"Hera sen..?"
Hera'nın dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Daha bugün gelip beni sevdiğini söyleyen kız şimdi tam karşımda sinsice gülümseyip duruyordu. Bir an olsun onun için üzgün hissetmiştim oysa.
Hera bir adım öne çıktı. "Hera değil. Yura."
Kafam karışmıştı. Hera değil Yura mı? Bu ne demek oluyordu şimdi? Kral kendi kızına bunu yapmış olamazdı değil mi? Bu kadar fazlaydı.
"Sevgili kızımı feda etmek zorunda kaldım." Kral kibirle gülümsedi. "Bu amaçta kızımı feda etmek benim için bir onur." Onur mu?! "Onun bedeninde artık Yura var."
"Ya Hera'nın ruhu? O nerede?"
Eliyle kalbini işaret etti. "Burada. O da diğerlerinin yanında." Yüzümü buruşturdum. Bir baba kızına bunu nasıl yapabilirdi. İğrenç adam.
"Efendim izin verin yarım bıraktığım işi tamamlayayım." Yura gözlerini benden ayırmadan konuşmuştu. Onu iki kez yenmemiz zoruna gidiyor olmalıydı.
"Unut o işi Yura. Sen beni en zayıf halimdeyken bile yenemedin."
Bu onu daha da sinir etmişti. Bense eğleniyordum. Sinirine hakim olamayan bir Yura'yla dövüşmek isterdim doğrusu.
Yura üstüme doğru gelmeye başladığında Kralın sözleri onu durdurdu. "Şimdi değil Yura!"
Yura öfkeyle arkasına döndü. "Bu adamı öldürmek için dolunayı mı bekleyeceğiz?!"
Dolunay mı? Bir sonraki dolunaya kaç gün kalmıştı ki?
"Zamanı değil Yura. Şimdi değil."
Yura bana dönüp gülümsedi. "En azından evine yaralı dönse? Buna ne dersin?" Kralın gülümsemesi de büyümüştü.
"İyi olur. Aisy'nin teklifimi kabul etmesi için bir fragman daha."
Güldüm. "İkiniz de bana karşı koyamazsınız."
Onlardan daha güçlüydüm. Onları alt edebilirdim artık.
"Haklısın bay Eris." Ellerini birbirine vurdu. Bir kapı açtı. Başka bir boyuttan bir kapı açmıştı. Arkasında hangi şehrin olduğunu merak etmiştim. Kapı ardına kadar açıldı. Annem ve babamı gördüm. Annem elleri ve ayakları bağlı bir şekilde yerde yatıyordu. Baygındı. Babamın gözleri kıpkırmızı olmuştu. Elleri ayakları bağlanmış ağzında da bant vardı. Çaresiz gözlerle annemi izliyordu.
"Annem... Ne yaptınız lan anneme?!"
Öne doğru atılıp Yura'yı yere düşürdüm. Elimi savurup bir hava dalgası ile şiddetli fırtına yaratıp tüm muhafızları tek seferde öldürmüştüm. Etrafa saçılan kanlar hızlıca havaya karışmıştı. Gökyüzü yine kırmızıya boyanmıştı.
Kan damlaları ağırlaşıp yere düşerken ne yaptığıma baktım. Gerçekten bütün muhafızları öldürmüştüm ben. Birilerini öldürmüştüm. Bu insanlar yüzünden..
Yura ayağa kalkıp kralın yanına geçti. Kral pişkin pişkin bizi izliyordu. Şimdi sadece ikisi kalmıştı. Fakat yüzlerinde korkudan eser yoktu.
"Onlar nerede?!"
"Onlar asla bulamayacağın bir yerde."
Ellerimi kaldırdım. Buraya geldiğimden beri ilk defa kendimi bu kadar sinirli hissediyordum. Gözlerim de etrafım gibi alev almaya başladığında artık durdurulamayacağımı biliyordum. Kral sana lazım Eris. Hera'nın vücudu sana lazım Eris. Onlara zarar gelmemeli.
"Savaşmak mı istiyorsun Eris? Ailenin ölmesini mi istiyorsun?"
"Onları bırakın!" Onları lütfen bırakın. Onlara zarar gelmesine dayanamam.
"İstediğin buysa elbette bırakırım Eris." Kolayca bırakmayacağını iyi biliyordum. "Fakat her şey karşılıklı. Sen de bilirsin."
"Ne istiyorsun?"
Gözlerim bir Yura'da bir ailemdeydi. Annem iyi miydi? Bunu bilmemek beni deli ediyordu.
"Acı çekmeni."
Zaten acı çekiyordum. Ailemi bu halde görmek çoğu fiziksel acıdan daha kötüydü. Daha acı vericiydi.
"Ne yapmak istiyorsan yap."
Yarattığım ateş bedenime hapsoldu. Dizlerimin üstüne çöküp bir an önce bitmesini bekledim.
Yura'nın ayak sesleri tam önüme gelene kadar duyulmaya devam etti. "Asıl eğlenceye kadar hayatta kalabilirsin umarım Eris."
Kafamı kaldırıp tiksinircesine yüzüne baktım. "Asıl eğlencenizi cehenneme çevireceğim."
Güldü. Elini boynuma dolayıp beni uçurumun kenarına getirdi. "İyi eğlenceler." Karnıma geçirdiği tekmeyle uçurumdan aşağı düştüm.
Suya ulaşmam bir dakikamı almıştı. Ama bu oldukça uzun bir dakika olmuştu. Bir lav bulutu karşılamıştı bedenimi. Yanmıştım. Sert bir rüzgar ateşi iyice harlamıştı. Şimşekler çakmaya başladığında lavdan kurtulup düşmeye devam etmiştim. Bir enerji yükü bedenimle buluştuğunda çarpılmıştım. Kafama taşlar düşüyor sanmıştım ama bunlar doluydu. Kar ve sağanak yağış etrafımı sarmış ve ben donmuştum. Sonunda soğuk suya daldığımda acıyan yerlerim sızlamış ama bu eziyet de bitmişti.
Sudan kafamı çıkarıp derince bir nefes aldım. Suyu kullanıp beni yüzeye çıkarmasını sağladım. Yüzeye ulaştığımda karşımda bir muhafız ve elinde bir mektup vardı. Yanıma yaklaşıp mektubu verip gözden uzaklaştı. Mektubu açtım.
"Bir gökyüzü büyücüsü olarak fazla aptalsın Eris. Gerçek ile yalanı ayırt edemiyorsun. Basit bir zihin oyununa kanmanı beklemezdim doğrusu. Bu da gösteriyor ki bay Eris, siz bize karşı koyamayacak kadar zayıfsınız. Dolunay gecesi geldiğinde hepiniz öleceksiniz."
Notu buruşturup attım. Beni oyuna getirmişlerdi. Ve ben de kanmıştım. Gerçekten de aptaldım. Bir oyunu anlamayacak kadar aptaldım. Söz konusu ailem olduğu zaman hiçbir şeyi anlayamazdım ben zaten. Aferin Eris. Bir kez daha kaybettin.
***
Büyüyle üzerimdeki yaraları kapatıp iyice kurulanmıştım. Kralın dediği doğruydu. Aisy beni böyle görürse kendini sorumlu hisseder ve kralın teklifini kabul ederdi. Bunu istemiyordum.
Evin kapısına vurup bekledim. Kapıyı Aisy açtı. Yüzünde dalgın bir ifade vardı. Dikkatlice tüm vücudumu kontrol ettikten sonra tekrar gözlerime baktı.
"Sen iyi misin?"
Kafamı salladım. Değildim. Yorgundum. Kendimden nefret ediyordum. Her şey bitsin istiyordum ama her şey kötü bitecek diye de çok korkuyordum. "İyiyim." Her zaman iyi olmak zorundaydım.
"Yalan söylüyorsun." Yanından geçip içeri girdim. Üşümüştüm. Hava sıcak da olsa ben üşümüştüm. Yatağıma girip battaniyeye sarılmak ve erkekliğimi bir kenara itip sadece ağlamak istiyordum. Tek yapabildiğim koltuğa çökmek oldu.
"Biraz yorgunum. Acıktım da." Yemek yemek istiyordum. Ağlamamak için direndiğim için boğazım acıyordu. Belki de o acıyı yok ederdi yemek yemek.
"Sana bir şeyler hazırlayacağım."
Gitti. Mutfağa giderken onu izledim. Onun gidişini görmek zorunda kalır mıydım bir gün? Görmek istemiyorum.
Bugün yaşadığım her şey düşüncelerimi alt üst etmişti. Onlarla hala boy ölçüşemeyecek düzeydeydim. Ailemi kaybedebilirdim. Bir şey yapamadım. Aisy'i kaybedebilirim. Bir şey yapamıyorum. Lewis ve Naya'nın hayatı tehlikeye girebilir. Bir şey yapamayacağım. Halkı kurtarmam gerekiyor. Bir işe yaramıyorum. Kendimi o kadar aptal ve işe yaramaz hissediyordum ki...
Takırtılarla Aisy'e döndüm. Elindeki tabağı sehpanın üstüne bıraktı. Annemin en güzel yaptığı yemeği görmüştüm tabakta. En sevdiğim yemeği... Kremalı tavuklu makarna. Gülümsedim.
"Bu yemeği çok seviyorum."
"Biliyorum. Annenden öğrenmiştim." Kafamı çevirip ona baktım. Kendi şehrime gittiğimiz gün sormuş olmalıydı. Ve şimdi de benim için yapmıştı.
"Yesene." Kafamı salladım. Bir kaşık dolusunu alıp ağzıma atarken kötü olmuş mu diye hiç tereddüt etmedim bu sefer. Güzel olmuştu.
"Buna sanırım yanlışlıkla sevgini katmışsın." Sesim titremişti.
Aisy elini sırtıma koydu. Sıcaklığını ve desteğini hissedebiliyordum. Ne olduğunu bilmese de bir şeyler olduğunu iyi biliyordu. "Yanlışlıkla katmadım."
Gülümsedim. Elimdeki kaşığa baktım. Tekrar yemek için kendimi zorladım. Görüşüm bulanıklaştığında içimde tutamayacağımı anladım. Dönüp Aisy'e sarıldığımda bir çocuk gibi ağlamaya başlamıştım bile.
Aisy yadırgamadan ellerini belime dolayıp sıkıca sarıldı bana. Kafamı göğsüne yasladım. Kalbinin sesini duyarken sakinleşmeye çalıştım. "Sana hep sarılabilir miyim?" Çenesini başımın üstüne koyduğunda daha çok çekildim ona doğru.
"Bana her zaman sarılabilirsin."
"Çok korkuyorum ben Aisy. Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım."
Burnumu çekip ağlamamı durdurmaya çalıştım. Nafile. İçimde dolup taşan her şeyi göz yaşlarıyla dışarı atmak istiyordum artık. Uzun zamandır biriktirdiğim her şey gitsin istiyordum. Gidin artık.
"Eris... Tek başına korkma. Ben seninle beraber korkarım. Ne olacaksa beraber korkacağız tamam mı?"
Kafamı salladım. Beraber korkup beraber üstesinden gelelim Aisy. İkimiz halledemesek de yaşamayı, ikimiz halledelim ölmeyi.
Düzenli nefes alış verişleri ve ahenkli bir ritimle atan nabzıyla beraber gözlerimi kapattım.