Yaprak düştü düşecekti. Sevdiğinin şarkısına, dansıyla eşlik etmek istedi son kez. Kollarını açtı ve rüzgara bıraktı kendini. Dalından kopup salına salına toprağa emanet etti bedenini…
Rüzgarın Aşkı
Sanki daha saatler önce bir kadının kollarından çıkmamış gibiydi. Büyük bir açlıkla Hazan'ı kolları arasına daha çok hapsederken, genç kadının düştüğü cehennem ateşinden habersizdi. Eriyordu adeta Poyraz. İçten içe bir yanı karşılık vermesini bekliyordu. Diliyle dudaklarını açmaya zorladı.
Hazan böyle bir şeyi beklemiyordu. Şaşkındı, korkmuştu ve dahası dehşete düşmüştü. Çığlık atmak istedi tıpkı yıllar öncesindeki gibi. Bundan uzun seneler öncesine giderken, o günkü kadar hissiz ve çaresiz hissediyordu kendisini. Böyle olmamalıydı. Bu iğrenç şeyi yeniden yaşıyor olmamalıydı. Dudaklarını sımsıkı birbirine kenetledi ve çırpınmayı bıraktı. Çünkü çırpınmaya devam ederse yine aynı şeyler olacaktı. Tekrar birinin katili olmak istemiyordu. Yeniden hayatını mahvetmek değildi korkusu. Annesiz kalan Özgür'ü düşünüyordu sadece. Onun zeka pırıltıları saçan mavi gözlerini. Gözlerine düşecek olan yağmur bulutlarını. Tepki vermedi genç kadın. Ne çırpınmayı denedi ne de karşılık verdi. İçinden milyonlarca kez "Senden nefret ediyorum," diye haykırırken Poyraz'ın uzaklaşmasını bekledi.
Bir şeyler yanlıştı. Farkındaydı genç adam. Bu kadar tepkisiz olmamalıydı Hazan. İyi ya da kötü tepki vermesi gerekiyordu. İkisine de razıydı. Lakin beklediği hiçbir tepki gelmedi. Yavaşça Hazan'ın dudaklarını serbest bırakıp gözlerine baktı.
Keşke bakmasaydı keşke. Arkasını dönüp çekip gitseydi de o gözlere bakmasaydı. Hazan kendisine bakarken ilk defa bir duygu vardı o gözlerde. Tiksinti mi, nefret mi karar veremedi.
Yediği tokatla başı yan dönerken duyduğu ses gördüğü bakışları onaylıyordu.
"Senden nefret ediyorum." dedi genç kadın tiksinir gibi.
"Midemi bulandırıyorsun."
Hazan'ın hızla uzaklaşmasını izledi boş gözlerle.
"Bence de nefret etmelisin. Çünkü bende kendimden nefret ediyorum." diye mırıldandı sessizce.
Güneş dünyaya göz kırpıp gökyüzünü kırmızıya boyarken iki yaralı kalp güneşin doğuşunu izliyordu, uykusuzluktan çankanağı olmuş gözlerle.
Yeni günle birlikte Poyraz annesi ve oğluyla vedalaşıp evden çıkarken istediği kişiyi görememiş olmanın huzursuzluğunu yaşıyordu tüm kalbiyle. Biten toplantının ardından İstanbul'a gitmek için yola çıkarken, döndüğünde yapması gerekenleri kafaya koymuştu.
Akşam saatlerinde katıldığı eğlencede bir iki kelam çıkmıştı sadece ağzından. Devran'ın mutlu gününü bozmamak için keyifli görünmeye çalışmıştı.
Hayat ne kadar tuhaftı. Devran’ın aşık olup pavyondan kurtardığı genç kız Hasan amcanın bir kadınla yaşadığı ilişkiden olan kızı olduğu ortaya çıkmıştı. Yani şuan kendisiyle sohbet etmeye çalışan Emir’in kardeşiydi. Bazen öyle tesadüf olaylar bir araya geliyordu ki insan ne diyeceğini bilemiyordu. Bu da öyle bir andı işte. Nasıl hayatlar yaşıyordu insanlar! Kendi durumuna şükretmeliydi belki de… Hüzün denen kızın üvey baba elinde ve pavyonda yaşadığı zorlukları düşününce ürperiyordu. Keşke hayatta herkes iyi insan olsaydı, kötüler kötülük düşündüğü anda geberip gitselerdi.
Hayatın zorlukları olması gerekiyordu belki de… Zorluklar olmadan güzellikler anlaşılmıyordu galiba. Devran ve Hüzün adına mutluydu mutlu olmasına ama aklı dün gece kalbini kırdığı, izinsizce dudaklarına saldırdığı Hazan’daydı. Yaralamıştı genç kadını farkındaydı. Eğer yarasına dokunmuş olmasaydı öyle donuk tepki vermez, tiksintiyle bakmazdı Hazan. Nasıl bir hayat yaşamıştı da bu hale gelmişti, istemsizce merak etti. Gözlerindeki bitmişliğin bir sebebi olmalıydı mutlaka. Kimse yaşam sevincini durduk yere kaybetmezdi.
Yanında oturan Emir'in sesiyle ona döndü usulca.
"Belki bir gün yeniden aşık olmayı denemelisin. Hayat her şeye rağmen devam ediyor biliyorsun."
Poyraz çatık kaşlarıyla birlikte olumsuz anlamda başını salladı.
"Buna asla izin vermem. Gerekirse o kalbi yerinden sökerim yine de buna izin vermem." Nalan yetmişti ona. Aşkın ne zehirli bir duygu olduğunu tattıra tattıra göstermişti Poyraz’a… Aşık olmak mı? Asla! Nalan gibi zalim birine dönüşecekse, aşk ondan uzak kalsındı. Uğramasındı kapısına.
Ne kadar da emindi kendinden. Oysa içine yerleşen kahve gözlerin gitmeye niyeti yoktu o kalpten. Keşke kendisi de bilseydi bunu. Belki o zaman yapacaklarından vazgeçerdi. Vazgeçerdi de baştan kaybetmezdi. Büyük oynuyordu Poyraz. Aldığı kararlardan oldukça emin ateşle oynuyordu. En çok yananın da, yakanın da kendisi olacağını bilmeden.
***
Hazan penceresinin kenarından Poyraz'ın gidişini izlemişti bir süre. Aracın gözden kaybolmasına rağmen, bakışlarını bir türlü boş yoldan çekememişti. Dün gece yaşanan olaydan sonra Poyraz'ın bir kaç gün gözünün önünde olmayacak olması rahatlamasına sebep oluyordu. Onunla karşılaşmaya ve yüzüne bakmaya kesinlikle hazır değildi. Gece boyunca evden çekip gitmeyi bile düşünmüştü ama Özgür'ün varlığı buna engel olmuştu. Babasından göremediği ilginin boşluğuyla kendisine bağlanan çocuğu bu şekilde yalnız bırakmak istemiyordu. Üstelik Zeynep Hanımın da o kadar emeği vardı üstünde. Arkasına bakmadan nasıl çekip gidebilirdi ki?
Boş yola bakıp, derin bir nefes çekti içine. Bütün gece gözüne bir damla uyku girmemişti. Poyraz'a haddini bildirmediği için kendine kızıyordu ister istemez. Tek tokatla kurtulmuştu adi herif elinden. Daha fazlasını yapmadığına deli gibi pişmandı. Neden eli ayağı tutulup kalmıştı ki sanki? İçinde yanan korlu ateş Poyraz'dan daha çok nefret etmesine neden oluyordu. Hazan'ın gözünde Poyraz'ın o adamdan hiçbir farkı kalmamıştı yaptıklarıyla. Başka bir kadının koynundan çıkıp geldikten sonra kendisine böyle adice davranması midesini bulandırmıştı.
Gözünden akan yaşlarla birlikte kendine geldi. Ağlamamalıydı. Hele ki böyle pislik biri için. Küçük odasının üstüne üstüne geldiğini düşününce yatağından kalktı ve üstünü değiştirdi. Büyük çiftliğe göre odası oldukça küçük duruyordu. Poyraz yine gıcıklık yapmış, verebileceği en küçük ve boğucu odayı vermişti kendisine. Tek kişilik bir yataktan ve giysi dolabından başka bir şey yoktu odasında. Evde o kadar boş oda varken kaldığı oda en kasvetlisiydi.
Zeynep Hanımın aldığı bir kaç parça kıyafet oldukça işine yaramıştı. Giyecek doğru düzgün hiçbir şeyi yoktu. Zeynep Hanım hastaneden çıktığı gün elinde bir kaç poşetle dikilmişti karşısına. Zeynep Hanıma olan borcu giderek artıyordu. Hakkını ödeyemezdi kesinlikle. Minnet duyarak kıyafetlerini değiştirdi.
Odasından çıktı ve banyoya yöneldi. Elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa doğru çevirdi adımlarını. Büyük evleri oldum olası sevmezdi. İlk gün evin içinde kaybolmakla ilgili espri bile yapmış, Poyraz yine lafı ağzına tıkmıştı.
"Beğenmiyorsan kapı orada!" dedi Poyraz'ın taklidini yaparak. Bu adamı düşünmeyi ne zaman bırakacaktı Allah aşkına? Sinirle homurdanmaya başladı.
Evin iki görevlisi çoktan mutfakta sofrayı hazırlamışlardı. Hacer Hanım evin emektarıydı. Uzun yıllar boyunca Poyraz'ın eli ayağı olmuştu yaşlı kadın. Eşi bahçe işleri ile ilgilenirken, kızı da mutfakta ve evin işlerinde kendisine yardım ediyordu.
Hazan Hacer Hanımı sevse de, kızı Efsa'ya bir türlü alışamamıştı. Kendisini rahatsız eden bir şeyler vardı bu kızda! Bir türlü adlandıramadığı duyguları, Efsa'dan uzak durmasına sebep oluyordu. Bir kaç defa genç kızın Poyraz'a bakışlarını fark etmiş, aradaki yaş farkından dolayı üstünde durmamıştı. Efsa daha 23 yaşındaydı ve üniversite okuyordu. Poyraz gibi adamla ne işi olurdu ki?
"Günaydın. Ben Özgür'ü getireyim." dedi ve mutfaktan çıkmak için hareketlendi. Efsa burnunu havaya dikmiş, küstah bakışlarını Hazan'ın üstüne çevirmişti.
"Özgür salonda. Poyraz Bey indirdi. Daha vakitlice kalkman gerekiyordu. Kendini hala evinde sanıyorsun galiba," dedi alay ve kendini beğenmişlik kokan sesiyle.
Hazan bileğindeki babasından kalma saate baktı.
"Evimde olsam bu saatte ayakta olmazdım. Ayrıca sen bana hesap sorabilecek konumda değilsin," dedi ve mutfaktan çıktı.
Hacer Hanım çatık kaşlarını kızına çevirirken, Efsa omzunu silkti ve çantasını alıp bahçeye yöneldi. Hazan'a ders vereceğim derken okula geç kalmıştı.
Hazan Zeynep Hanım ve Özgür'ün yanına gelip "Günaydın." dedikten sonra küçük çocuğun yanağına bir öpücük kondurdu.
"Benden erken kalkmışsın küçüğüm, özür dilerim. Hadi kahvaltı edelim. Sonra biraz seninle şehir turu yaparız. Bugün tatil nasıl olsa."
Özgür suratını sallandırıp, Hazan'a sırtını döndü.
"İstemiyorum."
Hazan Özgür'ün yüzünü yeniden kendine çevirirken, "Neden peki?" diye merakla sordu. Bu işin altından da Poyraz'ın adının çıkacağına emindi nedense.
"Hazan abla bir şey soracağım." diye merakla atıldı Özgür. Hazan ablası her zaman doğruyu söylüyordu kendisine. Küçük kalbi bundan emindi.
Hazan tek kaşını kaldırıp, elini Özgür'e uzattı.
"Önce anlaşma yapalım. Sen güzelce kahvaltını yaparken, bende soruna cevap vereyim. Hem babaannen ile bende acıktım."
Özgür suratını asarken, Hazan'ın elini sıktı minik parmaklarıyla.
"Biliyor musun Hazan sen çok üçkağıtçısın." demesiyle Hazan tebessüm etti. Bu küçük veledin bilmediği birşey yoktu.
"Ne yapalım sende yap demekle yapmıyorsun küçük bey. Buna razı olmak zorundasın."
Zeynep Hanım ikiliyi gülen gözlerle izlerken aklından çok daha başka şeyler geçiyordu. Gelininin bir kez olsun oğlu ile bu kadar samimi ilgilendiğini görmemişti. Nalan'ın varsa yoksa tek derdi Poyraz ve ilgisizliğiydi. Kendi ilgisizliğinin farkına bile varamıyordu Poyraz'la uğraşmaktan. Hazan ve Özgür'ün peşi sıra kahvaltı masasına otururken, gözünde daha başka sahneler canlanıyordu. Oğlu gözünü açabilse ve karşısına çıkan mücevheri görebilseydi keşke.
İçten içe olmasını dilediği şeyin imkansız olduğunun da farkındaydı. Oğlu değil Hazan'ı görmek, kızdan kurtulmak için her şeyi yapıyordu. Ne vardı sanki yeniden bir aile kurmak için çabalasa. Hayat devam ediyordu. Özgür tek başına büyümek zorunda kalıyordu. Oğlu daha gençti. Aşık olmayı, mutlu olmayı, sevip sevilmeyi hak ediyordu. Poyraz’ın yeniden gülmesini istiyordu. Hazan’da oğlu gibi yaralıydı. Ne vardı yaralarını beraber sarsalar?
Yapılan kahvaltının sonlarına doğru Zeynep Hanımın masadan kalkmasıyla, Özgür bakışlarını Hazan'a çevirdi.
"Sorabilir miyim artık?" dedi sabırla. Yeteri kadar yemeğini yemişti sonuçta değil mi? Sırf aklındaki şeyi sormak için yemekleri ağzına tıkmıştı Özgür. Çok bile dayanmıştı.
Hazan kolay bir soru olması için, içinden dua ederken usulca başını salladı. Kahve gözleri Özgür'ün mavi gözlerine adapte olmuşken, küçük çocuğun gözlerinin dolmaya başladığını fark etti.
"Hazan abla babam benden utanıyor mu?" diye sordu Özgür kısık sesle. Sanki birilerinin duymasından korkar gibi ürkekti sesi. Gözleri dolu dolu, alacağı cevapla yaşları akmaya hazır gibiydi. Beyninden vurulmuşa döndü Hazan.
İçi titredi genç kadının. Öyle böyle bir titreme değildi bu. Kalbi buz gibi olmuştu resmen. Ağzını açtı bir şeyler söyleme umuduyla. Konuşamayacağını anlayınca geri kapattı dudaklarını. Her türlü soruyu bekliyordu aslında. Özgür'ün yaşıtlarına göre zeki olduğunun, içi boş alakasız soru sormayacağının farkındaydı ama böyle bir soruyu da beklemiyordu kesinlikle. Bu soruyu sormasının sebebini bile anlayamamıştı aslında.
"Bu nereden çıktı küçüğüm?" diyebildi zaman kazanmak ister gibi. Nedenini anlatırsa, daha uygun bir cevap verebilirdi belki.
"Babam neden beni gittiği yere götürmedi. Telefonda konuşurken duydum. 'Özgür'ün orada işi ne?' diye bağırdı. Babam neden benden utanıyor Hazan? Yürüyemiyorum diye mi? Hazan senin çocuğun yürüyememiş olsa, utanır mısın ondan?"
Dili tutulmuş olsa da cevap veremezdi genç kadın. Bu çocuk daha ne kadar şaşırtabilirdi ki kendisini? Özgür'ün gözünden damlayan bir damla yaşı dudaklarıyla silerken, Poyraz'a olan nefretinin arttığını hissediyordu. Aklına gelen bütün küfürleri sıralıyordu içinden. Küçücük çocuğun hayal dünyası nelerle kaplıydı böyle? Nasıl bir sorumsuz insan çocuğunun halini anlamazdı? Geldiğinde Poyraz'a verecek iyi bir dersi vardı artık! Baba olan ama babalıktan anlamayan adama öğretecekti baba olmasını.
"Küçüğüm neden öyle düşünüyorsun ki? Babanın gittiği yer çocuklara göre değil. Oldukça gürültülü ve sağlıksız bir yer. Senin orada hasta olmanı istemediği için öyle demiştir. Karşısındaki adam baba olmadığı için anlamamıştır, öyle yerlere çocukların gitmeyeceğini," dedi umutla.
Özgür küçük yumruklarını dizine vurdu öfkeyle. Herkes devamlı yalan söylüyordu kendisine. Hazan'ın yalan söylemeyeceğini düşünerek hata etmişti yine. Niye herkes kendisini kandırıyordu ki? Dudakları hayal kırıklığıyla büzüldü. Pes etmeye niyeti yoktu küçük çocuğun…