Yıldız'dan...
"Abi ben kaçmak istiyorum!" dedim telefon açılır açılmaz. "Kaçır hepimizi abi, yurtdışına çıkalım, oraya yerleşelim."
Cümlem içime dert olmuştu; çünkü ülkemden, vatanımdan ayrı kalmak bir yana dursun, bir günlük bile hasret çekmek istemiyordum. "Ne kaçması yengem?" sesiyle durup telefona baktım. Yengemi aramadığıma göre, abimin telefonunu o açmış.
"Yav yenge! Abimin telefonunu niye sen açıyorsun?"
"Abin duşta Yıldız."
"He fuşki yeduk, abin duşta diysın he!"
"Sus kız! Sen benimle nasıl konuşuyorsun? Hem ne kaçması Yıldız? Yine senin niye heyheyler gelmiş?"
"Dayanamıyorum artık! Görmezden gelinmeye, ikinci kadın olarak anılmaya dayanamıyorum yenge! Abim kaçırsın hepimizi işte. O beni korur, kurtarır..." dememle yengemin ağlama sesi geldi kulaklarıma.
"Yıldız yapma! Bulurlar bizi yapma! Çocuklarım babasız kalsın istemiyorum!"
"Huzurumuz olsun; ama Yıldız mutsuz olsa da olur diyorsunuz he! Yıldız üzülse de, Yıldız yıpransa olur dimi?"
Herkes kendi k.çını kurtarmanın derdindeydi. Kimse 'Yıldız ne hissediyor, Yıldız bu evliliği kaldırabilir mi, Yıldız mutlu mu?' diye düşünmüyordu. Ah Yıldız ah!
"O nasıl söz yengem? Ben seni hiç mi düşünmüyorum sanıyorsun? Var benim de aklımda bir şeyler. Evlilik sözleşmesi hazırlayacaksın." demesiyle burnumu çekerek "Nasıl dedim?"
"İlk önce kendine özel alan isteyeceksin. Alan derken, kendine ait bir ev. Bak... Daire değil he ev isteyeceksin! Sonra hayatına müdahil olmamalarını, şirketten hisse almayı ve en önemlisi; üstüne asla kuma gelmemesini!"
Kuma ve hayata müdahil olma haricinde diğerlerinin öne sürülme nedenini merak ediyordum. "Mal varlığına mı ihtiyacım var benim yenge?"
Yengem sinsice güldü. "Zeki olduğun kadar safsın da Yıldız. Kaleyi içten ele geçireceksin. Şirketlerinin durumu pek iyi sayılmazmış görümcecim. Borç, harç varmış. İlk önce küçük küçük başlayacaksın, sonra yavaş yavaş kendini geliştirip işleri yürüteceksin. İpler senin elinde olacak, senin aklına ihtiyaç duyacaklar. Ardından da boşanma karşılığında şirketi yoluna sokup, büyük projelerle anlaşma yapacağını ortaya atacaksın, yapacaksın da! Onları buna mecbur bırakacaksın."
Yengem planı ne ara kurmuş, zihninde ne ara bu derece oturtmuş, ne ara aile içi bilgilere erişmiş aklım almıyordu. "Ben en iyisi direk kaçırma planını devreye sokayım yenge; çünkü senin beyin ayrı çalışıyor."
"Olmaz!" diyerek bağırdı. "Doğumuma az kaldı, valla erken doğum yaparsam vicdan azabından gidersin Yıldız. Ya yeğenine bir şey olursa he?"
Beni vuracağı noktayı iyi biliyordu. Yutkunarak düşündüm. Erken doğum olsa, yeğenime en ufak bir şey olsa yaşayan ölüye dönüşürdüm. "Yenge neler diyorsun sen ya? Böyle bir şey ister miyim ben hiç?"
"O zaman kaçma işini unut! Abin çıkıyor şimdi, kapatıyorum Yıldız; ama sakın bunu yapma!" dedikten sonra suratıma kapattı. Her ne kadar bencillik yapıyormuş gibi görünse de, Ela yengem hepimizi düşünerekten diyordu tüm bunları.
"Oy oy! Nedur habu sevdaluktan çektuğum oy..." diye haykırırken, kendimi Karadeniz'in hırçın dalgalarına bırakmak istiyordum. Eve vardığımda yayla evinin anahtarını alarak bir kaç günlüğüne kafa dinlemeye gittim.
Çınar abime haber verip, kimsenin beni merak etmemesini söyledim. Yayladaki ikinci günümde akşam 8 gibi her yer kararmış ve sobayı yakarak çayımı demlemiştim. Odunların çıtır çıtır eden sesinde demli çayımı yudumlarken, dışarıdan gelen sesler ile direk yukarı kata çıkıp silahımı elime aldım.
Hayvan olabilirdi ya da hırsız... İlk önce perdeyi aralayarak dışarı baktım; ama görünürde hayvan falan yoktu. Kapının demirini takıp yavaşça açarak dışarı baktım. Az ilerideki çardakta oturan iki kişiyi görmemle demiri kaldırıp, silahla dışarı fırlamam bir oldu. Silahı bir el ateşleyerek "Kimsiniz ula!" diye bağırdığımda atılan kadın çığlığı ile kaşlarım çatıldı.
Ses olmayınca tekrardan silahı ateşledim. "Kafanuza sikmadan yuruyun gidun la!"
"Dur deli dur!" sesiyle namlusu gökyüzüne doğrulmuş silahı aşağı eğdim. Bunların burda ne işi vardı? "Lan sen ne arıyorsun benim evimin önünde? Köpek misin oğlum? Kokumdan mı buluyorsun beni Baran?"
"Ayıp oluyor Yıldız. Seni öyle sinirli görünce Berfu ile peşine takıldık. Yani ben takılmayacaktım; ama Berfu dayanamadı işte."
"Sana da, Berfu'na da... Basın gidin ula evimin önünden hayde!" Silah tekrardan havaya kalkınca peş peşe 3 al daha ateş ettim.
"Lan kızım sizin töreleriniz yok muydu? Senin bu adamla Trabzon'da ne işin var? Siz orda bile buluşamazken, burda nasıl rahat rahat geziyorsunuz?" demeden duramadım. Yeri gelince töre diye ortalıkta geziniyorsa Baran bey, demekte de haklıydım.
"Berfu'yu evli ablasında biliyorlar. Sen onu bunu boşver de, donduk Yıldız." diyerek Berfu'yu elinden tutarak yanıma doğru gelmeye başladılar. Aklımla dalga geçiyordu resmen! Ben onu ters teptikçe, o Berfu'ya daha da dibime sokuyordu.
"Bir daha köye inmeyelim, bizi bu gece evinde misafir et he Yıldız!" Sanki kırk yıllık komşum, bana beni misafir et diyor! Gevşek heriflerden nefret eder, her daim de uzak durmaya çalışırdım.
"Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Erkek halinle seni evime mi alacağım? Yok artık! Cidden yok artık Baran!"
"Ben sana dedim dimi Berfu? Ablan Maçka'da oturmuyor mu? Gel onda kalalım." demesiyle şaşkın bakışlarım gün yüzüne çıktı. Nasıl yani, Berfu'nun ablası Trabzonlu birisiyle mi evliydi?
"Enişten buralı mı?" diye sordum istemsizce. Yerinde bir soru değildi biliyorum; ama merak etmiştim. "He yok! Karı koca öğretmenler, tayinleri buraya çıktı." dedi Berfu. Gerisi de beni pek alâkadar etmediği için, ikisini de orda bırakarak eve girip kapımı kilitledim. Altlarında araba, ellerinde ehliyetleri de var.
Hem neden Baran ikide bir karşıma çıkıyor? Sahiden tesadüften mi ibaret bu karşılaşmalar, yoksa beni mi takip ediyor? Yaklaşık 10 dakika sonra kapıya vuruldu. Anlaşılan o ki, bana bu akşam helal çay içmek yoktu!
Koltuğa uzattığım ayaklarımı geri çekerek terliklerimi ayağıma giydim ve ağır adımlarla kapıya doğru yürüdüm. "Kim o?" dediğimde, duymaktan haz etmediğim o sesi duydum. "Biziz Yıldız. Araba çalışmıyor, bir şey olmuş ya! Soğuktan öleceğiz burda, aç şu kapıyı işte."
Hava sahiden soğuktu; ama aracın içinde de kalabilirlerdi. Ateşle barut yan yana durmazdı. En iyisi Berfu'yu içeri alıp, Baran'ı arabaya yollamaktı. Ne olursa olsun karşımda bir kadın vardı ve hiçbir erkeğe güven olmazdı. Kapımı usulca aralayarak başımla Berfu'yu işaret ettim.
"Sadece o gelsin." dememle Baran güldü. "Ben ne olacağım? Donayım mı soğuktan?"
"Höst ula! O kadar da uzun boylu değil. Bir adamı evime almam ben! Sen arabada uyu, Berfu içeri gelsin."
"Araba çok küçük Yıldız, her yerim tutulur. Yukarı kata çıkarım, rahatsızlık vermem size."
İçeri geri girerek kendi arabamın anahtarlarını alıp, eline tutuşturdum. "Benim araba daha geniştir, sabaha kadar idare edersin artık." diyip göz kırparak Berfu'yu içeri aldım ve kapıyı kapatıp kilitledim. Yaylaya çıkacağım için yüksek araba tercih etmiştim bu yüzden sabaha kadar arka koltukta rahat rahat uyuyabilirdi.
"Çay dolduruyorum." dedim direk. Ses çıkartmadığına göre olumsuz yanıt vermeyeceğini anlamıştım. "Açık mı koyu mu?" diye de sordum. "Açık." dediğinde mırıldanarak "Uu... Açuk çay mu içilur?" dedim.
Çayı ikramında da bulunduktan sonra karşısındaki yere oturup yüzünü iyice inceledim. Hatta ilk defa ona bu gözle bakıyordum. Gayet güzel ve bakımlı bir kızdı. Ela gözleri her gördüğümde farklı renkti. Fiziği, boyu, yüzü, diksiyonu... Her şeyiyle benden daha iyi olduğu kesindi.
Ben ise köylü güzeli Yıldız'dım. Sinirlendiğinde ya da utandığında yanakları kıpkırmızı olan, her güneşe çıktığında yeşil gözleri şıpır şıpır damlayan bir Yıldız... Boyum da onun kadar yoktu zaten... O en az 1.72 varken, ben 1.65'tim. İkimizin de ayaklarına gözüm kaydı. Onunkiler yere değerken, benimkiler salıncakta sallanan küçük çocuklar gibi havada asılı kalmıştı. Abimlerin boyu herek kadarken, ailede bir tek ben kısa kalmışım sanırım.
"Böyle çay ikramında bulundum; ama sevgilin seni aç bırakmamıştır diye tahmin ediyorum." dememle gözlerini elindeki çay bardağından alıp bana çevirdi. "Yemek yedik, yani bir 4 saat falan önce." dediği gibi anlayarak ayağa dikildim. Ne olursa olsun, ben annemden ya da babamdan böyle görmemiştim. Bir insan, yediği saati belirtiyorsa kesinlikle açtır.
Dolapta öğlenden kalan kara lahana sarması ve daha yeni yaptığım mısır ekmeğini çıkarttım. Yanına da pratik şekilde turşu kavurması, bir de kuymak ile yaklaşık yarım saatte sofra kurdum. Bu süre zarfında şaşkınlıkla izledi beni her zaman.
Sofrayı kurup "Ee haydi gel yiyelim o zaman." dedim. İlk baş çekinse de, biraz ısrarımın üstüne ellerini yıkayıp sofraya oturdu. Oldum olası masada yemek yemeyi sevmezdim. Saat 10'a geliyordu...
Karşılıklı oturunca ekmeği bölerek önüne uzattım. "Sizin mutfak gibi etli değildir bizim mutfak. Yani aslında benim etle pek aram olmadığı için, buraya da et pek getirmem; ama bundan sonra misafir için aklımda bulunsun." diyerek yemeğe başladım.
Berfu ise başlamakta çekiniyordu. "Ye diye ettum habulari he! Çekinme de ye hayde!" dememle "Neden bunu yapıyorsun Yıldız?" dedi. Ağzıma attığım lokmayı çiğnemeyi unutarak yüzüne baktım.
"Neyi yapıyorum, anlamadım?"
"Bu kadar iyi davranma bana Yıldız! Ben sana kin güderken, senin bana bu şekil davranman ağrıma gidiyor."
Kin gütmek... Kin kelimesinin ben de karşılığı dahi yoktu ki! İnadım vardı evet fakat kinim zerrece yoktu. Sinirim anlık olur, kinim de saniyelik sürerdi. Hatta çoğu zaman bu konuda salak olduğumu düşünürdüm.
Gülerek "Gelen misafir başımızın üstünedir Berfu. Bana kötülük yapsaydın belki farklı olurdum; ama aramızda düşman olacak kadar absürt olaylar yaşanmadı." dedim.
Eline çatalı vererek "Sarmalardan ye, kuymağa elini bandır, mısır ekmeğini de yoğurda..." dedim. Gösterdiklerimi teker teker yaparak yemeğe sonunda başladı.
Yemek yerken kendimden geçerdim ben, hele ki kuymak ve mısır ekmeği varsa! Herkesin damak zevkine hitap eden bir yemek kültürümüz yoktu; ama Karadeniz kadını dışarı işi yapmaktan evde yemek yapmaya vakit mi bulabilirdi? Coğrafya kaderdir dimi? Bizim coğrafyada kadınların kaderi; soluksuz çalışmaktı...
"Çok güzelmiş." dedi kuymak için. "Şey... Baran'da açtı aslında." Yemeği haketmiyordu da neyse... Ayağa kalkıp tabak alarak birincisine kuymağın dokunulmamış tarafından, ikincisine sarmadan, üçüncüsüne de yoğurttan koyup tepsiye yerleştirdim hepsini.
Berfu'ya dönerek "Al götür de yesin." dedim. Bir tepsiye baktı bir de bana... "Ben mi?" dedi kendini göstererek. "Evet sen!" dedim kararlılıkla.
"Şey... Ben bu saatte korkarım dışarı çıkmaya." Misafir diye ses çıkarmayarak terlikleri ayağıma geçirip kapıya çıktım. Arabanın yanına gidip dirseğimle cama tıklatmamla Baran hemen açtı.
"Ne oldu Yıldız?" dediğinde tepsiyi uzattım. "Bu ne?"
"Zıkkımın kökü! Görmüyor musun yemek getirdim sana!" Her seferinde sinir etmeyi başarıyordu!
Tepsiyi elimden alarak içeri soktu ve koltuğun üstüne koydu. "Valla öyle acıkmışım..." dedi. Ardından yemeklere göz gezdirerek "Ee etli yemek yoktur?" diye sordu.
"Yoktur Ağam! Trabzon'daysan, bu yemekleri yiyeceksiniz; ama bir dahakine söylersiniz, size etli yemek yaparım tamam mı?" dememle güldü.
Tam kapıyı kapatıyordum ki, eliyle tutup "Teşekkür ederim Yıldız." dedi. Cevap vermeden eve geri döndüğümde Berfu'nun sofrayı toplayıp, bulaşıkları makineye doldurduğunu gördüm.
"Ben yapardım, niye zahmet ettin?"
"Yemekleri yaptın zaten, bulaşıklarda benden olsun." dedi.
İtiraz etmeyerek koltuğa geçip gelmesini bekledim. Yaklaşık yarım saat sonra elinde kahvelerle geldi. Biz niye böyle anlaşıyorduk ki? Kavga falan etmemiz lazım değil miydi ya?
"Zehir katmadun dimi?" diyip gülerek kahveyi aldım. "Yok yok! Ev sahibine kalleşlik etmeyiz biz." dedi. Kahvemizi yudumlarken gözlerimi kapatarak
'Denizde kararti var bu gelen kayik midur
Denizde kararti var bu gelen kayik midur
Ben özledum yarumi ağlasam ayip midur
Ben özledum yarumi ağlasam ayip midur
Oy dumanlar dumanlar hep dağları sardunuz
Oy dumanlar dumanlar hep dağları sardunuz
Yüreğumun derdine bilsenuz ağlardunuz
Yüreğumun derdine bilsenuz ağlardunuz'
söyledim... Sesimin yanık ve güzel olduğunu bilirdim, bu yüzden de şarkı söylerken kimseden çekinmezdim. Dertli yüreğimin derdini şarkıyla dile döküp, içimde yanan sevda ateşimin küllerini dahi söndürmekti amacım...
"Sesin ne kadar güzelmiş Yıldız! Valla hayran kaldım..." diyen kadına döndüm. Gözlerimle teşekkürümü ederek ayağa kalktığımda, beni kolumdan tutup geri oturtturdu.
"Biraz konuşalım mı artık?"
"Olur." diyebildim yalnızca, ne konuşacağını merak ederek...
Derin nefes aldı ve "İkimiz de zorlu yollardan geçiyoruz Yıldız. Sen abinin günahını, ben de sevmenin günahını çekiyorum. Senin gözündeki Berfu'yu bilmem; ama ben kötü bir insan değilim. Aslında seninle bir şey konuşmak istiyorum." dedi. İçine çektiği oksijeni benim canımı sıkmak için kullanacağını anlamıştım.
"Baran'ı sevmediğini biliyorum Yıldız. Evet... Kan dökülmesin diye kabul ettin evliliği biliyorum. Bildiğim tek şey; sizden çocuk isteyecekleri. Sizin buraları bilmem, törelerinizi de hiç duymadım; ama bizim oralar apayrıdır. Çocuk ister, erkek çocuk ister... Bir kaç ay hamilelik haberini beklerler. Pekiyi gelmeyince ne yaparlar biliyor musun? İlk önce söylenmeye, ardından da kuma kelimesini ortamlarda geçirip seni buna alıştırmaya başlarlar. Baran ile aranda hiçbir yakınlaşma olmayacağını bildiğimden, sana teklifim var..."
Dolan gözlerimi damlamaması için zor tutuyordum. Zoru severdin dimi sen Yıldız? Al sana zor!
"Baran ile evlenin, bir kaç ay aynı odada falan kalın, sonra da çocuğumuz olmuyor diyin." Konunun sonunun nereye gideceğini bile bile dinliyordum... "Eğer kabul edersen, Baran'a eş olmayı istiyorum. Sen başka eve çıkar, orda kafana göre yaşarsın, biz de konakta Baran'la."
Bir kadın aynı cinsinden olan başka bir kadına böyle cümleleri nasıl kurabiliyordu? Bana resmen ikinci kadın olmayı kabul et diyordu... Ya da kısır damgası yememi...
"İkinci kadın olmayı kabul etmiyorum!"
"Buradaki ikinci kadın ben olacağım Yıldız."
"Çocuk doğur, Baran ile sürekli yan yana ol; ama Yıldız salak gibi ordan oraya sürüklensin dimi? Kalbini kırmak istemiyorum Berfu bu yüzden konu burda kapansın! Şimdi yukarı çıkıp odanı hazırlıyorum! Sen de istediğin vakit çıkıp uyursun tamam mı?" diyerek kaçarcasına yukarı koştum. Tuttuğum gözyaşlarım özgürlüğüne kavuşarak dışarı doğru akarken, kendimi yatağıma atarak kafamı yastığa gömdüm.
Herkes rahatına bakarken, mal Yıldız evde beklesin istiyorlar. Hava size hoş dimi? Yıldız insan değil, Yıldız'ın kırılacak bir kalbi yok çünkü!
Yatakta ağlarken, kapı tıklatılınca kafamı gömdüğüm yastıktan kaldırarak banyoya koştum. Kimsenin beni ağlarken görmesine tahammül edemezdim. Yüzümü soğuk suyla yıkayarak odaya geçtim ve kapıyı açtım.
"Efendim?" dedim buz gibi olan sesimle. "Oda ayarlayacağım demiştin ama..." Odama girdiğim an aklımdan uçup gitmiş...
Yan tarafta bulunan odayı hazırlayarak dinlenebileceği ortam hâline getirip kendi inime çekildim. Aynadan kendime baktığımda yeşil gözlerimin kan çanağı olduğunu görmek son bir kaç aydır yaşadıklarımı bana tekrardan hatırlattı.
Bakım ürünlerimi elime alarak kendime vakit ayırmak istedim. Aslında ne zaman çok üzgün olsam, hep bunu yapardım. Dalinlediğim yüzüme masaj aletimle köpüğü iyice yaydım. Yaklaşık 10 dakika onu yaptıktan sonra, durulayarak burun ve göz altı bantlarımı koydum. Yüzümün bebeksiliğini daha şimdiden hissetmeye başlamıştım.
En son olarakta yüz maskemi uygulayarak derin uyku çekmek adına yatağıma uzandım. Düşüncelerimin arasında uykuya dalmış, sabaha kadar da deliksiz uyumuştum. Kapının çalma sesiyle korku içinde ayağa dikildim. Terliklerimi ayağıma geçirip koşarak aşağı indim. Kapıyı açmamla Baran beni görüp korkarak çığlık attı. O atınca otomatik olarak ben de atmaya başladım.
"Sen kimsin lan? Berfu'yla Yıldız nerde?"
"Bağırma! Yıldız tam karşısında!" dememle sakinleşerek eğilip yüzüme baktı. "Yıldız... Harbiden sensin... Yüzünün hâli ne?"
"Güzellik maskesi." dememle kahkaha atarak güldü.
"Ne gülüyorsun?" Sanki b.kunda boncuk bulmuş, ona gülüyor hayvan! "Sana diyorum dimi Baran? Çok mu komik bir şey var?"
Gülmeye devam ederek "Güzel olman için maskeye ihtiyacın yok ki! Sen zaten çok güzel bir kadınsın." dediğinde beni yine ateş aldı.
Elini yanağıma koyarak "Çok utangaçsın Yıldız. Berfu'yu çağırda gidelim biz artık." demesiyle bulunduğum masallar diyarından ayrılarak gerçek hayata giriş yaptım. Baran ile ben hiçbir zaman olmayacaktık! O hiçbir zaman beni sevmeyecekti! Ve ben... Ve ben başkasına aşık bir adama 'kocam' diyecektim...