15 Aralık 2002 / İzmir
Genç kız usulca amfiden çıktı ve yavaş adımlarla merdivenleri inmeye başladı. Bir taraftan yürümeye devam ederken, elinde tuttuğu notları ikiye katlayıp kolundaki çantasına attı. Çarşamba günlerini yoğun geçen ders saatlerinden dolayı fazla sevmiyordu. Her hafta başı ağrıyarak çıkardı kampüsten ve bugün de durum değişmemişti. Kahverengi kısa saçları gözlerinin önüne gelince, kot pantolonun cep kısmına sıkıştırdığı tel tokayı çıkartıp, saçını gelişi güzel tepesinde topladı. Kapıda bekleyen görevliye her gün yaptığı gibi başıyla selam vererek, açık kapıdan İzmir’in kalabalığına karıştı.
Bilmediği, tanımadığı bu şehrin bazen kendisini yutacağı hissine kapılıyordu. Üniversitede ikinci yılı olmasına rağmen derslerden fırsat bulup şehri fazla gezememişti. Yaz tatilini de Bursa’da ailesinin yanında geçirmiş, şehri keşfetme fırsatını bir kez daha kaçırmıştı. İkinci yılının henüz başlarındaydı ama dersler şimdiden onu çok zorluyordu. Gezmeye zaman ayıramamasının bir diğer nedeni de maddiyattı. Bazen de kendi isteğiyle zaman ayırmıyordu. Ailesinin kendisi için katlandığı zorlukların karşılığını başaralı olarak vermek istiyordu.
Otobüs durağına ulaşan Hazan, Buca’dan Gaziemir istikametine gidecek olan otobüsü beklemeye başladı. On dakikalık beklemenin ardından gelen otobüsle birlikte, yanında yaygara koparan gençleri umursamadan açılan kapıdan araca bindi ve boş bulduğu ilk koltuğa oturdu.
Hazan’ın her günü sıradan bir şekilde okul ile ev arasında geçiyordu. Geçen yıl yurt yerleşimi çıkmayınca çareyi arkadaşıyla birlikte ev tutmakta bulmuşlardı. Bu senenin başına kadar Gaziemir’de tuttukları küçük apartman dairesinde bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı. Birlikte ev tuttuğu arkadaşı okulu bırakıp evine dönünce yeni bir ev arkadaşı edinmişti. Yeni ev arkadaşı Hale biraz tuhaf bir kız olsa da, şimdilik başka şansının olmadığının farkındaydı. Ev masraflarını ailesini zora sokmadan karşılayabilmesi için buna mecburdu. Henüz bir buçuk aydır tanıdığı Hale ile zor baş ediyordu. Hale’nin arkadaş çevresi ve haftanın üç günü eve doldurduğu insanlar Hazan’ın sakin hayatına uygun insanlar değildi. Şimdilik, kendi kafa yapısında sakin ve güvenilir bir ev arkadaşı bulana kadar başka çaresi yoktu. Katlanmak zorundaydı.
On dokuz yaşında genç bir kız için ailesinden ayrı, farklı bir şehirde yaşamak oldukça zordu. Babasının her zaman hayalini kurduğu gibi gurur duyduğu başarılı avukat kızı olacaktı. Hazan’dan iki yaş büyük olan ağabeyi Yunus küçük yaşta ölünce, Ali Bey tüm hayallerini kızının üstüne kurmuştu.
Hazan derin bir nefes çekti ve başını dayadığı camdan dışarıyı izlemeye başladı. Sonbaharı seviyordu. İsminin anlamından mı yoksa sonbaharda doğduğu için mi bilmiyordu ama dökülen yaprakları, sararan doğayı seviyordu. Yalnız geçen çocukluğunu her zaman sonbahara benzetmişti. Ağabeyini kaybettikten sonra daha da yalnız bir çocukluk geçirmek zorunda kalmıştı. Çalışan anne ve baba her zaman iyi sonuç doğurmuyordu.
Kendisini sararan ve yalnız başına dalından kopup giden yapraklara benzetirdi. Hazan’a göre sonbahar, yalnızlığın rengiydi. Ailesiyle geçirdiği yaz tatili dönüşlerinden sonra bu ismi vermişti sonbahar mevsimine, çünkü yalnızlığı sonbahar mevsimiyle başlıyordu ve Hazan ilkbaharı daima dört gözle bekliyordu. Sonbaharı sevse de, yazın habercisi olan ilkbaharın yeri kalbinde hep ayrıydı.
Eve yaklaştığını fark ederek oturduğu yerden kalktı ve düğmeye bastı. Aracın durmasıyla açılan kapıdan usulca inip yol boyu yürümeye başladı. Eve yaklaştıkça baş ağrısı artıyor, içi anlam veremediği bir şekilde sıkılıyordu. Sokağın başındaki bakkala uğrayarak akşam yemeği hazırlamak için bir şeyler aldı. Parasını ödeyerek bakkaldan çıktı ve hemen birkaç metre ilerideki apartmana yöneldi. Merdivenleri çıkmaya başladıkça yükselen müzik sesi anında kaşlarının çatılmasına, kahverengi gözlerinin kızgınlıkla parlamasına neden oldu. Evin kapısını açtığı sırada burnuna dolan alkol kokusuyla tiksinerek suratını buruşturdu. Hale bu kez haddini gerçekten aşmıştı. Ayakkabılarını bile çıkarmadan elindeki poşetleri yere koydu ve sinirli adımlarla salona yöneldi. İçerideki kızlı ve erkekleri grup bütün keyfini kaçırmıştı. Müzik setine ulaşarak müziği kapattı ve öfkeyle Hale’ye döndü.
“Derhal hepiniz buradan gidiyorsunuz. Yeter artık! Seninle en başından konuşmuştuk. Dün gecede aynı konuyu tartıştık. Hemen herkesi topla ve evimi terk et," dedi sinirle. Kendisine bayık gözlerle bakan, tepeden tırnağa vücudunu süzen gencin farkında bile değildi.
Hale, genç kızı umursamamıştı bile. Aldığı hap ve alkol sağlıklı düşünmesine olanak tanımıyordu.
“Kirayı daha yeni ödedim,” dedi gülerek ve hemen ardından ekledi. “Bu ay dolmadan hiçbir yere gitmem.”
Hazan nefes almakta zorlandığı ortama tiksintiyle baktı. Hale'nin peltek konuşmaları aklının çoktan farklı yerlere uçtuğunu gösteriyordu. Çarpık adımlarla müzik setine yaklaşıp açan kıza yandan bir bakış attı. İçerideki kimseye söz geçiremeyeceğinin farkına varınca, sinirle odasına doğru yürüdü. Ne açlığı aklında kalmıştı, ne de bakacağı notlar. Odada öfkeyle dolandı bir süre. Yarın bu kızı göndermeli, gerekirse parasını vermeliydi. Daha fazla bu duruma göz yummayacaktı. Baş ağrısı müzik sesiyle artınca ecza dolabından pamuk aldı ve kulaklarını tıkadı. Bir ağrı kesiciyi de suyla birlikte içtikten sonra başına geleceklerden habersiz bir şekilde yatağına uzanıp uyuyabilmeyi diledi.
****
Ne kadar süredir uyuduğundan emin değildi ama gözlerini vücudunda gezinen ellerin korkusuyla açmıştı. Üstünde gezinen ellere, karanlıktan yüzü seçilmeyen adama korkuyla baktı. Doğrulmayı denediği sırada başında duran adam buna engel oldu. Kâbus görüyor olmadı diledi. Uyanmak istedi fakat kâbusların bu kadar gerçekçi olmayacağından da bir şekilde emindi. Çırpınmaya başlayarak can havliyle bağırmayı denedi ama içerideki yüksek müzik sesinden dolayı çığlığını yalnızca kendisi ve başındaki adam duymuştu. Dehşet içinde gömleğini çıkarmaya çalışan elleri ittirdi. Çırpınışlarının boşuna olduğunu hissediyordu.
Adam öylesine kendinden geçmişti ki, ne haykırışlarını duyuyor ne de kurtulmaya çalıştığını fark ediyordu. Can havliyle adamı engelleyebilecek bir şeyler bulmayı dileyerek etrafını taradı. Umutları korku ve heyecan arasında kaybolup gitmiş ve yerini yüzünü ıslatan tuzlu gözyaşlarına bırakmıştı. O sırada yastığının altında duran bıçak aklına geldi. Kötü rüyalarla geçen çocukluğunda, yatağın altına bıçak koymayı annesinden öğrenmişti. Hurafe olduğunu bilmesi koymasına engel olmamıştı. Ailesinden uzakta olmak onu çocukluğundakinden daha çok tedirgin ediyordu. Titreyen elleriyle bıçağı ararken, bir gün o bıçağı kendini korumak için kullanabileceği hiç aklına gelmemişti. Soğukkanlı olması gerekiyordu. Titreyen ellerini, adamın vücudunda gezinmeye başlayan dudaklarını aklından çıkarmalı ve en doğru kararı vermeliydi.
Hazan ne kadar sakin olmayı denese de başaralı olamıyordu. Birinin gelip onu kurtarması için içten içe yalvarıyordu. Böylesi bir kadere razı gelemezdi. Tekrar sakin olmayı dileyerek çırpınmayı kesti, çünkü hiçbir işe yaramıyordu. Yastığın altındaki bıçağı bulma umuduyla ellerini bir kez daha yastığın altına doğru ittirdi. Kalbi kulaklarında gümbürdüyordu. Minicik bir böceği bile öldürmekten deli gibi korkan biriydi. Bir insana nasıl kıyabilecekti? Kaçışı var mıydı? Ondan kurtulması için onun canını acıtması gerekiyordu ve bunu yalnız başına başarması imkânsızdı.
Elinin içinde hissettiği acıyla bıçağı bulduğunu anladı. Gözlerini sımsıkı kapatarak acıya katlanmayı denedi. Bıçağın keskin tarafını tuttuğunu fark etmeden sertçe kavramış ve bıçak avuç içinin derinden kesilmesine neden olmuştu. Elinden akan ılık kanı hissedebiliyordu ama umursamamaya çalıştı. Bıçağı sağ eliyle kavradığı sırada, “Bırak beni,” diye inledi son kez. Gözkapakları kapalı olmasına rağmen, gözyaşları yanaklarından usulca süzülüyordu. Adamın dudakları boyun çukurundan göğsüne ulaştığı sırada derin bir nefes aldı ve bıçağı sert bir hareketle havaya kaldırdı. Hızlı hızlı soluyarak bıçağı üstüne eğilen adama doğru sapladı. Neresine denk geldiği hakkında ufacık bir fikri yoktu. Korkuyla soludu. Kâbus hiç bitmeyecek gibiydi ve Hazan artık uyanmak istiyordu.
Adamın güçlü ellerinin gevşediğini, ardından nefesinin aksadığını duyumsadı. Adam bir iki kez boğulurcasına öksürdü ve Hazan’ın hemen yanına, yatağın boşluğuna devrildi. Hazan korkuyla gözlerini açtığında dudakları arasından bir çığlık yükseldi. Kendi kanıyla, adamın kanına karışan ellerini yüzüne kapattı. Gözleri dehşet içinde adamın boğazında parlayan bıçağa kaydı.
Kapının açılmasıyla içeriye dolan ışık yaşadığı vahşeti daha net bir şekilde gözlerinin önüne seriyordu. Kurtulması dakikalar sürmüşken, şimdi her şey çok hızlı gelişiyordu. Evin içini dolduran çığlıklar bu kez Hazan’a değil, odadaki vahşete tanık olanlara aitti.
Kerem aldığı alkol ve uyuşturucunun etkisiyle soluğu eve girdiği anda gözüne kestirdiği kızın odasında almış ve bu ölümüne sebep olmuştu. Bir gecede iki üniversiteli gencin hayatın değişmişti. Kerem mezara, suçu olmayan Hazan demir parmaklıklar ardına…
***
5 Ocak 2003 / Mudanya
Poyraz boğazını sıkıca kavramış olan papyonunu gevşeterek nefes almayı denedi. Boğazına bir urgan geçirilmiş gibi hissediyordu. Herkese karşı derinden ve vazgeçilmesi zor bir öfke duyuyordu. Babasına, Nalan’ın babasına ve sonunda onunla evlenmeyi başaran Nalan’a… Babası araya girmiş olmasaydı, kendisini böylesi bir durumun içinde bulmuş olmazdı. Bu geceyi, düğün gecesi olarak düşünmek genç adam içiz zordu. Daha çok bir esarete mecbur edilmiş gibi hissediyordu ve bu kızgınlığının körüklenmesine neden oluyordu.
Çıkardığı papyonu koltuğun üstüne fırlatarak kendisine bir içki doldurdu. Odasının camına yaklaşarak çiftliği çevreleyen ağaçları izlemeye başladı. Çok geçmeden açılan banyo kapısı tüm vücudunun gergince dikleşmesine neden oldu. Elinde tuttuğu içki bardağını arkasında kalan kadına bakmamayı reddederek bir dikişte bitirdi. Nalan ile aynı havayı soluyor olmak bile Poyraz için bir ceza gibiydi.
“Poyraz, yatalım mı artık?” Genç adam dişlerini sıktı. Nalan’ın bencilliği yüzünden, babasının sözünden çıkamadığından dolayı bu haldeydi. Nalan’ın ne istediğini anlamıyordu. Nişan yüzüklerini taktıkları gece, ona açıkça hiçbir şeyin değişmeyeceğini açık bir dille söylemişti.
“Seninle aynı odayı paylaşacak değilim.” Sesindeki öfke genç kadının hırçınlaşmasına neden oldu. Poyraz’ın inatçı tavrı onu deli ediyordu.
“Biz evlendik,” dedi gerçeği dile getirerek. Artık bir şeylerin değişmesi gerekmiyor muydu? Düğün olduğunda her şeyin değişeceğine kendisini öylesine inandırmıştı ki, Poyraz’ın ilgisiz sesi genç kadında soğuk duş etkisi yaratmıştı. İnce geceliğinin içinde üşüdüğünü hissederek kollarını etrafına sardı. Bakışları hâlâ genç adamın sırtına sabitlenmiş haldeydi.
“Bunun gayet farkındayım ama senin hâlâ inatla fark etmek istediğin şeyler var. Bu evlilik asla gerçek bir evlilik olmayacak. Oyunlar çevirerek istediğini elde etmeyi başarmış olabilirsin. Ama bundan fazlası olmayacak.”
Genç adam derin bir nefes alarak bakışlarını karanlık gökyüzüne dikti. Hayatının bundan sonra nasıl olacağı hakkında hiçbir fikri yoktu.
1