuna bak? Saçlarında beyaz var Yıldız."
"Ay Mihriban! Sen delisin deli... Hadi yardım ette içeri geçelim." Yıldız'ı kolundan tutarak içeriye oturtup mutfağa girdim. Ee ben şimdi ne yapacaktım? Mutfakla uzaktan yakından alakam yoktu ki benim. Bir kaç defa kahve yapmıştım kabul ediyorum ama onun haricinde mutfağa yemek yemek dışında girmezdim.
"Şunu şuna katalım, belki güzel olur." diyip kahveyi yapmaya başlamıştım. Ciddi ciddi tencerede kahve pişiriyordum. Yengemler yanıma gelerek yardım ettiler ve zor da olsa hepsini tamamladık. Tepsiyle teker teker dağıtmaya başladığımda yengemler de diğer taraftan dağıtıyordu. Sıra Diyar'ın kahvesine geldiğinde kafasını yerden kaldırıp gözümün içine baktı ve yutkundu. Kaş göz yaparak kahveyi gösterdim ama bakmaya devam ediyordu.
Lan kaşımla gözüm yer değiştirecekti be adam, alsana şu kahveyi! "Alsana!" dediğimde "He... Kahve..." diyerek eline alıp içmeye başladı. Köşeye oturduğum halde gözleri bendeydi. Diğerlerinin de gözü bendeydi ama yırtık çorabımda.
İsteme tamamlanmış, babam beni vermişti. Yüzükler için ayağa kalkıp yan yana geldiğimizde omuzlarımız, pardon onun omzuyla benim kafam birbirine değmişti. Nerden baksan 1.80 vardı, ben de 1.60.
Aklımda herkesin aklında olan o olay canlandı ve kendimi silkeleyerek ana geri döndüm. Yüzük parmağıma girince arkadan bir ses "Gelin hanımın çorabı da pek güzelmiş." dedi.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken, annem koluma vurarak uyarısını yapmıştı. "Aa! 70 kişiye hizmet etmek zor tabii. Bu kadar kişi geleceğinizi söyleseydiniz, ben de ona göre çorap giyerdim." dedim. Ay dedim valla! Yine tutamadım şu çenemi!
Yanımdaki adamın gerildiğini hissedince yüzüne baktım. Tek kaşını kaldırmış, ellerini önünde birleştirmişti. "Dilde pabuç kadar. Yazık valla Diyar'a. Bizim kızlardan alsaydı da, buna kalmasaydı."
İnsanlar kendi aralarında konuşurken, kırıcı şekilde eleştiri yaptıklarını da duymuştum. Kimi burnumu kimi göz rengimi kimi de fiziğimi beğenmemişti. Sanki kendileri Jennifer Lopez'di! Küçük bir anlık üzüntünün ardından kendime gelerek zihnimi ortama geri döndürttüm.
Yanımda duran adama "Yaşlanmışsın Diyar Ağa." dedim. Ne de olsa kendilerine özgüveni yüksekti. Kafasını hafif kaldırarak yandan yandan bana baktı. "Sen niye bu kadar çok konuşuyorsun Mihriban? Az sus yoksa ben kıracağım kalbini." dediğinde gece bitene kadar ağzımı bıçak açmadı. Bazı uyarılar farklı kişilerden gelince insan ister istemez kırılıyordu.
***
"Yine bekleruz." dedi annem son olarak. Benim suskunluk orucum ise hâlâ devam ediyordu. Son kişi de çıkınca tek kelime daha söylemeden odama kapandım. Başımdaki aksesuarları çekip odanın içine doğru fırlattım. Ciddi ciddi o dağ ayısıyla mı evlenecektim? Robot gibi adamla ömür geçmezdi ki!
"Mihriban..." sesiyle kendime gelip kapıyı açtım. Yıldız karşımda durmuş, bana dolu gözlerle bakıyordu. "Babam izin verdi, bu gece burda kalacağım."
"Gel... Gel gel, içeri gel." diyip odama buyur ettim. Derin sessizlik ikimize de hakimiyet kurmuşken, evlilik meselesinde gönlümüzün olmadığı bariz belliydi. "Ayağınla bileğin nasıl oldu?" diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Yıldız eline baktı, ardından gözlerime ve "Bilmem..." dedi.
"Nasıl bilmem Yıldız? İnsan ağrıyan yerinin nasıl olduğunu bilmez mi?"
Güldü ve "Bilmezmiş Mihri. Asıl ağrıyan, asıl can çekişenin ruhun, kalbin olduğunu anlayınca diğerleri az geliyormuş. Yani anlayacağın o ki, benim bedenimden çok ruhum paramparça. Furkan'ın yaptıkları, sonra bu evlilik..." dedi ve gözünden akan yaşı çaktırmadan silerek "Ay of! Sen beni bırak, Diyar yakışıklı adammış he." dedi.
Yıldız'da böyleydi işte. Kendi yarasını kapatan, başkasının yarasına ise gözünü kırpmadan merhem olan...
"Aman! Dünya yakışıklısı olsa ne yazar, gönlüm istemedikten sonra."
"Haklısın valla. Of, oturup bunları mı konuşacağız? Hadi kalkta sahile Ganita'ya inelim." dediğinde gülerek ayağını gösterdim. Durumunu unutmuştu sanırım. "Aa! Ay bu vardı dimi?"
Kafamı salladığımda telefonuma gelen bildirim sesiyle kilidi açıp baktım.
DAĞ AYISI - Senin amca kızın Yıldız sözlü müydü?
Anında Yıldız'a baktım. Kesin görücü çıktı. "Yıldız! Yıldız sana talip çıktı!" dememle salak gibi yüzüme baktı. "Ne talibi?"
"Bekle bekle!" diyip mesajına karşılık verdim.
- Evet, Baran'la nişanlı. Niye sordun?
DAĞ AYISI - Benim yengem görmüş, oğlu için beğenmişte o sormuştu.
"Yıldız! Yıldız senin Baran'ı kudurtacağım!" Aklıma gelen planı devreye sokmam lazımdı. Çocukluk aşkından vazgeçen adam, gönlünü kaptırmadığı kadına soyadını vermezdi. Bakalım bizim Baran Ağa Yıldız'ı seviyor muydu?
"Kızım ne diyorsun?" dedi merakla. Merakında da haklıydı aslında.
"Diyar'ın yengesi seni çok beğenmiş, istemeye gelecekmiş." Biraz salladım gibi hissetsem de, asıl sallamayı Baran enişteye yapacaktım. "Yuh! Benim kısmet Mardin tarafından açıldı herhalde."
İkimizde gülmüştük çünkü olayları kale almıyorduk. Zaten bu hayatı kafaya fazla takarsan, hayatta sana takardı.
Yıldız gece geç saate kadar bizde kaldı, eve bırakmaya da Baran gelecekti. Kalacağım demişti ama sonradan gitmeyi tercih etti. Bizim inatçı keçiyi zor ikna etsem de, sonunda o mesajı çekmişti. Zil çalınca koşarak aşağı indim.
Kapıyı açtığımda nefes nefese kalmış gibi davrandım. "Ne oldu?" diye sordu doğal olarak.
"Ay Baran enişte... Neler oldu bir bilsen..."
"Ne oldu? Anlatsana!"
"Yıldız elden gidiyor!" diyerek ellerimle dizlerimi dövdüm. Abartmakta üstüme tanımazdım. Hayatı ciddiye alma gibi bir huyum olmadığı için, karşımdakileri de öyle sanıyordum. "Ne oldu? Bir şey mi oldu Yıldız'a? Taksit taksit niye anlatıyorsun?"
"Yıldız'a görücü çıktı, hem de sizin ordan." dememle kaşları nerdeyse gözlerine dökülecekti. Çok mu abartmıştım? Bence biraz daha sınırı zorlayabilirdim.
"Çocuk Yıldız'a ilk görüşte aşık olmuş. 'Ben onunla illa evlenecem' demiş. Gözlerine tutulmuş. 'Yarın gelip isteyeceğiz' de demiş."
"Yıldız!" Gür sesle evin duvarları yankılanmıştı. Eyvah ki ne eyvah! Yıldız beni çiğ çiğ yiyecekti. "Şey fazla bağırmasan mı ya? Belki gözlerini fazla beğenmemi..." diyemeden yine bağırdı. "Yıldız çabuk aşağı in Yıldız!"
Ceylan gibi seke seke merdivenlerden aşağı inen Yıldız'ın hiçbir şeyden haberi yoktu tabii ki de. "Ne oldu Baran? Niye bağırıyorsun öküz gibi?"
"Yarın seni istemeye geliyorlarmış." demesiyle Yıldız gözümün içine baktı. Benim yaptığımı anlamıştı. Dudaklarımı ısırarak yavaş yavaş kaçmaya çalıştım ama başarılı olamadım. "Mihri dur! Yine neler salladın acaba dur!"
"Siz iki genç aşık, kendi aranızda halledin ya..."
"Biz de halledelim dimi Mihriban?" diyen yöne döndü kafam. "Diyar..." ismi dökülürken dudaklarımdan, s.çtık bakışı attım hepsine.
Diyar içeri girip kolumdan tutarak beni dışarı çekti. Yıldız ile Baran tartışarak arabaya doğru giderken, biz de Diyar'la armut ağacının altındaydık. "Bugün niye böyle değişik davrandın?"
Değişik mi? Beni ne kadar tanıyordu ki değişik diyebiliyordu? Normal halimdi oysaki her hareketim. "Ben normalde de böyleyim." dedim rahat tavırla.
"Bak... Daha birbirimizi hiç tanımıyoruz ama töreler gereği mecbur kaldık yoksa ben kim sana bakmak kim tamam mı?"
"Ay... Kartlamış Diyar Ağa bana bakmıyormuş! Şu an öyle üzüldüm ki anlatamam..." diyerek dudaklarımı aşağı büzdüm.
"Yapma şunu!" dediğinde dişlerinin arasından konuşuyordu. "Neyi, bunu mu?" dedim ve yine aynı hareketi yaptım. "Mihribannn..."
"Diyarrr..."
"Of! Sen ne rahat kızsın ya! Biraz ağır başlı olsana! Zaten yırtık çorabı giymiş gelmişsin, rezil ettin kendini."
"Yırtık çorapla rezil mi olunurmuş? Ayrıca bana ağır başlı ol diyene kadar, git başındaki beyazları boyat tamam mı? 22 yaşındayım ben ya! 30 değilim!"
"8 yaşındaymış gibi hareket ediyorsun Mihriban."
Bir adım üstüne gidip "Bence sen fazla kasıyorsun kendini." dedim. O da aynı adımla yaklaşıp "Ya da sen çok gevşeksin." dedi.
"Biraz olgun olsaydın, sevgilin seni en yakın arkadaşınla aldatmazdı." cümlesiyle dondum kaldım. O nerden biliyordu ki?
Her şakayı kaldırır, her mizaha gülerdim ama uğradığım ihanet yüzüme vurulduğu an ruhum bedenimden çekilirmiş gibi hissederdim. Bu kadar kırıcı olmak zorunda değildi bence. O şakacı kız yüzüm gitmiş, yerine her şeyden nefret eden Mihriban gelmişti. Gözlerinin içine bakarak "Bitti mi?" dedim sadece. Kırıldığımı anlamış olacak ki, derin derin baktı gözlerime.
"Bitti." dediğinde "Bittiyse iyi!" diyip arkamı döndüm. Kolumdan tutarak "Nereye?" diye sordu. Ben ise o cümleyi kurarak kalbimin parçalarını eline saymıştım.
"Eve gidip boynuzlarımı sayayım diyorum. Belki bi diğer arkadaşım da seninle birlikte olur he!"
Bazı cümlelerin affedilir yani olmazdı. Diyar'ın her cümlesine olumlu cevap vererek, fazla kafaya takmamıştım ama aldatılmayı benim suçummuş gibi lanse etmesine yüreğim razı gelmemişti. Kolumu hızla çekip evden içeri girdim. Mihri hiçbir şeyi kafaya takmazdı dimi? Çünkü Mihri'yi kimse odasında geceleri ağlarken görmezdi de ondan...