Yıldız'dan...
Saçlarıma yapışanın, saçlarından alırım. Beni ne ile itham ettiğinin farkına varana kadar yolardım bu kadını, kimse de elimden alamazdı. Ne Baran ne de Mehmet Ağa...
"Terbiyesiz! Görüyor musun ne yapıyor abi?" diye bağırdı elimin altındaki kadın. Sanki o haklı ben haksızdım. Gelmişsin buraya tamam, ona bir şey demiyorum ama benim odamda, benim özel alanımda ne işin var?
"Namusuma dilini uzatırsan, sonucuna katlanırsın teyze." dedikten sonra saçlarını bırakmayarak kafamı kaldırıp teker teker hepsinin yüzüne baktım.
"Ya siz beni ne sanıyorsunuz he? Neyim gözünüzde? Evleneceksin dediniz, evlendim! Buraya geleceksin dediniz, geldim! Ne istiyorsunuz benden daha ne? Hiç tanımadığım, sevmediğim bir adamla aynı yatağa mı gireceğimi sandınız?" diye bağırmamla Mehmet Ağa "Kes sesini!" diyip beni susturdu.
"Utanmaz! Gelmiş burda yatak odasından bahsediyor!"
"Siz gelip çarşaf isterken utanmıyorsunuz da ben namusumu savunurken mi utanacağım! Ben boyun eğmem Mehmet amca!" diyerek başımı dikleştirdim ve saçlarını tuttuğum kadını göstererek "Damarıma basanın damarına basarım. Hiç kimse ama hiç kimse beni ezemez, ayakları altına alamaz!"
Herkes susmuş, sadece beni dinliyordu. Bu evde ilk baş kaldırı yapan ben olsa gerektim. Susmayacaktım! Haklıysam asla susmayacaktım!
"Baran! Karını al ve odana çık yoksa elimde kalacak!" bağırışının ardından Baran yanıma gelip usulca "Odamıza çıkalım. Haklısın biliyorum ama olay büyümesin Yıldız. Ben zamanı gelince gerekene gerekeni yapacağım. Şimdi senden rica ediyorum, sözümü dinle." dediğinde saç telleri parmaklarımda kalan kadını serbest bıraktım.
"Bu mesele burda kapanmadı Mehmet amca! Ya sen haddini bildirirsin kardeşine ya da ben öyle şeyler yaparım ki, hepiniz ağzı açık beni izlersiniz." diyip Baran'la beraber yukarı çıktık. Odaya girmiştik ama ben hâlâ yerimde duramıyordum.
Odada volta atarken, Baran "Tamam Yıldız otur artık." dedi.
"Görmedin mi ne yaptığını? Saçımın başımın hâline bak! Ya beni ailem pamuklara sarıp büyüttüler Baran! Şimdi hiç tanımadığım bir kadın gelipte bana namussuzluk damgası vuramaz tamam mı? Bu halan da olsa!" dedim en son işaret parmağımı sallayarak.
Evin şeytanı da kendini göstermişti. Neyse ki gizlilerinden değildi ve daha ilk günden rengini belli etmişti. Ya bukalemun gibi girdiği her ortama ayak uydurup, işini alttan alttan yürütseydi?
"Haklısın!" diyen adam, hiçbir şey olmamış gibi üstünü çıkartmaya başladı. İlk önce kazağını, ardından atletini. Gözlerimi kapatıp "Aa! Ne yapıyorsun sen ya?" dedim.
"Üstümü değiştiriyorum Yıldız. Bugünden beri bunlarlayım ve koktum. Herkes senin gibi günün her saatinde güzel kokmuyor." demesiyle yüzümün kızardığını hissettim. Bu iltifatlar artık artmaya başlamıştı ve beni de çok utandırıyordu. "B-banyo var! Git orda değiştir." diyerek konuyu dağıtmaya çalıştım.
"Tamam! Bir dahakine orda değiştiririm." cümlesinden sonra pantolonun yere düşme sesini de duydum. "Yok artık! Ben daha fazla katlanamayacağım buna!" diyip gözümü açmadan arkamı döndüm ve banyoya koştum. Kapıyı kilitmemle "Alışsan iyi olur süpürgesiz cadı çünkü sen kabul etsen de etmesen de biz karı kocayız." diye bağırdı ardımdan.
Sahiden de öyleydik ya... Birbirinden hiç haz etmeyen çifttik. Baran benden daha ılımlıydı bu ilişkiye ama ben cesaret edemiyordum. Sütten ağzım yandığı için, yoğurdu üfleyerek yemeye çalışsam da, bu kurala daha ne kadar uyabilirdim bilmiyorum.
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan çıkıp bir kaç parça kıyafet alarak duşa girdim. Banyo yaparken şarkı söylemeyi sevsem de, bu sefer susmayı tercih etmiştim. Sustukça içime attıklarım dağ misali büyüse de, susmayı seçmiştim işte. Sıcak su bedenime iyi gelmişti de, ruhuma pek bi faydası olmamıştı. Pijamaları üstüme çekerek banyodan çıktığımda Baran beyi yatağa 1.80 uzanmış hâlde buldum.
"Sen mi yatacaksın orda?" dedim doğal olarak. Herhalde bu kadar da gamsız olamazdı. Kendisi yumuşacık yatakta uyurken, beni rahatsız kanepede yatıracak hâli yoktur diye ümit ediyorum.
Bakışlarını telefonundan alarak bana çevirdi. "Kocaman yatak, ikimize de yeter!" demesiyle kanepede yatmamı söylemesine dahi razı olduğumu düşündüm. Yanındaki yastığı hızlı ve tepkili şekilde alarak kanepeye attım. Ayağımdaki terlikleri havaya fırlattığımda biri sağa giderken, biri ayağımda takılı kalmıştı.
Sen kaşındın Baran Şahoğlu! Gözlerimi kısarak terliği ayağımdan alıp Baran'a doğru fırlattım. Yüzüne gelen terlikle birlikte "Aa! Ne yapıyorsun lan manyak?" diyerek bağırdı.
Elimle ağzımı kapatıp "Hii! Ayağımdan kaçtı kocacım!" dememle yataktan kalkıp hızlıca baş ucuma geldi. "Ne dedin sen?" dediğinde yutkundum çünkü ne dediğimi çok iyi biliyordum.
"Ne dedim?" dedim safa yatarak. "Bir şey dedin az önce sanki."
"Y-yok! Sen öyle anladın herhalde. Ayrıca bırak beni uyuyacağım." diyip kanepeye yatarak pikeyi başıma kadar çektim.
"Sana da iyi geceler karıcığım!" fısıltısıyla utançtan gözlerimi sıkıca yumdum. Daha ilk günden savaş alanına çevirdiğim evde beni ikinci günden neler bekliyordu acaba? Bu çarşaf olayı elbette ki yine gündeme gelecekti.
Ama o hala denilen şahıs burada kalmaya devam ederse, konaktaki sular asla durulmazdı. Pikeyi başımdan yavaşça çekerek Baran'a baktım. Yumuşacık yatakta mışıl mışıl uyuyordu. Ben ise tahtadan beter bu kanepede belimi çürütüyordum. "Of!" layarak ayağa kalktım ve Baran'ın yanına gittim. Sahiden uyuyordu lan adam! İnsan biraz vicdan yapar, 'O kız orda nasıl uyuyacak?' diye düşünür ama bizim Mardin öküzünde o incelik nerde...
Elimi yüzüne doğru sallayarak "Baran!" diye fısıldadım. "Uyudun mu Baran? Of uyumuş ya! Belim koptu. Kanepede uyursam sabaha bel ağrısıyla merhaba derim. Zaten yeni düştüm, belimi incittim." diye kendi kendime söylenirken, gözüm yatağın boş kısmına kaydı.
"Saçmalama Yıldız! Bu öküzle aynı yatağa girecek halin yok herhalde." Ama yapmakta zorundaydım. Bir yatağa bakıyordum bir de öküz gibi uyuyan Baran'a.
"Başka çarem yok." diyerek yastığımı elime alıp yatağa koydum. Kanepede ki kırlentleri yatağın ortasına dizerek yavaşça yatağa uzandım. Çok tuhaf bir histi. Sağımda uyuyan bir adam vardı ve o adam benim kocamdı. Ben tarafa dönüp, kolunu kırlentlerin üstüne doğru hayvan gibi attı.
Yatakta iyice köşeye doğru çekilerek gözlerimi kapatıp derin uykuya daldım. Öyle derin uyumuşum ki, geceleri sıkça uyanan benim, bir kere dahi uykum bölünmemişti. Gözümde hissettiğim ağırlık ve ağrı ile bağırarak uyandım.
"Ağğ! Gözüm gözüm..." Gözümü açmamla Baran'ın kolunu yüzümde buldum. Öküz! Kolunu yüzüme vurmuş öküz. Elini yüzümden aldığım gibi kendi yüzüne çarparak bağırmaya başladım. "Gözümü çıkarttın hayvan!"
Baran sıçrayarak yerinden kalkıp "Hay ananı! Ne oluyor lan?" diye bağırdı. Tek gözü hâlâ kapalıydı ve kim olduğumu seçmeye çalışıyordu. "Yıldız..." diyerek bana doğru eğildi. "Sen misin?"
"Yok eben! Gözümü çıkarttın be adam!"
"Sen... Sen burda mı uyudun gece?" diye de ekledi. "Benim yanımda mı uyudun?"
"Sırası mı?" diyerek bağırdım. Burda gözümün ağrısından duramıyorum, beyefendinin düşündüğü şeye bakar mısınız?
"T-tamam... Aç bakayım gözüne." diyerek ortamızdaki kırlentleri odanın her yerine fırlattı. "Bunlar ne, bunlar ne? Bunların ortamızda ne işi var? Senin işin dimi?" diyip biraz söylendikten sonra "Aç bakayım gözüne Yıldız." dedi ve elimi çekerek bakmasına fırsat tanıdım. Çok yakındı bana... Hay ben böyle işin! Adam nefesim kadar yakındı bana.
Geri kaçmaya başlayınca "Kaçma dur, yemicem seni. Gözün baya kan toplamış. Doktora mı gözüksek acaba?" dedi.
"Gerek yok." dediğim gibi yataktan kalktım. "Ne demek gerek yok? Böyle giderse şişecek gözün. Hayır yani! Madem yanımda yatacaktın, niye gece artistlik yaparak kanepeye uzandın ki?"
"Senin öküzlüğünden! Kolunu hayvan gibi yüzüme vurdun."
"Ben biraz dağınık uyurum." diyip gülünce sinir iyice tepeme çıktı. "Ama yanımda uyuyacağını bilseydim, kendimi ona göre şartlar, daha derli toplu yatardım. Of ya!" demesiyle kaşlarımı çatarak baktım yüzüne.
"Bileydim aynı yatakta olduğumuzu, o kırlentleri çaktırmadan atardım aramızdan." demesiyle ayak ucumdakini alarak suratına fırlattım. "Al! Birisi yüzüne yapıştı al!" dememle "Kızma süpürgesiz cadı." diyip güldü.
Gözüm zonkluyordu ama çaktırmamaya çalışıyordum. Kavgamıza ara vererek hazırlanıp kahvaltıya inmiştik. Tepkim işe yaramış olmalı ki, herkes aynı sofradaydı.
Baran, yanındaki sandalyeyi göstererek oraya oturmamı söyledi. Sofrada herkes sadece yemeğini yiyordu ve ortamda ölüm sessizliği vardı. O pislik kadında tam karşımda oturuyordu.
"Abi, bizi niye bir sofrada topladın?" derken bakışları benim üstümdeydi şeytanın.
Elindeki ekmeği sofraya koyan Mehmet Ağa "Dün ki konuyu konuşup burda kapatacağız!" dedi. Kalbim ağzımda atıyordu sanki.
"Ben gelinime inanıyorum Gülten. Öyle ya da böyle birbirimize gidip gelmiş, az buz aile içine girmiştik. Bu zamana kadar gelinimin başka erkeğe yan gözle dahi baktığını görmedim." demesiyle karşımdaki kadına gururla baktım.
Mehmet amca bana inandığı için, ona ayrı mahcuptum. Koskoca adam, oturmuş burda benim bekaretimi konuşuyor. Yazık, cidden yazık!
"Sana inanıyorum Yıldız ama bu ayrı yatma işine artık son verin! Aşiret bebek ister, bebek bekler kızım. Size 3 ay mühlet!" diyerek 3 parmağını Baran'la bana gösterdi. "3 ayın sonunda karı koca olmamış olursanız, gözüme sakın gözükmeyin!" diyerek elini masaya hafif şekilde vurdu.
3 ay mı? Bunu benden nasıl isterdi? Sevmediğim insanla... Düşüncesi bile midemi bulandırıyordu. "Baba..." dedi Baran ama Mehmet amca kesin hükümlüydü. "Bana karşı mı geliyorsun sen? Ne dediysem o Baran! Şimdi herkes yemeğini yesin ve dün ki olay yaşanmamış gibi hayatlarına devam etsin!" diyip ayağa kalktığında "Sen de büyüğünden özür dile kızım. Ne olursa olsun, o bu evin büyüğüdür ve saygısızlık yapılmaz!" dedi.
Bakışlarım anında şeytanın vücut bulmuş hâline dönerken, sinsice bana sırıttığını gördüm. Mehmet amca odasına çekilince masanın üstüne doğru çullanarak "Özrünü bekliyorum gelin." dedi.
Elimi yumruk yaparak "Özür dilerim." dedim ve anında güldü. Dur bi bekle şırfıntı... Ayrıca bunun neresi hala, neresi büyüktü be! Taş çatlasın 40 yaşındaydı kadın. "Özür dilerim Gülten teyze." dememle yüzü düştü. Yaşının ilerlediğini birisinin ona söylemesi lazımdı çünkü sanırım kendini 18 yaşında çıtır sanıyordu. "Saçını daha iyi yolmadığım için özür dilerim." dediğimde masadan kalkıp yanıma geldi ama Baran aramıza girdi.
"Hala sen iyice abarttın bak! Karımdan uzak dur artık anlıyor musun?"
"Görmüyor musun ne dediklerini oğlum?"
"Görmüyor, duyuyor!" diye düzeltmemi de yaptım. Kadının kelime anlayışı bile yanlış, bir de gelmiş benimle aşık atmaya çalışıyordu.
"Yürü sen de Yıldız! Kadınların arasında kala kala iyice kafayı yiyeceğim! Yürü şu gözünü bi doktora gösterelim."
"Hele dur oğlum! Baban vardır diye soramadım. Ne oldu gözüne güzel yavrum?" diyerek yanıma yanaştı Gülayşe teyze ama anında geri çekildim. Dün görümcesi saçlarımı yolarken, hiçbirisi araya girmemişti. Elbette ki tepkimi ortaya koyarak mesafemi koruyacaktım.
"Gidelim Baran." diyip elini tuttuğumda kırgınlığımı anlamıştı Gülayşe teyze ama sesini çıkartmamıştı. Baran'a dönerek "Gidelim çünkü gözüm zonkluyor ve ağrısına dayanamıyorum artık." dedim.
Elimi sıkan eli farkedince anladım ne yaptığımı. Ve nefret ediyorum ki yine yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Keşke anama bilama daha az benzeseydim...
Konuyu dağıtmak amaçlı elimi çeker çekmez "Hangi doktora gideceğiz?" diye sordum.
"Benim bi arkadaş var, ona götüreyim seni." dediğinde itiraz etmeden arabaya bindim.
***
"Sen bu kıza mı vurdun lan?" dedi doktor, dibimden ayrılırken.
"Berat! Saçmalama istiyorsan!"
"Kızın gözü darbe yemiş oğlum!"
"Tamam işte, uyurken elim gözüne çarpmış."
"Ha yani duvara çarpmadı!" dediği an dudaklarımı birbirine bastırdım. Araya girmezsem, birbirlerine gireceklerdi.
"Lan Berat! Beni deli etme oğlum!"
"Durun ya! Kimsenin bana vurduğu falan yok. Gerçekten uyurken oldu. Ayrıca habu bağa vuracak, ben da susacağum oyle mi?" dediğim an doktor, Baran'a dönüp "Şaka!" dedi.
"Karadenizli'yle mi evlendin cidden?" dedikten sonra kahkaha atmaya başlayınca sinirlerim bozulmuştu. Ne vardı Karadeniz'de sanki?
"Yenge... Yenge çok özür diliyorum." dedi ve Baran'a dönerek "Bilmiyo dimi?" diyip gülmesine devam etti.
"Sus oğlum!" dedi Baran dişlerinin arasından. Neyi bilmiyordum acaba? "Yenge bu varya..."
"Sus dedim Berat!"
"Ne susması? Anlatır mısın lütfen?"
"Kusura bakma kardeşim ama anlatacağım." diyen doktorun ardından, Baran eliyle yüzünü kapattı.
Hem gülüyordu hem de anlatıyordu. "Biz o zamanlar üniversitedeyiz. Baran'la cafetaryaya indik, sohbet muhabbet ediyoruz. İşte her neyse. Bi tane kız gel, Baran'ın üstüne kahveyi komple dök. Tabii bu ikisi verdi kavganın gözüne... En son karşıdaki kızın içinden bir canavar çıktı." diyip eliyle ağzını kapattı.
"Görmen lazım ama yenge. Kız diyo ki..." diyip Baran'a baktı. "Ne demişti lan? Değişik bi kelime kullanmıştı."
"Afkurma demişti." dedi Baran, ağzının içinden.
"Hee evet evet! Neyse yenge... Bu kız geçti bizim Baran'ın karşısına, koydu ellerini beline 'Ne köpek gibi afkuriysun?' dedi. Tabii, biz afkurmak ne demek bilmiyoruz. Kavga bitti, olayın üstünden 4-5 saat geçti ama biz ders çalışır gibi o kelimenin anlamını öğrenmeye çalışıyoruz. Ama varya görmen lazım! Google yazsak çıkacakmış aslında da... Zaten sonradan öğrendik ki kız da Trabzonlu'ymuş. Baran'da büyük konuştu o zamanlar. 'Ölsem de bi Karadenizli'yle evlenmem!' demişti de, şimdi o geldi aklıma, ona güldüm." dedi son cümle olarak.
Tabii o anlatınca ben de gülmüştüm çünkü Baran bizim oranın kızlarından geçmişte de çekmiş. "Gülün gülün! Buldunuz dalga konusunu, gülün tabii!"
"Yenge... Bence bizim deliyi daha fazla kızdırmayalım. Ben şimdi size bi damla yazıyorum, sabah akşam düzenli olarak kullanırsın yenge. Hadi geçmiş olsun." dedikten sonra Baran'la odadan çıktık ama ben gizli gizli gülmeye devam ediyordum.
"Tamam Yıldız, gülme bak!"
"Ay ne yapayım? Kızı nasıl sinir ettiysen, sana afkurma demiş."
"Anlamını biliyorsun ya, nasıl da hoşuna gidiyor dimi süpürgesiz cadı?"
Cadı kelimesini duyunca istemsizce yüzüm düştü. Abimler bana hep böyle seslenirdi. İç çekince "Ne oldu Karadenizli?" dedi Baran.
"Abimler beni hiç aramadı." dedim dertli dertli.
"Aramamaları gayet normal Yıldız."
"Niye ki?" dememle hastanenin ortasında durup yüzüne baktım. İlk önce etrafı kontrol etti ardından eğilerek kulağıma doğru "Çünkü yeni evliyiz ya... Yeni evli çiftler rahatsız edilmez, çocuk yapıyorlardır falan..." demesiyle koluna vurdum.
"Pisleşme Baran!" dedim kızaran yüzümle.
"Ah! Elin ne ağır senin ya?" dedi ve eliyle vurduğum kolunu ovuşturdu. Eczaneden ilaçları aldıktan sonra Baran beni eve bıraktı. Şirkete geçeceğini, gece geç geleceğini söylemişti.
Ee şimdi ne yapacaktım ben bu koca konakta? Telefona gelen bildirim sesiyle kilidi açtım. Kuzey abim fotoğraf atmıştı. Hemen bakmıştım. Baktığım gibi heyecanla ayağa kalktım. Passolig kartımı almıştı. Anında aradım.
"Abi! Abi şaka değil dimi?"
"Hayır cadım. Hayırlı olsun abicim."
"Abi sen varya... Bir tanesin ya!"
"Abin kurban olsun... Nasılsın güzelim, iyi misin?" demesiyle modum düştü. İyi miydim ki? Bence hayır... Ama yalan söylemek zorundaydım.
"İyiyim abi. Bizimkiler nasıl?"
"Çınar abim, yengemle barışmanın derdinde. Toprak desen, hamile karısının istekleri üzerine dolanıyor. Annemle babam da akşama kadar ağlıyor."
"Niye?"
"Niye olacak? Sen gittin diye Yıldız. Hele annem... Akşama kadar 'Oy Yılduz'um! Oy benum yeşul gözlü kizum!' diyip diyip duruyor." dediğinde arkadan ses geldi "Oy Yılduz'um! Oy benum yeşul gözlü kizum!" cümlesiyle abimle karşılıklı güldük.
"Yıldız! Gel de sofrayı kuralım güzel kızım he!" sesiyle "Abi kapatmam lazım." dedim.
"Dur dur! Ne zaman geleceksin?" dedi abim, titreyen sesiyle. "Bu hafta sonu geleceğiz, Baran söz verdi abi." dememle abim "Valla mı? Kapat kapat! Annemle babama haber vereyim kapat - ma dur! Maça geleceksin dimi Yıldız?"
"Ne maç-ı! Abi! Fener'le maçımız bu hafta sonu mu?"
"Evet!"
"Geleceğim tabii ki de. Sen şimdi kapat, ben sofrayı kurmaya gideyim. Hadi annemlere, abimlere selam söyle. Yanaklarınızdan kocaman öpüyorum hepinizin."
Ve telefon kapanınca yüzüme bir mutluluk yerleşti. Öyle özlemiştim ki seslerini... Mutlulukla mutfağa geçip kollarımı sıyırdım. "Var mı yapılacak bir şey?"
"Sofrayı kurmaya yardım etsen yeter yenge. Her şey hazır zaten."
"Oh mis gibi kokuyor pilav."
"Sen bir de annemin içli köftesini ye yenge..."
"Etle aram yok." dememle Tuğba elinde ki kaşığı tezgaha bırakarak "Nasıl?" diye sordu.
"Bildiğin yemiyorum işte."
"Ee sen aç kalırsın o zaman yenge. Bizim evde etsiz yemek olmaz ki."
"Ben aç kalmam merak etme." dedikten sonra sofrayı hazırlayarak herkese haber verdim. Farkında değildim ama yavaş yavaş alışmaya başlamıştım ya da kendimi öyle avutuyordum...
Herkes masada toplandığında, kadınların yine oturmadığını farkettim. "Biz yemeyecek miyiz?" diye sordum doğal olarak.
"Adamlar yesin, sonra oturacağız güzel kızım."
"Niye? Onların ağzı ve midesi altından mı ki bizden önce yiyorlar?" dedim sitem ederek. Öyleydi ama! Onlar açsa ben de açtım.
"Çok ayıp Yıldız!" dedi Gülayşe teyze.
"Asıl ayıp sizin dün ki yaşananlara göz yummanız!" diyerek "Hepinize iyi akşamlar." cümlemi de söyledikten sonra kafamı yere eğip odama doğru ilerledim. Demek ki sabah konuşma vardı diye herkes aynı sofradaydı.
Kapıdan içeri girmemle gözyaşlarım yine akmaya başladı. Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Gözüm! Hafta sonuna kadar gözüm iyileşmezse, bizimkiler kesinlikle olayı farklı anlayıp, kavga çıkarabilirlerdi. Çantamda ki ilaçları alarak gözüme damlatmaya çalıştım ama ben dibinden beri bunu beceremezdim. Sürekli dışarı akıyordu ve sonunda kenara koyarak vazgeçtim. Midem birbirine yapışmıştı. Abimin kartından, tavuk dürüm siparişi vermiştim. Yaklaşık yarım saat sonra aradıklarında koşarak aşağı inip kapıyı açtım.
"Yenge! Yenge nereye kaçıyorsun yenge!" diyerek telaşla yanıma koştu Tuğba. "Yenge yapma! Annem dün ki olaydan sonra çok pişman oldu, sabahtan beridir de ağlıyor yapma."
"Dur kız, ne kaçması? Yemeğimi alacaktım."
"Hee... Öyle mi? Korkuttun yenge ya..." diyen Tuğba'ya gülerken, uzanan siparişi almak için kuryeye döndüm.
"Afiyet olsun efendim, iyi akşamlar."
"Sağolun, kolay gelsin." diyip aldıktan sonra kapıyı kapattım. Sıcaklığı elime vuruyordu. "Ne aldın yenge?"
"Tavuk dürüm. Gel hadi beraber yiyelim."
"Ee sen hani et yemiyordun?"
"Et yemiyorum dedim, tavuk demedim ki. Hadi gel yiyelim."
"Yok valla yenge. Ben öyle yedim ki, nefes alacak yerim kalmadı."
"Of hadi gel Tuğba. Odada tek başıma canım sıkılıyor. İki laf ederiz."
İkimizde odaya çıktığımızda ısrarlarıma rağmen, Tuğba yine de istememişti yemeğimden. Hem yiyordum hem de sohbet ediyordum.
"Senin yok mu hayatında birileri?" dediğimde Tuğba'nın düşen yüzünü farketmiştim. Bu hüzün, kavuşamamanın hüznüydü. "Yok yenge, olmasın da zaten." dediğinde "Bence var ama yok gibi Tuğba." dedim.
"Anlatmak ister misin?" dememle derin bir nefes alarak "Belki bir gün..." dedi. Tuğba ile sohbet etmek bana aşırı iyi gelmişti. Biraz olsa kafam dağılmış, kendimi bulunduğum kasvetli ortamdan uzaklaştırmıştım.
Baran kapıyı açıp içeri girince Tuğba ayağa kalktı. "Neyse artık ben gideyim."
"Biraz daha otursaydın."
"Çok yorgunum Yıldız, uyuyacağım. Yarın devam edersiniz tamam mı?"
Kafamı 'evet' anlamında sallayınca Tuğba odadan çıkmıştı. Baran eline aldığı kıyafetlerle banyoya gidip giyinerek geri çıktı. Çok soğuk duruyordu. Oysa ki sabah gayette iyiydi aramız.
Masanın üstünde gördüğüm damlayı alarak çekinir adımlarla yatağın üstünde uzanan adamın yanına gittim. "Şey... Gözüme damlatabilir misin bunu?" dedim.
Kapalı olan gözlerini açarak yüzüme baktı. "Ben mi damlatacağım? Sen yapamıyor musun?"
"Yaparım!" diyip geri döndüğümde kolumdan tutarak yataktan doğruldu. "Gel gel! Hemen de gurur yap! Gel yat, damlatayım."
İtiraz etmeden kalktığı yere uzandım. Yastığının sıcaklığı tenime işlerken, her hareketini inceliyordum. Damlanın kapağını açınca üzerime doğru eğildi. Nefesim kesilecekmiş gibi hissediyordum.
Gözümü kırpmadan tam karşımda duran keskin bakışlı adamı inceliyordum. Çok yakışıklıydı pislik! "Damlattım Yıldız." demesiyle o da bakışlarını bana çevirdi. Hâlâ üstüme doğru eğikti ve nefesi nefesime çarpıyordu.
"Oğlum!" diyip kapıya vurulmasıyla dengesini kaybederek üstüme düştü. 1.90 boyuyla, nerden baksan 90 kiloyla üstüme düşen adamın altında can çekişiyordum. "Kalk! Üstümden kalk, nefes alamıyorum kalk!" diyip debelenmeye başladım.
"Baran kalk üstümden!"
"Bana vurmayı kesersen kalkacağım Yıldız!" demesiyle darbelerimi durdurdum. Hızla kendini doğrultup üstümden kalkmasıyla nefes aldım.
"Ay ölüyordum! Ay 90 kilo adamın altında kaldım ay!"
"Abart! Biraz daha abart Yıldız! 89.5 kiloyum ben bi kere."
"Aman 90'dan çok azmış he!"
"Ben kilolu değilim, sen çok zayıfsın. Sahiden kaç kilosun?"
"50!" dememle "Yuh a.ına koyayım! Üflesem uçacaksın Yıldız. Kadın dediğin biraz ele gelmeli." dediğinde "Ele gelmeli derken?" dedim.
"Yani işte elleyince ele gelmeli Yıldız. Biz şimdi o işi yapsak, kemik mi tutacağım sen de?" demesiyle yastığı kafasına fırlattım. "Pislikleşme Baran!"
"Şaka şaka! Kemikle de idare ederiz artık." diyerek göz kırptıktan sonra koşarak kapıyı açtı. "Oğlum ne yapıyorsunuz hele içeride? Sesler geliyor he..."